Haydi Abbas, vakit tamam; Akşam diyordun işte oldu akşam. Kur bakalım çilingir soframızı; Dinsin artık bu kalp ağrısı. Şu ağacın gölgesinde olsun; Tam kenarında havuzun. Aya haber sal çıksın bu gece; Görünsün şöyle gönlümce. Bas kırbacı sihirli seccadeye, Göster hükmettiğini mesafeye Ve zamana. Katıp tozu dumana, Var git, Böyle ferman etti Cahit, Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'ta; Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Büyük Hun devleti Çağında 'Tengri' sözü, yalnız başına, Çinlilerin en kutsal gücünü ifade eden 'Tien' deyimini karşılıyordu. Çin imparatoru da, 'Göğün ve Tanrının oğlu' idi. Bunun gibi, Büyük Hun İmparatorluğunun meşhur Hükümdarı Maotun (Mete) 'nin unvanı da, 'Tengri'nin oğlu' idi. Bu deyimler, Çin'de de zamnala değişikliklere uğramıştı. Çin imparatorları Göktürk kağanlarına yazdıkları mektuplarında onlara artık 'Kutsal Kağan' demeğe başlamışlardı. Bu yolla, meselâ meşhur Göktürk Kağan'ı İşbara (saha-po-lüeh) Kağan'ın unvanına bir Tanrı sıfatı da, eklenmiş oluyordu. Biz burada bu konuların derinliklerine inecek değliz. Ancak bunları söylemekten maksadımız, 'Türklerin yerin ve göğün üstünde olan, tek ve güçlü bir Tanrıya inandıklarını' göstermek içindir.
Türkler başlangıçta Tanrı sözünü, yalnızca yaratan tek Tanrı için kullanırlardı. Sonradan anlamını genişletmiş ve her türlü kutsal ve büyük şeyler için söylemeğe başlamışlardı. Bu konuda Kaşgarlı Mahmud şöyle diyordu: . 'Kâfirler göğe Tengri derlerdi. Yine bu adamlar, büyük bir dağ, büyük bir ağaç v.s. gibi, gözlerine büyük görünen şeylere de, hep Tengri adını verirlerdi. Bu yüzden de bu gibi şeylere tapınır ve secde ederlerdi. Yine bu kimseler, bilgin insanlar da Tengrigen adını verirlerdi'.
Bu kitabın birçok yerlerinde sık sık söylediğimiz gibi Türklerde, sağlam prensiplere dayanan bir 'devlet dini' vardı. Büyük devletler yaşadıkça bu değişmez prensipler her şeye hâkim oluyor ve devlet dağılınca da, halk yine kendi bildiğine devam ediyordu. Gerçi halkla devlet dininin esasları birdi. Fakat, her bölgeye ve zamana göre, esas prensiplerde bazı farklar beliriyordu. Uygurların Mani ve Buda dinlerini kabul etmeleri ile, durum büsbütün değişti. Bu dinlerin birçok tanrıları varıd. Bu sebeple her kutsal şeye Tanrı denmeğe başlandı. Hatta öyle bir hale geldi ki, hürmet edilen bir yengeye bile, saygı ifadesi olarak, 'Tengrim' sözü kullanıldı. Bunları söylemekten maksadımız, bizi burada ilgilendiren tek şeyin, her türlü dış tesirden uzak, esas Türk düşüncesini bulup ortaya çıkarmak olduğunu belirtmektir.
'Eski Türklerin yüce ve tek Tanrısı, İslâmiyetteki 'Allah' gibi mücerret ve şekilsiz bir güçtü':
Hatta Altay Şamanizminde bile, göğün katlarının resmi yapıldığı halde, Tanrının şekli çizelemiyordu. Düşünmeliyiz ki Şamanizm, Türk dininin en dejenere olmuş bir tipidir.
