Fuat Köprülü 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Ayasofya Rüşdiyesi’ni ve Mercan İdadisi’ni bitirdikten sonra Hukuk Mektebi’ne devam etti (1907-1910) , burada özel Fransızca dersleri aldı. Ancak, asıl ilgisini çeken edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı.
1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Şiirlerini 1913’e kadar Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. Bu yıllarda “Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan” akımlarına karşıydı. 1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra Milli Edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. 1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine getirildi. Aynı yıl Bilgi dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı çıktı.
1919’da uluslar arası ün kazanmasını sağlayan ilk büyük yapıtı Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar’ı yayımlandı. 1923’te Edebiyat Fakültesi dekanı oldu, Türkiye Tarihi adlı kitabını çıkardı. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başladı, ünü giderek dünyaya yayıldı, birçok uluslar arası kongreye Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. 1931’de Türk Hukuk Tarihi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı; 1932-1934 arasında Divan Edebiyatı Antolojisi’ni çıkardı. 1933’te ordinaryüs profesör oldu, İstanbul Üniversitesi’nde birkaç kez dekanlık yaptı. 1934’te siyasete atılarak Kars milletvekili oldu. 1936-1941 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ’yle Siyasal Bilgiler Okulu’nda ders verdi. 1935’te, Paris’te Türk Tetkikleri Merkezi’nde verdiği konferansların toplamı olan Les Origines de L’Empire Otoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı. Heidelberg, Atina ve Sorbonne üniversitelerince onursal doktorluk sanı verilen, bilim kuruluşlarınca onur üyeliğine seçilen Köprülü 1941’den sonra İslam Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. 31 Mayıs 1935'te yapılan Genel Seçimlerde Kars Milletvekili oldu. 1943'e kadar hem Milletvekilliğine, hem de İstanbul ve Ankara Üniversitelerindeki görevlerine devam etti.
12 Haziran 1945'de siyasî yayınlarından dolayı CHP'den ihraç edildi. 7 Ocak 1946'da Celal Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti yi kurdu. Demokrat Parti iktidara gelince dışişleri bakanı oldu. 1956’ya kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında Türkiye’nin NATO’ya girişinde etkin rol oynadı. 5 Temmuz 1957'de Demokrat Partiden resmen istifa ederek aynı yıl Hürriyet Partisi ne girdi. 1960’tan sonra 6-7 Eylül Olaylarıyla ilişkilendirilerek tutuklandı, dört ay Yassıada’da kaldı. 27 Mayıs 1960’tan sonra Yeni Demokrat Parti yi kurdu. Ancak parti pek ilgi görmedi. Amblem olarak seçtiği 'Kıratı' Adalet Partisi ’ne bırakarak siyasi yaşamdan ayrıldı. Asıl yararlı çalışmalarını Türk Edebiyatı ve Türk Halk Edebiyatı araştırmaları oluşturur. Çok verimli bir araştırmacı olan Köprülü, ardında 1500ü aşkın kitap ve makale bırakmıştır.
Mehmet Fuat Köprülü 28 Haziran 1966’da İstanbul’da, bir trafik kazası sonucu, kaldırıldığı Baltalimanı Hastanesi’nde öldü. Çemberlitaş’taki Köprülü Türbesi’nde babasının yanına gömüldü.
İkimiz de hayatımızda ilk defa Paris’e gelmiştik. Ve havaalanında daha ilk adımımızı atar atmaz aşk şehrinin o büyülü havasına kendimizi kaptırmıştık. Nice zaman önce demiştim Paris için “bir gün gerçek aşkımı ölümsüzleştirmek istediğim yer” diye. Gelmiştik işte Hasret’imle aşkımızı ölümsüzleştirmeye.
