Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Fikret Kılıç
Fikret Kılıç

İLMİN CEVHERİNİ EHLİNDEN MEN ETMEYİN, İLMİN CEVHERİNİN EHLİNE ZULMETMİŞ OLURSUNUZ. İLMİN CEVHERİNİ EHLİNDEN OLMAYANLARA VERMEYİNİZ, AKSİ TAKDİRDE İLMİN CEVHERİNE ZULMETMİŞ OLURSUNUZ.

  • nusayri19.03.2010 - 18:32

    NUSAYRİLER (ARAP ALEVİLERİ)

    Alevilik; kaynağını Kur’an’dan alan, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) hadisleri ve Ehlibeyt imamlarının (a.s.) öğretileriyle şekillenen İslam’ın özüdür, sırat-ı müstakimdir. Yani doğru ve hak olan yoldur.
    Alevilik, Hz. Ali’nin (a.s.) taraftarı (Şiası) olmak demektir. Onun taraftarı olmak demek Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) taraftarı olmak demektir; yani Allah’ın taraftarı olmak demektir. Hz. Muhammed (s.a.a.v.) hadis-i şerifte “Her kim Ali’yi severse, beni sevmiş olur; beni seven de Allah’ı sevmiş olur. Ali’ye kim düşmanlık ederse bana düşmanlık etmiş olur.” diye buyurmaktadır. Kur’an, Allah’ın (c.c.) kelamı; Hz. Muhammed (s.a.a.v.) Kuran’ın dili, Hz. Ali (a.s.) de konuşan Kur’an’dır. Hadis-i şerifte “Kuran Ali’yle, Ali de Kur’an’la beraberdir. Kıyamet Günü’ne kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır.” diye buyrulmaktadır. Hz. Ali (a.s.) Sıffin’de bir hutbesinde “Konuşan Kur’an benim.” diye buyurmuştur. Kısaca Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.a.v.) ve Hz. Ali (Ehlibeyt) (a.s) birbirini destekleyen, insanın doğru yolda yürümesini sağlayan ana kaynaklardır. Alevilik bu kaynaklara dayandığından hak yoldur.
    “Alevilik” Hz. Ali’ye bağlılıktır, Hz. Ali’nin yandaşı olmaktır, Hz. Ali’yi sevmektir, Hz. Ali’yi yüceltmektir. Bu bakımdan ilk Alevi Hz. Muhammed’dir. Çünkü Alevilik; Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye olan sevgi, bağlılık ve telkinleriyle oluştu. İslam diniyle beraber Aleviliğin tohumları ekildi.

