Hayatımda karşıma çıkan belki de en uzun yol duruyordu karşımda.. en uzun, en güvenli, en güzel.... yanda akan mavi nehirler.. papatya kokuları vardı... sımsıkı sarılmıştım sana.. sımsıkı sarılmış ilerliyordum bu yolda... sevginle.. gözlerinle.. çiçeklerinle... öyle kaptırmıştım ki kendimi güzelliklere.. yanımdan ayrıldığını fark etmedim bile.. yalnızdım koca yolda.. yapayalnız.. elin elimden çoktan gitmiş.. bir çiçekler kalmıştı kucağımda..... çoktan solmuş.. boynu bükük mor çiçekler.... “bir gece ansızın gel yine.. elinde mor çiçeklerle” demiştin.. bekliyorsun diye.. ordasın diye geliyordum.. hiç bırakmadım kucağımdan o çiçekleri.. nefesim tıkanıncaya.. canım çıkıncaya kadar yürüdüm.. hem de yalnız... korktuğum zamanlar oldu.. yoktun... Uzun bir yol sanıyordum.. sen yoktun.. yolum bir uçurumla son buldu... boşluğa baktım uzunca... göz yaşlarım aktı... aktı.... aktı..... Bu aşk çıkmaz sokaktı... Kucağımdaki çiçekler kendini boşluğa bıraktı....
insan nereye gideceğini bilirken kaybolmuş olur mu? biliyordum nereye gideceğimi.. ne yapacağımı... düştüm yollara.. adım adım geçtim ter kokan, çöp kokan, hayat kokan, insan kokan sokaklardan... her adımda yüzümdeki gergin gülümseme hafifledi.. taha bir oturdu üstüme sanki.... kaybolmuştum... yalnızdım. nereye gideceğimi biliyordum.... ilk terkedilişim değildi bu... ama son olacaktı... ben de terkediyordum artık kendimi.. hayatımın en anlamlı en güzel yolu beni terketmişti... yanından mavi ırmaklar akan.. mis gibi papatya kokan... en uzun yolum.. gitmişti... yolsuzdum.. kaybolmuştum... uzun süre aradım yeni bir yol.. hep karanlık hep karanlık... kötü ve zor yollar çıktı karşıma... yorulduğum anda.. en kaybolduğum anda buldum yolumu... biliyorum nereye gideceğimi... sessiz melodiler yükseliyordu içimden yüzümdeki deli gülümsemeden.. insan kaybolunca delirebiliyormuş işte... sessiz.. sakin.. yürüdüm onca yolu.. tek başıma.. yolsuz... köprünün başına geldiğimde iyice aydınlanmıştı yolum...... daha bi sıklaştı adımlarım... daha yumuşadı gülümsemem.. önce içimde kalmış tüm kelimeleri çıkardım cebimden..... savurdum boğazdan esen serin rüzgara doğru.. belki yerlerine ulaşırlar bir bir.... belki... aman boşversene... körünün korkuluğuna tırmandığımda saldım içimdeki içinde boğulduğum denizi..... bir hışımla hıçkırdım... boşaldı... ferahladım.... sonra.... sonra kendimi buldum.. kaybolmuştum.. denizim denize buluştuğunda... kendim uzun bir yoldum aslında.... sonuna gelmiştim.... son bir teşekkürle hayatımdaki herşeye... kendimi de saldım denize..... uçuyordum.. uçtukça kaçıyordum... sonra kendimi buldum denizde.. denizimde..... sonra.. sonra ne mi oldu...? bendenim denizde kayboldu.... bulunmamacasına......
