'Seni tanımıyorum. Tanımak istiyor muyum, onu da bilmiyorum. Ama bir gerçek var ki, geldin, hayatımın merkezine oturdun' dedi kız.
Erkek ise 'rahat ol' diyordu. 'Yeter ki sen rahat ol'.
'Unutmuştum uzun süredir bu duyguları..Heyecanlanmayı...Birini düşünmeyi...Onun sözleriyle uyuyp, onun sözleriyle uyanmayı' dedi kız.
'Rahat o diyordu' erkek. 'Yeter ki sen rahat ol'
'Sabahlara kadar konuşmamıştım böyle kimseyle. Hem de hiç uykum gelmeden' dedi kız.
'Rahat ol' dedi erkek. 'Yeter ki sen rahat ol'
Erkek 'rahat ol' dedi.Kız rahat olamadı. Erkek 'yeter ki sen rahat ol' dedi. Kız erimeye başladı. Erkek 'rahat ol lütfen' dedi. Kız ufalıp yok oldu. KAYBOLDU...
Denizin rengine ben hep mavi dedim. Onlar siyah dedi. Hatta içlerinde kırmızı diyenler bile çıktı. Lacivert deseler belki kabul edecekim maviye yakın diye. Ama olmadı. Mavi diyen olmadı.
Şimdi sen çıkmış, 'deniz mavi' diyorsun.Lacivert de demiyorsun....Mavi diyorsun...Denizin rengi mavi...Nasıl olur bu? ...
Ben yıllarca 'denizin rengi mavi' diye bas bas bağırdım.Bunu kanıtlamak için uğraştım...Mücadele verdim...İnandıramadım...
Sana hiçbirşey sormadan 'mavi' diyorsun. Mavi.....
Madem denizin mavi olduğunu biliyordun;
Ben 'denizin rengi mavi' diye bas bas bağırıken, bulunduğun yerden çıkıp;
'Niye bağırıyorsun? Elbette denizin rengi mavi' niye demedin.
Çok eskiden köyün birin de bir yaşlı evliya ve fukara oğlu yaşarmış bu köyün hemen karşısın da da çok ama çok yüksek bir de dağ varmış ve bu dağın tam tepesin de için de bir yılan bulunan bir kuyu var imiş ne zaman bu yaşlı evliyanın başı derde girse bu yılanın yanına gider ve yılan da ona bir altın lira verirmiş gel zaman git zaman artık yaşlı adam oraya çıkamaz hale gelmiş ve bir gün oğlunu yanına çağırmış ve demiş ki bak oğlum o dağın tepesin de bir kuyu var oraya git kuyudan bir yılan çıkacak benim oğlum olduğunu söyle ve sana vereceği emaneti al ve bana getir demiş oğlu da tamam baba deyip koyulmuş yola kuyunun başına gelince yılan çıkmış oğlan anlatmış her şeyi yılan da uyuya inmiş ve bir altın vererek bunu babana götür demiş oğlan da için den söyle düşünmüş eğer ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki bütün altınları alır ve çok zengin olurum demiş ve yerden aldığı bir taşı yılana fırlatmış taş yılanın kuyruğuna gelmiş ve can havliyle oğlanı ısırmış derken epey zaman sonra oğlan zehirlenerek ölmüş adam iyileşmiş ve doğru yılanın yanına gitmiş her şeyden haberi olan adam başlamış yılana anlatmaya işte öyleydi böyleydi o cahildi falan filan demeye ve demiş ki gel tekrar eskisi gibi dost olalım. yılan şöyle cevap vermiş 'yooooookkkkkk olmazzzzzzzzz bende bu kuyruk acısı sende de bu evlat acısı varken biz artık dost olamayız'
Dün, Bugün,Yarın ] ] Çok zaman önceydi.O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. ] İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. ] Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. ] Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. ] Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın. ] Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. ] Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ] ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya ] kadar yaşadı. ] Farkında olmadan rezil etti bu gününü. ] Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu. ] Bir türlü beceremedi.Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. ] Bu günü eline yüzüne bulaştırdı...Mutsuz oldu insan. ] Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ] ] ama bugünü hiç yaşayamadı.Ne yarın ne de dün! * ] ] Can Dündar
