sabahın o saf, temiz,dingin, halleri beni büyüler. bu güzellikleri duyumsamak için her sabah uykumdan fedakarlıkta bulunup, önceden belirlediğim güzergahtan-tali ve özgün sokaklar-keyifle işime giderim. finalde öyle bir sokak vardırki romanlara,filmlere,şiirlere malzeme; ard arda sıralanmış metruk evler, penceresi fesleğenlerle kaplı bir kütüphane ve bu şehrin kardeşliğine delalet gotik tarzda inşa edilmiş katolik kilisesi.bu yapıların otantikliği yanında,burada yaşanan dramlar,aşklar,sevinçler insanı garip bir merak duygusuna savurur! her sabah bıkmadan, usanmadan bu sokaktan aynı duygularla geçer,giderim…
bu sabahki yolculuğumda,bu şekildeydi, ta ki yanından geçtiğim çöp konteynırındaki iniltiyi duyana kadar. önce kedidir diye aldırış etmedim, biraz ilerledikten sonra alt perdeden yapılan imdat çağrısıyla,irkildim! bu insan sesiydi, hemen geri dönüp çöp konteynırının içine baktığımda gördüğüm manzara şok etti! ağlamaktan, gözleri kızarmış bir kız çocuğu, elindeki çuvalla, konteynırın dibinden ağlayarak bana bakıyordu,hemen çocuğu çekip aldım.sağ ayak bileği balon gibi şişmiş,yüzünde de ufak sıyrıklar vardı,belli ki konteynırın dibine çöp toplamak için sarkarken, düşmüş, ayağı da kapağın demirli kısmına gelmiş.küçük kız kömür gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtarak ağlıyor,kilitlendim,boğazım düğümlendi,ne yapacağımı bilemiyorum.aklıma 112’yi aramak geldi.küçük kıza ailesini soruyorum,şivesinden oralı olduğu,zorunlu göçe maruz kaldığı anlaşılıyor,ismi rojda’ymış(kürtlerin güneş sevgisi!) yan taraftaki sokak çesmesinde yüzünü yıkayıp,çantamdaki krakeri ikram ediyorum.kabul etmiyor”ben dilenci degilem! ”sokağın tedrisatından geçtiği belli.”dilencilikle ne alakası var güzelim,paylaşmak istiyorum,sende olsa bana vermez misin? ”diyorum,susuyor.tekrar 112 ‘yi arıyorum.bu esnada köşeden eski tip pejo motora monte edilmiş üç tekerlekili çöp dolu bir motor üzerimize geliyor.abileriymiş,durumu anlıyorlar.rojda’yı kucaklayıp motora bindiriyorlar.”bekleyin 112’yi çağırdım”uzun boylu pos bıyıklı olanı”gerek yoktur,geçer,hem doktor ilaç parasıda yoktur,sendende yer gök razı olsun,sagolasın”deyip,rojda’yla uzaklaşıyorlar.donuyorum….
bürodayım; kendimi sorguluyorum; klima,müzik seti,buzdolabı…konformistliğime kızıyorum. ruhu.rspu küçük insanlarla,gereksiz sorunlarla,ıvırla-zıvırla uğraştığım için kendime illet oluyorum…ruhumu terbiye etmem gerektiğine,bilgiyle,akılla daha fazla ihtiyacım olduğuna karar veriyorum.rojda’nın ayağını iyileştirmem gerektiğini hatırlıyorum,sinirlenip,herşeye küfür-küfür…kafamı dağıtmak için tv.ı açıp sabah haberlerini izliyorum; filistin’de, plajda piknik yapan ailenin üzerine atılan füze,çocukların etlerini parçalayarak mangalın üzerine düşmesine sebep oluyor,pişen çocuk eti! dayanılır gibi değil,kusacam! İkinci haber,uydu aracılığıyla belirlenen hedefe b-52 bombardıman uçağıyla atılan 50 kiloluk bombalar…25 kiloluk çocuk bedenlerinde yaptığı tahribatlar geliyor gözümün önüne…üçüncü haber,İstanbul Göztepe hastanesinde ölen çocukların,ortamın hijyen olmadığı,araştırmanın sürdüğü ıvır-zıvır… aklıma, selim demir’in, Çok Büyük Hıncı Kalır Mayonezli Kirenaların,yazısı geliyor: İkinci Dünya Savaşında, bazı emperyalist ülkelerin ordu komutanlarına tepsi içinde çocuk ölüsü sunulurmuş; “mayonezli kirena” işte bu çocuk ölülerine deniyormuş….IMF’nin emri üzerine sağlığın bütçesini 1.4 milyar dolar kıs,temizlik ihalesini taşeron firmalara ver, onlarda temizlik malzemesinden çalsın,çocuklar mikroplara yem olsun…başıma ağrılar saplanıyor…
bu hissettiklerimi paylaşmak istiyorum, kim ne derse desin, ister popülist,ister gerçek çözümlerden uzak,ister dramatik,ister bölücü vs.vs.nasıl eleştirilirse, eleştirilsin,dilimin döndüğü, aklımın yettiği oranda yazıyorum,yazacağım.