Sarmaş dolaş çiftlerin bir mutluluk nehri gibi sokakları arasında dolaştığı bu büyülü şehirde ilk gittiğimiz yer eifell kulesiydi. Hasret’imin zaten tatlı olan öpücüğünü daha da tatlı kılan, aşkımızı ölümsüzleştiren o kulenin dibinde bir soluk gibi geçen kaç saat kaldık hatırlamıyorum... sonra o sevgi nehrinde kocaman bir damla olduk biz de.. adımladık tüm Paris sokaklarını...
Taa ki o çok meşhur müzede sarmaş dolaş gezinirken çıplak bir torsun yanında yok yere birbirimizi kırana kadar. Dilim kopsaydı da söylemeseydim dediğim o birkaç kelimeyi söyleyene kadar... “Seninle evlenmek istiyorum, hadi burada evlenelim...” oysa ben o büyüye kaptırmış kendimi, sevinç çığlıkları beklerken buz gibi oldu hava.. Hasret’im dediğim evlilik lafını duyunca tüm büyünün bozulduğunu söyledi... ve beni oracıkta, o torsun yanında tıpkı o heykel gibi elsiz kolsuz ve ruhsuz bırakıp gitti.
Mutluyuz hala Hasret’imle, beraberiz... ama şimdi ne zaman kolları bacakları olmayan bir tors görsem evlilik gelir aklıma.. ve kalakalırım... oracıkta...
Diskoda içilmiş iki biranın üstüne onun o küçük ama sevimli odasında ev yapımı tatlı şaraplarımızı yudumluyorduk... gürültünün ve alkolün etkisiyle zaten kendinden geçmiş ruhum, şarabın tadını ilk aldığı anda daha da kendini kaybetti. Öyle güzel, öyle tatlıydı ki... dudaklarım arasına aldığım her yudumda aslında tatmak istediğimin şarap olmadığını hissediyordum her bir hücremde. Birkaç gözyaşı döktüğümü hatırlıyorum dizlerinde, geçmişe ve beni üzenlere.. gereksizdi belki, belki hiç olmamalıydı... ama o gözyaşları ile silindi gitti geçmiş gözlerimden ve zihnimden... o gözyaşları.. ve sözleri cesaretlendirdi beni derinden. “SENİ SEVİYORUM”... dökülüverdi kelimeler dudaklarım arasından birden... önce bir şaşkınlık, sonrası sessizlik. Sonra.. sonra karşılık bulmuş duygular ve hasretten yanmış dudakların kavuşması.. karanlık geceyi bölen artık sadece tatlı gülüşler, yakıcı sevişler ve birbirine karışmış nefesler... hiç bitmesin dediğimiz.
Uzun bir gecenin ardından güneş daha yeni merhaba derken bize, onun sıcak öpücüğüyle uyandım.. gözlerimi açtığımda gördüm ki kendi evimdeyim.. gördüm ki ben sadece kendimleyim.. işte o an sonsuza kadar uyumak istedim...
çocukluğumda annemin çoraplarını katledip kendimce yapmaya çalıştığım, kaşı gözü yamuk ama saçları uzadıkça mutlu olduğum güzel birşey.. insan küçükken küçük şeylerden mutlu olabiliyormuş meğer diye de hatırlatıyor insana..
santa claus hristiyanların dinlerini daha cazip kılmak ve aslında diğerlerini yozlaştırmak için uydurduğu birisinden başka birşey değil. elbette öyle iyi biri var olmuş olabilir ama bize koca göbekli kırmızılı noel baba olarak tanıtılan adamı ben hiç sevmiyorum..
belirsizlik kuramının gerçekliğinin en acı tarafını ilişkilerinde yaşadığı belirsizlikle anlar insan.. öyle ki koskoca okyanusun ortasında pusulasız kalmış gibi olur.. ne bir yön ne bir ada.. kaçmak istesen de kaçamazsın. öylece kalakalırsın...
Fuat Köprülü 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Ayasofya Rüşdiyesi’ni ve Mercan İdadisi’ni bitirdikten sonra Hukuk Mektebi’ne devam etti (1907-1910) , burada özel Fransızca dersleri aldı. Ancak, asıl ilgisini çeken edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı.