    Din: Semavi dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli, yüce Allah’ın kullarına hidayet için gönderdiği son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) bildirdiği “İSLAM’dır.” Allah’ın yanında din İSLAM’dır” (Ali İmran 19) “Kim İslam’dan başka bir din ararsa onun dini asla kabul olunmayacak. O, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran 85)
    İslam: İki şahadete ikrar etmektir. “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedu enne Muhammeden Resûlullah” Ve Hz. Peygamber’e (s.a.a.v) , Yüce Allah tarafından emredileni tatbik etmektir.
    İman: Yüce Alah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, ölümden sonra tekrar dirilmeye, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna kayıtsız şartsız inanmaktır. Bunun yanında Nusayrilerin inancında usul beştir. Tevhid, adalet, peygamberlik, imamet ve dirilmedir. Bunları tahmin ve taklitle değil; delillerle, Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber ve Ehlibeyt'in hadisleriyle bilmek gerekir.
    1-Tevhid: Nusayrilerin İnancında, bütün âlemi Allah yaratmıştır. Allah yalnız ve tektir, ortağı yoktur. “Onun hiçbir benzeri yoktur. Hem o işitir ve görür.” (Şuvra 11) Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamberine: “Deki; O Allah Tektir. Ululuk onda nihayet bulmuştur. Doğmamış, doğurulmamıştır. Onun hiçbir eşi de yoktur.”(İhlas Suresi)
    2- Adalet:Yüce Allah âdildir, hiç kimseye zulüm etmez. “Senin Rabbin hiçbir yerde zulüm etmez.” (Kehf 49) Adaletinin ispatı için de insanlara yalnız ıslahları için emir verir, kötülüklere uğramamaları için de yasak koyar “Her kim iyi iş işlerse kendisi için işler, her kim kötülük yaparsa yine kendine eder, Rabbin kulları hakkında asla zalim değildir.”(Fussilet 46)
    3- Peygamberlik:Nusayri inancında, yüce Allah, lütuf ve adaletinden doğru yoldan sapmamaları için kullarına peygamberler gönderdi. Peygamberlerin ilki Hz. Adem’dir. Sonuncusu da Abdullah oğlu Hz. Muhammed’dir.
    4- İmamet:İnsanların maslahatları için yüce Allah imamlara ilahî bir makam verdi. Her bir Peygamber vefatından önce kendisine bir vasi tayin etti. Peygamberlerin sonuncusu olan peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a.v) kendisi için on iki vasi tayin etti. “Benden sonra 12 halife olacaktır, hepsi Kureyşten dir.” (Sahihi Buhari 8/105 Sahihi Müslim 3/1452) Bu imamlar, Peygamberin ümmetine bıraktığı dinî hükümlerin değiştirilmesini ve usulleriyle oynanmasını önlemek için yüce Allah’ın emriyle makam aldı. Yüce Allah İmamları tıpkı peygamberler gibi, insanların kendilerine inanmaları ve tutunmaları için yanılmaktan, hata yapmaktan ve günah işlemekten masum kıldı ve inanırız ki; son zamanda son imam Muhammed el-Mehdi gelecek ve dünyayı nasıl zulüm ve çirkinliklerle dolduysa, adalet ve merhametle dolduracaktır.
    5- Mead (Dirilme) : Yüce Allah iyilik yapanı iyilikle mükâfatlandırıp, kötülük yapanı da kötülükle cezalandırması için insanları kabirden kaldıracaktır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de kıyamet gelecektir. Onun kopmasında şüphe götürecek hiçbir şey yoktur. Allah kabirdekileri kaldıracaktır.”(Hac 7) Yine Kur’an-ı Kerim’de Her kim zerre ağırlığında hayır işlerse onu görecek, zerre ağırlığında şer işleyen de onu görecektir.” (Zilzel 7-8) Nusayrilerin, Kur’an-ı Kerim’de geçen her kelime ve ayete inancı tamdır. “Ey Rabbimiz! Bize indirdiğin kitaba inandık, Resule de uyduk, bu hâlde bizi şahitler ile beraber yaz.” (Ali İmran 53) Bu beş madde altında topladığımız ana din usulünde filizler (furu-uddiyn) de vardır. Bunlar;
    1- Namaz Kılmak: Günde beş vakit namaz kılmaktır. Vakitleri; öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabahtır. Bu beş vaktin farz rekâtları on yedidir. Yolculuk ve zaruretler de dört rekâtlı namazlar, iki rekât olarak kılınabilir. İsteğe bağlı rekâtlar ise otuz dörttür. Bunlar (Nafile) sünnettir.
    2-Oruç Tutmak: Her yıl mübarek Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’in emrettiği şekilde otuz gün oruç tutmaktır.
    3- Zekât Vermek: Yılda bir defaya mahsus her kişi malının zekâtını ehline vermesidir. Miktarı gelirinin yüzde beşidir.
    4- Hacca Gitmek: İmkânlar çerçevesinde maddî, manevî ve yol emniyeti olması durumunda ömürde bir defa Mekke’ye gidip Beytullahıl Haram’ı ziyaret ve tavaf etmektir.
    5- Cihad: İslam dinini müdafaa etmek, bilmek, öğrenmek, öğretmek ve peygamberlerin izini takip etmektir.
    6- Marufa Emir (El-emru bil maruf) : Her Müslüman kadın-erkek kendi hükmünde olabilecek Müslümanları (ailesi ve yakınları) iyi ve hayırlı işler görmeye davet etmektir.
    7- Münkerlere Yasak (En-nehy anil münker) : İnsanları kötü işlerden alıkoymak, haramdan sakınmaya davet etmektir.
    8- Elvela: Yüce Allah’ın tek olduğuna, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) onun peygamberi olduğuna inanmak ve Ehlibeyt imamlarına velayet (bağlılık) etmek ve velayet edenine de veli (kardeşlik) olmaktır. Hz. Muhammed (s.a.a.v) “Mümine vazife olan şey Allah’ın velisini bilip ona velayet etmek, düşmanını bilip de düşmanlık etmektir” buyurmuştur.
    9- El-bera: Yüce Allah’a, Allah’ın Peygamberine, Peygamberinin Ehlibeytine ve imamlara düşmanlık eden herkesi düşman bilmek ve benliğimizi onlardan arındırmaktır. Yukarıda yazdığımız gibi dine olan itikadımız Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’de geçtiği gibidir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. “Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussılet 42)

    İSLAMIN ŞARTLARI
    Hz. Peygamberimizin hadislerinde Hz. Ali’nin şiası (taraftarı) olarak adlandırılmışız. Hz. Muhammed’den (s.a.a.v.) sonra “Alevi” ismi Hz. Ali’nin yandaşlarına (Şiası) verildi. İslam’ı sevenler İslam’ın şartlarını Hz. Ali ile yerine getirmekten büyük haz duymuşlardır. Hz. Ali, Hz. Peygamberden sonra İslam’ın kurallarını hatasız şekilde yaymıştır. Birçok rivayette İslam’ı sevenler namaz kılmayı Hz. Ali’den öğrenmek istemişlerdir. Namaz kılmaktan zevk almak isteyenler de Hz. Ali ile namaz kılmışlardır. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara farz kıldığı ve tediyesini emrettiği vecibelere ‘İslam’ın Şartları’ denmiştir. Bu İslamî şartlar beştir. Aşağıda gösterilen farzlar birinin edası durumunda, eda eden kişinin Müslüman olduğuna işaret eden şartlardır.

