Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • aşk08.04.2007 - 09:52

    Aşk; bu dünyada insanoğlunun kendini anlamlandırdığı ve sevdiği her şeyi, bir
    insanın veya her hangi bir nesnenin şahsında ifade etmesidir. Bundandır ki; insan âşık olduğunun şahsına tüm biriktirdiği sevgileri emanet eder. İnsanın aşkına sunduğu, yaşamı boyunca biriktirdiği sevgilerinden, vicdanından, emeğinden başka bir şey değildir. Tereddütsüz verir bu sevgi yükünün sorumluluğunu karşı cinse. Aşkını her gördüğünde sevdiği, değer verdiği, sevmek adına biriktirdiği her şeyi onun şahsında görür, yaşar ve hoşnut olur. Çünkü gördüğü; sevdiği her şeyin bileşkesidir, bu güne kadar sevdiği ve sevgi olarak anlamlandırdığı her şeyin özetidir.
    Bir insan için aşk varsa, o;
    sevdiği kuştur
    sevdiği denizdir
    sevdiği ağaçtır
    sevdiği çocuktur
    sevdiği topraktır.
    Kısacası, yaşamı boyunca sevgi adına biriktirdiği her şeydir sevgisini ifade etmek için ulaşamadığı paylaşımları aşkının şahsında onlarla bir
    aradaymışçasına yaşar, paylaşır.İnsanın sevdiği her şey, ondan uzak olsa da, aşk sıfatıyla artık her an
    onunladır.
    Kim bilir belki aşkıyla sevişiyorken insanoğlu, sevgisini de tohumlar ve bu eylemi ile sürekli ve ölümsüz kılar aşkının derinliklerinde...
    Çünkü, her seven insan için bir ihtiyaçtır, aşk denilen temiz bir adaya gidip biriktirdiği sevgileri her nevi kirliliğe karşı gözden uzak bir yere gömmek
    ve aşkının rahminde geleceğe taşımak...
    İnsan, aşkının şahsında işte bu sevgi yoğunluğunun özeti ile cinselliği hayvani bir boyuttan çıkarır ve insani bir boyuta taşır...
    Elbette böylesine bir sevgiden beslenen ve yoğun yaşanan bir duygunun bitmesi her insan için sarsıcı ve umut kırıcı bir nitelik taşır. Ancak aşk, canlı bir
    varlıktır. Doğar, büyür ve her canlı gibi bir gün mutlaka ölür.
    Fakat 'reenkarnasyon' denilen durum çok az şey için vardır. Aşk da onlardan biridir, istendiğinde her zaman biriktirilebilen ve ölümsüz olan o sevgilerin özünden Anka Kuşu misali, 'kendini yeniden doğurmayı' becerebilen bir olgudur aşk. Bu özellik onu umutla öylesine benzeştirir ki, umudu her koşulda
    aşkın yoldaşı kılar. Ondandır ölümlerden aşkın umutla kol kola, yeni bir insanın şahsında dönebilmesi ve aşkın umutsuz, umudun da aşksız olmaması...

    AŞKI ÖLDÜREN

    Peki, aşk ölebiliyorsa aşkı öldüren nedir?
    Neden bizim ona böylesine ihtiyaç duyduğumuz bir dünyada çoğu zaman tereddütsüz çeker gider ardına bakmadan?
    Çünkü ona sizin ihtiyacınız vardır, onun size değil
    Çünkü; onunun var olma koşullarını ortadan kaldırmışsınızdır.
    Çünkü; mülkiyeti sevmez
    Çünkü; sahiplenmek varsa aşk yoktur
    Çünkü azı yoktur onun. Ya her şeyi ile yanı başınızdadır, ya da ona benzettiğiniz, ama asla onunla bağı olmayan duyumsamalar vardır yanı başınızda. Onunla karıştırdığımız benzeştirdiğimiz duygular vardır, ama aşk öylesine yalın, öylesine insani bir saflıkla ve öylesine kırılgandır ki, o her şeye karşı duyumsanabilir, ama mülkiyete karşı asla! Çünkü onu büyüten var eden sevgi mülkiyet paylaşıldıkça oluşabilen bir duygudur. Yani, mülkiyet azaldıkça kendini var eden sevginin oluşmasına ve çokluğuna bağlı olarak kendini üretebilir, var edebilir. Oysa mülkiyet insanın insana duyduğu sevginin yerine koyulmaya çalışılsa da temelinde zor ve şiddet olan bir metadan başka bir şey değildir. Bir insanı, arabanızı sevdiğiniz gibi sevemezsiniz. Kendi mülkiyetinize alamazsınız. Çünkü sevgi; emek, üretim ve paylaşım olduğu kadar özgürlüktür de aynı zamanda. Bir insana benimdir ve benim tasarrufumdadır diyerek sevgiyi mülkiyete karşı duyulan bir sahiplenme tutumuna indirgediğinizde, sevgi de, aşk ta kol kola çekip gitmeye hazırdır artık. Size kalansa bu iki
    insani duygunun ardından bakmaktır, sevgi sandığınız mülkiyetinizle ve onun kullanım hakkıyla oyalanmaktır.
    Ondandır ki, bir orospuyu orospu yapan şey, değişik erkeklerle yatması değil aşk karşılığında vermesi gerekeni, para karşılığında vermesidir. Aynı durum, bir jigolo için de geçerlidir.

