Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • hz.muhammed27.11.2004 - 02:35

    Efendimiz'in(SAV) Şecaat(yiğitlik) ve Şefkat Ufku - 1

    Efendimiz’in (sav) zahirde birbirine zıt gibi görünen sıfatları olduğu gibi, birbirini takviye edip destekleyen vasıfları da vardır.

    Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakîm” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Meselâ Efendimiz (sav) , her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrâr’ı Hz. Ali (ra) , O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-i Ekrem’e (sav) sığınırdık.” der. Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ ح َ ي ّ َ م ِ ن َ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت ِ و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت َ م ِ ن َ ا ل ْ ح َ ي ِ ّ “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın.” (Âl-i İmrân, 3/27) hakikatinin mazharı olarak, o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten, dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış ve Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kudsiyesinin ifadesidir ve sahasında nazîrsizdir.

    Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hâdise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından yeter zannediyorum: Allah Resûlü (sav) , bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzî bir edâ ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? ” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakîn ve Allah’a itimat, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak? ” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Resûlü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır.[1]

    Meşhur mütefekkir Bernard Shaw, Allah Resûlü’nün Allah’a olan bu teslimiyetini ve korkusuzluğunu anlatırken hislerini şu takdirkâr ifadelerle dile getirir: “Hz. Muhammed, çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı tam mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.”

  • ateist25.11.2004 - 07:39

    Bir sarayın kapılarından 999’u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemiyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur yoktur...Yeter ki gözlerini yummasın!

    Zaten 999’u herkese açık.....

  • hz.muhammed25.11.2004 - 06:51

    İnsanlığın İftihar Tablosu (SAV) vefat ettiğinde 140.000 Sahabe-i Kiram ona tabi olmuş ve dine sahip çıkmıştı. Bunlar içinde sadece 10.000 in civarının isimleri ve Kabirleri bilinmektedir. Bu onların yaptıklarının kendilerine alkış olmak için değil, sırf Allah rızası için yaptıklarından ve dünyanın dört bir yanına bu dini yayma azminden ileri geldiğinden kimin tereddütü olabilirki?

  • ateist25.11.2004 - 06:46

    Ateist, görmediği şeye inanmadığından, aklını ve zekasını da görmediği için, kendini akılsız ve aptal yerine koyandır.

  • ateist24.11.2004 - 17:37

    SORU: 1 kg pamuk mu ağır, yoksa 1 kg demirmi?

    1-) DİNDARIN CEVABI: ikiside eşit (aklın ve mantığın yolu)

    2-) ATEİSTİN CEVABI: ispat et....(görmediği şeye inanmaz (!))

  • ateist24.11.2004 - 17:34

    ATEİST ebedi yok olmak ile ebedi cehennem arasında sıkışmış zavallı bir Kumarbazdır.

  • hz.muhammed24.11.2004 - 14:22

    O şu mealdeki sözlerle bizi heyecanlanıdran Peygamberler Peygamberi:

    ' Kardeşlerime selam olsun, onlar daha gelmedi gelecekler, fitnenin, fesadın kol gezdiği dönemde dine sahip çıkacaklar....'

  • ateist24.11.2004 - 09:02

    Ateist dine saygılı, fakat dini olmayan insandır. Ama bunun arkasına saklanan DİN DÜŞMANLARI (özellikle İslam düşmanları) ateist değil DİNSİZDİR. Yani 2 ye ayırmak gerekir.......

  • hz.muhammed24.11.2004 - 08:46

    Günümüzün sahte peygamberleri

    insanları yoldan çıkarmak, keni nefislerin birer ilahlık vererek kendilerini tatmin etmek için, insanları kendilerine taptırmak için mücadele ederlerken,O Peygamberler peygamberi (SAV) seni, beni ve tüm insanlığı Allahın varlığına bildirmek için gelmiştir. Her türlü sıkıntı ve meşakkate rağmen.

