Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • fethullah gülen12.11.2007 - 13:53

    Ilımlı İslam ve ABD (1)

    Malezya tartışmasının nasıl başladığını hatırlamakta yarar var.
    Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, seneye Dışişleri Bakanı olması beklenen Richard Holbrook geçen ağustosta PBS TV'de bir söyleşide dedi ki:
    '11 Eylül'den beri ABD, dünyanın her yerinde ılımlı İslami demokrasiler istiyor. İşte, sadece iki tane var: Türkiye ve Malezya... Türkler çok dramatik bir seçim yaptı. Ilımlı Müslüman bir parti, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu ılımlı Müslüman parti, İsrail ile de iyi ilişkiler içinde ve AB'ye üyelik istiyor. Ben de bunu kuvvetle destekliyorum.'
    'Ilımlı İslam' tanımının yarattığı antipatiye Malezya'dan gelen haberler de eklenince tüyler ürperdi. Çünkü Malezya da Türkiye gibi anayasa değişikliğine hazırlanıyordu ve 'Malezya laik bir devlettir' maddesinin değiştirilmesi düşünülüyordu.
    Malezya yüksek mahkemesi başyargıcı, şeriat hükümlerinin hukuk sistemine eklenmesi ni önermişti.
    ABD'nin niyeti konusundaki kuşkular hepten arttı.
    Bu niyeti daha iyi anlamak ve yaşanan gelişmeleri netleştirebilmek için, Amerikan stratejisinin zeminini oluşturan bazı raporları hatırlamakta büyük yarar var.

    'Diplomatlarını eğitmeliyiz'

    Bahsedeceğim raporlar 'Rand Coorparation' imzasını taşıyor.
    Amerikan dış politikasına yön veren bu etkili 'fikir fabrikası', Donald Rumsfeld, Condoleezza Rice, Francis Fukuyama gibi uzmanlarıyla tanınıyor.
    Rand Coorparation'ın ılımlı İslamcılarla yakınlaşma tavsiyesi, CIA'den Graham Fuller'ın Savunma Bakanlığı için hazırladığı 1990 'Türkiye'de İslam Köktenciliğinin Geleceği' başlıklı bir raporda yer aldı.
    Muammer Aksoy'un, Çetin Emeç'in, Turan Dursun'un, Bahriye Üçok'un peş peşe öldürüldüğü yıldı o...
    Merkez sağ krizdeydi. Erbakan'ın başbakan olmasına 5 yıl vardı.
    Rand Coorparation, Amerikan yönetimi için bir rapor hazırlayıp 2 şey tavsiye etti:
    '1) Türkiye'deki İslami hareketi daha yakından ta nımalı, onların ideolojileri hakkında daha yakından bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeliyiz.
    2) ABD'nin İslamcı akımın ılımlı üyeleriyle resmi olmayan ilişkiler kurması yararlı olacaktır.'
    1999'da ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan 'Din Hürriyeti Raporu'nda Fethullah Gülen'den 'ılımlı İslami lider' olarak bahsedilecekti.



    Radikal adımlar

    Sonra Cheryl Barnard'ın raporu geldi.
    Barnard, ABD'nin eski Irak büyükelçisi Zalmay Halilzad'ın Yahudi asıllı eşiydi. O da 2003'te 'Sivil Demokratik İslam Raporu' hazırladı. Şöyle yazdı:
    'İslam dünyası şu an gelişme yoksunluğu ve globalleşme ile uyumsuzluk sorunlarıyla boğuşuyor. Bugüne dek İslam dünyasında çare için bulunan milliyetçilik, Pan-Arabizm, İslam devrimi vb. kavramların da çözümde yetersiz kaldıkları görülüyor. İslam dünyası kendini tanımlama kavgasını yaşıyor. Peki ABD'nin bu kavgadaki öncelikleri neler? Önce İslamiyetten kaynaklanan şiddetin önlenmesi, sonra ABD'nin İslamiyete karşı olduğu imajından kaçınılması, daha sonra da İslam dünyasının demokratikleştirilmesine yönelik atılacak radikal adımların planlanması...'

    İslam dünyası 4 parça

    Barnard, raporunda İslam dünyasını 4 kategoriye ayırıyordu:
    '1) Köktendinciler: Demokratik değerleri reddederler. İslami değerlerle yönetilen otoriter bir devlet biçiminden yanadırlar.
    2) Tutucular: Tutucu bir toplum isterler. Modernleşme ve değişim konularına kuşkulu yaklaşırlar.
    3) Modernistler: İslam dünyasının, globalleşmenin bir parçası olmasından yanadırlar. İslamda reform ve modernleşme isterler.
    4) Laikler: Din ve devlet işlerinin ayrışmasından, Batı türü demokrasiden yanadırlar. Dini, bireysel düzeye indirgemeye çalışırlar.'

    Laikler soldan uzaklaşmalı

    Peki ABD hangisini destekleyecek?
    Raporda köktendincilerin terör eylemlerinin, baskılarının, yolsuzluklarının sürekli basına yansıtılarak aralarındaki bölünmelerin hızlandırılması tavsiye ediliyor.
    'Tutucular'ın 'köktendinciler'le ittifakının önlenip 'modernistler'e yakınlaşmasının sağlanması, 'tutucu'lar arasında özellikle Sufizm'in taban bulması için uğraşılması öneriliyor.
    Ya laikler?
    Raporda 'Kemalistler'in ABD'ye yakın durmadıkları belirtiliyor ve şöyle deniliyor:
    'Laiklerin köktendinci tehlike karşısında ABD ile aynı görüşte olmaları için uğraşılacak. Bu, laiklerin milliyetçilik ve sol akımlara yanaşması önlenerek gerçekleştirilecek.'

    Okullar açmaları sağlanmalı

    Rapora göre, ABD'ye en iyi müttefik 'ılımlı İslamcılar'...
    Nasıl desteklenecekleri konusunda şunları öneriyor:
    'Çalışmalarının, görüşlerinin yayımlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak.
    Daha geniş kitlelere özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek.
    Sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak.
    Görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak.
    Ilımlı İslamın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak.'

    Fethullah Gülen örneği

    'Yönetim talebinden vazgeçirilmiş, sivil, demokratik bir İslam' modeli hedefleyen raporun sonundaki 'Derin strateji' bölümünde daha somut öneriler var. Şöyle denmiş:
    'Ilımlı İslamcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. Sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslamcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı...'
    Fethullah Gülen'in örnek olarak verildiği ılımlı İslamcıların ekonomik güç eksikliği dile getirilip maddi destek yapılması önerilmiş.
    Bunlar, 3 yıl önceki önerilerdi. Etkileri ortada...
    Bu yıl kuruluş, yeni bir rapor yayımladı ve çok daha ilginç öneriler yaptı.

  • fethullah gülen12.11.2007 - 13:47

    Sömürge dini Ilımlı İslamcılarla, duyurulur


    ŞÜKRAN VE TÂZİMLE ANIYORUZ!

    Ülkemizi ve halkımızı emperyalizm ve Haçlı boyunduruğundan kurtaran, Türk-İslam aydınlanmasının yolunu açan büyük Atatürk’ü, sonsuzluğa geçişinin 69. yılında minnet, şükran ve tâzim duygularımızla anıyoruz. Ve onun hayatından, aynı zamanda hem ibret hem de ders olan üç belgeyi buraya alıyoruz.

    1.Yeni Türk harfleri milletimizin istifadesine sunulduğunda, Atatürk bütün yurtta bir öğretmen gibi çalışmış, tren istasyonlarından, köy meydanlarına kadar kapalı ve açık her mekânı kullanarak halka dersler vermişti.

    Bununla da yetinmeyip Ankara’dan, ‘Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden bütün Türkiye’ye yönelen bir öğretmen-öğrenci ağı’ örmüştü. Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi’nde, Atatürk tarafından 30 Eylül 1928’de çekilmiş, tarihte eşine belki de asla rastlanamayacak şu telgrafın kayıtlarını buluyoruz:

    “Gemlikte Bir Kısım Esnafa: Gemlikte, gazozcu Haydar, tuhafiyeci Yahya, zahireci İsmail, Bekir Ali, Adil ve Hasan, Hüseyin, Çiftçilerden Ethem, Zeytinci Mustafa, Sait, Bakkal Osman ve Halit efendilere! Okuma ve yazmayı bir haftada öğrenmek gayretini gösterdiğinizden memnun oldum; tebrik ederim. Arapça ve Farsça kelimelerde ‘k’ ve ‘g’nin önlerine ‘h’ gelmesi meselesiyle zihinlerinizi meşgul edip karıştırmayınız. Tespit edilmekte olan lügat, bunu arzunuz üzere halledecektir, efendim.” (ABE, 22/251)

    Aynı arşivde, benzeri telgraflar onlarcadır...

