Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • çöl06.04.2006 - 21:50

    İngiliz Hasta filmi; bir suluboya fırçasının sakınan devinimlerini, sonsuz gibi görünen çöl kumunun sayısız resimle dolu esrarengiz görüntüsüne bağlayarak başlar: Bu manzaraya büyük bir aşkın -biri artık yaşamayan, biri yaşarken ölmüş- iki kahramanını taşıyan bir İngiliz uçağının göğü delen sesi eşlik eder ve görüntü otantik bir şarkıyla,algılandığı beyinlerde kalıcı olmaya and içer ya da onları kalıcı olması içen ikna etmeye çalışan beyindir, böyle birşeydir işte çöl...

  • jerzy kosinski29.03.2006 - 16:23

    Kosinski; kötülüğü, şiddeti, acımasızlığı; en çocuk, en masum olduğu zaman deneyimlemiş, bu kötülükle büyümüş, yaşadıklarını yazmış bir adam. Kötülüğün en arı haliyle büyümüş, öğrenmiş bir çocukluğun ödülü ne olur geleceğin yazarına: su katılmamış bir gerçeklikle yaratılacak kötülüğün destanı...

    Kendisi siddeti ve acimasizligi dile getirmekle kalmaz, okuruna yasatir da. Bu nedenle kotulugun yazari olarak tanimlanir. Boyalı Kus ve Adımlar; yazarın tanınmış eserlerindendir. Her yaratısında olduğu gibi -okuyanın tüylerini diken diken edecek sahnelerle dolu- bu eserlerde de yazarın usta kaleminden çıkan kararlı cümleler, her okunuşta yeniden yaşanacak yaşamlara koşulsuz katılmayı emreder okuruna.

    Kosinski -benim gibi lafı dolaştırmaz- doğrudan söyler söyleyeceğini; anlatımında karmaşık veya kendi anlatmak istediğinin dışında anlaşılacak bir deyim, ima bulamazsınız. Okur, kendi türünün kontrolsüz acımasızlığı ve iğrenç yüzüyle kalakalır.

    Ölümü de sıradışı yaşamı kadar korkunç, düşündürücü. Yazarken yaptığı gibi -bir eleştirmen şöyle söylüyor kendisi için: romanlarını o kadar seyrek yazıyor ki sanki bir kelimesi ona bin dolara patlıyor, bir sözü yanlış kullanırsa da hayatına patlıyor- belki ölümünde de vakti olabildiğince uzatmak, acıyı perçinlemek, kötülüğe kadeh kaldırmak için kafasına bir torba geçirip sonlandırmayı seçiyor yaşamını.

  • Erdener28.03.2006 - 15:34

    tek başına bişey çağrıştırmıyor da yanına abi gelince -ki erdener abi şeklinde okunur- Kaan Ertem'in ünlü memur tiplemesi şeklinde bir tanım yazmak mümkün. Kendisi, aynı atmosferi soluduğu ancak varlıklarından, konuşmalarından zerrece hazetmediği kişiliklere anında reaksiyon vermesiyle tanınır:

    -erdener abi, her şeyi bırakıp çekip gitmek istiyorum.
    -mümkün mertebe uzaya git.

    -erdener abi senin için metroseksüel oldu diyorlar
    -az uzaklaş

  • trigonometri27.03.2006 - 20:12

    lise sonda bi matematikçi geldi bize. elemanın ego tavana vurmuştu... ya bu adamın konuşurken ağzının iki yanında beyaz, yapışkan birikintiler oluşurdu ve o konuşurken kelimelerine uyum sağlamaya çalışan ağzının ritmiyle açılıp kapanırlardı. bu adama -belki egosunun korkunçluğundan belki kendisinin- karısı dahil kimse söylememiş bu iğrençlikle yaşadığını...
    trigonometri,mrigonometri tüm lise son matematiği felç oldu benim tabii. o görüntüye kapılmamak için hayal kurardım derslerde. (lise sona kadar matematiğim süperdi - matematiğimin katilidir o herif-)

