bu na göre herkes marjınal bir tek bunlar dogrucu :) dogrucu ama tek dogrucu yani 'tez düze'
kendi ülkesini abd ye şikayet eden ilk ve tek başbakan ayrıca fanatik israil karşıtlıgından amerika için israile övgüler düzen ilk başbakan hakkında yargı dosyası bekleyen ilk başbakan gudbettin hikmetyar gibi uluslararası şeriatçılarla birlikte resim çektiren ilk ve tek başbakan....
her ilk bunlarda.... bunlar demokratsa bende HİTLERİM! :))
Baban diyor ki: 'Meserret çocukların, yalnız Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle; Fakat sevincinle Neler düşündürüyorsun, bilir misin? ...Babasız, Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi Sıyâh-ı mateme benzer terane-î îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir; Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin; Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet...Evet meserrettir Çocukların payı; lakin sevincinle Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor...Hâluk, dinle!
(Rübâb-ı Şikeste`den) Tevfik FİKRET
KUŞLARLA
Kuşlar uçar, Ben koşarım.' Onların kanatları var, Benim kanadım kollarım. Kuşlar kanadını çırpar, Ben de kolumu sallarım. Uçun kuşlar, uçun kuşlar, Hepinizle yarışım var.
Yılmaz Güney sinemasının beyne verdiği uyarıda saklanan iki önemli unsur ve çok tuhaf bir 'ayıklık' türü vardır: birincisi, Kant`tan beri Batı uygarlığı kötüyü, kötülüğü insanın içine, ruhuna, rüyalarına ve niyetlerine Protestanca, pek Protestanca dahil kılmıştır -kötülük ne bedendedir ne de dışarıdadır, bizdedir, ruhumuzdadır. Kötülüğü bir çevreye, insanların içinde yaşatıldığı ortamlara, doğaya ve dünyaya atfetmenin imkansız hale gelmesi için Batı uygarlığı elinden gelen her şeyi yapmıştır. Çünkü kapitalizme birlikte hayatın 'modern' yönetimi insanları ve nüfusları 'çevrelerini düzenleyerek', Foucault`nun gösterdiği gibi onlara okullar, hapishaneler, kentler, kışlalar, tımarhaneler, hastahaneler ve en önemlisi fabrikalar kurarak yönetmek istemektedir. Güney sineması, bir dizi öyküyü tek bir montaj toplamında birleştirerek, hapishaneyle 'dışarısının' tek ve aynı yer olduklarını, aynı katlanılamaz kapatmanın, dolayısıyla her yerde işleyen bir genel politik gerçekliğin ifadesi olduklarını gösterir bize. Ancak sinemada mümkün olan bir şey: insanlarını hapse tıkan bir ülkenin kendisi hapishanedir. Kahramanları ise 'ruhsal otomatlar' gibidirler - Yol`da, kahramanların en ilericisi, en bilinçli olanı ta baştan ona bir tren kompartımanında hısımlarından bir çocuk tarafından tattırılacak ölüme mahkum edilmiştir, öteki kahraman, feodal namus kuralları gereğince öldürmek zorunda olduğu karısını, öldürülmesi gereken yerde öldürmek üzere dev bir buz çölünü aşacaktır. Olay çizgilerinin toplamı, anlaşılabilir, hakkında bilinçleneceğiniz politik ve sosyal bütünlükten çok, asla anlaşılamaz olanı, katlanılamaz bir gerçekliği, üstelik bu gerçekliği yaşamın en 'özel' meselelerinden türeterek ifade etmektedir. Umut`ta, Sürü`de olduğu Yol`da da filmi klasik anlamda 'politik' kılan tek bir sloganla, tek bir 'politik mesajla' karşılaşmıyoruz. O halde sormak gerekir: Güney filmlerini, en azından sözkonusu üçlüyü 'politik' kılan, Türkiye`deki politik rejim tarafından yıllardır yasaklanmasını sağlayan unsur nedir acaba? -------- ```ilerci toplumun ilerici sanatçıları bu ülkede elbet unutulmayacaktır```...YILMAZ GÜNEY`İN GÖRMÜŞ OLDUGU BASKI VE YILMADIGI MÜCADELESİ DEVRİMCİ SİNEMASI GERÇEKTEN BU ÜLKEDE KAYDA GEÇECEK VE UNUTULMAYACAK BİR NİTELİK TAŞIR...