1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Şiirlerini 1913’e kadar Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. Bu yıllarda “Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan” akımlarına karşıydı. 1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra Milli Edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. 1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine getirildi. Aynı yıl Bilgi dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı çıktı.
1919’da uluslar arası ün kazanmasını sağlayan ilk büyük yapıtı Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar’ı yayımlandı. 1923’te Edebiyat Fakültesi dekanı oldu, Türkiye Tarihi adlı kitabını çıkardı. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başladı, ünü giderek dünyaya yayıldı, birçok uluslar arası kongreye Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. 1931’de Türk Hukuk Tarihi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı; 1932-1934 arasında Divan Edebiyatı Antolojisi’ni çıkardı. 1933’te ordinaryüs profesör oldu, İstanbul Üniversitesi’nde birkaç kez dekanlık yaptı. 1934’te siyasete atılarak Kars milletvekili oldu. 1936-1941 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ’yle Siyasal Bilgiler Okulu’nda ders verdi. 1935’te, Paris’te Türk Tetkikleri Merkezi’nde verdiği konferansların toplamı olan Les Origines de L’Empire Otoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı. Heidelberg, Atina ve Sorbonne üniversitelerince onursal doktorluk sanı verilen, bilim kuruluşlarınca onur üyeliğine seçilen Köprülü 1941’den sonra İslam Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. 31 Mayıs 1935'te yapılan Genel Seçimlerde Kars Milletvekili oldu. 1943'e kadar hem Milletvekilliğine, hem de İstanbul ve Ankara Üniversitelerindeki görevlerine devam etti.
12 Haziran 1945'de siyasî yayınlarından dolayı CHP'den ihraç edildi. 7 Ocak 1946'da Celal Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti yi kurdu. Demokrat Parti iktidara gelince dışişleri bakanı oldu. 1956’ya kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında Türkiye’nin NATO’ya girişinde etkin rol oynadı. 5 Temmuz 1957'de Demokrat Partiden resmen istifa ederek aynı yıl Hürriyet Partisi ne girdi. 1960’tan sonra 6-7 Eylül Olaylarıyla ilişkilendirilerek tutuklandı, dört ay Yassıada’da kaldı. 27 Mayıs 1960’tan sonra Yeni Demokrat Parti yi kurdu. Ancak parti pek ilgi görmedi. Amblem olarak seçtiği 'Kıratı' Adalet Partisi ’ne bırakarak siyasi yaşamdan ayrıldı. Asıl yararlı çalışmalarını Türk Edebiyatı ve Türk Halk Edebiyatı araştırmaları oluşturur. Çok verimli bir araştırmacı olan Köprülü, ardında 1500ü aşkın kitap ve makale bırakmıştır.
Mehmet Fuat Köprülü 28 Haziran 1966’da İstanbul’da, bir trafik kazası sonucu, kaldırıldığı Baltalimanı Hastanesi’nde öldü. Çemberlitaş’taki Köprülü Türbesi’nde babasının yanına gömüldü.
İkimiz de hayatımızda ilk defa Paris’e gelmiştik. Ve havaalanında daha ilk adımımızı atar atmaz aşk şehrinin o büyülü havasına kendimizi kaptırmıştık. Nice zaman önce demiştim Paris için “bir gün gerçek aşkımı ölümsüzleştirmek istediğim yer” diye. Gelmiştik işte Hasret’imle aşkımızı ölümsüzleştirmeye.
Sarmaş dolaş çiftlerin bir mutluluk nehri gibi sokakları arasında dolaştığı bu büyülü şehirde ilk gittiğimiz yer eifell kulesiydi. Hasret’imin zaten tatlı olan öpücüğünü daha da tatlı kılan, aşkımızı ölümsüzleştiren o kulenin dibinde bir soluk gibi geçen kaç saat kaldık hatırlamıyorum... sonra o sevgi nehrinde kocaman bir damla olduk biz de.. adımladık tüm Paris sokaklarını...