soğuk, karanlık pis bir otel odasında yalnız başına yaşayan bir ruh olmak ne kadar da kötü birşey.... bağırmak... çığlıklar atmak... ama sesini kimseye duyuramamak.... her gün gelen değişik yüzler... değişik hikayeler.. acılar, hüzünler... dışarıdan bakıldığında 'bunun da problemi olur mu' diyebileceğiniz türden insanlar... güzel giyimli.. traşlı suratlar.. gel gör ki koltuğun altına sıkıştırılmış en ucuzundan şaraplar... yudum yudum içilir.. yavaş yavaş kendinden geçilir.. kim ne düşünceler dolaşıyordu milyonlarca beyin hücrelerinin arasında... hep bir merak.. hep bir iz bırakma tutkusu.. küflü duvarlara tırnaklarla yazı yazanlar... yatağın başucundaki kırık cam parçasını eline alıp... korkuyla bırakanlar.... belki... belki dolaptaki ipten habersiz.. bir zamanlar benim soğuk ve donuk bedenimin sallandığı adi, ucuz ip.. şaşarım hep nasıl taşıdığını o ağırlığı o kadarcık ip parçasının... odadaki tek taburenin üzerine çıkıp ipi tavana bağladığımda nasıl da ellerim titremişti... belki de kalbim titremişti... terkedilmişliğin verdiği acıyla... kendimi ona bağlamıştım... ona... sevgisine... sıcacık ellerine... ve beni yalnızlığımla başbaşa bıraktığında boşlukta kalmıştım.. kendimi attığım bu soğuk otel odasında kendimi bağlayacağım başka birşey arayacağımdan habersiz.. yudum yudum içmiştim köpeköldüreni... yudum yudum içtim geçmişi..... en koptuğum anda... en korktuğum anda yalnızlıktan.... gözüme ilişen bir parça ip oldu.... düşünmeye fırsatım bile olmadı.. düşünmek istemedim belki de.. sadece kendimi bağlayacak birşey arıyordum ve buldum... tabureye çıktım yavaşça.. ve titrek ellerle.. yaşlı gözlerle güzel bir düğüm attım ipe önce... ve sakin bağladım tavandaki kertiğe... ipin sıcaklığını soğuk odada hissettiğim ilk yer boynumdu... tıpkı sıcacık elleri gibi.... son gözyaşım da süzülürken yanağımdan aşağıya.. ittim tabureyi... saldım kollarına kendimi.... her zaman yaptığı gibi nefessiz bırakmıştı beni... kollarında hep olduğu gibi kasıldı bedenim... ve her zmanakinden daha hissiz dışarı çıktı dilim.... artık sıcaktı.. sıcacıktı... oradaydım.. gülüyordum.. ölüyordum... kaç kez ölüdrmüştü beni.. bir kez daha ölüyordum... ama bu sefer gülüyordum... fütursuzca...
çok kısa sürdü.. üzerinden iki gün geçmişti soğuk bedenimi bulduklarında... belli ki kaçamak yapmak için gelmiş bir çiftti... önce odaya kız girdi... neşeliydi.. gülüyordu... ama birden doldu kaldı... bir çığlık patlattı... karanlıkta yankılanan kulak tırmalayıcı tiz sesi herkesi ayağa kaldırmıştı... herkes.. herkes geldi... önce bir bıçakla ipi kestiler.. çıkarttılar.. çok geç kaldıklarını anladılar.. biri çıkarttı ipi morarmış boğazımdan... fırlattı.. dolaba.... yerlerinden fırlamış gözlerim ve dışarı sarkmış dilimle öylece bakıyordum oysa ki ben onlara.. hafif bir gülümsemeyle... çıkartıılar bedenmi... unuttular beni... o gün bugündür izlerim herkesi.. geleni gideni... uyarırım.. bağırırım.. duymaz beni kimse.. duyamaz... ben o soğuk otel odasındaki hayalet... hayat.. gerçek... ölüm de....
bana kadın olduğumu hissettiren ilk sendin...
ama yarım bıraktın....
Hayatımda karşıma çıkan belki de en uzun yol duruyordu karşımda.. en uzun, en güvenli, en güzel.... yanda akan mavi nehirler.. papatya kokuları vardı... sımsıkı sarılmıştım sana.. sımsıkı sarılmış ilerliyordum bu yolda... sevginle.. gözlerinle.. çiçeklerinle... öyle kaptırmıştım ki kendimi güzelliklere.. yanımdan ayrıldığını fark etmedim bile.. yalnızdım koca yolda.. yapayalnız.. elin elimden çoktan gitmiş.. bir çiçekler kalmıştı kucağımda..... çoktan solmuş.. boynu bükük mor çiçekler.... “bir gece ansızın gel yine.. elinde mor çiçeklerle” demiştin.. bekliyorsun diye.. ordasın diye geliyordum.. hiç bırakmadım kucağımdan o çiçekleri.. nefesim tıkanıncaya.. canım çıkıncaya kadar yürüdüm.. hem de yalnız... korktuğum zamanlar oldu.. yoktun...