    2. Bal Mahmut, hatıralarında anlatıyor:

    “Bir gün Kılıç Ali’nin evinde, Refik Koraltan, ‘Paşam, dedi, itimat buyurun, Anadolu’nun en ücra köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazar. Bu böyledir, Paşam.’ Atatürk şu cevabı verdi: ‘Beyefendi, Anadolu’nun ücra köşesinde bir köylünün, bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazdığını ben de zatı âliniz kadar biliyorum. Amma benim kadar sizin de bilmenizi istediğim bir şey vardır ve o da şudur: Orada bir çobanın bulunduğu yerin on dakika ilerisindeki bir köy imamı gelip o ismi oradan on dakikada siler. İsterse istediği bir başka ismi yazar. Bunu da sizin benim kadar bilmenizi isterim.” (Mahmut Baler, Atatürk’ten Anılar, Milliyet gazetesi, 9 Kasım 1970)

    3. Atatürk konusunda yazılmış en güzel kitaplardan birinin yazarı olan Sinan Meydan, ‘Atatürk ve Din’ bahsinde şu değerlendirmeyi yapıyor:

    “Atatürk’ü diğer devrimcilerden, inkılaplarını da diğer inkılaplardan ayıran, Atatürk inkılaplarına farklılık katan noktaların başında onun din karşısında kayıtsız kalmaması gelmektedir. Kayıtsızlık bir yana, Atatürk inkılaplarının birçoğu, doğrudan din ile ilgilidir. İslam dinini öze döndürme amaçlı bu adımlar incelendiğinde, Atatürk’ün aynı zamanda, Türkiye’de gecikmiş bir dinsel inkılap hareketinin de öncüsü olduğu söylenebilir.” (Sinan Meydan, Bir Ömrün Öteki Hikâyesi, 396)

    Halkını bu tadar iyi tanıyan, insana bu kadar derinden saygı duyan başka bir lider bilen varsa, söylesin...

    Sömürge dini Ilımlı İslamcılarla, duyurulur

  • fethullah gülen22.10.2007 - 15:48

    PapalIk Dinlerarası Diyalog Kurulu Başkanı Kardinal Tauran, “Kur’an-ı Kerim var oldukça, Müslümanlarla diyalog zor” dedi. Kur’an-ı Kerim’i dinlerarası diyaloğa engel gören Kardinal Tauran, İslamiyetin Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın Kelamı olarak kabul ettiğini, bu yüzden Kur’an üzerinde derinlemesine tartışma yapılamadığından yakındı. ‰10’da

    Kur’an olduğu sürece diyalog olmaz
    Papalık Dinlerarası Diyalog Kurulu Başkanı Kardinal Tauran, İslam dini ile ilgili küstah ifadeler
    kullandı.

    Tarihin her döneminde Müslümanlara karşı kin ve nefret güden Vatikan, gerçek yüzünü gösterdi. Ilımlı İslamcıların şımarttığı Vatikan, Müslümanlarla gerçek anlamda teolojik tartışmanın yapılamayacağını, çünkü Müslümanların Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın Kelamı olarak gördüklerini ve Kur’an üzerinde derinlemesine tartışmayı kabul etmediklerini açıkladı. Papalık Dinlerarası Diyalog Kurulu Başkanı Kardinal Jean-Louis Tauran “Müslümanlar, Kur’an’ı Allah kelamı olarak gördükleri için Kur’an’ı derinlemesine tartışmayı kabul etmiyorlar. Bu yaklaşımla inancın içeriğini tartışmak zor” dedi. 138 Müslüman akademisyen ve âlim, Roma Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri Papa 16. Benediktus’a hitaben tarafından yazdıkları mektupta, iki din arasında barışçıl bir ilişki tesis edilmesi çağrısında bulunarak “Dünyanın geleceği, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki barışa bağlıdır” demişti.

    Papa cevap verebilir
    Mektubu “olumlu” ve “cesaret verici” olarak niteleyen Kardinal Tauran, şunları söyledi: “Bu, son derece cesaret verici bir sinyal. Zira iyi niyet ve diyalogla, önyargıların aşılabileceğini göstermektedir. Bu diyalog konusuna manevi bir yaklaşımdır. Bunu, maneviyat diyaloğu olarak da adlandırabilirim.” Kardinal Tauran, Papa 16. Benediktus’un Pazar günü Napoli’de yapacağı konuşmada Müslüman alimlerin ve akademisyenlerin çağrısına cevap verebileceğini söyledi. Kardinal Tauran ayrıca, Hıristiyan ülkelerde camilerin inşa edildiğini ancak Müslüman ülkelerde kilise inşa edilmediğini ileri sürerek, bunun da tartışılması gerektiğini ileri sürdü.

    Kaynak: Yeniçağ

  • fethullah gülen02.10.2007 - 11:42

    'Gülen, şeriat devleti hedefleyen örgütün başı'
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Gülen'in “şeriat devleti hedefleyen örgütün başı” olduğunu belirtti.

    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Fethullah Gülen'in “din kurallarına dayalı devlet kurmak amacıyla örgüt kurduğu” iddiasıyla yargılandığı davada verilen beraat kararının bozulmasını istediği tebliğnamesinde Gülen'in “şeriat devleti hedefleyen örgütün başı” olduğunu belirtti.
    Başsavcılık Gülen cemaatine ait olan Işık Evleri, okullar, dersaneler ve şirketlerinin bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik kurumlar olarak sıraladı. Başsavcılık, Gülen'in suçlu olduğu yönündeki tespitine rağmen, davanın zamanaşımına girdiğini, bu yüzden de düşmesi gerektiğini bildirdi. Ancak Başsavcılığın tebliğnamede belirttiği görüşler, Gülen hakkında yeni soruşturmaların dayanağı olabileceği belirtildi.
    Gülen hakkında dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından açılan davada Ankara DGM ilk olarak “Rahşan Affı” nedeniyle davanın hüküm verilmeden ertelenmesine karar vermişti. Tebliğnamede şu görüşler yer alıyor:

    GÜLEN'İN AMACI ŞERİAT DEVLETİ: Gülen'in başında olduğu örgütlenmenin amacı Anayasal düzeni değiştirmek, laiklik ilkesini kaldırarak yerine şeriat esaslarına dayalı devlet kurmak
    CEBİR VE ŞİDDET:Örgütün amacı cebir ve şiddet de kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil ve ilga ile şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmaktır. Sanık Gülen, suça konu örgütün kurucusu ve lideridir.

    SUÇ DEVAM EDİYOR: 4616 sayılı Kanun (Rahşan Affı) uyarınca Türk Ceza Yasası'nın 313. maddesinde yer alan suçu (suç işlemek için örgüt kurmak) işleyenler hakkında, davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi hükmü uygulanmaz. Zira suç 23 Nisan 1999 sonrasında da temadi etmiştir (sürmüştür) . Sanığın sübut bulan suçundan dolayı yazılı gerekçe ile beraat kararı verilmesi kanuna aykırıdır. Ancak zamanaşımı süresi gerçekleştiğinden kamu davasının düşürülmesi talep olunur.

  • fethullah gülen26.09.2007 - 11:58

    Ilımlı İslam ve ABD (1)

    Malezya tartışmasının nasıl başladığını hatırlamakta yarar var.
    Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, seneye Dışişleri Bakanı olması beklenen Richard Holbrook geçen ağustosta PBS TV'de bir söyleşide dedi ki:
    '11 Eylül'den beri ABD, dünyanın her yerinde ılımlı İslami demokrasiler istiyor. İşte, sadece iki tane var: Türkiye ve Malezya... Türkler çok dramatik bir seçim yaptı. Ilımlı Müslüman bir parti, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu ılımlı Müslüman parti, İsrail ile de iyi ilişkiler içinde ve AB'ye üyelik istiyor. Ben de bunu kuvvetle destekliyorum.'
    'Ilımlı İslam' tanımının yarattığı antipatiye Malezya'dan gelen haberler de eklenince tüyler ürperdi. Çünkü Malezya da Türkiye gibi anayasa değişikliğine hazırlanıyordu ve 'Malezya laik bir devlettir' maddesinin değiştirilmesi düşünülüyordu.
    Malezya yüksek mahkemesi başyargıcı, şeriat hükümlerinin hukuk sistemine eklenmesi ni önermişti.
    ABD'nin niyeti konusundaki kuşkular hepten arttı.
    Bu niyeti daha iyi anlamak ve yaşanan gelişmeleri netleştirebilmek için, Amerikan stratejisinin zeminini oluşturan bazı raporları hatırlamakta büyük yarar var.