KENDİ AĞZINDAN YAŞAM ÖYKÜSÜ Bir sanatçı olarak 'Yılmaz Güney' diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün`dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında, Türkiye`de, bir güney şehri olan Adana`nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Hâlâ sağ... Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976`da ben Kayseri Cezaevi`ndeyken öldü. Mezarını göremedim... Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti. Liseyi Adana`da bitirdim. O yıllar Doruk adında bir sanat dergisi çıkardım. Sanata meraklıydım ve hikayeler yazıyordum. 1955`te bir hikayemden ötürü takibata uğradım. Hakkımda dava açıldı. 1957 yılında İstanbul`a, İktisat Fakültesi`nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955`ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta yedi buçuk yıl ağır hapis ve iki buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu, yeniden görülen mahkeme sonucu cezam bir buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım... Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık... Öğretmenlerimden biri zor`dur... 1961 Mayısı`nda cezaeviyle tanıştım. 1962 Aralığı`nda cezam bitti. Muhafazakarlığıyla ünlü Konya şehrine sürgüne gönderildim. Konya sınırlarından çıkamazdım. Her akşam polise imza vermeliydim. En çok imzayı polis defterine attım. 180 defa... 1968`de askere gittim. 1970 Nisan`ında döndüm. Hayatımdan çalınan iki yıl... 1971 Mayıs`ında on binlerce aydın, sanatçı, yazar gibi ben de gözaltına alındım. Hakkımda hiçbir delil yoktu. Sadece kuşku. Bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldım; resmi olmayan bir emirle, sözlü bir emirle ve tehditle Nevşehir`e üç aylığına yine sürgün edildim. Bu kez polise imzaya gitmiyordum, polis beni dıştan kolluyordu. 1972`de, Mart`ın 16`sında, devrimcilere yardım gerekçesiyle tutuklandım. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldım. Ecevit hükümetinin 1974 genel affıyla serbest bırakıldım. Bugün ise Ecevit cezaevindedir. 1974 Eylül`ünde, bir cinayet olayına adım karıştı ve 19 yıla mahkum edildim. Cezaevindeyken Güney adlı bir kültür-sanat dergisi çıkardım. Onüç sayı sonra sıkıyönetimin yeniden gelmesi üzerine, dergimiz kapatıldı ve hakkımda yazılarımdan ötürü on ayrı dava açıldı. Suçum, komünizm propagandası yapmak, milli duyguları zayıflatmak, halkı suç işlemeye teşvik etmek, suç sayılan fiileri övmek ve devletin içte ve dışta itibarını sarsmak... İstenen ceza toplamı yaklaşık 100 yıl... 1981 Ekim`inde, izinli çıktığım Isparta yarı-açık cezaevine dönmedim. Sonra da yurt dışına çıktım. 1981 Ekim`ine kadar, yaklaşık oniki yılımı çeşitli cezaevlerinde geçirdim. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanıdım Ülkemden ayrıldıktan sonra ilk aylarda üç davanın sonuçlandığını, sonuçta, toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası aldığımı öğrendim... Öbür davalarım devam etmekte; ancak henüz hangileri sonuçlandı, ne kadar daha ceza aldım, bilmiyorum...
YILMAZ GÜNEY`İN ESERLERİ
Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 - Dolandırıcılar Şahı, 1961 – Kara Şahin, 1964 – Mor Defter, 1964 – On Korkusuz Adam, 1964 – Yaralı Kartal, 1965 – Beyaz Atlı Adam, 1965 – Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 – Sokakta Kan Vardı, 1965 – Çirkin Kral, 1966 – Hudutların Kanunu, 1966 – Ve Silahlara Veda, 1966 – Yiğit Yaralı Olur, 1966 – Balatlı Arif, 1967 - İnce Cumali, 1967 – Kızılırmak Karakoyun, 1967 – Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 – Azrail Benim, 1968 – Kurşunların Kanunu, 1969 – Zeyno, 1970 – Namus ve Silah, 1971 – Sahtekar, 1972.