  • hz.muhammed23.11.2004 - 12:02

    SORU: Hak dostları, ma'rifet-i ilâhiyeye giden yolda kıllet-i kelâmı (az ve öz konuşmayı) önemli bir basamak olarak görmüşler. Fakat, günümüzün insanı konuşmayı çok seviyor; dolayısıyla da, sükûtîliğin vakarından da mahrum kalıyor. Çok konuşma, bir rahatsızlık emaresi ve bir kayıp noktası ise nasıl tedavi edilebilir?

    CEVAP: Hazreti Üstad'ın ifadesiyle, en eşref mahluk olan insanda hitap çiçeği açmıştır. O, hem kendisine konuşulan, muhatap alınan bir varlıktır, hem de kendisi konuşur, duygu ve düşüncelerini ifade eder. İnsanın dili hem Allah'ın en büyük nimetlerindendir, hem de potansiyel olarak insana verilen en büyük bir nıkmettir; evet dil, bazen bir rahmettir, bazen de bela ve musibettir. Rivayete göre; bir gün Davud Peygamber, Lokman aleyhisselam'dan bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça et getirmesini istemiş; Hazreti Lokman da, ona kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirmiş. Birkaç gün geçince Davud Aleyhisselâm bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istemiş. O yine dilini ve yüreğini getirmiş. Hazreti Davud, bunun sebebini sorunca Hazreti Lokman şöyle demiş: 'Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi, kötü olursa da bunlardan daha kötüsü olmaz.' Evet, dil hayırda kullanılırsa, insanı kaldıran, yükselten, âlâ-yı illîyîn-i kemâlâta çıkaran bir uzuvdur; şerde istimal edilirse de, onu batıran, alçaltan ve esfel-i sâfilîne düşüren bir organdır. Dil, bazen insanı alır Cennete götürür; bazen de onu başaşağı Cehenneme sürükler.

    Hazreti Enes (radıyallahu anh) şu sözleriyle dilin bir hüsran sebebi olabileceğini ifade etmektedir: 'Bir adam, vefat eden bir şahıs hakkında, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın da işiteceği şekilde 'Cennet mübarek olsun! ' demişti. O söz üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: 'Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyânî konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti! ' Evet, insanı, Allah'tan, Cennetten ve insanlardan uzaklaştıran ama Cehenneme yaklaştıran cimrilik gibi, mâlâyânî, çok ve gereksiz konuşmalar da bir uzaklık ve hüsran sebebi olabilmektedir. Ümmetini böyle bir akıbete karşı ikaz eden Allah Rasûlü (aleyhissalâtu vesselam) buyururlar ki: 'Kul (bazen) , Allah'ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah o söz sebebiyle kulun Cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazen) Allah'ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah, o sözden dolayı onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar.”

    Az, öz, yerinde ve bir lüzuma binaen konuşmanın bir fazilet, boş ve çok konuşmanın da bir zaaf ve felaket sebebi olduğu ile alakalı hadis-i şeriflere bakılırsa, en büyük söz sultanı olan Peygamberimizin beyana çok önem verdiği görülecektir. Hatta Efendimiz, dile sahip olmayı Cennet alışverişinde bir pazarlık şartı olarak ifade etmekte ve “Kim bana, iki çene ve apış arası mevzuunda söz verir, kefil olursa, ben de ona Cennet için kefil olurum.” buyurmaktadır. Çünkü dil, bütün tesbihât, tahmîdât ve tekbirâtı seslendiren bir enstrümandır. Minarelerde Ulûhiyet hakikatini bir bayrak gibi dalgalandıran ve nâm-ı celîl-i Muhammedî'yi dört bir yanda ilân eden dildir. Emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker vazifesini yerine getiren dildir. İnsan, Cenâb-ı Hakk'ı diliyle tesbih ve takdis eder; onunla, kainât kitabını ve onun ezeli tercümesi olan Kur'ân'ı, âyât-ı beyyinâtı okur ve başkalarına anlatır. Bazen, ifade ve beyanı vasıtasıyla inanmayan bir insanın hidayetine vesilelik eder.. eder de üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlı bir iş yapmış olur.. ve insan, diliyle a'lây-ı illîyîne çıkar, sıddîkiyet zirvesine taht kurar.