    Evliliklerimizde parasal durumu gözeterek yaptığımız tercihler, bizi mülkiyet karşılığında kendi bedenini veren fahişe bildiklerimizden çok farklı kılmaz. Yaptığımız, peşin satıştan başka bir şey değildir. Peki, çoğu insan tarafından anlamsız ve anlatımsız bulunan aşk, gerçekten de izahı mümkün olmayan ve kişiden kişiye değişen bir olgu mudur?

    Yani anlamı nedir? Bir aşk için yıllarını heder etmenin? Bir insanı görebilmek, ona dokunabilmek, yüzüne bakabilmek, elini tutabilmek için olmadık zorluklara katlanmanın, anlamı nedir?
    Bilinmesi gerekir ki, düşüncemizde şekillendiremediğimiz, dile dökemediğimiz olguların varlığı bizim onları bilip bilmememize bağlı değildir. Çoğu zaman ne yaşadığımızı bilmeden yaşarız. Yaşadıklarımızı anlamlandıramayız ama, en
    ince ayrıntısına kadar hissederiz ve bu hisleri tekrar tekrar yaşayabilmek için de çaba sarf ederiz. Çünkü bu anlamlandıramadığımız şeyler bize tarifi imkansız insani hazlar verir, bir çok insanın anlamsız bulduğu çabalardır bunlar. Oysa aşkın bu çabalara karşılık size vereceği şeyin peşindesiniz siz. O da mutluluktur işte. O mutluluk ki,bir mülkiyete sahip olmanın size
    verdiği mutluluktan çok farklı bir haz ve tadı içinde taşır. Bu hazdaki mutluluğu her aşık bildiğinden olsa gerek, gerçek bir aşka erişebilmek için onların nazarında mülkiyetler bir değer taşımaz.

    'Aşk; sevgilerimizin özetidir' demiştik. İşte bu sevgileri üreten paylaşımlar ve özgürlükler aynı zamanda aşkın şahsında mutlulukları da üretirler. Bir gün bu duygular acıyı oluşturmaya başlarsa, bilin ki mülkiyet girmiştir işin içine.
    Bilin ki, mülkiyete özgü değer yargıları sevginize, aynı zamanda aşkınıza
    baskın gelmeye başlamıştır artık.
    Bilin ki ahlâk,
    Bilin ki töre,
    Bilin ki mülkiyet edinmeye uygun yaşam tarzı,
    Bilin ki aşkınızı kendi tasarrufunuzda bir mülkmüşçesine görüp öyle davranma alışkısı,
    Bilin ki sınıfsal konum,
    Bilin ki sahiplenme hırsı, aşka baskın gelmeye başlamıştır. İşte o zaman aşkın küsüp gitme zamanıdır. Sizin onu yeni sevgilerde üretebileceğiniz
    günlere değin aşk sizi terk etmiştir artık. Bilin ki o çekmeye başladığınız acının kaynağı aşkı küstürme pahasına kucağınıza aldığınız mülkiyettir!

    Sizinle küsüp uzak duran aşk değildir!
    Bu acının kaynağı mülkiyet toplumlarının yaratığı değerlerle, aşkın; insani özgürlükçü,paylaşımcı, mülkiyetten uzak ve kendine has sevgi yoğunluğunun
    arasındaki çelişkidir. Yani, sizi acının girdabına salan aşkın saf ve temizliği ile mülkiyetin cani
    ve acımasız yüzü arasında ki ezeli kavgadır, düşmanlıktır, uzlaşmaz çelişkidir!

    Ondandır ki, aşkı yaşamak isteyenler aşkı mülkiyetten uzak tutmasını bilmelidir. Aksi takdirde, aşk onlardan kendini uzak tutacaktır. İşte tam bu yönüyle aşk, tarihler boyunca mülkiyeti içine almamasından
    kaynaklı insan hasletlerinin en temiz kalabilmiş özelliklerinden biridir ve yaşanmış her tarihte, insanlığın olumsuzluklardan arınıp mutlu olabildikleri,
    mutluluk için kendi özlerine dönebildikleri, düzensel kargaşa içinde rahatladıkları, soluklandıkları, sığındıkları kale gibidir... Sınıflı ve
    mülkiyetli toplumlarda insanların sıkıntılardan bir süreliğine de olsa mülklerinden ayrışarak soluklandıkları teneffüsler gibidir aşk.
    Aşk; paylaşımı ve özgürlüğü boğan mülkiyetli toplumların, insana yaşattığı o boğucu ortamdan su yüzeyine çıkıp soluklanmasıdır.
    Aşk; insana yaşama gücü veren ve en karamsar anlarında imdadına yetişendir.
    Aşk; geçmişten yarına doğru yaşamımızda, her an daha da büyük yer kaplayan gittikçe genişleyerek hayatın her yanını sarıp sarmalayan özgürlüğün sevginin
    eşitliğin insanlığa armağanıdır.