Uzun bir yol sanıyordum.. sen yoktun.. yolum bir uçurumla son buldu... boşluğa baktım uzunca... göz yaşlarım aktı... aktı.... aktı.....
Bu aşk çıkmaz sokaktı...
Kucağımdaki çiçekler kendini boşluğa bıraktı....
insan nereye gideceğini bilirken kaybolmuş olur mu?
biliyordum nereye gideceğimi.. ne yapacağımı...
düştüm yollara.. adım adım geçtim ter kokan, çöp kokan, hayat kokan, insan kokan sokaklardan... her adımda yüzümdeki gergin gülümseme hafifledi.. taha bir oturdu üstüme sanki.... kaybolmuştum... yalnızdım. nereye gideceğimi biliyordum....
ilk terkedilişim değildi bu... ama son olacaktı... ben de terkediyordum artık kendimi.. hayatımın en anlamlı en güzel yolu beni terketmişti... yanından mavi ırmaklar akan.. mis gibi papatya kokan... en uzun yolum.. gitmişti... yolsuzdum.. kaybolmuştum... uzun süre aradım yeni bir yol.. hep karanlık hep karanlık... kötü ve zor yollar çıktı karşıma... yorulduğum anda.. en kaybolduğum anda buldum yolumu... biliyorum nereye gideceğimi...
sessiz melodiler yükseliyordu içimden yüzümdeki deli gülümsemeden.. insan kaybolunca delirebiliyormuş işte...
sessiz.. sakin.. yürüdüm onca yolu.. tek başıma.. yolsuz...
köprünün başına geldiğimde iyice aydınlanmıştı yolum......
daha bi sıklaştı adımlarım... daha yumuşadı gülümsemem..
önce içimde kalmış tüm kelimeleri çıkardım cebimden..... savurdum boğazdan esen serin rüzgara doğru.. belki yerlerine ulaşırlar bir bir.... belki... aman boşversene...
körünün korkuluğuna tırmandığımda saldım içimdeki içinde boğulduğum denizi..... bir hışımla hıçkırdım... boşaldı... ferahladım....
sonra....
sonra kendimi buldum..
kaybolmuştum..
denizim denize buluştuğunda...
kendim uzun bir yoldum aslında....
sonuna gelmiştim....
son bir teşekkürle hayatımdaki herşeye...
kendimi de saldım denize..... uçuyordum.. uçtukça kaçıyordum...
sonra kendimi buldum denizde.. denizimde.....
sonra..
sonra ne mi oldu...?
bendenim denizde kayboldu....
bulunmamacasına......
soğuk, karanlık pis bir otel odasında yalnız başına yaşayan bir ruh olmak ne kadar da kötü birşey.... bağırmak... çığlıklar atmak... ama sesini kimseye duyuramamak.... her gün gelen değişik yüzler... değişik hikayeler.. acılar, hüzünler...
dışarıdan bakıldığında 'bunun da problemi olur mu' diyebileceğiniz türden insanlar... güzel giyimli.. traşlı suratlar.. gel gör ki koltuğun altına sıkıştırılmış en ucuzundan şaraplar... yudum yudum içilir.. yavaş yavaş kendinden geçilir.. kim ne düşünceler dolaşıyordu milyonlarca beyin hücrelerinin arasında... hep bir merak.. hep bir iz bırakma tutkusu.. küflü duvarlara tırnaklarla yazı yazanlar... yatağın başucundaki kırık cam parçasını eline alıp... korkuyla bırakanlar....
belki...
belki dolaptaki ipten habersiz.. bir zamanlar benim soğuk ve donuk bedenimin sallandığı adi, ucuz ip..
