Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • fethullah gülen19.02.2007 - 14:26

    Tıklayın.

    http://fethullahgulen.belgeleri.com/include.php? path=content/articles.php&contentid=68

    DİYALOG ve MİSYONERLİK AYNI KAYNAKTAN BESLENİYOR

    Diyalogçular, Türk toplumuna, 'Hz. Muhammed'i Kelime-i Tevhid'den çıkarın' ve 'Hz. İsa'da bütünleşelim' derken, 'İsa Mesih'i Allah'ın oğludur veya Tanrıdır' diyen Hıristiyanlara uymamızı istiyor ama Hıristiyanlara 'Siz de artık şu Allah'ın oğlu inancı ve teslisten vazgeçin' demiyor!


    Türkiye artık çok garip bir ülke oldu. Kimin mahkum edileceğine kimin edilmeyeceğine medya karar veriyor. Türk Milleti'ne soykırım suçu yükleyen Orhan Pamuk'u savunuyorlar, bir büfeye bomba koymaktan yargılanan Pınar Selek'i savunuyorlar, yolsuzluktan yargılanan Yücel Aşkın'ı savunuyorlar, Erbakan'ın hapse düşmesini istiyorlar ama onun üzerinde fazla durmuyorlar; kapitalizmin köleleri durumuna düştükleri halde Mehmet Ali Ağca söz konusu olduğunda birdenbire eski komünistlikleri depreşiyor ve başlıyorlar 'ülkücü katil' söylemine!
    Şu anda ülkücülerle ne alıp veremedikleri var? Ülkücülerin, ihanetlerine izin vermeyeceğinden, kapitallerini ellerinden alacaklarından mı korkuyorlar?


    ***

    Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, Mehmet Ali Ağca'nın kaldığı evden alınıp getirildiği İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde basın mensuplarının görüntü aldığı sırada, yüksek sesle 'Ben mesihim, I'am not god (Ben Tanrı değilim) '', 'Ben tanrı değilim, ben tanrının oğlu değilim' diye defalarca seslenmesi!

    Ağca, aynı sözleri, İngilizce ve İtalyanca da söyledi. Yani mesajı Türkiye'ye değil, Hıristiyan alemine verdi ve bu mesajlar bence çok önemliydi.

    Çünkü, Prof. Dr. Yümni Sezen'in 'Dinlerarası Diyalog İhaneti' adlı kitabında ifade ettiği gibi, 'Hıristiyanlar için Hz. İsa, peygamber değildir, tanrılığın üçte bir kutbudur. Bazen doğrudan Tanrı'dır. İnsan-Tanrıcılık demek olan hümanizmi, bunlar üretmişlerdir. Yahudilerde de Tanrı ile güreşen ve Tanrıyı yenen, ondan ahit alan bir peygamber söz konusudur. (Tevrat, Tekvin, 32/24-30)

    Peygamberlere inanmayan böyle bir dini dünya ile, başka inanmayanlara karşı dini diyalog yapacağız, çözümler üreteceğiz! Biz, İslam'ın din adını verebileceği bir din ile karşı karşıya değiliz. Sadece antropolojik ve sosyolojik varlığı söz konusu olan bir inanç sistemi ile karşı karşıyayız.

    Dolayısıyla diyalogdan ötede, diyalektik sonucu yeni bir sentez veya yeni bir ittifak anlayışı gelişebilir. Bu da bizi yeni bir din anlayışına götürür. Oysa, İslam'a göre Allah indinde hak din İslam'dır ve İslam'ın kelimeleri 'davet' ve 'tebliğ'dir. Günümüz Hıristiyanlığı, Hz. İsa'nın getirdiği nizamdan çok, Pavlus'un yorumlarıdır. Pavlus'un telkinleri Allah'ı değil, İsa Mesih'i ağırlık merkezi olarak almıştır.