    'Diplomatlarını eğitmeliyiz'

    Bahsedeceğim raporlar 'Rand Coorparation' imzasını taşıyor.
    Amerikan dış politikasına yön veren bu etkili 'fikir fabrikası', Donald Rumsfeld, Condoleezza Rice, Francis Fukuyama gibi uzmanlarıyla tanınıyor.
    Rand Coorparation'ın ılımlı İslamcılarla yakınlaşma tavsiyesi, CIA'den Graham Fuller'ın Savunma Bakanlığı için hazırladığı 1990 'Türkiye'de İslam Köktenciliğinin Geleceği' başlıklı bir raporda yer aldı.
    Muammer Aksoy'un, Çetin Emeç'in, Turan Dursun'un, Bahriye Üçok'un peş peşe öldürüldüğü yıldı o...
    Merkez sağ krizdeydi. Erbakan'ın başbakan olmasına 5 yıl vardı.
    Rand Coorparation, Amerikan yönetimi için bir rapor hazırlayıp 2 şey tavsiye etti:
    '1) Türkiye'deki İslami hareketi daha yakından ta nımalı, onların ideolojileri hakkında daha yakından bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeliyiz.
    2) ABD'nin İslamcı akımın ılımlı üyeleriyle resmi olmayan ilişkiler kurması yararlı olacaktır.'
    1999'da ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan 'Din Hürriyeti Raporu'nda Fethullah Gülen'den 'ılımlı İslami lider' olarak bahsedilecekti.



    Radikal adımlar

    Sonra Cheryl Barnard'ın raporu geldi.
    Barnard, ABD'nin eski Irak büyükelçisi Zalmay Halilzad'ın Yahudi asıllı eşiydi. O da 2003'te 'Sivil Demokratik İslam Raporu' hazırladı. Şöyle yazdı:
    'İslam dünyası şu an gelişme yoksunluğu ve globalleşme ile uyumsuzluk sorunlarıyla boğuşuyor. Bugüne dek İslam dünyasında çare için bulunan milliyetçilik, Pan-Arabizm, İslam devrimi vb. kavramların da çözümde yetersiz kaldıkları görülüyor. İslam dünyası kendini tanımlama kavgasını yaşıyor. Peki ABD'nin bu kavgadaki öncelikleri neler? Önce İslamiyetten kaynaklanan şiddetin önlenmesi, sonra ABD'nin İslamiyete karşı olduğu imajından kaçınılması, daha sonra da İslam dünyasının demokratikleştirilmesine yönelik atılacak radikal adımların planlanması...'

    İslam dünyası 4 parça

    Barnard, raporunda İslam dünyasını 4 kategoriye ayırıyordu:
    '1) Köktendinciler: Demokratik değerleri reddederler. İslami değerlerle yönetilen otoriter bir devlet biçiminden yanadırlar.
    2) Tutucular: Tutucu bir toplum isterler. Modernleşme ve değişim konularına kuşkulu yaklaşırlar.
    3) Modernistler: İslam dünyasının, globalleşmenin bir parçası olmasından yanadırlar. İslamda reform ve modernleşme isterler.
    4) Laikler: Din ve devlet işlerinin ayrışmasından, Batı türü demokrasiden yanadırlar. Dini, bireysel düzeye indirgemeye çalışırlar.'

    Laikler soldan uzaklaşmalı

    Peki ABD hangisini destekleyecek?
    Raporda köktendincilerin terör eylemlerinin, baskılarının, yolsuzluklarının sürekli basına yansıtılarak aralarındaki bölünmelerin hızlandırılması tavsiye ediliyor.
    'Tutucular'ın 'köktendinciler'le ittifakının önlenip 'modernistler'e yakınlaşmasının sağlanması, 'tutucu'lar arasında özellikle Sufizm'in taban bulması için uğraşılması öneriliyor.
    Ya laikler?
    Raporda 'Kemalistler'in ABD'ye yakın durmadıkları belirtiliyor ve şöyle deniliyor:
    'Laiklerin köktendinci tehlike karşısında ABD ile aynı görüşte olmaları için uğraşılacak. Bu, laiklerin milliyetçilik ve sol akımlara yanaşması önlenerek gerçekleştirilecek.'

    Okullar açmaları sağlanmalı

    Rapora göre, ABD'ye en iyi müttefik 'ılımlı İslamcılar'...
    Nasıl desteklenecekleri konusunda şunları öneriyor:
    'Çalışmalarının, görüşlerinin yayımlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak.
    Daha geniş kitlelere özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek.
    Sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak.
    Görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak.
    Ilımlı İslamın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak.'

    Fethullah Gülen örneği

    'Yönetim talebinden vazgeçirilmiş, sivil, demokratik bir İslam' modeli hedefleyen raporun sonundaki 'Derin strateji' bölümünde daha somut öneriler var. Şöyle denmiş:
    'Ilımlı İslamcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. Sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslamcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı...'
    Fethullah Gülen'in örnek olarak verildiği ılımlı İslamcıların ekonomik güç eksikliği dile getirilip maddi destek yapılması önerilmiş.
    Bunlar, 3 yıl önceki önerilerdi. Etkileri ortada...
    Bu yıl kuruluş, yeni bir rapor yayımladı ve çok daha ilginç öneriler yaptı. Onlara da çarşamba günkü yazımda değineceğim.

  • yaşar nuri öztürk25.09.2007 - 15:31

    'Türkiye dinsizliğe doğru gidiyor' 24/09/2007
    - AKP döneminde Türkiye'nin adım adım ‘Ilımlı İslam’ devletine doğru kaydığı yorumları yapılırken, HYP Genel Başkanı Prof. Öztürk, 'Kur’an'ın anladığı manada bir dinden söz ediyorsak, Türkiye dinsizliğe doğru gidiyor. Türkiye'yi taşıdıkları yer şirktir, din değil. Kur’an'dan ve Hz. Muhammed'den onay almayacak sahte bir dini, morfin gibi kullanıp Türkiye üzerinde her istediklerini yapıyorlar, hurafe dinini anestezi gibi kullanıyorlar' dedi


    - Prof. Öztürk, son yıllarda 'türban' adı verilen ve değişik tarzda bağlanan örtünün ise Müslümanlık'la ilgisinin olmadığını belirterek, 'Bize, 'İslam’ın diğer taraflarını bırakın; size bol cami yapmak, hanımların başını burmak kâfidir' diyorlar. Hanımların başındaki rahibe kıyafetidir. Saint Paul'ün İncil'e soktuğu kıyafettir. O bizim Müslüman insanın örtüsü değildir. Müslümanlara din diye başka bir şey bırakmadılar' dedi


    - Öztürk, 'Türkiye, darbeleri bile Allah’tan niyaz edecek duruma gelebilir. Şimdi 'darbe,darbe' laflarıyla cambaza bak oyunu oynanıyor. Türkiye, darbelere bile el açıp dua edilecek bir noktaya sürükleniyor. Türkiye onu bile arayacak. Çok kaygılıyım bu noktada ben' dedi


    ANKARA (ANKA) - HYP Genel Başkanı ve eski İstanbul Milletvekili Prof. Yaşar Nuri Öztürk, 22 Temmuz seçiminden sonra AKP döneminde Türkiye'nin adım adım ‘Ilımlı İslam’ devletine doğru kaydığı yorumları yapılırken, yine kamuoyunu şaşırtacak bir değerlendirme yaptı. Prof. Öztürk, Türkiye'nin ‘dinsizliğe’ doğru gittiğini söyledi. Siyasî gelişmelerle ilgili ANKA'nın sorularını yanıtlayan Prof. Öztürk, şu görüşleri dile getirdi:


    'Kuran'ın anladığı manada bir dinden söz ediyorsak, Türkiye dinsizliğe doğru gidiyor. Türkiye'yi taşıdıkları yer şirktir, din değil. Biz yıllarca buna karşı mücadele verdik. Ama şimdi Türkiye doğrudan doğruya müşrik zihniyete, şirk zihniyetine doğru gidiyor. Yelken açmış gidiyor hem de. Kuran'dan ve Hz. Muhammed'den onay almayacak sahte bir dini, morfin gibi kullanıp Türkiye üzerinde her istediklerini yapıyorlar, hurafe dinini anestezi gibi kullanıyorlar.'

    'TÜRBAN, SAİNT PAUL'ÜN İNCİL'E SOKTUĞU KIYAFETTİR'

    Prof. Öztürk, son yıllarda 'türban' adı verilen ve değişik tarzda bağlanan örtünün ise Müslümanlıkla ilgisinin olmadığını söyledi. Öztürk, bunun Saint Paul'ün İncil'e soktuğu rahibe kıyafeti olduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:


    'Türkiye'de iki büyük operasyon yapılıyor. Kur’an dininin birinci vasfı anti emperyalizmdir. Atatürk de tarih önünde bu konuda en başarılı adamdır. Ama onun anti emperyalist yanını kırıyorlar. Türkiye kullanılarak İslam'ın anti emperyalist ruhunu yok etmek istiyorlar. Her 50 metreye kurulan camilerde bu ruhu katlediyorlar. Bize, 'İslam’ın diğer taraflarını bırakın, size bol cami yapmak, hanımların başını örtmek kâfidir' diyorlar. Hanımların başındaki örtü, rahibe kıyafetidir. Saint Paul'un İncil'e soktuğu kıyafettir. O bizim Müslüman insanın örtüsü değildir. 'Cami ve bu örtü size din olarak yeter', deniyor. Müslümanlara din diye başka bir şey bırakmadılar.'