    İSLAMIN BEŞ ŞARTI
    Bu beş farizadan birini veya hepsini ancak Müslüman olan biri eda eder.
    1- Kelime-i şahadet getirmek
    2- Namaz kılmak
    3- Oruç tutmak
    4- Hacca gitmek
    5- Zekât vermek

    1-Kelime-i şahadet: “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü ” (“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim”)
    2-Namaz kılmak: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın şartlarının en önemlisidir. Hz. Muhammed’le (s.a.a.v) ilk namaz kılan Hz. Ali’dir. Kur’an-ı Kerim’de “Namazı dosdoğru kılın, zekat verin, rüku edenler ile beraber rüku edin” (El bakara, 43) der. Ve Kur’an-ı Kerim’de namaza işaret eden ayetler elliden fazladır.
    3-Oruç tutmak: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın şartlarından biridir. Ramazan ayında oruç tutmak Kur’an-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç nasıl farz edilmiş ise maziden sakınasınız diye size de öyle farz kılındı.” (El barka 183.) Oruç, Bakara suresinin 185-187. ayetlerinde de zikredilmektedir.
    4 - Hacca gitmek: Yüce Allah’ın ömürde bir defa maddi ve manevi gücü olana farz kıldığı İslam’ın şartlarından biridir. Kur’an-ı Kerim’de “Hac” İbadeti için Ali İmran suresinin 97. Ayetinde “Onda apaçık işaretler ve İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvenlikte olur. Hac için bir yol bulabilenin Beyti ziyaret etmesi ise, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. İnkâr edenlere gelince, Allah'ın âlemlerde hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” diye buyurmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “Hac” konusunda ondan fazla ayet vardır.
    5 - Zekât vermek: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın bir şartıdır. Müslüman’ın malından gelirinin yüzde beşini zekât vermesidir. Kur’an-ı Kerim’de: “Namazı dosdoğru kılın, zekât verin, nefsiniz için evvelce ne hayır gönderirseniz onu da Allah’ın yanında bulursunuz.” (El bakara 110) Kur’an-ı Kerim’de zekâtla ilgili yirmi beşten fazla ayet vardır. Burada İslam’ın beş farzı özetle zikredilmiştir.

    İşte Nusayri bu inancı yaşayanlardır.

  • kelime-i şehadet05.04.2009 - 19:15

    EŞHEDÜ EN LÂ İLÂHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESULULLAH

  • islam21.12.2008 - 21:41

    İslam tarihinde birçok mesele vardır ki; başlangıçta büyük ihtilaflar doğurmuş ve uğruna kanlar dökülmüştür. Neticede ağır basan taraf (güçlü olan taraf) kazanmıştır. İşte Ehlibeyt meselesi, işte namaz ve oruç meselesi, Şiilik ve Sünnilik meselesi...
    Kıble, hac vs. bütün bunlar anlayış farklarından, Kerim’i ve hadisleri tefsir tarzından ileri gelmiştir.”

    Halil Öztoprak, Alevilerde ibadet için şöyle diyor:
    “Aleviler de Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in emirlerine uymakta ve ona göre ibadet etmektedirler. Ayrılık sadece ibadet ve itaatın şeklindedir.”(s.4)


    Halil Öztoprak, ibadetin evlerin dışında, açıkta yapılmasının Kur’an tarafından yasaklandığını, bunun gösteriş olduğunu yazıyor. Kaynak olarak da Maun suresinin Tefsiri-Tıbyan’dan aktarmasını gösteriyor:

    “Şiddetli Cehennem azabı ol açıktan açığa namaz kılan aynacılar içindir ki, ellere Müslümanlık ve sofuluk göstermek için selamet vs. tenha yerleri terkedip namazı aşikâr kılarlar. Bunlar cemaattir ki, namaz deyu bütün işledikleri amel ve ibadetleri Allah için olmayıp dünya menfaatlerini kazanmak için halkın gözüne sofu ve Müslüman gözükmeleri içindir.”(s.17)

    Ayrıca Halil Öztoprak, İslam’da ibadetin camide yapılması şartının olmadığını,
    ibadetin evlerde yapılmasının dinin kuralları arasında olduğunu iddia ediyor. Kaynak olarak, Tövbe suresinin 108. ayetini veriyor, Alevilerin camilere gitmemesini de buna bağlıyor.

    Tövbe suresi, 108. ayet:

    “Müminlere zarar vermek ve gönüllerindeki saklı duran düşmanlığı kuvvetlendirmek için namaz kılmaya mescid meydana getirdiler. Bunlar Müslüman olmadan önce Hz. Muhammed’le harbeden münafıklardır. Müminlerin arasını açmayı, onları birbirlerine düşürmeyi akıllarına koymuşlardı. Ya Muhammed, Müslümanlar seninle birlikte namaz kılsın ve zikretsin diye böyle geniş mescid, cami yaptık derler. Allahu Taala şahitlik eder ki onlar yeminlerinde yalandır.”(s.21)

    Tövbe suresinin 109. ayeti:
    “Ya Muhammed kalkma ve ol mescidlerde ebediyen namaza durma. Evvelce Allah korkusu üzerine yapılan mescidi evvelde Hakka ibadet haklı ve lazım bir ibadetti.”(s.21)
    Halil Öztoprak’ın bütün bu konularla ilgili yorumu ise şöyledir:“Hakiki Müslümanlık, Kur’an’da yazılı olduğu gibi, camisiz, minaresiz olarak, huzuru kalb ile Allah’a inanmak ve daimi ibadet etmektir.”(s.23)
    Halil Öztoprak, bir hadisi Nebevi’den şu aktarmayı yapıyor:

    “Sen başka camilere yakın olma. Kalp camiiden Allah’a yalvar.”