    Bu bakımdan Hıristiyanlarla diyalog kurmak isteyenler, İsa etrafında dönüp dolaşmak mecburiyetindedir. Belki de bu durum anlaşılmış olduğundan, Müslüman Diyalogçular, 'Hz. İsa'nın etrafında bütünleşelim' demektedir. Zaten diyalog ve misyonerlik aynı kaynaktan gelmektedir. Bazıları Diyaloğa 'postmodern misyonerlik' adını da veriyor. 2005 Diyanet Takvimi'nin 7 Kasım Pazartesi yaprağında, dünyanın meşhur 'küresel köy' haline geldiğinden bahisle Dinlerarası Diyaloğa ihtiyaç anlatılıyor.

    Görevi vatandaşı irşad etmek ve onların din hayatlarına ait bilgi ve amel ihtiyaçlarını karşılamak olan bir din teşkilatına bu ifadeler yakışmıyor. Çünkü, insanlığa daha mutlu bir gelecek hazırlamak için dinlerin gücünden yararlanmaktan bahsediliyor. Bu ifadelerde kendi ideallerinin yetmediği itirafı bulunmaktadır.'

    ***

    Bu bilgilerin Ağca'nın sözleri ile şöyle ilgisi var:

    Ağca 'Ben mesihim, Tanrı değilim, Tanrının oğlu değilim' diye İtalyanca ve İngilizce Hıristiyanlara seslenirken, onların teslis inancının doğru olmadığı mesajını da veriyor. Bunu herhalde bilinçli yapıyor!

    Sezen'in de altını çizdiği gibi Diyalogçular, 'Herkes Kelime-i Tevhid'i esas alarak çevresine bakışı yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta Kelime-i Tevhid'in ikinci bölümünü; 'Muhammed Allah'ın resulüdür'kısmını söylemeksizin, sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır' demiştir.

    Hem de bunu Fethullah Gülen söylemiştir. (Fethullah Gülen'den nakleden Emre Öktem, Küresel Barıya Doğru, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 131)

    ***

    Diyalogçular, Türk toplumuna, 'Hz. Muhammed'i Kelime-i Tevhid'den çıkarın' ve 'Hz. İsa'da bütünleşelim' derken, 'İsa Mesih'i Allah'ın oğludur veya Tanrıdır' diyen Hıristiyanlara uymamızı istiyor ama Hıristiyanlara 'Siz de artık şu Allah'ın oğlu inancı ve teslisten vazgeçin' demiyor!

    ...

    Arslan Bulut
    http://www.yenicaggazetesi.com/yazar.asp? id=5&altid=6718

  • fethullah gülen19.02.2007 - 14:25

    Lütfen Fethullah Gülen'in tam bir misyoner olduğunu daha iyi anlamak için aşağıdaki linklere giriniz.

    http://fethullahgulen.belgeleri.com/include.php? path=content/articles.php&contentid=68

    http://www.tempodergisi.com.tr/soylesi/09355/

    http://www.sinanoglu.net/modules.php?
    name=News&file=article&sid=861

    http://www.kemalist.org/showthread.php? t=3545

  • Haydar Baş19.02.2007 - 14:06

    Prof. Dr. Haydar Baş aleyhinde A’dan Z’ye iftira dolu bir kitap kaleme alınır. Kitap tam bir masa başı organizasyonudur. Ve tam da bu iftiraya uygun bir kişi tarafından kaleme alınmıştır. Bu kişi Hasan Songür ‘dür.


    Görüntüyü izlemek için uygun seçeneği tıklayınız:
    http://www.haydarbaskimdir.com/index.php? icerik=27

    Peki, Prof. Dr. Haydar Baş’ı karalamak için yazdırılan kitabın yazarı Hasan Songür kimdir? Nasıl bir karaktere sahiptir? Hangi özelliklerinden dolayı bazı medya organları tarafından kullanılmaktadır? İnternet sitelerinin büyük bir iştahla peşinden koştuğu Hasan Songür, Prof. Dr. Haydar Baş’ı karalama görevini hangi kişilik problemlerinden dolayı üstlenmiştir.
    Hasan Songür mahkemeler tarafından defalarca şantaj ve tehditten dolayı mahkûm edilmiştir. Türk mahkemeleri Songür’ün bu kitabı tehdit ve şantaj amaçlı yazdığını açıkça tescillemiştir.