    'DARBELER İÇİN DUA EDİLECEK NOKTAYA GELİNEBİLİR'

    Önümüzdeki döneme ilişkin karamsar bir tablo çizen Öztürk, Türkiye’nin iyiye ve hayra gittiğini düşünemediğini söyledi. Öztürk; türban, lokantada mescit, şehirler arası otobüslerde namaz molası konuları tartışılırken, Türkiye'nin kaydettiği tek gelişmenin borçlarını artırmak olduğunu belirtti. Öztürk, şu değerlendirmeleri yaptı:


    'Türkiye örtülü bir şekilde sömürgeleştiriliyor. Hüzün duyarak söylüyorum ki, Türkiye'nin geleceğine ilişkin hiçbir irade Türkiye'yi yönetenlerin elinde değil. Türkiye büyük bir rüzgârın elinde, birilerinin istediği yöne doğru götürülüyor. Birileri en berbat şekilde yorumlayabilirler ama şunu söyleyebilirim: Benim en çok tedirgin olduğum şey, Türkiye’nin, meselelerin siyasetle çözümlenemeyeceği bir noktaya sürüklenmesi. Bu nokta ya felaket ya da kanlı kavgadır. Felaket nedir? Türkiye, dışardan istedikleri şekilde paramparça edilir. İkincisi, Türkiye iç kavgaya gider. Darbe olur deniyor, ama bana öyle geliyor ki, Türkiye darbeleri bile Allah’tan niyaz edecek duruma gelebilir. Şimdi 'darbe, darbe' laflarıyla cambaza bak oyunu oynanıyor. Türkiye, darbelere bile el açıp dua edilecek bir noktaya sürükleniyor, Türkiye onu bile arayacak. Çok kaygılıyım bu noktada ben.'

    'İKİ MİLLETLİ PARLAMENTO'

    Öztürk, 22 Temmuz'da seçim yapılmadığını belirterek, 'Bu, bir tsunami, nevi şahsına münhasır bir nevi yarı işgal. Bütün Batılı güçlerin ortaklaşa belirledikleri hedefe 2-3 milyar dolar para harcayarak Türkiye'de halkın iradesinin bir yöne sevk edilmesidir. O sebeple biz bunu bir seçim saymıyoruz. Bunun ne menem bir şey olduğu, yıllar sonra anlaşılacak' dedi.


    Seçim sonrası tablo konusunda da kaygıları bulunduğunu ifade eden Öztürk, şu değerlendirmeyi yaptı:


    'Türkiye, tarihinde ilk defa âdeta iki milletli parlamentoya mecbur ve mahkûm bir hale getirildi. Böyle bir manzara var. Şu anda parlamentonun en aktif unsuru, en azından göründüğü kadarıyla, bölücü temayüller taşıyan unsur. Parlamento'nun ilk gündem yaptığı konulardan biri, Parlamento'ya yeni giren bu unsurun, terör başının yaşam şartlarının iyileştirilmesidir. Buna dikkat etmek lazım. Onun arkasından, Türk ordusunu bölücülükle itham demeçlerini dinledik. Arkasından 'PKK'ya terör örgütü demeyiz' demecini dinledik. Öbür tarafta henüz Anayasa'yı değiştirme çalışmaları dışında bir şey görmüyoruz.'

    'DOKUNULMAZLIK ZIRHI KİRLENDİ'

    Öztürk, bu parlamentodan bir 'hayır' gelecekse, bunun bir numaralı göstergesinin milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması olacağını söyledi.


    Öztürk, 'Eğer parlamento işe dokunulmazlıkları kaldırarak başlarsa, buradan bir hayır çıkacağını düşünebiliriz, aksi takdirde hiçbir hayır çıkmaz. Dokunulmazlık zırhının içi kirlendi, pislendi, bu zırhı kaldırıp atmak lazım' dedi

  • yaşar nuri öztürk13.08.2007 - 14:08

    GEVŞEMEYİN, TASALANMAYIN! EĞER İNANIYORSANIZ ÜSTÜN OLAN SİZSİNİZ.”





    Erken seçim, 22 Temmuz seçimleri veya bazılarının deyimiyle baskın seçim yapıldı. ‘Siyaset tarihimizin en sürpriz seçimi’ sayılan bu seçim, Türk halkı, Türkiye üzerindeki dış hesaplar, siyaset dinciliği, Atatürk mirası, Türkiye’nin geleceği ve nihayet, Müslüman dünya açısından ciddi biçimde irdelenmesi gereken tarihsel bir olaydır.

    Bu irdeleme işi zaman içinde elbette yapılacaktır.

    9. Cumhurbaşkanımız Demirel, bu seçimi değerlendiren sohbetimizde aynen benim kullandığım tâbiri kullandı. “Seçim değil, tsunami.” Ve ekledi: “Biz kazanamadık diyorsun, iyi de, seçim mi oldu da siz kazanamadınız. Buna seçim denebilir mi? Bu, seçim falan değil, bu başka bir şey. Bunu ileride anlayacağız. Allah sonunu hayırlı kılsın.”

    Biz Türk halkına Türkiye’nin iyi gitmediğini, hayra doğru yol almadığını söyleyip kendi projelerimizi sunduk. Vekâlet istedik. Türkiye Kuzey Irak’ta zararda, PKK terörü açısından zararda, AB’ye ortaklık konusunda zararda. Son dört yılda, en büyük teknolojik ve ticarî kurumlarını ‘özelleştirme’ adı altında ona-buna satmasına rağmen borçlarının toplamına 150 milyar dolar ilave gelmiş, toplam borç 400 milyar doları aşmıştır. Cari açığı rekorda, dış ticaret açığı rekorda, işsizlik rekorda, istihdam neredeyse sıfır. Borsadaki sıcak paranın % 76’sını ellerinde tutan dış sömürü odakları % 20 reel faizle Türkiye’yi iliklerine kadar soyup dışarı taşıyorlar.

    Bin yıldır yaşadığımız dinin adı ‘Ilımlı İslam’ olarak değiştiriliyor. Kur’an’ı İncilleştirmek, camiyi kiliseleştirmek istiyorlar. Papa, İslam Peygamberi’ne ağız dolusu hakaret ediyor; içte ve dışta sesini çıkaran yok. Bazı Avrupa ülkeleri, örneğin Hollanda, Kur’an’ın Avrupa’da yasaklanmasını istiyor. Kur’an’ı, Hitler’in ‘Kavgam’ kitabından daha tehlikeli ilan ediyorlar. (Milliyet, 9 Ağustos)

    Böyle bir ortamda camilerde rahat namaz kıldığınızı söyleyerek kendinizi kandırmayın. Kıldığınız, İslam’ın istediği namaz değildir. İslam’ın büyük vicdanı Muhammed İkbal bu namazlara ‘Muhammed’in namazı değil, esirlerin namazı’ diyor. Bu camilerde İslam hükümlerine göre namaz caiz değildir. Haçlılar, yüz metreye bir kurdurdukları bu camilerde sizi hapsetmek ve topraklarınızı sömürüp halkımızı köleleştirmek istiyorlar. Atatürk mirasını çökertmek istemeleri bu yaptıklarını kolaylaştırmak içindir. İslam’ın antiemperyalist gücünü temsil eden Atatürk’e düşmanlığın arkasında işte bu hesap vardır. Bunu görün. Bu oyuna gelmeyin.

    Kısacası, Türkiye hem siyaseten hem de ekonomik olarak dışarıdan yönetiliyor. Bunun sonu çok kötü gelecektir. Türkiye aldatılıyor. Satın alınmış basın, Türkiye’nin gerçek gündemini saklayarak halkı uyutuyor. Uyandığınızda çok geç olacak. Türkiye Sevr’e götürülüyor. Nitekim, seçimin hemen ardından, Ermeni hükûmeti, Türkiye’yi Sevr’i uygulamaya çağırdı. Başka bir çareniz kalmamıştır dedi. (Milliyet, 9 Ağustos)

    Bütün bunlar olup biterken, bütün Hıristiyan Batı ve onların içimizdeki yandaşları AKP iktidarının devamı için âdeta çırpınıyor. ABD ve Bush, IMF, AB kurmayları, Yunanistan, Kıbrıs Rum şefliği, Barzanî, Talabanî, içeride Patrikhane, AKP iktidarı devam etmelidir diye 24 saat feryat ediyor. Bunun bir anlamı olduğunu bu milletin fark etmesi gerekir. Biraz yardımcı olalım:

    Bu gidişin rotası, AB-ABD mandasına doğrudur. Ne yazık ki Anadolu halkı kısa vadeli rahatı için mandacıların afsunlarına teslim olmuştur.

