Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • mevlana18.04.2006 - 08:25

    İŞTE MEVLANACILAR

    al bak bakalım aşk ne hallere düşürmüş bu adamları
    HULULİYYE

    Bir başka sapık sofi mezhebidir. Bu inanca sahip olanlar raksı, türküyü, tüyü bitmemiş genç delikanlıya bakmayı mübah sayarlar ve Allah'ın sıfatlarından bir sıfat bu gence hulul etmiştir, girmiştir deyip biz onu seviyoruz ve bu sıfattan dolayı onu öpüyoruz, iddiasında bulunurlar. 281-

    Hululiler, Allahu Teala (cc) 'nın zatının insanlara hulul ettiğini ileri sürerler. Hululiler, on fırka halindedirler. Bunların tümü de İslam Devletinin hakimiyeti döneminde ortaya çıkmışlardır. Tümünün amacı yaratıcının tek olduğu inancını bozmaktır. 282-

    ' Allah'ın bazı sıfatları bize hulul eder, bu hal içinde iken öpüşmek ve sarmaş dolaş olmak caizdir, diyen mutasavviflar zümresi..

    Hululiye ve benzeri sapık düşünce sahipleri Allah'ın yeryüzünde olduğunu iddia etmişlerdir. Böyle bir iddiada bulunmak Allahü Teala (cc) 'ya eksiklik atfetmek olduğundan insanı sapıklığa ve küfre götürür.'

    'Güzel kadına ve sevimli oğlana bakmak helâldir. Çünku bu, insanın kadim (köklü) halidir ve güzellere bakarak sevinç ve neşe içinde oynamak hali, Allah'ın sıfatlarından biridir ki, bize gelmiştir, derler. Canımız, bedenimiz hepsi onundur, der ve birbirlerine sarılıp öpüşürler ve halka olup oynar, tepinirler. Bunlar da sapıktır.' 283-

    'Çalgı çalmak ve oynamak helâldir. Bunların bu çalgı ve oyun anında kendimizden geçip bize, şeyhimizden bir halet gelir demeleri sapıklıktır.' (Bunlara 'Haliyye' de denir.) 284 'Hulûl felsefesi, yani Allah insanlara hulûl eder. Bu Hristiyanlıktan gelme bir inançtır. Çünkü, Hıristiyanlık'ta biliyorsunuz, apoklif Hristiyan mezheplerde diyorlar ki, özellikle Nasurîler diyorlar ki, 'Hazreti İsa bir beşer olarak dünyaya geldi, fakat sonra Cenabı Allah Hazreti İsa'ya hulûl etti ve Hazreti İsa'nın şahsiyeti ilâh oldu, Allah oluverdi.' Böyle bir mezhep var. İşte bu anlayışın İslâm dünyasındaki uzantısı da Hulûliyecilerdir.' (M.Bayram)

    mevlana ve benzerlerinin mezhebi

  • Hutbe31.03.2006 - 15:24

    m.engin noyan veb sitesi
    Mustafa Kemâl Atatürk'ün 7 Şubat 1923'te Balıkesir'de Paşa Camii'nde verdiği hutbedir...
    İbret-i Âlem olsun diye!



    Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.
    Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçkleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir.
    Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur'an'daki mânası açık olan ayetlerdir
    . İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.

    Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunarı arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.


    Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti

    Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz.
    Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevab kazanacağımı ümit ediyorum.

    Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.
    Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır.

    Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.

    Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum.
    Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

    Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir.

    Efendiler, hutbe demek topluma hitabetmek, yani söz söylemek demektir.

    Hutbenin manası budur.

    Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır.

    Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi.

    Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki,

    gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler

    o günün sorunlarıdır
    , o günün askeri,
    idâri,
    mâli ve siyasi, sosyal konularıdır.

    İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir.

    Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı.

    O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.

    Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar.

    Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi,

    Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir,

    başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir.
    Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki 'Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur.' Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır.

    Hutbeyi verenlerin siyasi olayları
    , sosyal ve medeni olayları hergün izlemeleri zorunludur.

    Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.

  • cuma31.03.2006 - 15:22

    m.engin noyan veb sitesi
    Mustafa Kemâl Atatürk'ün 7 Şubat 1923'te Balıkesir'de Paşa Camii'nde verdiği hutbedir...
    İbret-i Âlem olsun diye!



    Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.
    Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçkleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir.
    Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur'an'daki mânası açık olan ayetlerdir
    . İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.

    Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunarı arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.


    Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti

    Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz.
    Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevab kazanacağımı ümit ediyorum.

    Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.
    Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır.

    Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.

    Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum.
    Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

    Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir.

    Efendiler, hutbe demek topluma hitabetmek, yani söz söylemek demektir.

    Hutbenin manası budur.

    Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır.

    Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi.

    Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki,

    gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler

    o günün sorunlarıdır
    , o günün askeri,
    idâri,
    mâli ve siyasi, sosyal konularıdır.

    İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir.

    Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı.

    O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.

    Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar.

    Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi,

    Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir,

    başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir.
    Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki 'Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur.' Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır.

    Hutbeyi verenlerin siyasi olayları
    , sosyal ve medeni olayları hergün izlemeleri zorunludur.

    Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.

  • cuma namazı18.02.2006 - 11:30

    Ey inananlar! Toplantı günü (Yevm'ül Cum'a) namaz için çağırıldığınızda Allah'ı anmaya koşun; Alım - satımı bırakın, bilseniz bu sizin için daha iyidir...»

    Yazımızın başlığı ile ilgili bilgilerden önce konuyu ana kısımlara ayırıp, bu kısımlar hakkında kaynaklara dayalı olarak bazı tesbitler yapalım. Yaptığımız tesbitler muvacehesinde konuya açıklık getirmek ve tabii seyrini gözlemek mümkün olsun.

    Önce «Toplantı Günü - Yevm'ül Cum'a» ile ilgili gelişmelerin tarihçesini ortaya koyalım.

    'Bugün 'Cum'a Namazı' adı ile anılan namazın İslam Tarihine bakıldığında Îlk'inin kılındığı yer'in hi­lafsız Medine (Yesrib) şehri olduğu görülüyor(l) . Yine bu ilk Toplantı Günü (Cu'm'a Günü) Namazını kıldıran imam'ın da Peygamber olmadığı kesin. Bildiğiniz gibi Mus'ab İbn Umeyr veya Es'ad İbn Zurare'nin isimleri üzerinde durulmaktadır. Hatta bazıları te'vil ederek önce birinin kendiliğinden bu işi yaptığını, bilahare ise Peygamber'den gelen habere dayalı ola­rak Mus'abın îmam olarak bu günde namaz kıldırdı­ğı söylenmektedir. Yine ilk toplantı günü (Cum'a) kılınan namazın zaman itibariyle ikinci Akabe Biati ile Resulullah (S.A.) 'ın Medine'ye hicreti tarihleri arasında kılındığında da bir hilaf bulunmadığı görülü­yor. Özetlersek;

    1. İlk Toplantı Günü (Yevm'ül Cum'a) Namazı (bugün Cum'a Namazı adı ile anılan namaz) Medine' de kılınmıştır.

    2. Bu Namazın imamı kesin olarak Peygamber olmayıp Mus'ab veya Es'ad'dır.

    3. Bu Namazın İslam Tarihi içindeki yeri (zaman bakımından) ikinci Akabe Biatı'nın yapıldığı 13. Yılın Hacc mevsimi ile birkaç ay sonraya rastlayan Resulullah'ın Medine'ye hicreti arasındaki zamana rast­lamaktadır.

    Önce biz dilerseniz ayetten söz edelim: «Ey ina­nanlar! Cum'a Günü namaz için ezan okunduğu za­man Allah'ı anmaya koşun; alım - satımı bırakın; bil­seniz bu sizin için daha iyidir.»(2) . Biz şimdi bu me­ali biraz daha açalım ve Cum'a Günü'nün yerine Türkçedeki karşılığını koyarak yeniden tercümesini verelim de biraz önümüz acılsın, ayetin manasını kav­ramak ve anlamak açısından.

    «Ey inananlar! Toplantı Günü Namaz için ezan okunduğu (çağırıldığınızda) zaman Allah'ı anmaya koşun; alım - satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha iyidir.» Dikkatleriniz! ayetin delalet ettiği mananın üzerinde toplamaya çalışarak yaklaşınız ko­nunun üzerine. Görünen odur ki hitab şöyledir: «Ey iman edenler! Toplantı Günü namaz için çağırıldığınızda...» Buradan açıkça şu anlaşılmaktadır: Zikri geçen günün özelliği TOPLANTI GÜNÜ oluşudur. Bil­diğiniz gibi bu günün arablar arasındaki adı YEVM'ÜL ARUBA (Yedinci cennet günü anlamına geliyor) 'dır. İlk TOPLANTI yapıldığından itibaren kullanıla kulla­nıla bu isim Müslüman arablarca terkedilmiş ve Arube günü artık TOPLANTI GÜNÜ yani YEVM'ÜL CUM'A olarak anılmaya başlanmış ve eskisi hatırlardan çıkarak bize kadar yalnızca TOPLANTI GÜNÜ anlamını ta­şıyan CUM'A GÜNÜ olarak gelmiştir, isim olarak arablar arasında CUM'A diye birgün yoktur, Aruba günü vardır. Lakin bu güne rastlayan günlerde Müs­lümanlar biz ÖZEL TOPLANTI (EL CUM'A) yapmaya başlayıp, sürdürüp geldiklerinden artık günün adı (gerçek adı) unutulmuş ve güne TOPLANTI GÜ­NÜ manasına gelen YEVM'ÜL CUM'A (Türkçesi Cum'a Günü.) denilmiş ve denilmektedir.