Taa ki o çok meşhur müzede sarmaş dolaş gezinirken çıplak bir torsun yanında yok yere birbirimizi kırana kadar. Dilim kopsaydı da söylemeseydim dediğim o birkaç kelimeyi söyleyene kadar... “Seninle evlenmek istiyorum, hadi burada evlenelim...” oysa ben o büyüye kaptırmış kendimi, sevinç çığlıkları beklerken buz gibi oldu hava.. Hasret’im dediğim evlilik lafını duyunca tüm büyünün bozulduğunu söyledi... ve beni oracıkta, o torsun yanında tıpkı o heykel gibi elsiz kolsuz ve ruhsuz bırakıp gitti.
Mutluyuz hala Hasret’imle, beraberiz... ama şimdi ne zaman kolları bacakları olmayan bir tors görsem evlilik gelir aklıma.. ve kalakalırım... oracıkta...
kırıkkale ile sürekli karıştırdığım şirin bir trakya ilimiz...
Geri dön-ülmeyecek yollara girmemeli insan. Ya “geri dön” dedirtmeyecek şekilde olmalı bu gidiş.. ya da hiç gitmemeli.
Geri dön-ülmeyecek yollara göndermemeli insan kimseyi. Ya “geri dön” dememeli.. ya da hiç göndermemeli.
Diskoda içilmiş iki biranın üstüne onun o küçük ama sevimli odasında ev yapımı tatlı şaraplarımızı yudumluyorduk... gürültünün ve alkolün etkisiyle zaten kendinden geçmiş ruhum, şarabın tadını ilk aldığı anda daha da kendini kaybetti. Öyle güzel, öyle tatlıydı ki... dudaklarım arasına aldığım her yudumda aslında tatmak istediğimin şarap olmadığını hissediyordum her bir hücremde. Birkaç gözyaşı döktüğümü hatırlıyorum dizlerinde, geçmişe ve beni üzenlere.. gereksizdi belki, belki hiç olmamalıydı... ama o gözyaşları ile silindi gitti geçmiş gözlerimden ve zihnimden... o gözyaşları.. ve sözleri cesaretlendirdi beni derinden. “SENİ SEVİYORUM”... dökülüverdi kelimeler dudaklarım arasından birden... önce bir şaşkınlık, sonrası sessizlik. Sonra.. sonra karşılık bulmuş duygular ve hasretten yanmış dudakların kavuşması.. karanlık geceyi bölen artık sadece tatlı gülüşler, yakıcı sevişler ve birbirine karışmış nefesler... hiç bitmesin dediğimiz.
Uzun bir gecenin ardından güneş daha yeni merhaba derken bize, onun sıcak öpücüğüyle uyandım.. gözlerimi açtığımda gördüm ki kendi evimdeyim.. gördüm ki ben sadece kendimleyim.. işte o an sonsuza kadar uyumak istedim...
bir gün gerçek aşkımı ölümsüzleştirmek istediğim yer...
şahsen tanımadığım birisi.. ama buraya eklediklerine göre önemli biri olsa gerek. sevgiyle anıyoruz..
çocukluğumda annemin çoraplarını katledip kendimce yapmaya çalıştığım, kaşı gözü yamuk ama saçları uzadıkça mutlu olduğum güzel birşey.. insan küçükken küçük şeylerden mutlu olabiliyormuş meğer diye de hatırlatıyor insana..
santa claus hristiyanların dinlerini daha cazip kılmak ve aslında diğerlerini yozlaştırmak için uydurduğu birisinden başka birşey değil. elbette öyle iyi biri var olmuş olabilir ama bize koca göbekli kırmızılı noel baba olarak tanıtılan adamı ben hiç sevmiyorum..
belirsizlik kuramının gerçekliğinin en acı tarafını ilişkilerinde yaşadığı belirsizlikle anlar insan.. öyle ki koskoca okyanusun ortasında pusulasız kalmış gibi olur.. ne bir yön ne bir ada.. kaçmak istesen de kaçamazsın. öylece kalakalırsın...