    Hıristiyan güç odaklarının bu seçim münasebetiyle AKP’nin emrine âmâde iki milyar dolar bir parayı Türkiye’ye soktuğu halkın her yerde dilinde dolaşıyor. AKP, aylardır halk yığınlarının kümelendiği yerlere tırlarla malzeme, tonlarla para dağıtmaktadır. AKP’li belediyelerin dağıttıkları da ayrı...

    Devletin bütçesinden bir buçuk katrilyon parayı 90 bin personeline maaş olarak dağıtan Diyanet’e bağlı imamların AKP’nin birer neferi gibi çalıştıkları, AKP’ye oy vermeyenlerin İslam’a ihanet etmiş olacakları propagandasını yaydıkları cümle halkın dilinde dolaşmaktadır. Bu ülke ve Müslümanlar bu Diyanet’le nereye gidebileceklerini düşünüyorlar? Bush, Karamanlis, AB, Barzanî ve Talabani’nin işaret ettikleri istikamette iş yapan bir Diyanet’in bu bir buçuk katrilyonu ne için aldığının hesabını bu milletin artık yapma zamanı gelmedi mi?

    Türk siyaseti (!) işte, böyle bir seçim kampanyası (!) yaşadı ve AKP iktidarı 22 Temmuz seçiminde oylarını % elli artırdı. İlave oylar, iki partiyi TBMM’ye sokacak oranda. Tam 6.5 milyon.

    Demek ki halk, fakir semt pazarlarından görkemli kuyumcu çarşılarına kadar ayyuka çıkardığı şikâyetlerinde dürüst değildi. Demek ki halk da yalan söylemeye başlamış, iki yüzlülük siyasetine bulaşmıştır.

    İşin en ürkütücü yanı burasıdır. Demek ki halk, her kesimiyle halinden memnun olduğu halde bizlere yalan söylemiş, bizi boşu boşuna ter döktürüp kaygılandırmış.

    Öyleyse, ne âla. Bizim amacımız bu halkı rahat ettirmek, onurlu yaşatmak değil miydi? Halk zaten öyle ise biz bundan mutluluk duyarız. Anlaşılan, halk AKP iktidarından, beş yıl boyunca olup bitenlerden, ekonomiden, İslam’ın Hıristiyanlaştırılmasından son derece mutlu imiş. AKP’nin oylarını böylesine artırması da ‘demokrasinin zaferi’ imiş. Bütün Hıristiyan Batı böyle diyor, Türk halkı da bunu tasdik ediyor.

    O halde, ferasetlü, fehametlü halkımız 22 Temmuz tercihinin hayrını görsün.

    Biz, ‘ABD, AB, IMF, Karamanlis, Papadopulos, Barzani, Talabani, Patrik sekizlisi’nin işareti istikametinde oy veren halk gibi düşünmüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, TBMM’de, iktidarın çaldığı düdük istikametinde oy vermeyen milletvekillerine antidemokratik damgası vuran bu halk, daha sonra ‘Malum Sekizli’nin buyruklarına göre oy verdiğinde bizim bunu görmeyeceğimizi veya görüp de sükûtla karşılayacağımızı nasıl düşünebilir?

    ‘Malum Sekizli’nin emriyle iş yapmak demokrasi oluyor da bizim öz vicdanlarımızla iş yapmamız neden antidemokratik oluyor? Bir halk böyle bir hükmü nasıl verebilir? Verirse ona kimin halkı derler? Biz bu yapılanı tasdik etmiyoruz. Biz bunun aksini düşünüyoruz ve düşünmeye devam edeceğiz. Biz, Türk halkının ‘demokrasi’ adı altında kandırıldığını, milyar dolarlık para, yiyecek, giyecek, beyaz eşya vs. dağıtılarak aldatıldığını, böyle bir oyuna teslim olacak hale getirildiğini esefle seyrediyoruz.

    Bizim görüşümüz, inancımız şudur:

    Bu seçimde imanla imkân karşı karşıya geldi ve imkân kazandı, iman kaybetti. İman tarafında olduğumuz için siyaseten biz de kaybettik.

    Bu seçim münasebetiyle şu açıkça görülmüştür: İstiklal Harbi’nde imkânın değil, imanın yanında yer alan Türk halkı, bu ruh ve azminden çok şey yitirmiştir. Türk halkı imanın yanında yer almanın sabır, ıstırap ve tahammül yükünü taşımaya aday olmanın dışına çıkmış görünüyor.

    Bu bizi kahırlandırıyor, çocuklarımızın yarınları için kaygımız büyüktür.

    Umarız aldanan biziz. Umarız Haçlı kodamanların ve onların borazanlığını yapanların söyledikleri gibi, biz paranoya içindeyiz; çağdışı, marjinal kalmışız. Umarız durum böyledir. Yanılan biz olalım, isabet edenler, Bush, AB, Karmanlis, Papadopulos, Barzani, Talabani, Patrik, Papa ve onlar gibi düşünenler olsun.

    Bu satırları yazan bendeniz, Türk halkını yirmi yıldır uyandırmaya, aydınlatmaya, zulüm ve ikiyüzlülüğe karşı ayağa kaldırmaya çalışan ve bu seçim münasebetiyle boşuna uğraştığını anlayan HYP Genel Başkanı, kendi vicdanımı tatmin eden cevabı Kur’an’ın Ra’d Suresi 11. ayetinde bulmaktayım.


    Herkes tercihinin karşılığını elbette görecektir.



    Vicdanımız; tarihin, toplumun ve Tanrı’nın huzurunda rahat. Artık hiç kimse HYP camiasını itham edemez. Ama biz herkesi itham hakkını kazanmış bulunuyoruz.

    HYP, ilk defa seçime giren bir partidir. Bütün imkânsızlıkları büyük bir dirayet ve sabırla aşarak işimizi mükemmel biçimde yaptık. Rekor bir zamanda teşkilatlarını tamamladığımız HYP’yi, 81 ilde tam liste seçime soktuk. Siyaset tarihimizde ilk kez, kadın oranını seçim listelerinde %37 gibi bir rakama çıkarıp o rekoru da elimize aldık.

    Halk bizi değil, küresel güçlerle onların şarkısını çalan işbirlikçileri dinledi. Umudumuz, yaptığının hayrını görmesidir. Belirgin niteliği vukuf ve dürüstlük olan bir siyaset ocağının temsilcileri olarak mertçe söyleyelim ki biz bu tercihe asla saygı duymuyoruz. Umarız yanılan biz oluruz. Hüküm vermek için vakit henüz erken.

    HYP, bu seçime 14. parti olarak girdi (diğer on üç parti daha önceki seçime de girmişti) , 8. parti olarak çıktı. Bir rekorumuz daha var:

    Aldığımız iki yüz bin civarındaki oyu, birkaç şehirden, bir-iki bölgeden değil, tüm Türkiye’den aldık. Ülkenin en ücra köylerinden bile oyumuz var. Ne kadarsa ne kadar, ama her yerden oy aldık. Bunun siyaset diliyle ifadesi şudur:

    HYP, bütün Türkiye’de bir siyaset markası olmuştur. HYP, artık bir Türkiye partisidir.

    Sadece siyasetçi olarak değil, sabır, tahammül, fedakârlık ve feragatlarıyla bir destan yazan bütün kurmaylarıma, bütün çalışanlarımıza, bütün mensuplarımıza ve bize oy verme basîret, feraset, cesaret ve imanını gösteren yurttaşlarımıza tüm yüreğimle şükranlarımı, saygılarımı, sevgilerimi iletiyor, hepsini kucaklıyorum.

    İmanın imkânı alt etmesi için yürümeye devam edeceğiz.

    “Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;
    Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.”

    Benim kahraman arkadaşlarım!

    Dik durun, imanınıza güvenin, fenaya ve faniye mağlup olmamak gibi bir büyük onurun temsilcileri olarak gururlanın! . Çileli yolumuza devam ederken zamanüstü kelamın şu ilahî nağmeleri vicdan kulağınızda sürekli canlı kalsın:

    “GEVŞEMEYİN, TASALANMAYIN! EĞER İNANIYORSANIZ ÜSTÜN OLAN SİZSİNİZ.” (Âli İmran, 139)

  • yaşar nuri öztürk07.08.2007 - 15:59

    HAMAM BÖCEKLERİ IŞIKTAN NEDEN RAHATSIZDIR? Cevap:YARADILIŞLARI GEREĞİ...