  • neden26.03.2006 - 01:46

    neden utandığımda, korktuğumda, üzüldüğümde, hissettiğimde sfenks olduğumu sanır; yaşam devam ederken yoğun iç senaryolarla kaçırdığım ana hayıflanır; hayıflanmak ne kelime- acı gözyaşlarıyla o ana dönmeye çalışır; beynimin zaman geçirmeye tenezzül etmediği o anlara, -görmeyen gözlere kazınmış görüntü umuduyla- tamam tamam her yolu deneyerek dönmeye çalışır; katıldığımı düşündükleri her anımsayamadığım an için pişman olur, her pişmanlıkla biraz daha aşağıya gider ama bir türlü vuramam dibe...karanlık nedir?

  • nefret etmek24.03.2006 - 22:56

    son günlerde epey yoğunlaştı isyanım sevgiye. duyduğum her sevgi sözcüğü, gördüğüm sevecenlik taklitleri tiksindiriyor beni. kendi sevgilerimi, sevgi doluluğumu, tevazu dolu sevecenliğimi, sevgi yoğunluğundan körlüğümü ve sırf bu nedenle utanmazca edilginliğimi sorguluyorum.

    şimdi merkezde ben yokum. öğrenilmiş bir sevgiyi yaşamak zorunda mıyım, sırf onların çocuğu olduğum sanrısını sürdürebilmek için. bu sanrıdan vazgeçmek mümkün mü peki diğer birçoğunu da unutmak pahasına. suçlamaların sonu gelmiyor. çok içiyorum, çok düşünüyorum. değil hissetmek, düşünmeyi dahi kendime ayıpladığım kıskançlıkla doluyum. eksikliğinden hayıflandığım şeyleri seyrettiğim kişilik kırıntılarına karşı duyduğum...

    nefret, özkıyım çabasının kontrolsüz yansımalarıdır.

  • yunus emre21.03.2006 - 16:09

    Yunus Emre'ye Selam adlı kitabında şöyle diyor Sabahattin Eyüboğlu:

    Masallara göre Yunus bir orta Anadolu köylüsüymüş. Taştan topraktan ekmeğini çıkaran, yağmur yağmayınca aç kalan bir Anadolu köylüsü.

    Yunus bir gün tohumsuz kalır. Tohumsuz kalan Yunus Emre eşeğine dağdan alıç, yani yabani elma, acı yalnızlıkların en tatlı dostu olan meyvayı yükler, buna karşılık biraz tohumluk buğday aramaya çıkar.

    Durduğu başlıca yerlerden biri de Hacı Bektaş tekkesidir. Yunus alıçlarına karşılık tekkeden buğday istiyor. Hacı Bektaş sorduruyor: Buğday yerine nefes verse olmaz mı diye kendisine. Yunus ille de buğday istiyor. Hacı Bektaş her alıca bir nefes verelim diyor. Olmaz diyor Yunus. Her çekirdek başına bir nefese kadar çıkıyor Hacı Bektaş. Yunus da buğday diye dayatıyor. Bunun üzerine Hacı Bektaş Yunus'a götürebileceği kadar buğday verdiriyor.

    Sevine sevine toprağına dönerken yolda bir düşüncedir alıyor Yunus'u. Herhalde diyor kendi kendine, bu insan büyük bir insan olmasa nefesini istemediğime kızar bu kadar cömertçe buğday vermezdi bana. Bir çuval buğday böyle bir insandan daha mı değerli benim için?

    Anlıyor çiğlik ettiğini, dönüyor geriye. Alın buğdayı geri ben nefes isterim, diyor. Ama Hacı Bektaş onu Taptuk Emre'nin tekkesine yolluyor; senin kilidi ona verdik diyor.

    Yunus ne der bir dinleyelim:

    Taptuğun tapusunda
    Kul olduk kapusunda
    Yunus miskin çiğ idik
    Piştik elhamdülillah.

    Vardığımız illere
    Şol safa gönüllere
    Baba Taptuk manisin
    Saçtuk elhamdülillah.