sevgili kardeşlerim,aşklarım,dostlarım saçını ördüğüm,tenin kokusunu içime çektiğim,altını değiştirdiğim,kulağına türküler fısıldadığım bir çocuğum yok! fakat insan olmanın ön koşulununda vücuduna mikrop,şarapnel saplanan çocukların acılarını, kendi çocuğunmuş gibi hissetmek olduğunuda bilerek; bütün çocukların şeker yiyebilmesini savunup, savaşa,talana,adaletsizliğe hayır demeliyiz,bulunduğumuz her alanda örgütlenerek, çocuklarımıza,geleceğimize ülkemize,dünyamıza sahip çıkmalıyız,çok geç olmadan…
- öküzcan, anlatsan şu ofsaytı.
+ iyi be erkek dünyasına özgü bir tek bu geyiğimiz kalmıştı, onuda elimizden alın. Biz, sizin sir ağdanızı merak ediyormuyuz?
hasret
saçlarımı kesip rüzgara ataçağım!
ta ki haber götürsün bir gün sana!
içimde bir şeytan var, diyor ki
aklına ne gelirse yapsana...
c. külebi
sabahın o saf, temiz,dingin, halleri beni büyüler. bu güzellikleri duyumsamak için her sabah uykumdan fedakarlıkta bulunup, önceden belirlediğim güzergahtan-tali ve özgün sokaklar-keyifle işime giderim. finalde öyle bir sokak vardırki romanlara,filmlere,şiirlere malzeme; ard arda sıralanmış metruk evler, penceresi fesleğenlerle kaplı bir kütüphane ve bu şehrin kardeşliğine delalet gotik tarzda inşa edilmiş katolik kilisesi.bu yapıların otantikliği yanında,burada yaşanan dramlar,aşklar,sevinçler insanı garip bir merak duygusuna savurur! her sabah bıkmadan, usanmadan bu sokaktan aynı duygularla geçer,giderim…
bu sabahki yolculuğumda,bu şekildeydi, ta ki yanından geçtiğim çöp konteynırındaki iniltiyi duyana kadar. önce kedidir diye aldırış etmedim, biraz ilerledikten sonra alt perdeden yapılan imdat çağrısıyla,irkildim! bu insan sesiydi, hemen geri dönüp çöp konteynırının içine baktığımda gördüğüm manzara şok etti! ağlamaktan, gözleri kızarmış bir kız çocuğu, elindeki çuvalla, konteynırın dibinden ağlayarak bana bakıyordu,hemen çocuğu çekip aldım.sağ ayak bileği balon gibi şişmiş,yüzünde de ufak sıyrıklar vardı,belli ki konteynırın dibine çöp toplamak için sarkarken, düşmüş, ayağı da kapağın demirli kısmına gelmiş.küçük kız kömür gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtarak ağlıyor,kilitlendim,boğazım düğümlendi,ne yapacağımı bilemiyorum.aklıma 112’yi aramak geldi.küçük kıza ailesini soruyorum,şivesinden oralı olduğu,zorunlu göçe maruz kaldığı anlaşılıyor,ismi rojda’ymış(kürtlerin güneş sevgisi!) yan taraftaki sokak çesmesinde yüzünü yıkayıp,çantamdaki krakeri ikram ediyorum.kabul etmiyor”ben dilenci degilem! ”sokağın tedrisatından geçtiği belli.”dilencilikle ne alakası var güzelim,paylaşmak istiyorum,sende olsa bana vermez misin? ”diyorum,susuyor.tekrar 112 ‘yi arıyorum.bu esnada köşeden eski tip pejo motora monte edilmiş üç tekerlekili çöp dolu bir motor üzerimize geliyor.abileriymiş,durumu anlıyorlar.rojda’yı kucaklayıp motora bindiriyorlar.”bekleyin 112’yi çağırdım”uzun boylu pos bıyıklı olanı”gerek yoktur,geçer,hem doktor ilaç parasıda yoktur,sendende yer gök razı olsun,sagolasın”deyip,rojda’yla uzaklaşıyorlar.donuyorum….