    Songür, Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi 2002/678 nolu kararıyla hakaretten ve İstanbul 13. Asliye ceza mahkemesi 13/10/2003 tarih 2003/680 nolu karar şantaj suçlamasıyla mahkûm olmuştur.
    (Belgeyi görmek için tıklayınız)
    Türk hukuku tarafından “şantajcı” olarak tescillenmiştir.
    Ve şimdi sıkı durun. Tüylerinizi diken diken edecek, “ Böyle şey olur mu? ” dedirtecek şok bir gerçeği açıklıyoruz:
    Bugün bazı medya gruplarının, “Sırf Prof. Dr. Haydar Baş’a çamur attığı için” el üstünde tuttuğu Hasan Songür, resmi nikahlı karısını başka erkeklere satmaya teşebbüs ettiği karakol zabıtlarına geçmiş bir kişidir.
    Evet, yanlış duymadınız. Hasan Songür’ün gerçek yüzü işte budur. Bu konuda da belgeleri konuşturalım:
    08/05/2000 tarihinde Ankara Demirlibahçe Karakolu tarafından gece saat 01.30’da tutulan tutanaktaki şu satırlar insanı tiksindirecek boyuttadır. Polis karakolunun raporunda şöyle denilmektedir:
    “08/05/2000 günü saat 01,30 sıralarında idaremiz dâhilince yapılan tahkikatta, (…) Hasan Songür’ün eşi Şevkiye Songür’ün alınan ifadesinde “Kendisinin konfeksiyonda çalıştığını ve 60.000.000 TL maaş aldığını, olay gecesi resmi nikahlı eşi olarak yukarıda açık kimliği yazılı sanık Hasan Ali Songür’ün kendisine ‘Bu paraya çalışılır mı? Sen üniversite mezunusun, seni satayım, parayı yarı yarıya paylaşırız.’ dediğini ve kendisini darp ettiğini beyanla şikayette bulunmuştur.”
    (Belgeyi görmek için tıklayınız)
    Prof. Dr. Haydar Baş hakkında akla hayale gelmeyecek iftiralar atan ve bazı medya gruplarının dört elle sarıldığı Hasan Songür’ün karakol zabıtlarındaki kişiliği işte böyle:
    “Karısını pazarlamaya teşebbüs eden bir mahluk”
    Buraya kadar hep belgeleri konuşturduk. Belgeleri konuşturmaya devam ediyoruz. Duyduklarınıza, gördüklerinize inanamayacaksınız. Hasan Songür hakkında kendisinden boşanan eski eşi Şevkiye Hanım’ın anlattıkları tüylerinizi diken diken edecek.
    İnternet sitelerinde bazı güç odakları tarafından Haydar Baş aleyhinde kullanılan Hasan Songür hakkında eski eşi Şevkiye Hanım’ı bulduk ve konuşturduk. Bir insanı kuşkusuz en iyi eşi tanır. Şimdi sıkı durun ve Şevkiye Hanım’a kulak verin; tklayın.
    http://www.haydarbaskimdir.com/index.php? icerik=27

  • Haydar Baş19.02.2007 - 13:58

    http://www.haydarbaskimdir.com/

  • Haydar Baş21.04.2005 - 18:36

    Aslında onu anlatmakla onu tanımanızı sağlamak çok zor! Bu denli kıymetli bir insanı, hayatını, görüşlerini ve hala gece-gündüz uğraştığı yüce davasını takip etmelisiniz.
    Gelecekte dünyada ve Türkiye'de; onun deyimiyle dini ve milli beraberliği tesis ettiğimiz takdirde; hiçbir bunalım,sorun kalmayacaktır ki çözülmesin!
    Onu meltem tv den özellikle takip edin arkadaşlar!