    Arkasından da namazın camide değil, evlerde kılınmasının Kur’an’da farz edildiğine dair, Nur suresinin 36. ayetini bize aktarıyor:

    “Ya Muhammed, kendi evlerinde ibadet edenleri Allah Teala tarafından tazim olunup sevap derecelerinin yükselmelerine izin verip emreyledi. Onlar şoy güruhtur ki evlerinde Allah u Teala’ya ibadet zikri tesbih edenlerdir...”(s.24

    Halil Öztoprak, Kabe konusunda ise, “Şahsivaril İslam” adlı tarih kitabından alıntı ile şu görüşlere yer veriyor:

    “Kabeyi ziyaret İslama mahsus bir ibadet değildir. İslam dini çıkmadan önce putperestler zamanında Arabistan Yarımadası putperestleri, Kabe’ye hürmet beslerler ve ziyaret ederlerdi. Mekke ortasındaki Haceri Semavi (Yani Hacer-ül Esved) taşının etrafına toplanıp secdeye kapanırlardı. Burada, Kudüs ve Yunan putperestlerinden öğrendikleri üzere kurbanlar keserler.”(s.25)

    Halil Öztoprak, Hacer-ül Esved’in etrafına toplanıp secde etmenin “cahiliye devri”ne ait bir adet olduğunu ve Hz. Muhammed tarafından bu ziyaretlerin kaldırıldığına ait Kur’an’da ayetler olduğunu yazıyor. Arkasından da, Suretil Bakar’ın 115. ayetini bize aktarıyor:

    “Güneşin doğup battığı yerlerin cümlesi Allah Teala mülküdür; hangi tarafa yüz döndürür iseniz Allahü Taala ibadet tarafı orasıdır.”(s.34)

    Sonra da şöyle yazıyor:
    “Allaha yalvarmak için her taraf kıbledir. İbadet esnasında Hacer-ül Esved gibi belli bir noktayı ve bir şehri daimi olarak kıble kabul etmek o nokta veya şehri putlaştırmak gibi bir şey olur.”(s.35)

  • cuma namazı21.12.2008 - 21:39

    İslam tarihinde birçok mesele vardır ki; başlangıçta büyük ihtilaflar doğurmuş ve uğruna kanlar dökülmüştür. Neticede ağır basan taraf (güçlü olan taraf) kazanmıştır. İşte Ehlibeyt meselesi, işte namaz ve oruç meselesi, Şiilik ve Sünnilik meselesi...
    Kıble, hac vs. bütün bunlar anlayış farklarından, Kerim’i ve hadisleri tefsir tarzından ileri gelmiştir.”

    Halil Öztoprak, Alevilerde ibadet için şöyle diyor:
    “Aleviler de Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in emirlerine uymakta ve ona göre ibadet etmektedirler. Ayrılık sadece ibadet ve itaatın şeklindedir.”(s.4)


    Halil Öztoprak, ibadetin evlerin dışında, açıkta yapılmasının Kur’an tarafından yasaklandığını, bunun gösteriş olduğunu yazıyor. Kaynak olarak da Maun suresinin Tefsiri-Tıbyan’dan aktarmasını gösteriyor:

    “Şiddetli Cehennem azabı ol açıktan açığa namaz kılan aynacılar içindir ki, ellere Müslümanlık ve sofuluk göstermek için selamet vs. tenha yerleri terkedip namazı aşikâr kılarlar. Bunlar cemaattir ki, namaz deyu bütün işledikleri amel ve ibadetleri Allah için olmayıp dünya menfaatlerini kazanmak için halkın gözüne sofu ve Müslüman gözükmeleri içindir.”(s.17)

    Ayrıca Halil Öztoprak, İslam’da ibadetin camide yapılması şartının olmadığını,
    ibadetin evlerde yapılmasının dinin kuralları arasında olduğunu iddia ediyor. Kaynak olarak, Tövbe suresinin 108. ayetini veriyor, Alevilerin camilere gitmemesini de buna bağlıyor.

    Tövbe suresi, 108. ayet:

    “Müminlere zarar vermek ve gönüllerindeki saklı duran düşmanlığı kuvvetlendirmek için namaz kılmaya mescid meydana getirdiler. Bunlar Müslüman olmadan önce Hz. Muhammed’le harbeden münafıklardır. Müminlerin arasını açmayı, onları birbirlerine düşürmeyi akıllarına koymuşlardı. Ya Muhammed, Müslümanlar seninle birlikte namaz kılsın ve zikretsin diye böyle geniş mescid, cami yaptık derler. Allahu Taala şahitlik eder ki onlar yeminlerinde yalandır.”(s.21)

    Tövbe suresinin 109. ayeti:
    “Ya Muhammed kalkma ve ol mescidlerde ebediyen namaza durma. Evvelce Allah korkusu üzerine yapılan mescidi evvelde Hakka ibadet haklı ve lazım bir ibadetti.”(s.21)
    Halil Öztoprak’ın bütün bu konularla ilgili yorumu ise şöyledir:“Hakiki Müslümanlık, Kur’an’da yazılı olduğu gibi, camisiz, minaresiz olarak, huzuru kalb ile Allah’a inanmak ve daimi ibadet etmektir.”(s.23)
    Halil Öztoprak, bir hadisi Nebevi’den şu aktarmayı yapıyor:

    “Sen başka camilere yakın olma. Kalp camiiden Allah’a yalvar.”

