Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • irem05.01.2005 - 02:56

    irem
    bana söyle bir bak diyorsun
    alici gözüyle, tepeden tirnaga
    yeni dalinmis uyku gibi bak
    çobanlarin söndürmeyi unuttugu dag atesi
    kaleden kaleye uçurulan ak güvercin
    rüzgâra emanet edilen fisilti gibi
    yazdan kalma bir gün gibi bak bana

    bana söyle bir bak diyorsun
    posta kutusuna gece yarisi birakilan bir mektup gibi
    kizagindan kayip bitmeden denize inen bir tekne
    gökyüzünün denizyildizlariyla doldugunu gören
    bir dalgiç gibi bak
    aksam kirilmaya baslarken içimde
    dagilan bir ilkokulun zili gibi bak bana

    bana söyle bir bak diyorsun
    bir isin demetine sarilir gibi bak
    unuttugum ve istesem de
    yüzlerini bir türlü animsayamadigim
    çocukluk arkadaslarim gibi

    kahve fincanina damlayan gözyasi
    kara düsen kan damlasi gibi
    diyorsun ki -evet, mavi gözlerinden bile ürpertici bu-
    kinindan çikarilan bir hançer gibi bak bana

    bana söyle bir bak diyorsun
    yasama sevincini sana ben veriyormusum gibi
    sevgilin olmasam da sevgilinmisim gibi bak
    kumsalda birakilan ayak izi
    kanadin üzerine degen bulut gibi
    kayaliklara sürüklenen bir gemiye
    yanip sönen deniz feneri gibi bak bana
    çünkü unutmamanin esigidir
    ve animsamanin kapisidir bakmak
    sevgili irem
    bunun için bile kibrit çakilabilir
    okyanusun kiyisinda
    karanlikta
    bir kedi gözü gibi
    pençeleriyle dolasirken ask

    Akgun Akova

  • Yaman Dede04.01.2005 - 23:37

    bir şiirini de nakledeyim;

    ağlatma beni

    yak sinemi ateşlere, efgânıma bakma;
    ruhumda yanan ateşe, nîrânıma bakma;
    hiç sönmeyecak aşkıma, imanıma bakma;
    ağlatma da yak, hâl-i perîşanıma bakma.

    ağlatma ki âlâmımı tahfife de başlar;
    ağlatma, serinletmededir bağrımı yaşlar;
    rahmetme sakın, gerçi dayanmaz buna taşlari
    ağlatma da yak, hâl-i perişanıma bakma.

    yaşlar akarak belki uçar zerresi aşkın;
    ateşle yaşar, yaşla değil, yâresi aşkın;
    yanmaktır, efendim, biricik çaresi aşkın;
    ağlatma da yak, hâl-i perişanıma bakma.

  • Yaman Dede04.01.2005 - 23:37

    Gayr-i müslim bir ailenin ferdi olarak 1887 yılında kayseri’nin talas ilçesinde dünyaya gelen yaman dedeye ailesi tarafından verilen diyamandi ismi, okul yıllarında yamandi molla olur,
    hikayesi beni çok hislendirmiştir, aynen alinti yapiyorum:

    “rüşdi ikici sınıftayım, ders yılının ortalarındayız. Farsça hocamız bize Sheyh Sadi ’nin Gülistan’ını okuturdu. arada sırada başka manzumeler de yazdırırdı.

    Bir gün siyah tahtaya yazdırdığı bir kaç beyit beni tutuşturmaya kâfi geldi. Dershaneyi ve siyah tahtanın bulunduğu noktayı, daha dün olmuş gibi, hatta şimdi oluyormuş gibi pek güzel hatırlıyorum.

    (Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî kaddesallahü sirrahüssamî) başlığı ile, mesnevî’nin baş tarafından bir kaç beyit:

    bişnev in ney çün şikâyet mî küned
    ez cüdâyîhâ hikâyet mi küned

    kez neyistan tâ merâ bübrîdeend
    ez nefîrem merd ü zen nâlideend

    sîne hâhem şerha şerha ez firâk
    tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk

    Mevlânâ ismi bana pek tatlı geldi. aldığımız beyitler beni pek derinden sarstı. Son beyit sînemi hakikaten şerha şerha etmişti. o andan itibaren tatlı tatlı yanmağa başladım. Siddetle yakan fakat anne bûsesi kadar tatlı gelen alevler içinde iç alemimi kaplamıştı. bunu hiç bir kelime ile anlatamayacağım.”

    Daha sonra nedenini anlamadığı bir şekilde din derslerine incizap duymuş, gayr-ı müslim arkadaşları derslere rağbet etmezlerken o hepsine katılır, can kulağıyla dinlermiş. Kastamonudaki tahsili bitince yüksek tahsil için istanbula gelmiş, hukuk tahsilini müteakıben
    bir yandan maişet için çalışırken bir yandan da Galata mevlevihanesi’nde Ahmed Celâleddin ve ahmed remzi dede’lerden mesnevî dersleri almış, uzun yıllar içinde sessiz sessiz yanan ateşi nihayet aşikâr eyleyince eşi ve kızı tarafından reddedilmiş ve hasretlerine mahkum edilmiştir.

    ömrünü islamın hizmetine adayan yaman dede, bu yolda talebeler yetiştirmiş ve 1962’de dünyasını değiştirmiştir.