ŞİLİ HALK ŞAİRİ NERUDA ---- NAZIMA YAZMIŞ OLDUGU ŞİİR
````NÂZIM`A BİR GÜZ ÇELENGİ````
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız? Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar Düşerlerdi orada, uzakta, Yaşarken kendine seçtiğin Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa
Sana Şili`nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan Halkların kavgasını ve kavgamı benim Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun Dostluğumuzdan, bana ekmek olan, Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle Kuyu gibi kapkara zindanlardan Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları Ellerinde izi vardı eziyetlerin Hınç oklarını aradım gözlerinde Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin Yaralar ve ışıklar içinde
Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya. Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın, Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.
ilhan selçuk: fikir adamı aydınlanmanın az kalmış temsilcilerinden biri... her sabah köşesinden hayata daha bir umutla bakmayı ögreten düşünmesini bildiren düşündürürken bekttaşi fıkralarıyla en güzel mizahsal nesnelliği vurgulayan 'basın ' dediğimiz olaydan 'medya' sürecine girmiş bir türkiyede gazeteciliğin en güzel örneklerini sunan biri..aslen hukukçu ama hayatını hep toplumun sosyal sürecinin nasıl işletilmediğine dair sürekli yazılarında dile getiren biri...görmüş oldugum gerçek kemalistlerden biri.aydınlanma ile parlamanın bir ekol adı...
abimde eski kasetleri vardı küçüklükten bu yana dinlerdim..ve gerçekten fikret kızılokun büyük sade klasik bir sanatçı oldugunu aşık veysel ile birlikte söyledikleri şarkıları ve tüm hayatı. gerçek bir sanat adamı özel bir dinleyicisi vardır fikret kızılokun...'şimdi beni kurtar gönül' bunuda yagmurlu bir havada evde fikret kızılok eşliğinde dinlemekte kişiyi nerelere götürür ne anlamsız duygu yükler bilirmisiniz? :)
yahu bazen aklıma gelirde koskoca amerika kıtasının dibinde devrim onuru ile yıllardır mücadele eden ermperyalizme teslim olmayan bir yiğit kahraman.zamanımızda azıtan emperyalizm çagında ne mutlu ki yaşayan CASTRO LARIMIZ VAR..ne mutlu ona ne mutlu küba halkının onurlu mücadelesine..usa'ya karşı binlerce küba binlerce COMANDANTE.... fidel yoldaşlarına sevgilerle.....
12 eylül acımasızlıgının tipik bir kurbanı..yaşı bir gecede 17 'den 18 'e çıkarılarak asılan bir yiğit yurtsever genç.kimsede sormaz gayrı nedir bu? böyle demokrasimi olur? diye...ama kimse sormadı..soramazdıda zaten ne vicdan vardı ne 'sosyal devlet' ilkesi ne hukuk ne insanlık
genç yurtsever yiğit devrimci bu çocugun düşünceleri önünde saygı ve sevgi ile anıyorum..anan arkadaşlarada teşekkürlerimi sunuyorum...
' TÜRKİYEDE AMERİKA'YA KARŞI GELENLER MARJINAL GRUPLARDIR'
bu na göre herkes marjınal bir tek bunlar dogrucu :) dogrucu ama tek dogrucu yani 'tez düze'
kendi ülkesini abd ye şikayet eden ilk ve tek başbakan ayrıca fanatik israil karşıtlıgından amerika için israile övgüler düzen ilk başbakan
hakkında yargı dosyası bekleyen ilk başbakan
gudbettin hikmetyar gibi uluslararası şeriatçılarla birlikte resim çektiren
ilk ve tek başbakan....
her ilk bunlarda....
bunlar demokratsa
bende HİTLERİM! :))
HÂLUK`UN BAYRAMI
Baban diyor ki: 'Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin? ...Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyâh-ı mateme benzer terane-î îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet...Evet meserrettir
Çocukların payı; lakin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor...Hâluk, dinle!
(Rübâb-ı Şikeste`den)
Tevfik FİKRET
KUŞLARLA
Kuşlar uçar,
Ben koşarım.'
Onların kanatları var,
Benim kanadım kollarım.