    Yunus Emre Taptuk Emre tekkesinde kırk yıl kadar eğitim görmüş, çile doldurmuştur.

    1991 yılı tüm dünyada 'Yunus Emre Sevgi ve Barış Yılı' olarak kabul edilmiş ve çeşitli etkinliklerle Yunus Emre felsefesi irdelenmiştir. Ahmet Adnan Saygun'un 'Yunus Emre Oratoryosu' da bu etkinlikler çerçevesinde birçok ülkede seslendirilmiştir.

  • ecce homo13.03.2006 - 18:22

    'İşte İnsan' anlamına gelen Latince bir deyim. Yuhanna'nın İncil'inde, Pilatus İsa'yı göstererek söyler bu sözü.

    Yahudiler İsa'yı yakalayarak Roma valisi Pilatus'a götürürler. Pilatus öfeli kalabalığa; 'Bu adamdan ne şikayetiniz var' diye sorar. Cevap: Eğer bu adam kötülük etmeseydi, onu sana vermezdik. Pilatus İsa'yı sorguya çeker: Sen Yahudilerin kralı mısın? İsa anlaşılmaz cevaplar verir, başka bir dünyadaki krallıktan falan bahseder. Pilatus 'Hakikat nedir' der büsbütün şaşırır yine de uzlaştırıcı bir yol arar: Ben onda bir suç bulamıyorum, der. Onu salıvermeyi teklif eder. Yahudiler buna yanaşmaz. Pilatus daha da uğraşır. İsa'yı askerlerine dövdürüp çıkartır kalabalığın karşısına: Ecce Homo! İşte adam! Ben onda hiçbir suç bulamıyorum, diye seslenir bir kez daha. ancak İsa'da çarmıha gerilmeye istekli gibi davranınca Pilatus birşey yapamayacağını anlar ve su alıp: Ben bu temiz adamın kanından arıyım; bunu siz düşünün, diye halkın önünde elerini yıkar.

  • tango10.03.2006 - 18:02

    Ünlü Carlos Saura filmi...
    Bu filmi seyrettikten sonra tango yapabileceğinizi sanarak bir eğitim cd si almaya kalkmayın. (altyapı varsa alın, öyle bir durum da zaten cd ye gerek yok off neyse...)

  • dede efendi10.03.2006 - 17:19

    Gelmis gecmis en büyük üstadlarimizdan Dede Efendi'ye, yeni buldugu bir makami icra ettigi bir taksim sonrasinda meclisteki diger üstadlar: Ya üstadim Sanat Musikisi'nde bundan öte ne olabilir, demişler. (soru değil yalnız) Dede Efendi ise 'Sanat Musikisi öyle büyük bir okyanustur ki biz ancak bir kiyisinda ayaklarimizi serinletebiliyoruz' diye cevap vermis. (Sanat musikisinde herkes üstaddir.)

    Kendisi gerçek bir sanatçıdır. Mehterhane kaldırıldıktan sonra kurulan Müzikayı Hümayun'da birbirinden farklı birçok tür bir arada okutulmuştur. Bando, Orkestra, Opera-Operet, Tiyatro, Fasıl Takımı, Müezzinan, Karagöz-Hokkabaz-Kukla. (Demokratik bir okul görünümündedir.)
    Bu okulda birbirinden çok farklı türler birarada okutulduğu için - en önemlisi bu- türler arasında güzel bir etkileşim olmuştur. Valsden etkilenen Dede Efendi 'Gülnihal'i', Türk müziğinden etkilenen Donizetti Paşa ise tamamen batı armonisine sahip olmasına karşılık Türk ezgileriyle örülmüş 'Mahmudiye Marşı'nı' bestelemiştir.

    Hamamizade Dede Efendi'nin (üstad) 'Yine Neşeyi Muhabbet' diye bi eseri vardır bir de o eserin terennüm bölümü vardır ki aman diyim. (teeen ni teeen ni...) Gel de kendinden geçme...