'Türkler göğün yaratılışı hakkında, İslâmiyetten önce ve sonra, pek ayrı düşünmemişlerdi':
Eski Bektaşî şairlerinden Âşık Hasan'ın aşağıdaki şiiri, İslâmiyetin ana düşüncelerine ne kadar uygun ise, eski Türk düşünce düzenine de o kadar uygundur:
'Yerlerin göklerin binasın düzen, 'Ak üstünde kara yazılar yazan, 'Engûr şerbetini Kırklara ezen, 'Hünkâr Hacı Bektaş Alî kendidir! '
Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi Lazım insana lazım onsuz yaşanılmıyor Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor.
Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz Adını çocuklarımıza bellettiğimiz Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor.
II
Bir şey daha var yürekler acısı Utandırır insanı düşündürür Öylesine başka bir kalp ağrısı Alır beni ta Bursa'ya götürür.
Yeşil Bursa'da konuk bir garip kuş Otur denmiş oracıkta oturmuş Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş Ne güzel şey dünyada hür olmak hür.
Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin Hey kahpe felek ne oyunlar ettin EN YAVUZ EVLADI BU MEMLEKETİN nazım ağbey hapislerde çürür*
Cahit Sıtkı Tarancı
*Çürür sözü Nazım'ın hoşuna gitmemiş ve bu şiirin üstüne 'Yatar Bursa Kalesinde'yi yazmıştır
Fatiha Suresi: Elhamdü lillahi rabbil'alemin. Errahmanirrahim. Maliki yevmiddin. İyyake na'budü ve iyyake neste'in. İhdinessıratal müstakim. Sıratallezine en'amte aleyhim ğayrilmağdubi aleyhim ve leddallin. -> Hamd, alemlerin Rabbi, merhametli olan ve merhamet eden ve Din Günü'nün sahibi olan Allah'a mahsustur. (Allah'ım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola; nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların sapmayanların yoluna eriştir.
Rabbenağfirli ve li-valideyye ve lil-Mü'minine yevme yekumül'hisab -> Ey bizim Rabbimiz! Beni annemi ve babamı ve bütün müminleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde) bağışla
Kelime-i Şehadet eşhedü en la ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh -> Tanıklık ederim ki; Allah'tan başka tanrı yoktur; ve yine tanıklık ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve peygamberidir..
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'ta;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Abbas / Cahit Sıtkı Tarancı
kaynak: T.C. Kültür Bakanlığı
Büyük Hun devleti Çağında 'Tengri' sözü, yalnız başına, Çinlilerin en kutsal gücünü ifade eden 'Tien' deyimini karşılıyordu. Çin imparatoru da, 'Göğün ve Tanrının oğlu' idi. Bunun gibi, Büyük Hun İmparatorluğunun meşhur Hükümdarı Maotun (Mete) 'nin unvanı da, 'Tengri'nin oğlu' idi. Bu deyimler, Çin'de de zamnala değişikliklere uğramıştı. Çin imparatorları Göktürk kağanlarına yazdıkları mektuplarında onlara artık 'Kutsal Kağan' demeğe başlamışlardı. Bu yolla, meselâ meşhur Göktürk Kağan'ı İşbara (saha-po-lüeh) Kağan'ın unvanına bir Tanrı sıfatı da, eklenmiş oluyordu. Biz burada bu konuların derinliklerine inecek değliz. Ancak bunları söylemekten maksadımız, 'Türklerin yerin ve göğün üstünde olan, tek ve güçlü bir Tanrıya inandıklarını' göstermek içindir.
Türkler başlangıçta Tanrı sözünü, yalnızca yaratan tek Tanrı için kullanırlardı. Sonradan anlamını genişletmiş ve her türlü kutsal ve büyük şeyler için söylemeğe başlamışlardı. Bu konuda Kaşgarlı Mahmud şöyle diyordu:
.
'Kâfirler göğe Tengri derlerdi. Yine bu adamlar, büyük bir dağ, büyük bir ağaç v.s. gibi, gözlerine büyük görünen şeylere de, hep Tengri adını verirlerdi. Bu yüzden de bu gibi şeylere tapınır ve secde ederlerdi. Yine bu kimseler, bilgin insanlar da Tengrigen adını verirlerdi'.