    İşte BİOGRAFİSİ
    ---
    Prof. Dr. Haydar Baş 1947 yılında Trabzon’da doğmuştur. İlk, orta ve lise tahsilini Trabzon’da tamamlamasının ardından; 1970 senesinde, Kayseri’deki Erciyes Üniversitesi’ne bağlı Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olmuştur.

    Lisansüstü eğitimini ve doktorasını “Veda Hutbesinde İnsan Hakları” konusundaki tezi ile Bakü Devlet Üniversitesi’nde tamamlamış ve bu üniversitede göreve başlamıştır. Doktora sonrası akademik çalışmalarına devam ederek “İslam ve Hz. Mevlana”, “Tasavvuf Tarihi”, “Din Sosyolojisi” ve “Din Psikolojisi” konularındaki tezleri neticesinde “Profesörlük” unvanını da aynı üniversiteden almıştır.

    Dokuz yıldır Bakü Devlet Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Sayın Baş, halen Doğu Dilleri ve Edebiyatlarını Araştırma Fakültesi, Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde vazifesini sürdürmektedir.

    Akademik kariyerini eğitim sahasında yapmasına rağmen, aynı zamanda bir araştırmacı, yazar, işadamı, sanayici ve tüccar olan Prof. Dr. Haydar Baş’ın hayatından bazı kesitler şöyledir:

    a) Mefkureci Öğretmenler Derneği’nin Trabzon Şubesi Başkanlığını yapmıştır.
    b) Beş yıl Devlet Liselerinde, iki yıl Ticaret Liselerinde ve İmam Hatip Liselerinde olmak üzere yedi öğretim yılı öğretmenlik yapmıştır.
    c) İPA A.Ş.’nin Bölge Müdürlüğünü yürütmüştür.
    d) BAŞ Şirketler Grubunun, BAŞ Çelik Fabrikalarının, BAŞ Ticaret A.Ş.’nin ve BAŞ Isı Sanayi’nin kurucusudur.
    e) Halen başyazarlığını yapmakta olduğu İCMAL, ÖĞÜT ve MESAJ dergilerinin kurucusudur.
    f) Milli Basın Kurultayları’nı tertip eden Basın Kurulu’nun başkanıdır.
    g) Bağımsız Türkiye Partisi’nin (BTP) Genel Başkanı’dır.

    Kendisi Fransızca, Arapça, Farsça ve Azerice bilmektedir.
    Prof. Dr. Haydar Baş’ın görüşleri ve tezleri dünyada ve Türkiye’de çeşitli üniversitelerde lisansüstü tezlere ve akademik araştırmalara konu edilmiştir.

    * Illinois Universitesi (University of Illinois at Urbana- Champaign) Intensive English Institute “Prof. Dr. Haydar BAŞ” Urbana-2001

    * Dallas Üniversitesi İşletme Fakültesi. “An Alternative Prescription to the IMF’s Model for Economic Growth in Turkey (IMF Metoduna Alternatif olarak Türkiye’deki Ekonomik Büyümeye bir Reçete) ” Dallas-2002

    * ODTÜ (Saciology of Religion Fall Semester 1993 İCMAL, 1994)

    * Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü (Haydar Baş’a göre İdeal İnsan ve İdeal İnsanın Topluma Yansıması, 1999)

    * Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (Prof. Dr. Haydar Baş ve Tasavvuf, 1993)

    * Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (Prof. Dr. Haydar Baş’ın Tasavvufî Görüşleri, 1997)


    Prof. Dr. Haydar Baş, yurt dışındaki araştırma ve düşünce kuruluşlarında otuzun üzerinde ödüle layık görülmüştür. Verilen uluslararası ödüllerden bazıları şunlardır:


    1- Dünya Barışına, İnsan Haklarına ve Ekonomiye katkılarından ötürü verilen Saygın Liderlik Ödülü.
    Amerikan Biyografi Enstitüsü, bu ödülle Prof. Dr. Haydar Baş’ı “Uluslararası Seçkin Liderler Ansiklopedisi”nin 5. baskısında yer almak üzere seçmiştir.