    Buradan önce şunu anlamak mümkündür ki gü­nün özelliği namazdan değil, toplantı yapılan gün oluşundan kaynaklanmaktadır. Ayete bakıldığında zaten namaz için Cum'a Namazı değil, gün için Cum'a Gü­nü yani toplantı.günü denilmektedir. Ayetteki anlam yalnızca budur. Perşembe ile Cumartesi arasındaki Günün adı artık ARUBA GÜNÜ değil, TOPLANTI GÜ­NÜ olmuştur arab dilinde ve İslam ıstılahına da ay­nen geçmiştir. ,

    Bildiğiniz gibi farslarda da günler (Yek şembe, düşembe, seşembe, çarşembe (çarşamba) , pençşembe (perşembe) , şeşşembe ve şembe'dir. Şembe haftanın başlangıç veya son günü anlamındadır. Yek şembe birinci gün, düşembe ikinci gün, seşembe üçüncü gün, çarşembe dördüncü gün, v.s. olarak anılırken farslar da Müslüman olduktan sonra şeşşembe (altın­cı gün) 'yi İslam Istılahında yer eden ismiyle yani Yevm'ül Cum'a (Cuma Günü) olarak anmaya başla­mışlardır. Tıpkı arablarda olduğu gibi.. Müslüman olan bütün kavimler de aynı işi yapmışlar ve adı geçen altıncı güne kendi kavmî örflerinde ne deniyorsa onu terkedip, CUM'A GÜNÜ (TOPLANTI GÜNÜ) adı ile anmaya başlamışlar ve eski günlerinin isimleri de ancak çok eski kaynaklarda, tarih kitaplarında kalmıştır. Artık altıncı günün adı Müslüman olan her kavim için yalnızca TOPLANTI GÜNÜ manasına gelen CUM'A GÜNÜ'dür

  • ahiret17.02.2006 - 13:35

    ahir sonrası demek değil mi bu yaşadığımız dünyanın sonrasın da olan bir dünya ahiret işte bu bu dünya gibi gerçek olan dünya adı üstün de ahiret.
    kıyamet koptuktan sonra oluşacak olan bir diğer dünya ahiret dünyası,insanların şimdi ki yaşadığı dünyada yaptıklarından sorulacağı bir dünya ahiret.

  • 11 ayın sultanı17.02.2006 - 13:29

    11 ay kuların ayı da 1 ay allah ın ayı mı ne kadar dar kafa olmuşuz.
    12 ay da allah ın değil mi? 12 ayda haram olan 1 ayda da haram. o bir ay da yalnız oruç diye bir ibadet var. yani o ay oruç ayı dır oruç ise bir rab emridir farz dır.başkaca bir özellği yoktur. ama şimdilerde insanlar bu ayı günah çıkarma ayı olarak değerlendiriyorlar.çok yanlış

  • 12.cuma17.02.2006 - 13:21

    arabça bir kelime cahiliyye döneminde arube diye bilinen günün adı cum a suresin de cuma ayatleri ile adını cum a olarak alan gün e verilen isim. türkçe karşılğı toplantı günü olan cuma günü müslümanların tek bir yerde (bir beldede) toplantı yapmaları ve halife yada vekilinin kıldırdığı o güne özel olarak hutbe/(siyasi bildiri/ okunan öğle namazının yerine 2 rekat cuma/toplantı/namazı kılınan gün dür cuma.

  • fethullah gülen26.01.2006 - 12:55

    mevlana gibi hümanist biri hristiyanlaşmış bir din rehberi
    müslümanların yarın ki papa sı olmaya tek aday olabilecek
    karizmasını dinlerin birliği gibi bir dünya hizmetçiliğine oynayan
    bir adam, aslına çekmiş üstadın dan farklı olmayan din baronu
    maalesef böyle biri vs.