Bugünlerde... Mallarimiz artti, keyfimiz azaldi. Daha büyük evlerde kaliyoruz ama daha küçük ailelerde yasiyoruz. Konforumuz artti ama zamanimiz daraldi. Diplomamiz bol ama sagduyumuz az. Uzmanliklar artti ama sorunlar çogaldi. Ilaçlar çogaldi, hastaliklar artti. Sorumsuzca para harciyoruz ama az gülüyoruz. Trafikte çok hizliyiz ama çabuk parliyoruz. Aksam geç yatiyor, sabah yorgun kalkiyoruz. Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz. Varligimizi arttirdik ama degerlerimizi yitirdik. Çok konusuyor ama az gönül veriyoruz ve bol yalan söylüyoruz. Para kazanmayi ögrendik ama yuva kurmayi beceremedik. Hayata yillar ekledik, yillara hayat katamadik. Aya kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komsumuza geçmek için karsiya geçmiyoruz. Uzaya ulastik ama ruhun derinliklerine inemiyoruz. Havayi temizledik ama ruhlari kirlettik.Atomu parçaladik, önyargilarimizi yikamadik. Çok yaziyor ama az gelisiyoruz. Daha çok plan yapiyoruz ama daha az sonuç aliyoruz. Acele etmeyi ögrendik ama sabirli olmayi asla... Gelirimiz artti, karakterimiz zayifladi. Tanidiklar çogaldi, dostlar eksildi. Çabalar artti ama mutluluklar azaldi. Bilgisayar aglari kuruyoruz, bilgi otoyollari insa ediyoruz ama kendi aramizdaki iletisimde zorlaniyoruz. 'Dünya Barisi' der, silahlaniriz! Daha mutlu olmak için 'somurtarak' çalisiriz. Yani bugünlerde... Eve çift maasin girdigi ama çiftlerin bosandigi... Güzel evlerin yuva olamadigi... Kisa seyahatlarin, kagit mendil gibi iliskilerin... Yika çik gönüllerin, tek geceliklerin... Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin... Vitrinlerin dolu ama gönüllerin bos oldugu... Günlerde yasiyoruz
SU, kendine sırdaş arıyordu]Önce buluta verdi sırrını.]Ağır geldi sır buluta.]Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.]Sonra göle gitti su.]Ona anlattı derdini.]Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp,]dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için,]zaman zaman taşıyordu göl ve suyun sırrı iyice açığa]çıkıyordu.*]]Sonra nehre verdi su sırrını.]Nehir aldı suyun sırrını çekti gitti.]Dereye verdi.]Dere biraz daha yavaş olsada nehirden,]oda götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze..]Çağlayanlar, şelaleler,akarsular..]Hepsi kayboluyordu bir anda.]Sonra bir gün su takip etti dereyi.]Dereye, okyanusa kavuşunca farketti su,]bütün sırlarının akarsularla,]çağlayanlarla, ırmaklarla...]okyanusa taşındığını.*]]Karar verdi su.]Sırrını okyanusa verecekti.]Öyle de yaptı zaten.]Tüm sırlarını okyanusa verdi.]Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu.]Ne taştı okyanus,]ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını,]ne de kurudu....]]Geçen karşılaştık suyla.]Bir bardaktaydı.]Suskundu.]Çok uğraştım konuşturamadım.]Ben, tam giderken 'Dur! ' dedi su.]Durdum! ]]Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma! ]Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını]yakarlar,]utandırırlar....' dedi.
Sağlık, Sevgi, Mutluluk..
Keşke 'seviyorum' diyebilseydimm.'Baba' kelimesinin karşılığı ben de sorun, sorun sorun..Keşke gurur duyacağım bir babam osaydı....