    Arkasından da namazın camide değil, evlerde kılınmasının Kur’an’da farz edildiğine dair, Nur suresinin 36. ayetini bize aktarıyor:

    “Ya Muhammed, kendi evlerinde ibadet edenleri Allah Teala tarafından tazim olunup sevap derecelerinin yükselmelerine izin verip emreyledi. Onlar şoy güruhtur ki evlerinde Allah u Teala’ya ibadet zikri tesbih edenlerdir...”(s.24

    Halil Öztoprak, Kabe konusunda ise, “Şahsivaril İslam” adlı tarih kitabından alıntı ile şu görüşlere yer veriyor:

    “Kabeyi ziyaret İslama mahsus bir ibadet değildir. İslam dini çıkmadan önce putperestler zamanında Arabistan Yarımadası putperestleri, Kabe’ye hürmet beslerler ve ziyaret ederlerdi. Mekke ortasındaki Haceri Semavi (Yani Hacer-ül Esved) taşının etrafına toplanıp secdeye kapanırlardı. Burada, Kudüs ve Yunan putperestlerinden öğrendikleri üzere kurbanlar keserler.”(s.25)

    Halil Öztoprak, Hacer-ül Esved’in etrafına toplanıp secde etmenin “cahiliye devri”ne ait bir adet olduğunu ve Hz. Muhammed tarafından bu ziyaretlerin kaldırıldığına ait Kur’an’da ayetler olduğunu yazıyor. Arkasından da, Suretil Bakar’ın 115. ayetini bize aktarıyor:

    “Güneşin doğup battığı yerlerin cümlesi Allah Teala mülküdür; hangi tarafa yüz döndürür iseniz Allahü Taala ibadet tarafı orasıdır.”(s.34)

    Sonra da şöyle yazıyor:
    “Allaha yalvarmak için her taraf kıbledir. İbadet esnasında Hacer-ül Esved gibi belli bir noktayı ve bir şehri daimi olarak kıble kabul etmek o nokta veya şehri putlaştırmak gibi bir şey olur.”(s.35)

  • cami21.12.2008 - 21:38

    İslam tarihinde birçok mesele vardır ki; başlangıçta büyük ihtilaflar doğurmuş ve uğruna kanlar dökülmüştür. Neticede ağır basan taraf (güçlü olan taraf) kazanmıştır. İşte Ehlibeyt meselesi, işte namaz ve oruç meselesi, Şiilik ve Sünnilik meselesi...
    Kıble, hac vs. bütün bunlar anlayış farklarından, Kerim’i ve hadisleri tefsir tarzından ileri gelmiştir.”

    Halil Öztoprak, Alevilerde ibadet için şöyle diyor:
    “Aleviler de Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in emirlerine uymakta ve ona göre ibadet etmektedirler. Ayrılık sadece ibadet ve itaatın şeklindedir.”(s.4)


    Halil Öztoprak, ibadetin evlerin dışında, açıkta yapılmasının Kur’an tarafından yasaklandığını, bunun gösteriş olduğunu yazıyor. Kaynak olarak da Maun suresinin Tefsiri-Tıbyan’dan aktarmasını gösteriyor:

    “Şiddetli Cehennem azabı ol açıktan açığa namaz kılan aynacılar içindir ki, ellere Müslümanlık ve sofuluk göstermek için selamet vs. tenha yerleri terkedip namazı aşikâr kılarlar. Bunlar cemaattir ki, namaz deyu bütün işledikleri amel ve ibadetleri Allah için olmayıp dünya menfaatlerini kazanmak için halkın gözüne sofu ve Müslüman gözükmeleri içindir.”(s.17)

    Ayrıca Halil Öztoprak, İslam’da ibadetin camide yapılması şartının olmadığını,
    ibadetin evlerde yapılmasının dinin kuralları arasında olduğunu iddia ediyor. Kaynak olarak, Tövbe suresinin 108. ayetini veriyor, Alevilerin camilere gitmemesini de buna bağlıyor.

    Tövbe suresi, 108. ayet:

    “Müminlere zarar vermek ve gönüllerindeki saklı duran düşmanlığı kuvvetlendirmek için namaz kılmaya mescid meydana getirdiler. Bunlar Müslüman olmadan önce Hz. Muhammed’le harbeden münafıklardır. Müminlerin arasını açmayı, onları birbirlerine düşürmeyi akıllarına koymuşlardı. Ya Muhammed, Müslümanlar seninle birlikte namaz kılsın ve zikretsin diye böyle geniş mescid, cami yaptık derler. Allahu Taala şahitlik eder ki onlar yeminlerinde yalandır.”(s.21)

    Tövbe suresinin 109. ayeti:
    “Ya Muhammed kalkma ve ol mescidlerde ebediyen namaza durma. Evvelce Allah korkusu üzerine yapılan mescidi evvelde Hakka ibadet haklı ve lazım bir ibadetti.”(s.21)
    Halil Öztoprak’ın bütün bu konularla ilgili yorumu ise şöyledir:“Hakiki Müslümanlık, Kur’an’da yazılı olduğu gibi, camisiz, minaresiz olarak, huzuru kalb ile Allah’a inanmak ve daimi ibadet etmektir.”(s.23)
    Halil Öztoprak, bir hadisi Nebevi’den şu aktarmayı yapıyor:

    “Sen başka camilere yakın olma. Kalp camiiden Allah’a yalvar.”