Kuşlar kanadını çırpar,
Ben de kolumu sallarım.
Uçun kuşlar, uçun kuşlar,
Hepinizle yarışım var.
Tevfik FİKRET
DÜŞÜN ADAMI AYDINLANMIŞ ŞAİR
YAŞAR KEMAL BİR ÜNİVERSİTEDİR!
BİR KÜLTÜR PINARI,NE MUTLU BİR O KADAR KİTABIN EMEKÇİSİ
YAZARI...
Yılmaz Güney sinemasının beyne verdiği uyarıda saklanan iki önemli unsur ve çok tuhaf bir 'ayıklık' türü vardır: birincisi, Kant`tan beri Batı uygarlığı kötüyü, kötülüğü insanın içine, ruhuna, rüyalarına ve niyetlerine Protestanca, pek Protestanca dahil kılmıştır -kötülük ne bedendedir ne de dışarıdadır, bizdedir, ruhumuzdadır. Kötülüğü bir çevreye, insanların içinde yaşatıldığı ortamlara, doğaya ve dünyaya atfetmenin imkansız hale gelmesi için Batı uygarlığı elinden gelen her şeyi yapmıştır. Çünkü kapitalizme birlikte hayatın 'modern' yönetimi insanları ve nüfusları 'çevrelerini düzenleyerek', Foucault`nun gösterdiği gibi onlara okullar, hapishaneler, kentler, kışlalar, tımarhaneler, hastahaneler ve en önemlisi fabrikalar kurarak yönetmek istemektedir. Güney sineması, bir dizi öyküyü tek bir montaj toplamında birleştirerek, hapishaneyle 'dışarısının' tek ve aynı yer olduklarını, aynı katlanılamaz kapatmanın, dolayısıyla her yerde işleyen bir genel politik gerçekliğin ifadesi olduklarını gösterir bize. Ancak sinemada mümkün olan bir şey: insanlarını hapse tıkan bir ülkenin kendisi hapishanedir. Kahramanları ise 'ruhsal otomatlar' gibidirler - Yol`da, kahramanların en ilericisi, en bilinçli olanı ta baştan ona bir tren kompartımanında hısımlarından bir çocuk tarafından tattırılacak ölüme mahkum edilmiştir, öteki kahraman, feodal namus kuralları gereğince öldürmek zorunda olduğu karısını, öldürülmesi gereken yerde öldürmek üzere dev bir buz çölünü aşacaktır. Olay çizgilerinin toplamı, anlaşılabilir, hakkında bilinçleneceğiniz politik ve sosyal bütünlükten çok, asla anlaşılamaz olanı, katlanılamaz bir gerçekliği, üstelik bu gerçekliği yaşamın en 'özel' meselelerinden türeterek ifade etmektedir. Umut`ta, Sürü`de olduğu Yol`da da filmi klasik anlamda 'politik' kılan tek bir sloganla, tek bir 'politik mesajla' karşılaşmıyoruz. O halde sormak gerekir: Güney filmlerini, en azından sözkonusu üçlüyü 'politik' kılan, Türkiye`deki politik rejim tarafından yıllardır yasaklanmasını sağlayan unsur nedir acaba?
--------
```ilerci toplumun ilerici sanatçıları bu ülkede elbet unutulmayacaktır```...YILMAZ GÜNEY`İN GÖRMÜŞ OLDUGU BASKI VE YILMADIGI MÜCADELESİ DEVRİMCİ SİNEMASI GERÇEKTEN BU ÜLKEDE KAYDA GEÇECEK VE UNUTULMAYACAK BİR NİTELİK TAŞIR...
O GERÇEKTEN BİR ``ARKADAŞ``
-
KENDİ AĞZINDAN YAŞAM ÖYKÜSÜ
Bir sanatçı olarak 'Yılmaz Güney' diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün`dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir.
1937 yılında, Türkiye`de, bir güney şehri olan Adana`nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Hâlâ sağ... Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976`da ben Kayseri Cezaevi`ndeyken öldü. Mezarını göremedim...
Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti. Liseyi Adana`da bitirdim. O yıllar Doruk adında bir sanat dergisi çıkardım. Sanata meraklıydım ve hikayeler yazıyordum.