  • peyami safa04.01.2005 - 22:50

    `Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır; zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.` Peyami Safa

  • peyami safa04.01.2005 - 22:49

    Gürbüz Azak şöyle anlatır:

    Burnumun sızladığı an:

    1960 belki 61 tam hatırlayamıyorum.
    Matbacı Ergun bey (Ergun Göze yâni) nûruosmaniye caddesi'nden geçen birini gösterdi. Pencereden, göründüğü kadarı ile ufak tefek, sırtında ceketi bile iğreti duran, hafifçe kamburumsu kişiyi takip ediyorum.

    -kim ki bu?

    Ergun bey'in yüzünde acılı-kırık bir tebessüm.
    + ona Peyami Safa diyorlar.

    -niye bir tuhaf yürüyor? ne diye koskoca bir ceketin içinde?

    +bu muhteşem yazar, ömrü boyunca yeni elbise alacak para sahibi olamamıştır. Ceketleri, elbiseleri o yüzden hep eski ve iğretidir.

    Boğazınızı bir yumruğun tıkadığı hiç olmuş muydu?
    ben, işte ilk o vakit nefes alamadım ve burnumun direği bir acaip sızladı...

  • rum ateşi03.01.2005 - 03:11

    Bizans tarafından istanbul'un fethine karşı kullanılan bir önlemdir. Belki de fethi geciktiren sebepler arasinda sayilabilir.

  • mehmet akif ersoy03.01.2005 - 03:07

    Istiklal Marsı icin acılan yarısmada finale kalan 6 siirden biri daha:

    Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi muharrirlerinden (basın genel müdürlüğü yazarlarından) Kemalettin Kami bey'in ‘‘istiklâl marşı’’:

    göz yaşına veda et
    ey güzel anadolu!
    hakkını korur elbet
    türkün bükülmez kolu.

    cenk ederiz genç, koca
    bugün değil yarın da
    yadımız ağladıkça
    izmir ezanlarında.

    hak yolunda kan olur
    dünyalara taşarız
    ya şerefle vurulur
    ya efendi yaşarız.

    her gün yeni bir hile
    arkasında satıldık
    her gün yeni bir dille
    yurdumuzdan atıldık.

    yeter ey kâbemizi
    elimizden alanlar
    alıkoyamaz bizi
    yolumuzdan yalanlar.

    biz bu yolda sel olur
    dünyalara taşarız
    ya şerefle vurulur
    ya efendi yaşarız.

    hangi alçak el alır
    el zinciri boynuna?
    kim yunan’ı bırakır
    türk kızının koynuna.

    biz ki türküz, muhakkak
    her milletten uluyuz
    yeryüzünde bir ancak
    yurdumuzun kulluyuz.

    yurt yolunda kan olur
    dünyalara taşarız
    ya şerefle vurulur
    ya efendi yaşarız.

  • mehmet akif ersoy03.01.2005 - 03:04

    Istiklal Marsı icin acılan yarısmada finale kalan bir diger siir:

    Ankara'dan a.s.'nin yazdığı 'istiklâl türküsü':

    millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın
    yurduma göz dikenler al kanlara boyansın
    ya ben, ya onlar diyen silahına dayansın

    türk oğludur bu millet
    türkündür bu memleket
    türk oğludur bu millet
    türkündür bu memleket.

    düşman gözü tutamaz, yanar dağlar başını
    bağrımızda saklarız vatanın her taşını
    yurdumuza yan bakan döker göz yaşını

    türk oğludur bu millet
    türkündür bu memleket
    türk oğludur bu millet
    türkündür bu memleket.

    can veririz her zaman hürriyetin yoluna
    ya gazi ya şehitlik, ne devlettir kuluna
    ata emanet etmiş namusunu oğluna

    bize türk oğlu türk derler
    hep bizimdir bu yerler.

  • leonard cohen03.01.2005 - 02:26

    Tom Waits ve Nick Cave ile ayni kategoriye uygun gordugum, tutunamayanlar - kaybedenler - kaybolus felsefeleri ile yogrulanlar icin basucu kitabi niteliginde albumler hazirlayan kisi.

  • mehmet akif ersoy03.01.2005 - 01:40

    Mehmet Akif`in vefatı:

    (ilkadımdergisi.com'dan nakille, kaynak, dr. ihsan unaner, yarım ay mecmuası)

    'Akif’i gömdüğümüz günün sabahı idi. Tramvayda, önümdeki sırada iki üniversiteli genç kız Cumhuriyet gazetesi’ni okuyorlardı. Biri başını kaldırdı.

    - a, bak... dedi, Akif ölmüş...
    öteki hayretle cevap verdi.
    - sağ mıydı? ..
    - bilmem sağmış ki ölmüş.

    Düşündüm... bu genç kızlar kaç senedir öğrenmek için uğraşıyorlar. Kaç defa Akif’in şiirlerini belki de mecbur kalarak okumuşlardır. Yine eminim ki, bu genç kızlar kaç defa istiklal mârşı’nın derin manası ve vakur ahengiyle titremişlerdi.
    Fakat bu ne alakasızlıktı bilmem ki... yedi ay evvel Akif’in yurda hasta olarak döndüğünü bile duymamışlardı. nihayet ölüp ölmediğinin bile farkında değildiler.'