    Arkasından da namazın camide değil, evlerde kılınmasının Kur’an’da farz edildiğine dair, Nur suresinin 36. ayetini bize aktarıyor:

    “Ya Muhammed, kendi evlerinde ibadet edenleri Allah Teala tarafından tazim olunup sevap derecelerinin yükselmelerine izin verip emreyledi. Onlar şoy güruhtur ki evlerinde Allah u Teala’ya ibadet zikri tesbih edenlerdir...”(s.24

    Halil Öztoprak, Kabe konusunda ise, “Şahsivaril İslam” adlı tarih kitabından alıntı ile şu görüşlere yer veriyor:

    “Kabeyi ziyaret İslama mahsus bir ibadet değildir. İslam dini çıkmadan önce putperestler zamanında Arabistan Yarımadası putperestleri, Kabe’ye hürmet beslerler ve ziyaret ederlerdi. Mekke ortasındaki Haceri Semavi (Yani Hacer-ül Esved) taşının etrafına toplanıp secdeye kapanırlardı. Burada, Kudüs ve Yunan putperestlerinden öğrendikleri üzere kurbanlar keserler.”(s.25)

    Halil Öztoprak, Hacer-ül Esved’in etrafına toplanıp secde etmenin “cahiliye devri”ne ait bir adet olduğunu ve Hz. Muhammed tarafından bu ziyaretlerin kaldırıldığına ait Kur’an’da ayetler olduğunu yazıyor. Arkasından da, Suretil Bakar’ın 115. ayetini bize aktarıyor:

    “Güneşin doğup battığı yerlerin cümlesi Allah Teala mülküdür; hangi tarafa yüz döndürür iseniz Allahü Taala ibadet tarafı orasıdır.”(s.34)

    Sonra da şöyle yazıyor:
    “Allaha yalvarmak için her taraf kıbledir. İbadet esnasında Hacer-ül Esved gibi belli bir noktayı ve bir şehri daimi olarak kıble kabul etmek o nokta veya şehri putlaştırmak gibi bir şey olur.”(s.35)