    Anlatmak, insanın idrakine hitap etmektir. Anlatmak; iyi niyetin, aydınlatma isteğinin, insana ve hayata saygının bir uzantısıdır. Kutsal metinler, bütün aydınlık öncülerinin ‘anlatıcılar’ olduğunu, olması gerektiğini dile getirir. Kur’an’a göre, bütün peygamberler anlatıcıdırlar. Onların görevleri de özellikleri de anlatmaktır.

    Kur’an, insanın, kendisine anlatılanı anlayacak donanımla dünyaya gönderildiğini defalarca ifadeye koyar. Bütün peygamberler ‘mübîn’ insanlardır. ‘Mübîn’, apaçık anlatan, ayrıntılarıyla anlatan kişi demektir. Kutsal metinlerin ortak niteliklerinden biri de onların ‘mübîn’ olmasıdır. Yani, tanrısal anlayış ve yönteme göre, hem anlatan mübîndir hem de anlatma konusu yapılan. Başka bir deyişle, hem peygamber mübîndir hem de getirdiği kutsal metinler.

    Yaratıcı Kudret şunda ısrarlıdır: Zahmete katlanmayı göze alanlar, anlatmayı er-geç başarırlar. Ve bu başarı hayatın ve insanın başarısı olur. Bu başarı mutluluk ve rahatlık getirir.

    Dayatmaya gelince; o, hem yapısı hem de amacı bakımından anlatmanın tam tersidir. Dayatmacı, insanın idrakine hitap etmez, insanı anlamadığı ve ısınmadığı şeyi kabule zorlar. Bu bazen baskı, bazen de açık zulüm şeklinde belirir. Esasında, dayatmanın bizzat kendisi bir zulümdür.

    Peygamberleri ‘mübîn’, mübelliğ (bir gerçeği insana ileten) ve ‘müzekkir’ (hatırlatan, öğüt veren, aydınlatan) olarak niteleyen Kur’an, onların ‘musaytır’ (despot, baskıcı) olmadıklarını, olmamaları gerektiğini de ısrarla belirtir. Aydınlatıcılar anlatırlar, ama baskı ve zorlamaya (ikraha) asla gidemezler. Hayat ve din, sonuç olarak da mutluluk ve başarı ikrahtan arınmışlık üzerine kuruludur. Bunun içindir ki, “Dinde ikrah yoktur, olmamalıdır.”

    Yaratıcı irade ve bu iradenin insanlık dünyasına taşıyıcıları olan peygamberler ve kutsal metinler şuna sürekli vurgu yapar:

    'Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. Doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır.' (Kur’an, 2/256)

    Yaratıcı Kudret, yaratıp donattığı insanın anlama gücünden emindir. İnsana iyi niyet ve sabırla hitap edildiğinde, yani anlatıldığında, insan, anlatılanı anlayacaktır. Anlatacak bir şeyiniz yoksa veya anlatılacak olanı anlatamıyorsanız bunun suçu anlatıcınındır, dinleyenin değil.

    Anlatmak yerine dayatmaya gitmenin sebeplerinden birincisi, konuşanın yetersizliğidir. Anlatamayanlar, anlatacak bir şeylere sahip olmayanlar veya anlatma niyetinden yoksun bulunanlar, dayatırlar. Anlatmanın dayanakları özgüven, iyi niyet, akıl, vicdan, ilim ve nihayet sevgidir. Dayatmanın dayanakları ise kendine güvensizlik, egoizm, baskı, akıldışılık ve nihayet kindir.

    Anlatmak, sabır ister, fedakârlık ister. Anlatmanın başarısı uzun vadede gelir ama bir kez gelince de pörsümez, ölmez. Dayatmak ise ucuzdur, kolaydır; kısa vadeli çıkarlar sağlar ama sonu hüsran ve perişanlıktır. Dayatmanın getirdiği sonuç, insanın iç dünyasına, akıl ve idrakine yerleşmediği için, bir süre sonra insan ve hayat tarafından itilip atılır.

    Dayatmaya bağlanan fikirler de sistemler de kazançlar da kısa bir süre sonra çürür, çöker, yerle bir olur.

    Hayatın kanunu, Yaratıcı’nın iradesi budur.

    Bu genel tespitten sonra özel konumuza gelelim:

    17 Mayıs 2006 günü, dinci militanlar tarafından gerçekleştirilen Danıştay Katliamı, inkâr ve tevil edilmez şekilde bir kez daha göstermiştir ki, Türkiye’de dinle devlet, İslam’la laiklik, dindarla çağdaşlık barışık değildir. 84. yılını kutlamaya hazırlandığımız Cumhuriyet’le İslam’ın, Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’le Müslümanların barış ve kucaklaşması gerçekleştirilememiştir. Çünkü İslam ve tebliğcisi Hz. Muhammed ile Cumhuriyet ve kurucusu Mustafa Kemal halkımıza anlatılmamış, dayatılmıştır. Halkın Yükselişi Partisi’nin temel söylemlerinden birinden yararlanarak konuşursak, halkımızın seyretmek zorunda kaldığı tablo, Muhammed ile Mustafa’nın ahenk ve barışını ortaya koyan bir tablo değil, didişme ve çelişme halinde olduklarını göstermeye uyarlanmış bir tablodur.

    İyi niyet ve temiz bir vicdanla baktığımızda, uyuşma ve barışmaları aklın ve gerçeğin icabı olan İslam ile Atatürk Cumhuriyeti’nin yani Muhammed ile Mustafa’nın barışı bir türlü kurulamamıştır. Bu barış kurulamadığı içindir ki, Muhammed’den de Mustafa’dan da vazgeçmek istemeyen Türk milleti bir türlü huzur bulamamaktadır. Muhammed’e de Mustafa’ya da muhtaç olduğunu vicdanı ve aklıyla fark eden Türk milleti, bu iki değerin barışına giden yolların dikenlenmesi yüzünden sürekli ıstırap çekmektedir.

    Yolları dikenleyenler kimlerdir?

    Yolları dikenleyenler, İslam’ı ve Atatürk’ü dayatma aracı yapanlardır. Bugün bizler, bir yandan Muhammed’i, öte yandan Mustafa’yı dayatma konusu yapanların yarattıkları kahırlı kıskacın ortasında acı çeken bir halkın feryatları ve bu feryatları Türkiye aleyhine istismar eden Haçlı emperyalistler güruhu ile karşı karşıyayız.

    İslam’ı; Arap takkesini din yapan Emevî dincileri (siyasal İslamcılar) , Atatürk’ü ise büst ve rozetleri ‘Atatürk’ diye pazarlayan ‘Atatürk bezirgânları’ dayattı. Bunların biri dini anlatmadı, öteki de Atatürk’ü. Biri İslam’ı dayattı, ötekisi Atatürk’ü...

    Neden? Çünkü İslam’ı anlatsalardı, dini, Atatürk’ü anlatsalardı Atatürk mirasını sömüremezlerdi. Oysaki o sömürüye ihtiyaçları vardı. Yaratıcı ruhları, sağlam kişilikleri, dünyayı, bölgemizi ve ülkemizi layıkıyla okuyacak bilgi ve birikimleri yoktu; bir şeylere, bir yerlere dayanmaya muhtaç idiler. Beleşi, ucuzu çok seviyorlardı; dokunulmazlığı da çok seviyorlardı.

    Bir yerlere dayanmak ihtiyacı duyanların bir şeyleri dayatmak zorunda kalacaklarını unutmak, faturası çok ağır bir yanılgıdır. Bir şeyleri dayatanlar, bir yerlere dayanarak dokunulmazlık elde etmek peşinde olanlardır. Özgür ve yaratıcı benlikler ne bir yerlere dayanırlar ne de bir şeyleri dayatırlar.

    Dokunulmazlık elde etmenin en ucuz yolu, değerlere tasallut ve onları dayatma aracı yapmaktır. Bir şeyleri dayatarak dokunulmazlık kazananlar bunu sürdürmek için gerçeği anlatanları aforoz ederler. Bütün musallat beleşçiler aforozcudur.