şaşarım hep nasıl taşıdığını o ağırlığı o kadarcık ip parçasının...
odadaki tek taburenin üzerine çıkıp ipi tavana bağladığımda nasıl da ellerim titremişti... belki de kalbim titremişti... terkedilmişliğin verdiği acıyla... kendimi ona bağlamıştım... ona... sevgisine... sıcacık ellerine... ve beni yalnızlığımla başbaşa bıraktığında boşlukta kalmıştım.. kendimi attığım bu soğuk otel odasında kendimi bağlayacağım başka birşey arayacağımdan habersiz.. yudum yudum içmiştim köpeköldüreni... yudum yudum içtim geçmişi.....
en koptuğum anda... en korktuğum anda yalnızlıktan.... gözüme ilişen bir parça ip oldu....
düşünmeye fırsatım bile olmadı.. düşünmek istemedim belki de.. sadece kendimi bağlayacak birşey arıyordum ve buldum...
tabureye çıktım yavaşça.. ve titrek ellerle.. yaşlı gözlerle güzel bir düğüm attım ipe önce... ve sakin bağladım tavandaki kertiğe...
ipin sıcaklığını soğuk odada hissettiğim ilk yer boynumdu... tıpkı sıcacık elleri gibi....
son gözyaşım da süzülürken yanağımdan aşağıya.. ittim tabureyi... saldım kollarına kendimi.... her zaman yaptığı gibi nefessiz bırakmıştı beni... kollarında hep olduğu gibi kasıldı bedenim... ve her zmanakinden daha hissiz dışarı çıktı dilim....
artık sıcaktı.. sıcacıktı... oradaydım.. gülüyordum.. ölüyordum...
kaç kez ölüdrmüştü beni.. bir kez daha ölüyordum... ama bu sefer gülüyordum... fütursuzca...
çok kısa sürdü.. üzerinden iki gün geçmişti soğuk bedenimi bulduklarında... belli ki kaçamak yapmak için gelmiş bir çiftti... önce odaya kız girdi... neşeliydi.. gülüyordu... ama birden doldu kaldı... bir çığlık patlattı... karanlıkta yankılanan kulak tırmalayıcı tiz sesi herkesi ayağa kaldırmıştı... herkes.. herkes geldi...
önce bir bıçakla ipi kestiler.. çıkarttılar.. çok geç kaldıklarını anladılar.. biri çıkarttı ipi morarmış boğazımdan... fırlattı.. dolaba....
yerlerinden fırlamış gözlerim ve dışarı sarkmış dilimle öylece bakıyordum oysa ki ben onlara.. hafif bir gülümsemeyle...
çıkartıılar bedenmi...
unuttular beni...
o gün bugündür izlerim herkesi.. geleni gideni... uyarırım.. bağırırım.. duymaz beni kimse.. duyamaz...
ben o soğuk otel odasındaki hayalet...
hayat..
gerçek...
ölüm de....
Belkilerimi boncuk yaptım
Dizdim bir ipliğe
Uzun bir yol oldu
Kalbimden sensizliğe
çek çek bitmiyor...
nereye kadar?
seviyorum seni...
ekmeği tuza banıp
banıp yer gibi...
Yanlızlığım sana emanet
Ben aslında öyle bir şarkı yazmak isterdim ki
İçinde sen, ben ve sevmek yalnızca
Ninniler söyleyebilseydim
Uyusaydın kollarımda
Öyle bir şsk ki dokunsaydı sonsuza
Bu şarkıyı herkes söylemek isterdi
Ama kimse ayrılığa, ölüme, yağmura dur diyemedi
Bir gün kabalık edersem
Habersiz çekip gidersem
Yalnızlığım sana emanet
Çiçeklerimiz solmasın
Artık kaybetmek olmasın
Anılardan, baharlardan tüket
cappuchino...
yalan dostum aşk diye birşey yok
aşk dediğin üç günlük eğlence...
bilemedin beş gün sürsün
kapılıp da sürünen çok....
benim gibi.. :)