  • ğadir hum21.12.2008 - 20:31

    Gadir ve Sonrası

    Gadir biatı, şüphesiz İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Hz. Muhammed daha önceleri bir çok defa farklı mekanlarda Hz. Ali’nin yüceliğini ve faziletlerini vurgulamış hatta bu amaçla üç özel toplantı düzenlemiştir. Bu toplantılarda Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin kendisinin vekili, kefili, varisi, kendinden sonraki halifesi, borcunun ve alacaklarının adresi olduğunu bildirmiş, ona bu kabul ile biat edilmesini istemişti. Birbiri ardına yapılan bu toplantılarda hazır bulunanlar, Hz. Muhammed’in direktifiyle Hz. Ali’nin dinen üstünlüğünü tanımış, müminlerin emiri, Allah’ın velisi ve resulünün vasisi olduğu ikrarında bulunmuş ve bu yönde ona biat etmişlerdir. Dar-ı Hayzaren, Rıdvan teht-el şecere ve Ümmü Seleme (evinde yapıldığından onun adıyla anılır) diye adlandırılan bu üç biattan Rıdvan Biatında ikrar edenler hakkında ayet inmiş Allah-ü Teala’nın onlardan razı olduğu müjdelenmiştir. (Ağacın altında sana biat ederlerken, Allah, o müminlerden razı olmuştur. Feth–18)
    Ancak bu üç biatın bir ortak özelliği de Peygamber’e yakın sınırlı sayıdaki kişiler huzurunda yapılmış olmasıydı.
    Hz. Ali’nin İslam dininin gelişimine ve yerleşimine olan katkıları hiç kimse tarafından inkâr edilemeyecek kadar sarih ve parlaktır. Ancak şunu özellikle belirtelim ki, müşriklerle yapılan savaşların istisnasız tümü Hz. Ali’nin kahramanlığı, savaşlardaki şecaat ve korkusuzluğu sayesinde kazanılmıştır. (Dönemin parlak isimleri Ebubekir, Ömer ve Osman’ın savaş meydanından kaçtıkları bizatihi Sünni tarihçiler diliyle kaydedilmiştir (1) .)
    Hicretin onuncu yılı 632’de Hz. Muhammed, artık yeryüzündeki vazifesinin tamama ermek üzere olduğunu ve son haccını ifa edeceğini ilan etmiş, isteyenin bu farzı kendisiyle yerine getirebileceğini bildirmiştir. Bunun üzerine dönemin İslami kabul etmiş tüm toplumlarından onbinlerce kişi Beytullah’ta Peygamberle tavaf etmek üzere Mekke’de toplandı. 10 Zilhicce’de kurbanlarını kesen Müslüman cemaat, hac gereklerini yerine getirdikten sonra Medine’ye yönelen Peygamberlerinin ardından kafileler şeklinde Mekke’den ayrıldı. Zilhicce’nin 18’i Cuma günü Cufe GADİR-HUMM denen yere vardıklarında, tehditkâr bir üslup içeren ve Maide suresinin 67. ayetinde yer alan ilahi emir Hz. Peygamber’e iletildi: YA EYYÜHEL-RESULÜ BELLİĞ. Diye başlayan ‘’Ey Resul! Sana Rabbinden indirileni (emri) tebliğ et, eğer yapmazsan Peygamberlik vazifeni yerine getirmemiş sayılacaksın, Allah seni insanlardan (onların şerrinden) koruyacaktır.’’ mealindeki ayet üzerine Hz. Muhammed, ardından gelen yüz yirmi bine yakın kişinin yakınlaşıp kendi etrafında toplanmaları emrini verdi. Deve semerleri üst üste konarak bir tümsek oluşturuldu ve Hz. Muhammed bunun üzerine çıkarak ilahi bir emrin kendisine ulaştığını ve bunu kendilerine iletmekle muvazzaf kılındığını bildirdikten sonra hamd-ü sena getirip dedi ki; ’’ ey insanlar! ,benim Allah tarafından çağrılıp icabet etmem yakındır ve ben sizin aranızda iki ‘’değer’’(ağırlık) bırakıyorum. Bunlardan biri Allah’ın kitabıdır, o bir vesiledir ki bir tarafı yüce Allah’ın elinde diğer tarafı sizin elinizdedir; o halde ona sımsıkı sarılın. Diğeri ise itretim ehlibeytimdir, Ehlibeytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. Kur’an ve Ehlibeyt birdir, ayrılmazlar ’’ Sonra Hz. Ali’den, faziletlerinden, onun hakkında inen ayetlerden bahsetti ve dedi ki; “Ey insanlar! Ben size kendi nefsinizden daha evla(aziz) değil miyim? ” Onlar; “Evet, evlasın” dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” “Allah’ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak.” (Bu olay Gadir biatını kabul etmeyen Sünni Müslümanların üstat kabul ettikleri kendi din ulemalarının kitaplarında ufak telaffuz farkıyla ama bu şekilde zikredilmiştir(2)) ’’ Ali benim vasimdir, vekilimdir, kefilimdir, halifemdir, varisimdir, Ali bendendir, ben Ali’denim. Her kim onu severse beni ve dolayısıyla Allah’ı sevmiştir, her kim ona kin duyar, düşman olursa benim de yüce Allah’ın da düşmanıdır.’’Orada hazır bulunan bütün ümmete şöyle buyurdu: “Ali’ye biat edin; zira ben Allah-u Teala tarafından sizden Ali için biat almakla görevlendirildim.” Biat devam ederken Hz. Muhammed şu ayeti kerimeyi okudu:’’ Sana biat edenler, Allah’a da biat etmektedirler, her kim ahdini bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur; her kim Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, Allah ona büyük mükâfat verecektir.’’ (Feth–10) O gün Ali’ye ilk biat eden, Ömer, sonra Ebu Bekir, sonra Osman, sonra Talha, sonra Zübeyr idi. Orada tam üç gün boyunca Ali’ye biat ettiler. “Hatta Ömer bin Hattab, Hz. Ali’nin elinden tutarak: ”Ne mutlu sana ya Ali, benim ve her mümin ve müminenin mevlası oldun’’ demiştir. Biat ve tebrik merasimi bittikten sonra Hz. Muhammed’e dinin kemale erdiğini müjdeleyen tekmil ayeti indirildi: ’’Bu gün dininizi kâmil kılıp size olan nimetimi tamamladım ve sizler için din olarak islama razı oldum’’ (Maide–3) Burada üzerinde durulması ve vurgulanması gereken en önemli husus İslam’ın ancak ve ancak Hz. Ali’nin velayetiyle kemale erdiği gerçeğidir. Çünkü yirmi üç yıl süren risalet süresince islamın, Kelime-i Şahadet, namaz, oruç, zekât, hac, cihat gibi farz kılınan şartları yerleşmiş ve din organize olmuş olmasına rağmen Allah-ü Teala, Gadir biatına kadar dinin kemale erdiğini müjdelememiştir.
    Büyük Sünni ulema Mir Seyyid Hemedani eş-Şafii “Meveddet’ul- Kurba” kitabının 5. Mevedde’sinde şöyle yazıyor: “Birçok sahabe farklı mekânlarda Ömer’den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Resulullah (s.a.v) Ali’yi toplumun önderi kıldı.” Ömer devamla şöyle diyor: O anda güzel yüzlü ve güzel kokulu bir genç yanımda oturmuştu, bana şöyle dedi: “Peygamber-i Ekrem (s.a.v) öyle bir akit yaptı ki, o akdi münafıktan başka bir kimse bozamaz; öyleyse o akdi bozmaktan sakın.” Bu olaydan sonra Resulullah (s.a.v) 'in yanına giderek şöyle dedim: “Sen Ali (a.s) hakkında konuşurken yanımda oturan ve güzel kokulu bir genç bana şöyle şöyle dedi. Peygamber-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu: “O, Âdemoğullarından değildi; o Cebrail idi ve Ali hakkında söylediklerimi size pekiştirmek istiyordu.” (P.G.-Seyyid M.Murtaza) Hz. Muhammed, Gadir biatının üzerinden üç ayı bulmadan Tanrısına kavuşur kavuşmaz daha cenazesi yıkanmadan Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Ebu Ubeyde ve yakın çevreleri, Gadir günü verdikleri ahdi bozup kendi aralarında bir oldubittiyle Ebubekir’e biat edip onu halife seçtiler. Bunu onaylamayanlardan da tehdit ve kılıç zoruyla biat aldılar. Bu sırada Hz. Ali, Hz. Muhammed’in yıkanması ve kefenlenmesiyle meşguldü. Bu konuların detaylarını başka bir yazımıza bırakıp şu tarihi tespiti vurgulamak konunun esası bakımından önemlidir: Evet, tüm tarih ulemasının ittifakıyla onlar ahitlerini bozdular. Oysa Allah-u Teala Kur’an’da ahitlerini bozanları’’ Ahitleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine getirin, (...) yeminlerinizi bozmayın’’ diye uyarmakta aksini yapanlara elim bir azap müjdelemektedir. Bunun yanında Peygamber’in vasiyetine ve emrine aykırı davranmış oldular ki Kur’an, Nur-63’te ‘’Peygamberin emrine aykırı davrananlar (...) kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar’’ demektedir. Peygamber Ali (k.v) ‘nin hilafetini ve velayetini emretti, ancak onlar bunu önemsemeyip Ebubekir’i halife seçtiler ve bu eylemleriyle ilahi emre karşı geldiler: ’’Peygamber’in emirlerini uygulayın, size yasakladıklarından sakının’’ (Haşr–7) .