    Aforoz; değer, kişi veya kurumların gerçeğini temsil edenlerin bunların sömürüsünü yapanlar tarafından bu değerlere karşı olmakla itham edilmesidir. İnsanlık tarihinin en sefil, en hayasız ve en zalim sömürüsü aforozculuktur. Aforozculuğun en namussuz ve şeytanî süreci engizisyon, en alçak temsilcileri de kilise babalarıdır. Batı, kilisenin bu zulmünden kendisini kurtardı ama aforozu tüm dünyadan kovmak için kılını kıpırdatmadı. Tam aksine, onu sevmediği kitlelerin hayatına soktu; Müslümanların hayatına soktu. Bugünkü dünyada aforozculuğun bir numaralı mekânları Müslüman coğrafyalardır. Bu demektir ki, değerlerin gerçek temsilcilerinin kahra, sömürücülerin ise nimet ve itibara layık görüldüğü coğrafyalar Müslüman coğrafyalardır. Türkiye, büyük Atatürk sayesinde bu coğrafyaların cehennemî kıskacından çıkar gibi oldu ama içten ve dıştan ortaklaşa kotarılan karşı devrim, bu süreci kırdığı için Türkiye tekrar o kıskacın içine itildi. Dahası, Atatürk öncesindeki dinci aforozun yanına Atatürkçü aforozu da ekleyerek ‘aforoz kahrı’nı ikiye katladı.

    İslam’a ve Atatürk’e musallat olanlar sık sık aforoza başvurdular. Bu aforozun kurum, kişi ve kavram putlarını oluşturdular. Fesat, soygun, vurgun ve bazen de ihanet sergiledikleri duvarlar arasına ‘Allah’ın evi’ yaftası yapıştıran dinci aforozculara, yeni dönemlerde ‘Atatürk’ün partisi, Atatürk’ün derneği, Atatürk’ün falanı, filanı’ aforozcuları eklendi. Hiç kimse çıkıp da “Atatürk’ün kendisi, fikirleri, çilesi, hasreti, ışık ve aydınlığı nerede? ” diye soramadı. Bu sorular, Atatürkçü aforozun öne çıkardığı rozetler, büstler, sloganlar ve tehditler altında boğuldu, ezildi.

    Öyle korkunç bir aforozculuk geliştirildi ki, 'İslam nedir, biraz anlatır mısınız! ' veya 'Atatürk’ü bize tanıtır mısınız! ' demek bile aforoza çarpılmak için yeterli oldu.

    İslam, dincilerin, Atatürk de ‘Atatürkçüler’in dokunulmazlık aracı olarak donduruldu. Yeni nesiller, 'Biz İslam’ı veya Atatürk’ü niçin seviyoruz, neden sevmeliyiz? ' sorularına yeterli cevabı bulamadılar.

    Özetleyelim: Cumhuriyet dönemi, ne yazık ki, iki ölümsüz ve erdirici değerimizin (İslam ile laiklik, Muhammed ile Mustafa) anlatılması yerine dayatılmasıyla belirginleşen bir dönem oldu. Bu ters gidiş, can damarlarımızı parçalamaya, acımızın paydasını büyütmeye devam ediyor. Türkiye’nin ekonomiden sanata, tarihten felsefeye bütün sıkıntılarının temelinde bu terslik, bu namertlik ve bu yanlış yatıyor. Bu yanlış düzeltilmeden ne içeride huzur bulmamız mümkündür ne de dışarıdan bindirilen tasallutu aşmamız.

    Bu satırların yazarı, şu anda lideri olduğu siyasal partiyi işte bu kaygıların itişiyle kurdu. Onun bu kaygıları yıllardan beri vardı, ama bu kaygılar, 11 Eylül terör olayı ile iyice kemirici olmaya başladı. Çünkü 11 Eylül terör olayı, Türkiye özelinde İslam üzerinden yürütülen politikaları, dünya genelinde de geçerli hale getirmişti. Bunun öne çıkardığı gerçek şu olacaktı: Türkiye’yi tahribe yönelik Haçlı-emperyalist politikalar artık İslam kullanılarak yürütülecektir. Ilımlı İslam, karma namaz, rahibe usulü tesettür, İncilleştirilmiş Kur’an denemeleri, dinci cemaat başlarının Papa önünde arzı ubudiyet etmeleri, tarîkat şeyhlerinin ABD ve İsrail denetim ve himayesine girmeleri, siyasal İslamcı Cumhuriyet düşmanlarının Haçlılarca desteklenmeleri bu yürütmenin uzantıları oldu. İslam’la laikliğin, devletle dinin, Muhammed ile Mustafa’nın ağır bir kavgaya sokulacağı kesindi. Bu satırların yazarı bunun böyle olacağını çok erken bir zamanda anlamış ve Türkiye’yi de dünyayı da bu konuda uyarmıştır. 'Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası' ile 'Kur’an verileri Açısından Laiklik' kitapları bu uyarının belgeleridir.

    Uyarının daha emin ve elle tutulur belgesi ise onun, Halkın Yükselişi Partisi (HYP) ni kurmasıdır.

    O bilmekte ve inanmaktadır ki, 11 Eylül sonrası Ortadoğusunda büyüyen acıyı ve çarpıklığı aşmak için bu coğrafyanın onun birikimine, dirayet ve deneyimine ihtiyacı vardır. Bu birikim, İslam’ı ve Atatürk’ü çok iyi bilen, sentezleyen bir birikimdir. Henüz hayata geçmemiştir, sadece mimarının kitaplarında ipuçları vardır. O ipuçlarından hareketle kurtarıcı bir reçete ortaya koymaksa yine o mimarın işi olacaktır. Bu reçete hiçbir vekâletle hazırlanamaz.

    Ortadoğu’ya ve Türkiye’ye bir kez daha seslenmek istiyorum: Atatürk Cumhuriyeti’nin 84. yılını kutlamaya hazırlandığımız şu günlerde, dinle devletin, İslam’la laikliğin, Müslümanla çağdaşlığın kavgası şiddetini artırarak devam ediyor. Bu ülkenin bin yıllık düşmanı olan Haçlı emperyalistler, anılan kavgadan yararlanmak için, siyasetlerinin eksenine, Ilımlı İslam adıyla yozlaştırılmış bir sömürü dini yerleştirerek üstümüze çullanıyorlar. İçerideki din ve Atatürk sömürücülerinin karşılıklı ahmaklık ve aymazlıklarından beslenen karmaşayı ustalıkla kullanarak Türkiye’yi çöküşe, tükenişe götürüyorlar.

    Bütün imanımla bir kez daha söylüyorum ki, HYP kurmayları olarak bizlerden başka hiçbir siyasal parti veya kadro bu karmaşaya son veremez; devletle dini, laiklikle İslam’ı bağdaştırıp barıştıramaz. Çünkü bu barış için gerekli bilgiye, donanıma, dahası iyi niyete sahip değillerdir. Olsalardı, hepsi birbirinden türeme olan bu siyasal kadrolar bu işi bu güne kadar çözüme ulaştırırlardı. Bu ülkeyi 60 yılı aşkın bir süredir bunlar yönetmiştir. Çözümü getiremediklerine göre ya niyetleri bozuktur ya da dirayetleri yetersiz kalmıştır. İki halde de artık milletin yakasından düşmek ve işi bize bırakmak zorundadırlar.

    Halkın Yükselişi Partisi liderliği ve kadroları olarak biz, yalnız ve sadece biz, bu ıstıraba son verebiliriz.

    Halkın Yükselişi Partisi liderliği ve kadroları olarak biz, sadece biz, dinle devleti, laiklikle İslam’ı barıştırabiliriz.

    Evet, Ulu Çınar’ın liderliği ve kadroları olarak biz, sadece biz, Muhammed ile Mustafa’nın ayrık değil, birlik; çelişik değil, barışık iki ölümsüz değerimiz olduğunu gösterebiliriz.

    Bütün İslam dünyası, ama özellikle Müslüman-Türk dünyası bilmelidir ki, mutlu ve onurlu bir insanlık için Muhammed ne istemişse Mustafa da onu istemiştir. Aksi olsaydı, Muhammed’in düşmanları aynı zamanda Mustafa’nın da düşmanı olurlar mıydı?

    Muhammed ile Mustafa’nın kucaklaştığı yeni bir cihan yaratmak için çalışanlara selam olsun!

    Ve o kucaklaşmanın aydınlık günlerine selam olsun!

  • fethullah gülen17.04.2007 - 09:35

    fettullah abi sana bir kaç sorum var...tabiki cevap verebilirsen


    1 - Mana itibarı ile peygamber üstü bir yaklaşıma sahip “Kutb-ul Aktab” ünvanını nasıl tanımlıyorsunuz ve siz “Kutb-ul Aktab” gibi bir ünvana talip misiniz?


    2 - ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin gerçekleşmesi için ortaya attığı “Ilımlı İslam” modelini tesis etmeye çalışanlara dolaylı ya da dolaysız desteğiniz var mıdır?


    3 – Siz CIA ajanı mısınız? Ya da CIA ya yardım ve desteğiniz oluyor mu?


    4 –Vatikan’a para yardımı yaptığınız ve Papa’nın mübarek(!) elini öptüğünüz belgeleriyle çok açık bir şekilde ortalarda dolaşıyor; Bunu neden yaptınız? Peygamber efendimizin “Yardımlaşmaya en yakınınızdan başlayınız” şeklindeki o güzel sözlerini hatırlayacak olursak, Vatikan’ı kendinize yakın gördüğünüzü söyleyebilir miyiz?