1955`te bir hikayemden ötürü takibata uğradım. Hakkımda dava açıldı.
1957 yılında İstanbul`a, İktisat Fakültesi`nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955`ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta yedi buçuk yıl ağır hapis ve iki buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu, yeniden görülen mahkeme sonucu cezam bir buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım...
Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık...
Öğretmenlerimden biri zor`dur... 1961 Mayısı`nda cezaeviyle tanıştım. 1962 Aralığı`nda cezam bitti. Muhafazakarlığıyla ünlü Konya şehrine sürgüne gönderildim. Konya sınırlarından çıkamazdım. Her akşam polise imza vermeliydim. En çok imzayı polis defterine attım. 180 defa...
1968`de askere gittim. 1970 Nisan`ında döndüm. Hayatımdan çalınan iki yıl...
1971 Mayıs`ında on binlerce aydın, sanatçı, yazar gibi ben de gözaltına alındım. Hakkımda hiçbir delil yoktu. Sadece kuşku.
Bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldım; resmi olmayan bir emirle, sözlü bir emirle ve tehditle Nevşehir`e üç aylığına yine sürgün edildim. Bu kez polise imzaya gitmiyordum, polis beni dıştan kolluyordu.
1972`de, Mart`ın 16`sında, devrimcilere yardım gerekçesiyle tutuklandım. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldım. Ecevit hükümetinin 1974 genel affıyla serbest bırakıldım. Bugün ise Ecevit cezaevindedir. 1974 Eylül`ünde, bir cinayet olayına adım karıştı ve 19 yıla mahkum edildim. Cezaevindeyken Güney adlı bir kültür-sanat dergisi çıkardım. Onüç sayı sonra sıkıyönetimin yeniden gelmesi üzerine, dergimiz kapatıldı ve hakkımda yazılarımdan ötürü on ayrı dava açıldı. Suçum, komünizm propagandası yapmak, milli duyguları zayıflatmak, halkı suç işlemeye teşvik etmek, suç sayılan fiileri övmek ve devletin içte ve dışta itibarını sarsmak... İstenen ceza toplamı yaklaşık 100 yıl... 1981 Ekim`inde, izinli çıktığım Isparta yarı-açık cezaevine dönmedim. Sonra da yurt dışına çıktım. 1981 Ekim`ine kadar, yaklaşık oniki yılımı çeşitli cezaevlerinde geçirdim. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanıdım Ülkemden ayrıldıktan sonra ilk aylarda üç davanın sonuçlandığını, sonuçta, toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası aldığımı öğrendim... Öbür davalarım devam etmekte; ancak henüz hangileri sonuçlandı, ne kadar daha ceza aldım, bilmiyorum...
YILMAZ GÜNEY`İN ESERLERİ
Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 - Dolandırıcılar Şahı, 1961 – Kara Şahin, 1964 – Mor Defter, 1964 – On Korkusuz Adam, 1964 – Yaralı Kartal, 1965 – Beyaz Atlı Adam, 1965 – Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 – Sokakta Kan Vardı, 1965 – Çirkin Kral, 1966 – Hudutların Kanunu, 1966 – Ve Silahlara Veda, 1966 – Yiğit Yaralı Olur, 1966 – Balatlı Arif, 1967 - İnce Cumali, 1967 – Kızılırmak Karakoyun, 1967 – Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 – Azrail Benim, 1968 – Kurşunların Kanunu, 1969 – Zeyno, 1970 – Namus ve Silah, 1971 – Sahtekar, 1972.
Senaryosunu Yazıp Yönettiği Filmler: Bu Vatanın Çocukları, 1959 – Alageyik, 1959 – Kamalı Zeybek, 1964 – Konyakçı, 1965 – Krallar Kralı, 1965 – At, Avrat, Silah, 1966 – Eşrefpaşalı, 1966 – Çirkin Kral Affetmez, 1967 – Belanın Yedi Türlüsü, 1969 – Piyade Osman, 1970 – Sevgili Muhafızım, 1970 – Şeytan Kayalıkları, 1970 – İbret, 1971.