'Seni tanımıyorum. Tanımak istiyor muyum, onu da bilmiyorum. Ama bir gerçek var ki, geldin, hayatımın merkezine oturdun' dedi kız.
Erkek ise 'rahat ol' diyordu. 'Yeter ki sen rahat ol'.
'Unutmuştum uzun süredir bu duyguları..Heyecanlanmayı...Birini düşünmeyi...Onun sözleriyle uyuyp, onun sözleriyle uyanmayı' dedi kız.
'Rahat o diyordu' erkek. 'Yeter ki sen rahat ol'
'Sabahlara kadar konuşmamıştım böyle kimseyle. Hem de hiç uykum gelmeden' dedi kız.
'Rahat ol' dedi erkek. 'Yeter ki sen rahat ol'
Erkek 'rahat ol' dedi.Kız rahat olamadı. Erkek 'yeter ki sen rahat ol' dedi. Kız erimeye başladı. Erkek 'rahat ol lütfen' dedi. Kız ufalıp yok oldu.
KAYBOLDU...
Denizin rengine ben hep mavi dedim. Onlar siyah dedi. Hatta içlerinde kırmızı diyenler bile çıktı. Lacivert deseler belki kabul edecekim maviye yakın diye. Ama olmadı. Mavi diyen olmadı.
Şimdi sen çıkmış, 'deniz mavi' diyorsun.Lacivert de demiyorsun....Mavi diyorsun...Denizin rengi mavi...Nasıl olur bu? ...
Ben yıllarca 'denizin rengi mavi' diye bas bas bağırdım.Bunu kanıtlamak için uğraştım...Mücadele verdim...İnandıramadım...
Sana hiçbirşey sormadan 'mavi' diyorsun. Mavi.....
Madem denizin mavi olduğunu biliyordun;
Ben 'denizin rengi mavi' diye bas bas bağırıken, bulunduğun yerden çıkıp;
'Niye bağırıyorsun? Elbette denizin rengi mavi' niye demedin.
Sahi...Ben bağırırken sen neredeydin? ......
Arkadaşlar melekler gibidir, bizi ayağa kaldırırlar kanatlarımız uçmayı unutunca.
Çok eskiden köyün birin de bir yaşlı evliya ve fukara oğlu yaşarmış bu köyün
hemen karşısın da da çok ama çok yüksek bir de dağ varmış ve bu dağın tam
tepesin de için de bir yılan bulunan bir kuyu var imiş ne zaman bu yaşlı
evliyanın başı derde girse bu yılanın yanına gider ve yılan da ona bir altın
lira verirmiş gel zaman git zaman artık yaşlı adam oraya çıkamaz hale gelmiş
ve bir gün oğlunu yanına çağırmış ve demiş ki bak oğlum o dağın tepesin de
bir kuyu var oraya git kuyudan bir yılan çıkacak benim oğlum olduğunu söyle
ve sana vereceği emaneti al ve bana getir demiş oğlu da tamam baba deyip
koyulmuş yola kuyunun başına gelince yılan çıkmış oğlan anlatmış her şeyi
yılan da uyuya inmiş ve bir altın vererek bunu babana götür demiş oğlan da
için den söyle düşünmüş eğer ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki bütün
altınları alır ve çok zengin olurum demiş ve yerden aldığı bir taşı yılana
fırlatmış taş yılanın kuyruğuna gelmiş ve can havliyle oğlanı ısırmış derken
epey zaman sonra oğlan zehirlenerek ölmüş adam iyileşmiş ve doğru yılanın
yanına gitmiş her şeyden haberi olan adam başlamış yılana anlatmaya işte
öyleydi böyleydi o cahildi falan
filan demeye ve demiş ki gel tekrar eskisi gibi dost olalım. yılan şöyle
cevap vermiş 'yooooookkkkkk olmazzzzzzzzz bende bu kuyruk acısı sende de bu
evlat acısı varken biz artık dost olamayız'
Dün, Bugün,Yarın
]
] Çok zaman önceydi.O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.
] İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
] Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
] Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
] Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın.
] Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
] Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı;
] ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya
] kadar yaşadı.
] Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
] Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.
] Bir türlü beceremedi.Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
] Bu günü eline yüzüne bulaştırdı...Mutsuz oldu insan.
] Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı;
]
] ama bugünü hiç yaşayamadı.Ne yarın ne de dün! *
]
] Can Dündar
'Kalemle kuyu kazmak,sonra da içine düşmektir yazmak,diğerlerinin de peşinden düşeceğini umarak....
Bencillikle beslenen bir bilgilenme halidir.'
- theottomanempire -
Bugünlerde... Mallarimiz artti, keyfimiz azaldi. Daha büyük evlerde kaliyoruz ama daha küçük ailelerde yasiyoruz. Konforumuz artti ama zamanimiz daraldi. Diplomamiz bol ama sagduyumuz az. Uzmanliklar artti ama sorunlar çogaldi. Ilaçlar çogaldi, hastaliklar artti. Sorumsuzca para harciyoruz ama az gülüyoruz. Trafikte çok hizliyiz ama çabuk parliyoruz. Aksam geç yatiyor, sabah yorgun kalkiyoruz. Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz. Varligimizi arttirdik ama degerlerimizi yitirdik. Çok konusuyor ama az gönül veriyoruz ve bol yalan söylüyoruz. Para kazanmayi ögrendik ama yuva kurmayi beceremedik. Hayata yillar ekledik, yillara hayat katamadik. Aya kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komsumuza geçmek için karsiya geçmiyoruz. Uzaya ulastik ama ruhun derinliklerine inemiyoruz. Havayi temizledik ama ruhlari kirlettik.Atomu parçaladik, önyargilarimizi yikamadik. Çok yaziyor ama az gelisiyoruz. Daha çok plan yapiyoruz ama daha az sonuç aliyoruz. Acele etmeyi ögrendik ama sabirli olmayi asla... Gelirimiz artti, karakterimiz zayifladi. Tanidiklar çogaldi, dostlar eksildi. Çabalar artti ama mutluluklar azaldi. Bilgisayar aglari kuruyoruz, bilgi otoyollari insa ediyoruz ama kendi aramizdaki iletisimde zorlaniyoruz. 'Dünya Barisi' der, silahlaniriz! Daha mutlu olmak için 'somurtarak' çalisiriz. Yani bugünlerde... Eve çift maasin girdigi ama çiftlerin bosandigi... Güzel evlerin yuva olamadigi... Kisa seyahatlarin, kagit mendil gibi iliskilerin... Yika çik gönüllerin, tek geceliklerin... Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin... Vitrinlerin dolu ama gönüllerin bos oldugu... Günlerde yasiyoruz
SU, kendine sırdaş arıyordu]Önce buluta verdi sırrını.]Ağır geldi sır buluta.]Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.]Sonra göle gitti su.]Ona anlattı derdini.]Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp,]dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için,]zaman zaman taşıyordu göl ve suyun sırrı iyice açığa]çıkıyordu.*]]Sonra nehre verdi su sırrını.]Nehir aldı suyun sırrını çekti gitti.]Dereye verdi.]Dere biraz daha yavaş olsada nehirden,]oda götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze..]Çağlayanlar, şelaleler,akarsular..]Hepsi kayboluyordu bir anda.]Sonra bir gün su takip etti dereyi.]Dereye, okyanusa kavuşunca farketti su,]bütün sırlarının akarsularla,]çağlayanlarla, ırmaklarla...]okyanusa taşındığını.*]]Karar verdi su.]Sırrını okyanusa verecekti.]Öyle de yaptı zaten.]Tüm sırlarını okyanusa verdi.]Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu.]Ne taştı okyanus,]ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını,]ne de kurudu....]]Geçen karşılaştık suyla.]Bir bardaktaydı.]Suskundu.]Çok uğraştım konuşturamadım.]Ben, tam giderken 'Dur! ' dedi su.]Durdum! ]]Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma! ]Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını]yakarlar,]utandırırlar....' dedi.