    2- İnsan Haklarına yapmış olduğu hizmetlerden dolayı verilen Şeref Sertifikası.
    Bu sertifika Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından verilmiştir.


    3- “1994 Zirvede Kim Kimdir” ödülü.
    Bu sertifika Amerikan Biyografi Enstitüsü tarafından yılda bir kere, belli sahada hizmet veren sadece bir ilim adamına verilmektedir.


    4- Modern Ekonomik Görüşe hizmetlerinden dolayı verilen Uluslararası Liyakat Topluluğu Sertifikası.
    Bu ödül Uluslararası Biyografi Merkezi’nce verilmiştir.


    5- İletişim Endüstrisine katkılarından dolayı verilen Saygın Liderlik Ödülü.
    Amerikan Biyografi Enstitüsü tarafından layık görülmüştür.


    6- Uluslararası Araştırmacı Üyelik Ödülü.
    Amerikan Biyografi Enstitüsü tarafından verilen bu madalya, yapmış olduğu bilimsel araştırmalar ve Modern Ekonomik Görüşe olan hizmetleri nedeniyle enstitünün araştırmacı üyesi olduğunu belgelemektedir.


    7- Uluslararası Liyakat Topluluğu Excellantia (Mükemmel Şahsiyet) Ödülü:
    Bu ödül bulundukları ülkelerde Uluslararası Biyografi Merkezi’ni yaşamları, şahsiyetleri ve sosyal ilişkileri ile temsil eden ilim adamlarına verilmektedir.


    Fikir ve tezlerindeki bilimsel tutarlılığı ve isabeti, tarihi süreç içerisinde her zaman müşahade edilen Sayın Baş’ın, Türkiye ve dünyadaki gelişmelerle alakalı bazı önemli çıkışları şunlardır:

    Prof. Dr. Haydar Baş, “Milli Birlik ve Beraberliğin Temel Unsurları” isimli konferanslar dizisiyle Türkiye’de ve Avrupa’da milli birlik ve beraberliğin önemini anlatmıştır.

    Türkiye’nin AB üyeliğinin çokça gündem edildiği 1980’li yıllarda akademik çevrelerin ve iş dünyasının kesin gözüyle baktığı üyeliğimiz ile ilgili olarak, yalnızca Sayın Baş farklı bir yorumda bulunmuştur. 1986 yılında Berlin’de “AB Topluluğu bizi aralarına kabul etmeyecektir” tezini savunmuştur. Yıl, 2004 Türkiye halen üyelik müzakereleri için dahi tarih alamamıştır.

    90’lı yılların başında ülkemizdeki politikacılar ve aydınlar, Gümrük Birliği’ne girişimizi bir zafer olarak gösterirken; Prof. Dr. Haydar Baş, “AB’ye girmeden, Gümrük Birliği’ne dahil olmak Türkiye’nin aleyhinedir” demiştir. Her yıl 20 milyar doların üstünde dış ticaret açığı veren ülkemiz, Gümrük Birliği’nden dolayı 150 milyar dolara yakın zarar etmiştir.

    Özellikle 2000 yılından sonra kronikleşen ekonomik kriz ve enflasyon ortamından çıkışı IMF ve Dünya Bankası'nın talimatları ve kredileri ile aşma çabasındaki siyasi iradeye tek yanıt da Prof. Dr. Haydar Baş’tan gelmiştir: “Mevcut ekonomi politikalarıyla enflasyonun düşmesi mümkün değildir. Bu gidişatla Türkiye’yi batıracaklar. Türk coğrafyasını pazarlık konusu haline getirecekler.” Ülkemizin siyasi ve iktisadi talepler doğrultusunda bugün taşındığı nokta Prof. Dr. Haydar Baş’ın tespitleriyle aynı istikamettedir.