bürodayım; kendimi sorguluyorum; klima,müzik seti,buzdolabı…konformistliğime kızıyorum. ruhu.rspu küçük insanlarla,gereksiz sorunlarla,ıvırla-zıvırla uğraştığım için kendime illet oluyorum…ruhumu terbiye etmem gerektiğine,bilgiyle,akılla daha fazla ihtiyacım olduğuna karar veriyorum.rojda’nın ayağını iyileştirmem gerektiğini hatırlıyorum,sinirlenip,herşeye küfür-küfür…kafamı dağıtmak için tv.ı açıp sabah haberlerini izliyorum; filistin’de, plajda piknik yapan ailenin üzerine atılan füze,çocukların etlerini parçalayarak mangalın üzerine düşmesine sebep oluyor,pişen çocuk eti! dayanılır gibi değil,kusacam! İkinci haber,uydu aracılığıyla belirlenen hedefe b-52 bombardıman uçağıyla atılan 50 kiloluk bombalar…25 kiloluk çocuk bedenlerinde yaptığı tahribatlar geliyor gözümün önüne…üçüncü haber,İstanbul Göztepe hastanesinde ölen çocukların,ortamın hijyen olmadığı,araştırmanın sürdüğü ıvır-zıvır… aklıma, selim demir’in, Çok Büyük Hıncı Kalır Mayonezli Kirenaların,yazısı geliyor: İkinci Dünya Savaşında, bazı emperyalist ülkelerin ordu komutanlarına tepsi içinde çocuk ölüsü sunulurmuş; “mayonezli kirena” işte bu çocuk ölülerine deniyormuş….IMF’nin emri üzerine sağlığın bütçesini 1.4 milyar dolar kıs,temizlik ihalesini taşeron firmalara ver, onlarda temizlik malzemesinden çalsın,çocuklar mikroplara yem olsun…başıma ağrılar saplanıyor…
bu hissettiklerimi paylaşmak istiyorum, kim ne derse desin, ister popülist,ister gerçek çözümlerden uzak,ister dramatik,ister bölücü vs.vs.nasıl eleştirilirse, eleştirilsin,dilimin döndüğü, aklımın yettiği oranda yazıyorum,yazacağım.
sevgili kardeşlerim,aşklarım,dostlarım saçını ördüğüm,tenin kokusunu içime çektiğim,altını değiştirdiğim,kulağına türküler fısıldadığım bir çocuğum yok! fakat insan olmanın ön koşulununda vücuduna mikrop,şarapnel saplanan çocukların acılarını, kendi çocuğunmuş gibi hissetmek olduğunuda bilerek; bütün çocukların şeker yiyebilmesini savunup, savaşa,talana,adaletsizliğe hayır demeliyiz,bulunduğumuz her alanda örgütlenerek, çocuklarımıza,geleceğimize ülkemize,dünyamıza sahip çıkmalıyız,çok geç olmadan…
...akşam vakti sardı yine hüzünler
kalbim yangın yeri, gel kurtar beni senden...'
yanlış hayat doğru yaşanmaz.
adorno
'ben ölürsem akşamüstü ölürüm
şehre simsiyah bir kar yağar
yollar kalbimle örtülür... '
a.behramoğlu
'gerçek akıl ve mantık, aşkın sınırları içerisindedir'john nash
'küçük bütçeli fakat incelik ve duyarlılıkla örülmüş hayatlar...'met-üst
burun karıştırma ve kalça kaşımayla beraber oluşturduğu konsarsium,hayal gücünüzü zenginleştirir…
koşulsuz,tutku yüklü,güleç,samimi,içten,içli,üretken ve paylaşımcılığın yoğun olduğu bir sevgidir.
not: bulursanız haber verin, beraberce severiz…