    (1) Hafız Ebu Naim Isfahanı, Hilye tül-evliya1/62 M. Bin Talha Eşşafii, Metalibüs-süül–40 M. Bin Yusuf Genci Eşşafii, Kifayet’uTalib-14b. Buhari, Sahih–2/100 (2) Müsned-i Ahmed Bin Hanbel 4/ 281–372 İmam Nesai, Hesais–21 Hafız Ebu Naim İsfahani, “Ma Nezele Min’el- Kur’ân’i fi Ali’yyin” ve Hilyet’ul- Evliya’da. Muhammed bin İsmail Buhari, Tarih c. 1, s. 375’de. Müslim bin Haccac Nişaburi, “Sahih” c. 2, s. 325’de. Ebu Davud Secistani, Sünen’de. Muhammed bin İsa Tirmizi, “Sünen”de. Hafız bin Ukde, “Kitab’ul- Velayet”de. İbn-i Kesir-i Şafii Dimaşki, Tarih’inde. Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Gazali, “Sırr’ul- Alemin”de. İbn-i Abdulbirr, “İstiab”da. Muhammed bin Talha eş-Şafii, “Metalib’us- Seul” s. 16’da.

  • nusayri09.02.2008 - 11:21

    Nusayrîler, Arap kökenli Alevî Müslümanlardır.

  • aleviler09.09.2006 - 19:21

    Hz. Ali'nin şiası (yandaşları) Kıyamet Gününde kurtulmuş olanlardır..

  • aleviler09.09.2006 - 19:20

    Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum.
    Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız:
    Allah’ın Kitabı ve Benim Ehl-i Beytim.

    Resulullah'in (s.a.v) Arafatta okudugu Veda Hutbesinden

  • aleviler09.09.2006 - 19:17

    Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında ortaya çıkan kimin halife olacağı sorunu, Alevi-Sünni meselesinin ilk tohumlarını atmıştır. Hz. Muhammed daha sağlığında birçok kez Hz. Ali’nin halefi olacağını vurgulamıştı. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Hz. Fatıma’yı eş olarak verdiği Hz. Ali’den devam etmişti. Hz. Muhammed Mekke’ye Hicret ettiği zaman da ailesine ve işlerine bakmak üzere Hz. Ali’yi yerine bırakmıştı. Üstelik Peygamber Hz. Ali’nin katıldığı hemen hemen bütün savaşlarda onu komutan olarak atamıştır.

    Bilindiği üzere Hz. Muhammed Veda Haccı dönüşünde (632) Gadîr Hum adlı yerde beraberindeki Müslümanlarla konaklayarak bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında kendisinden sonra amcası oğlu ve damadı Hz. Ali’nin Müslümanlara önder yani halife tayin olduğunu ifade etmişti.

    Ölmeden önce Hz. Muhammed “Bana bir kalem ve kâğıt getirin size bir vasiyet yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa düşmeyesiniz.” demiş ancak bu isteği yerine getirilmemiş ve Peygamber vasiyetini yazamadan vefat etmişti. Daha sonra Hz. Ali ve diğer aile üyeleri Peygamberin defin işleriyle uğraşırken, Ebu Bekir ve Ömer’in de aralarında bulunduğu ensar ve muhacirin ileri gelenleri iktidar kavgasına başlamışlardı bile. Bu iktidar mücadelesi Ebu Bekir’in halife olması ile sonuçlanmış, daha sonra sırasıyla Ömer ve Osman halife olmuşlardır. Sonuç olarak bu üç kişinin halifelikleri, deyim yerindeyse Peygamberin Ehli Beytine rağmen gerçekleşmiş, bu nedenle meşru değildir ve yüzyıllardır tartışıla gelmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu halifelikleri onaylamamakla birlikte, iktidar uğruna gerginlik yaratmaktan da kaçınmışlar, bu haksızlığı sineye çekmeyi uygun görmüşlerdir.