Senaryosunu Yazdığı Filmler: Karacaoğlan’ın Karasevdası, 1959 – Endişe, 1974 – İzin, 1975 – Bir Gün Mutlaka, 1975 – Sürü, 1978 – Düşman, 1979 – Yol, 1982.
Senaryosunu Yazdığı, Yönettiği ve Oynadığı Filmler: Bendim Adım Kerim, 1967 – Pire Nuri, 1968 – Seyit Han, 1968 – Aç Kurtlar, 1969 - Bir Çirkin Adam, 1969 – Umut, 1970 – Kaçaklar, 1971 – Vurguncular, 1971 – Yarın Son Gündür, 1971 – Umutsuzlar, 1971 – Acı, 1971 – Ağıt, 1971 – Baba, 1971 – Arkadaş, 1974 - Zavallılar, 1975.
Senaryosunu Yazdığı ve Yönettiği Film: Le Mur, 1983.
Kitapları: Boynu Bükük Öldüler, 1971 – Hücrem, 1975 – Salpa, 1975 – Sanık, 1975 – Selimiye Mektupları, 1975 – Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, 1977 – Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir? , 1977 – Faşizm Üzerine, 1979 – Paris Komünü Üzerine, 1979, Oğluma Hikayeler, 1979.
ŞİLİ HALK ŞAİRİ NERUDA
----
NAZIMA YAZMIŞ OLDUGU ŞİİR
````NÂZIM`A BİR GÜZ ÇELENGİ````
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız
şimdi
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek
miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın
bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta,
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa
Sana Şili`nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım
sensiz
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden
yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde
Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.
Pablo NERUDA
Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU
NAZIMCA NE GÜZEL BİR DÜNYA DÜŞÜNÜLÜR!
ilhan selçuk: fikir adamı aydınlanmanın az kalmış temsilcilerinden biri...
her sabah köşesinden hayata daha bir umutla bakmayı ögreten düşünmesini bildiren düşündürürken bekttaşi fıkralarıyla en güzel mizahsal nesnelliği vurgulayan 'basın ' dediğimiz olaydan 'medya' sürecine girmiş bir türkiyede gazeteciliğin en güzel örneklerini sunan biri..aslen hukukçu ama hayatını hep toplumun sosyal sürecinin nasıl işletilmediğine dair sürekli yazılarında dile getiren biri...görmüş oldugum
gerçek kemalistlerden biri.aydınlanma ile parlamanın bir ekol adı...
her sabah onu okurken daha bir demokratlaşıyorum!
abimde eski kasetleri vardı küçüklükten bu yana dinlerdim..ve gerçekten fikret kızılokun büyük sade klasik bir sanatçı oldugunu aşık veysel ile birlikte söyledikleri şarkıları ve tüm hayatı. gerçek bir sanat adamı
özel bir dinleyicisi vardır fikret kızılokun...'şimdi beni kurtar gönül'
bunuda yagmurlu bir havada evde fikret kızılok eşliğinde dinlemekte
kişiyi nerelere götürür ne anlamsız duygu yükler bilirmisiniz? :)
yahu bazen aklıma gelirde koskoca amerika kıtasının dibinde devrim onuru ile yıllardır mücadele eden ermperyalizme teslim olmayan bir yiğit kahraman.zamanımızda azıtan emperyalizm çagında ne mutlu ki yaşayan CASTRO LARIMIZ VAR..ne mutlu ona ne mutlu küba halkının onurlu mücadelesine..usa'ya karşı binlerce küba binlerce COMANDANTE.... fidel yoldaşlarına sevgilerle.....
12 eylül acımasızlıgının tipik bir kurbanı..yaşı bir gecede 17 'den 18 'e çıkarılarak asılan bir yiğit yurtsever genç.kimsede sormaz gayrı nedir bu? böyle demokrasimi olur? diye...ama kimse sormadı..soramazdıda zaten ne vicdan vardı ne 'sosyal devlet' ilkesi ne hukuk ne insanlık
genç yurtsever yiğit devrimci bu çocugun düşünceleri önünde saygı ve sevgi ile anıyorum..anan arkadaşlarada teşekkürlerimi sunuyorum...