Bu kitabın birçok yerlerinde sık sık söylediğimiz gibi Türklerde, sağlam prensiplere dayanan bir 'devlet dini' vardı. Büyük devletler yaşadıkça bu değişmez prensipler her şeye hâkim oluyor ve devlet dağılınca da, halk yine kendi bildiğine devam ediyordu. Gerçi halkla devlet dininin esasları birdi. Fakat, her bölgeye ve zamana göre, esas prensiplerde bazı farklar beliriyordu. Uygurların Mani ve Buda dinlerini kabul etmeleri ile, durum büsbütün değişti. Bu dinlerin birçok tanrıları varıd. Bu sebeple her kutsal şeye Tanrı denmeğe başlandı. Hatta öyle bir hale geldi ki, hürmet edilen bir yengeye bile, saygı ifadesi olarak, 'Tengrim' sözü kullanıldı. Bunları söylemekten maksadımız, bizi burada ilgilendiren tek şeyin, her türlü dış tesirden uzak, esas Türk düşüncesini bulup ortaya çıkarmak olduğunu belirtmektir.
'Eski Türklerin yüce ve tek Tanrısı, İslâmiyetteki 'Allah' gibi mücerret ve şekilsiz bir güçtü':
Hatta Altay Şamanizminde bile, göğün katlarının resmi yapıldığı halde, Tanrının şekli çizelemiyordu. Düşünmeliyiz ki Şamanizm, Türk dininin en dejenere olmuş bir tipidir.
'Türkler göğün yaratılışı hakkında, İslâmiyetten önce ve sonra, pek ayrı düşünmemişlerdi':
Eski Bektaşî şairlerinden Âşık Hasan'ın aşağıdaki şiiri, İslâmiyetin ana düşüncelerine ne kadar uygun ise, eski Türk düşünce düzenine de o kadar uygundur:
'Yerlerin göklerin binasın düzen,
'Ak üstünde kara yazılar yazan,
'Engûr şerbetini Kırklara ezen,
'Hünkâr Hacı Bektaş Alî kendidir! '
maddi olmayıp da zaman zaman sızlayan şey...
BİR ŞEY
I
Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
Lazım insana lazım onsuz yaşanılmıyor
Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor.
Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz
Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz
Adını çocuklarımıza bellettiğimiz
Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor.
II
Bir şey daha var yürekler acısı
Utandırır insanı düşündürür
Öylesine başka bir kalp ağrısı
Alır beni ta Bursa'ya götürür.
Yeşil Bursa'da konuk bir garip kuş
Otur denmiş oracıkta oturmuş
Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş
Ne güzel şey dünyada hür olmak hür.
Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin
Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
EN YAVUZ EVLADI BU MEMLEKETİN
nazım ağbey hapislerde çürür*
Cahit Sıtkı Tarancı
*Çürür sözü Nazım'ın hoşuna gitmemiş ve bu şiirin üstüne 'Yatar Bursa Kalesinde'yi yazmıştır
gök tengri meni korusun..
Sözün edebi demektir...
Fatiha Suresi:
Elhamdü lillahi rabbil'alemin. Errahmanirrahim. Maliki yevmiddin. İyyake na'budü ve iyyake neste'in. İhdinessıratal müstakim. Sıratallezine en'amte aleyhim ğayrilmağdubi aleyhim ve leddallin. -> Hamd, alemlerin Rabbi, merhametli olan ve merhamet eden ve Din Günü'nün sahibi olan Allah'a mahsustur. (Allah'ım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola; nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların sapmayanların yoluna eriştir.
Rabbenağfirli duası:
Rabbenağfirli ve li-valideyye ve lil-Mü'minine yevme yekumül'hisab -> Ey bizim Rabbimiz! Beni annemi ve babamı ve bütün müminleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde) bağışla
Kelime-i Şehadet
eşhedü en la ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh -> Tanıklık ederim ki; Allah'tan başka tanrı yoktur; ve yine tanıklık ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve peygamberidir..