    Amerika’nın 1991 yılındaki Irak çıkarmasında, o tarihte “Bu çıkarma her ne kadar Irak’a yapılıyorsa da nihai hedef Türkiye’yi parçalamaya yöneliktir” şeklinde ikazda bulunmuştur. Bugün hayata geçirilen ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nden maksat da budur. İslam coğrafyasını ele geçirmek, Türkiye coğrafyasını parçalamaktır.

    Son dönemde, özellikle ülkemizin siyasi, kültürel ve stratejik kuşatma altına alınması, ekonomik kriz ve çıkış yolları üzerine eserler veren Prof. Dr. Haydar Baş’ın basılmış ve basılmakta olan eserleri şunlardır:

    1- Milli Ekonomi Modeli ve Kalkınma Projeleri,
    2- Dar Bölge Yaygın Kalkınma Modeli,
    3- Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler,
    4- Veda Hutbesinde İnsan Hakları,
    5- İslam’da Kadın Hakları,
    6- Alemlere Rahmet Hz. Muhammed (sav) ,
    7- Makalat,
    8- Mektubat,
    9- İslam ve Mevlana,
    10- İslam’da Zikir,
    11- İslam’da Tevhid,
    12- İman ve İnsan,
    13- İnsan-ı Kamil ve Nefs Mertebeleri,
    14- Hacc’ın Hikmetleri,
    15- Hikmetin Sırları,
    16- Dua ve Evrad,
    17- Hıristiyanlık ve Yahudilik,
    18- Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı,
    19- Birliğe Doğru,
    20- Veda Hutbesi ve Evrensel Beyanname,
    21- Nefs Terbiyesi,
    22- Varoluşun Gayesi: Zikrullah.

  • mevlana26.03.2005 - 19:41

    Mesnevi'den (fakat ezberimden olmasından sebep eksiğimiz var ise affoluna!):

    'A güzellik vurgunu!
    Yol nereye?
    Açıldı işte beden kafesinin kapısı,
    Uç ey kuş!
    İşte acı su, işte bataklık;
    İşte ölmezlik, işte hürriyet;
    Canın yüce doruğuna uç!
    Ne vakte kadar
    Taşla toprakla, çanakla çömlekle
    Dolduracağız eteğimizi?
    Yüceler yücesi sen sor gene sen cevap ver!
    Çünkü sorular bilgini de sen cevaplar bilgini de sen! .. '

    Mevlana'dan aşk üzerine:

    'Akıl dahi aşkı anlamada eşek gibi çamura battı da yan yattı gitti; aşkı da gene aşk anlattı.'

    Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz: Zamanının en büyük islam alimlerinden olup 30 Eylül 1207 yılında Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.

    Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında 'Bilginlerin Sultânı' ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

    Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır.

    Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmış. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

    Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

    1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

    Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

    Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

    Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

    Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

    Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de 'mutlak kemâlin varlığını' cemalinde de 'Allah nurunu' görmüştü. Şems-i Tebrizi Hz. ile birbirlerinde kayboldular. İkisi de birbirinden mübarek iki Hakk dostu birbirlerinde aşk ile yok oldu. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

    Şems'in ölümünden sonra öyle bir hale büründü ki hazret O'nun yaşıyor haberini veren birine tüm altınını verdiği söylenir. Bunu neden yaptığının sorulması üzerine de verdiği cevap manidardır:
    'Evet O'nun yaşadığından haber eden kişiye yalan olduğunu bilmeme rağmen tüm altınımı verdim. Eğer bu haber gerçek olsaydı canımı verirdim.'

    Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

    Yaşamını 'Hamdım, piştim, yandım' sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu.

    Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen 'Şeb-i Arûs' diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

    'Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
    Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir'

  • friedrich wilhelm nietzsche23.03.2005 - 18:11

    FRİEDRİCH WİLHELM NİETZSCHE; onu ilk İrwin Yalom'un; 'Nietzsche Ağladığında' adlı romanından sonra bende uyanan merakla 'Böyle Buyurdu Zerduşt' adlı kendi kitabından tanıdım.
    Evet aslında hayata dair çok kafa yormuş, dünyanın en aykırı, fakat işe yaramaz o kadar fikrinin arasında iş gören ciddi görüşlere sahip bir ümitsizlik mabudu...bir filozof...bir yaşayan ölü...
    Ona acıdım açıkçası...
    İşe yaramaz görüşlerinden örnek;
    -Her güzel kadının olduğu yerde, birde onu düzmekten bıkmış zavallı bir erkek vardır. (kimi zaman bu kadar basit biri...)
    İş yapan fikirlerinden;
    -KAYA GİBİ; Neysen o ol..! (Mevlana hazretleri daha güzel demişti; '...ne olursan ol; ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol! .')
    Bu ise yanlış üzerine kurulmuş fakat doğruları olan bir fikir bence;
    -Ümit mi? Ümit en son kötülüktür..! Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır! (bence ümit etmeden yaşanmaz, ümit etmeyi abartırsan da boş yaşamış olursun...)

  • erich fromm23.03.2005 - 17:41

    Erich Fromm 1900’de Frankfurt-am-Mein’de doğdu. Heidelberg, Frankfurt ve Münih Üniversitelerin’de ruhbilim ve toplumbilim okudu; 1922’de Heidelberg Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Münih’te ruh hekimliği ve ruhbilim konularında çalışmalarını sürdürdükten sonra Berlin Ruh çözümleme enstitüsü’nde eğitim görerek burayı 1931’de bitirdi.
    Dr. Fromm 1933’te Chicago Ruh çözümleme Enstitüsü’nün çağrısı üzerine Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. 1934’te, Frankfurt Toplumsal Araştırma Enstitüsü’yle birlikte New York’a taşındı; 1938’e dek bu Enstitü’nün üyesi olarak kaldı. Sonra özel olarak çalışmaya başladı ve Columbia Üniversitesi’nde dersler verdi. 1946’da William Allonson White Ruh hekimliği, Ruh çözümleme ve Ruhbilim Enstitüsü’nün ilk kurucularından biri oldu. Yale, New York Üniversitesi, Bonnington College ve Michigan Devlet Üniversitesi’nde de dersler verdi.
    1949’da Ulusal Özerk Meksika Üniversitesi’nde kendisine önerilen profesörlüğü kabul etti; Üniversite’deki Tıp Okulu’nun Lisans Üstü Bölümü’ne bağlı Ruh çözümleme Bölümünü kurdu; 1965’te emekliye ayrıldıktan sonra burada kendisine onursal profesörlük önerildi. Dr. Fromm 1980 yılında uzun süredir yaşamakta olduğu İsviçre’de öldü.
    O'nu 'Sevme Sanatı' adlı kitabından tanıyorum.
    İlgimi çekeceğinden ümitsiz ve umarsız bir giriş yapmıştım bu kitaba. Fakat sevmenin ne anlama geldiği ve nasıl sevileceğinden bahsedileceği intibası veren isminden çok farklı olarak ciddi bir düşünürün sevme ile ilgili ciddi ve bir o kadar enterasan görüşlerini ve özellikle bu konu ile ilgili Freud'a olan göndermelerini buldum bu kitapta ve mest oldum. Fakat şunu söylemeliyim ki Erich Fromm'un da eğer ölmeseydi Mevlana'dan okuyup öğreneceği çok şey vardı bence...

  • nedir08.03.2005 - 20:08

    -A *Neyin ne olduğunu sormaya denir.
    -B *Ne nedir?
    -A *Ne ve Nedir yalnızca öğrenmektir? Ne ve nedir ikisi de birbirinden aç, birbirine aç...
    -B *Ne?
    -A *Öğrenmekle kalmadın, uyguladın.
    -B *Sen çok iyi bir öğreticisin.

  • aşk08.03.2005 - 19:51

    Aşk nedir? dedier...
    Herkes tanımladı...
    Fakat bilinir ki,
    Aşkı gene aşk anlattı...