    5 - Türk insanında İtaat Kültürü çok belirleyici bir yere sahip. Öğle ki her Allah diyene, bu uğurda güzel ve etkili sözler söyleyenlere kayıtsız bir teslimiyet içinde bağlanabileceklerini biliyor ve görüyoruz. Hiç kuşku yok ki bu yüce Türk Milletinin naif olmasından kaynaklanmaktadır. Siz bu durumdan yararlanmak için mi her konuşmanızda iki gözü iki çeşme şekilde ağlamaklı konuşuyorsunuz?


    6 – 11.04.2007 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan haberde “Türk milleti' diyen, 'vatan, ülke, ülkü, bayrak' sözlerini dilinden hiç düşürmeyen, hatta din, iman, kuran fedaisiymiş gibi arz-ı endam eden bir sürü eli kanlı insan bozması var meydanlarda. Bunlar, milli ruh diye diye milletin önüne kuyular kazıyor, ruh kökünden bahsederken milletin kökünü kesiyor. Kargaşa ve anarşiye taraf olmaktan hep uzak durduk.” Şeklinde bir açıklamanız var. Bu açıklamada kastettiğiniz çevre kesin olarak kim ya da kimlerdir?


    7 – Yine 11.04.2007 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan aynı haberde “. Bizi, başa çıkamayacağımızı düşündükleri, vurdukları zaman bir daha belimizi doğrultamayacağımıza inandıkları bir güçle karşı karşıya getirmek istiyorlar. Hakkımızda irtica yaygaraları koparıyorlar.” Şeklinde bir açıklamanız var. Bu açıklamada kastettiğiniz çevreler kimlerdir?


    8 – Öncelikle http://www.youtube. com/watch? v=-TrAzII71aY&mode=related&search linkini ziyaret ederek lütfen sonuna kadar izleyiniz. Fethullah Gülen okulları için söylenenlerin aksini savunabilecek misiniz?


    9 – Ve son olarak neden hala Amerika’da sınız? Bir makalede ifade edildiği gibi Ayetullah Humeyni’nin İran’a döndüğü gibi bir özlem ve beklenti içinde misiniz?

  • yaşar nuri öztürk16.04.2007 - 11:44

    Ahlakın esası dürüstlüktür. Yani olduğun gibi görünmek veya göründüğün gibi olmak...

    Zaafların bulunması insanı ahlaksız yapmaz, hatalı yapar, günahkâr yapar. Hatalar tamir edilir, günahlar ise tanrısal rahmet tarafından affedilir..

    Ahlaksızlık yani dürüst olmamak farklı bir şeydir. Hatalı olmak bir zaaftır, sürçmedir. Ahlaksızlık ise bir temel çürümedir, kötü niyet ürünüdür.

    Türkiye’deki akıl almaz çarpıklıkların başında din-ahlak ilişkisindeki çelişki gelmektedir.

    Türkiye, görülmedik bir hızla dincileşirken, görülmedik bir hızla da ahlaksızlaşmaktadır. Yalancılık, dolandırıcılık, yolsuzluk, düzenbazlık...gibi temel bozukluklar listesinde her gün biraz daha yukarılara çıkışımız, dünyanın izlediği ve bizim de önümüze koyduğu bir gerçektir.

    Ne yazık ki Türkiye, yalandan hırsızlığa, kamu kaynaklarını talandan mafya zulümlerine kadar her türlü suç ve rezilliğin, her türlü ahlaksızlık ve düşüklüğün doruğa tırmandığı bir ülke haline gelmiş bulunuyor.

    Bir yanda, temeli ve amacı ahlak olan İslam adına yüz bine ulaşan cami, (sağlık ocaklarının toplam sayısı 7500, okulların toplam sayısı 67 bin) , dinde bid’at olmasına rağmen gökleri tırmalayan yüz binlerce minare, öte yanda zirveye tırmanmış ahlaksızlık...

    Bundan ilginci, ahlaksızlığın en zehirlisi olan riyakârlık, iftira, kamu kaynaklarının talanı gibi temel çürümelerde öne çıkmış isimlerin önemli bir kısmı dincilikleriyle de ünlü kişiler...

    Böyle bir çarpıklık tarihte az görülmüştür.

    Dinselleşme arttıkça ahlaksızlık, vurgunculuk ve ikiyüzlülük de artıyor.

    Bu nasıl iştir, nasıl bir garabettir? !

    Dinin gerçeğinin uygulanmasına bile, 'ibadette azalma yaratılıyor' gerekçesiyle karşı çıkan insanların, orman yağmalamasına, kamu mallarının talanına, insan haklarının çiğnenmesine, kadının horlanıp ezilmesine karşı çıktıklarına tanık olamıyoruz.

    Kısacası, İslam, birileri aracılığıyla âdeta ahlaksızlık, akıl dışılık, düzenbazlık üreten bir din olarak algılanır oldu.

    Siyaseti çürüten temel olumsuzluk da dürüstlüğün göçürülmesidir. Siyaset, ne yazık ki, büyük çoğunluğu itibariyle, olduğu gibi görünmeyenlerle göründüğü gibi olmayanların kümelendiği bir mesleğe dönüştürüldü.

    Her gün, her yerde şunu duyabilmekteyiz: 'Falanca mı? Yok canım, o siyaset yapamaz, imkânsız. Çünkü o adam düzgün adam; yalan-dolan bilmiyor, haram lokmaya karşı. Başarılı olamaz....'

    Siyaset dendi mi ilk söylenen bu. Bu zehirli söylem, kamu vicdanı haline getirilmiş. Bunun anlamı acaba şu mu?

    'Ne yapalım, ülkeyi kirliliğe teslim etmekten gayrı çaremiz yok! '

    Siyasetimizin duayenlerinden birine yıllar önce, 'Efendim, falancanın ahlaksal tarafı çok bozuk çıktı; onu yanımızdan uzaklaştırsak! ' dediklerinde cevabı şu olmuş: 'Ben, iyi ahlak derneği kurmadım, parti kurdum; siyaset yapıyorum.'

    Ahlakı bir meslek gibi algılayan bu bakış açısı, ne yazık ki, Türk siyasetinde yıllardır egemen olan anlayıştır.Türk siyasetini çürüten ve oy kullanma durumundaki insanların % 32’sinin sandığa gitmesine engel olan olumsuzluk işte bu anlayışın yarattığı güvensizliktir.

    Siyasete güvensizliğin faturası çok ağır olmuştur. Kullanılan oyların % 24 ile Parlamento' daki sandalyelerin % 67’sini bir partiye veren korkunç çarpıklık ortada dururken siyasete güvenden söz etmek mümkün olabilir mi? Ne demektir bu? Şu demektir:

    Türkiye’yi bugün siyasete güvenin oluşturduğu bir iktidar değil, güvensizliğin ürettiği bir iktidar yönetiyor. Başka türlü ifade edelim:

    Ülkemizde, demokrasi adı altında karmaşa egemendir. Gerçek demokrasi yerine Türkiye’ye özgü bir 'kapkaç demokrasisi' sahnededir. Siyasal Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu’nun yaşatmakta olduğu sistem, iliklerine kadar antidemokratiktir; insan haklarına aykırıdır. Bunu bilen yok mu? Bilen var, ama gereğini yapan yok! Eğer demokrasi diye bir şey varsa, Türkiye’deki tablonun anlamı budur.

    % 76’nın iradesi nedir ve nerededir?

    Şimdi ne oluyor? % 92’lik bir çoğunlukla kabul edilmiş bir anayasa, yüzde 24’lük bir oyla değiştiriliyor. Buna 'demokrasinin sonucu' denebilir mi?

    Hayır! Bu, demokrasinin sonucu değil, antidemokratik siyasetin yol açtığı sistem yozlaşmasının sonucudur. Eğer demokratik bir halk seferberliği ile ülkenin önünü açmak üzere seçime hazırlık çalışmalarını yürüten Halkın Yükselişi Partisi’nin halkımıza sunduğu yeni, güvenli, birikimli teklif görmezlikten gelinirse Türkiye’nin sonu hüsrandan başka bir şey olmayacaktır.

    Ötekilerin tümü denenmiş, bugünkü perişanlığı yaratmıştır. Diriliş ve kurtuluş, ötekilerin devamı olmayan yenide, gerçek yenidedir.

    Diriliş ve kurtuluş HYP’nin Ulu Çınarı’nın altında toplanmaktadır.

    Milletimizin bu kutlu ve mutlu reçeteyi layıkıyla değerlendirmesi niyazıyla tüm halkımıza güzel yarınlar diliyorum.

    Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
    HYP Genel Başkanı