Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • m.nihat malkoç22.02.2005 - 22:00

    BENİM ESİR MİLLETİM! ...
    M.NİHAT MALKOÇ

    Türkmenistan semalarında süzülerek uçarken hostesin sessizliği bozan o anonsunu unutmam mümkün değil:
    “Değerli yolcularımız üç saat on beş dakikalık yolculuğumuz birazdan sona erecektir.Az sonra Aşkabat Hava Alanı’na ineceğiz.
    Büyük bir heyecanla uçağın penceresinden aşağıya bakıyordum.Az sonra,yıllardır özlemini duyduğum ata topraklarına ayak basacaktım.
    Hep bu anı beklemiştim yıllarca….
    O esnada, farkında olmadan,Yavuz Bülent Bakiler’in,çocukluk yıllarımda ezberlediğim “Unuttuğumuz İnsanlar” şiirinin şu mısraları döküldü dudaklarımdan:
    “Ben çilesi çekilmemiş bir Türkmen.
    Ben her sabah,ciğerine kurşun yiyen bir yetim.
    Çaresizlikler içinde sizi düşünüyorum.
    Ey esir insanlar diyarında benim esir milletim! ...
    Ve ey Kafkas Dağları ardında
    Bayraksız memleketim.”
    Bu duygularla uçaktan indim.
    Artık ayağım yere değmişti.Hem de ata topraklarına! ...
    Sanırım diğer öğretmen arkadaşlar benim kadar heyecanlı değildi.
    Çünkü biz hep bu diyarın hasretiyle büyümüştük.Türkülerimiz,hoyratlarımız ve şiirlerimiz hep bu topraklara dairdi.Yine Yavuz Bülent Bakiler’in “Türkistan” şiiri geldi aklıma.O şiiri gözlerimin önünden geçirmekle kalmadım; adeta yaşadım:
    “Öz yurdumu çarmıha germişler kırk yerinden
    Unutmam bin yıl geçse acımın üzerinden
    Vurulan bir ceylana yanar gibi derinden
    Ulu Türkistan’a yandım.

    Tanrım,bir gün acaba diyebilecek miyim;
    -Vuslatın yüzüme nakışladığı nurla-
    Bir komşu bahçesine uzanır gibi huzurla
    Türkistan’ın toprağına uzandım.”
    Türkistan’ın toprağına huzur içerisinde uzanmayı nasip eden Mevla’ma binlerce şükürler olsun.
    Kardeş Türkmen halkına hizmet etme bahtiyarlığı benim için bütün maddî değerlerin fevkindedir.
    Kimse bunu kuru ve hamasî bir Türkçülük ve Turancılık olarak da yorumlamaya kalkmasın.
    Kim ne derse desin onlarla köklü tarihî bağlarımız var.Bu güçlü bağ yetmiş yıllık komünizm devrinde de kopmadı; belki zaman zaman gevşedi.
    Onlar bizim kardeşlerimiz.
    Bunu kimse inkâr edemez.
    Dinimiz bir…
    Dilimiz bir…
    Özümüz bir…
    Sözümüz bir…
    Bir,bir,bir,bir! ...
    Bu kadar birin olduğu yerde ikilik olur mu?
    Bu birleri çoğaltmak,uzatmak da mümkün! ....
    Bu kadar birlerin olduğu yerde elbette birlik olması gerek.
    Bazı kesimlerin ikilik ve fitne tohumu ekme gayretleri hüsranla sonuçlanacaktır.
    Kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenler,Allah’ın izniyle,başarılı olamayacaklardır.
    Ben buna bütün samimiyetimle inanıyorum.
    Kardeş Türk Cumhuriyetleri, aynı ağacın meyveleridir.Bu vahdet ağacına zehirli aşı yapmak isteyenlere bu millet izin vermeyecektir.

    e-mektup: [email protected]

  • m.nihat malkoç22.02.2005 - 21:59

    ATA TOPRAKLARINDA OLMANIN HAZZI
    M.NİHAT MALKOÇ

    Türkî Cumhuriyetlere öğretmen alımı imtihanı neticesi elime geçtiğinde çok heyecanlanmıştım.
    Kazanmıştım imtihanı! ...Hem de Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a tayin edilmiştim.
    Akçaabat’tan Aşkabat’a gidecektim.
    Söylemesi bile bir hoş…
    Akçaabat’tan Aşkabat’a! ...
    Günler günleri kovaladı; nihayet evlât-ü ayalden ayrılma zamanı geldi.
    Bugüne kadar hiç mi hiç yurt dışına çıkmamıştım.
    Yurt içi seyahatlerimde de hep ailemle beraber dolaştım.Yani ilk kez uzun süreli bir ayrılık yaşayacaktım.
    Fakat içimde o üzüntüyü boğan bambaşka bir sevinç var.
    Az bir şey mi Allah aşkına! ...
    Yıllardır sevgisini içimde yaşattığım ata topraklarına gidiyorum.
    Bir yanda hüzün,öte yanda bastırılması mümkün olmayan tarifsiz bir sevinç…
    Kim demiş “Erkekler ağlamaz” diye? ...
    İnsan olmanın alâmetidir gözyaşı…
    Gözyaşının su gibi çağlamadığı ayrılıklara ayrılık mı denir?
    Ben de insan olmanın gereğini izhar ettim.
    Evlât-ü ayalden nemli gözlerle ayrıldım.
    Ankara’da pasaport işlemlerini hallettikten sonra sabaha karşı Esenboğa Havalimanı’nın yolunu tuttum.Yalnız değiliz tabiki.
    Onlarca kader arkadaşım var benimle beraber…
    Kırk beş dakikalık Ankara-İstanbul yolculuğu sanki göz açıp kapayıncaya dek bitti.
    Uçaktan iner inmez İstanbul Atatürk Hava Limanı Dış Hatlar Terminali’ne aldılar bizi.
    Burası Türkiye’nin Avrupa’ya veya genel anlamda dünyaya bakan yüzü! ...
    Son derece çağdaş…
    Son derece modern…
    Son derece şık…
    Türkiye’nin yüz akı dersek abartmış sayılmayız.
    Sözkonusu terminalde THY’nın Türkmenistan uçağını bekledik.
    Öğleye doğru pasaport kontrolü için kapıdan içeri aldılar bizi.
    Uzun ve dar yapay bir koridordan uçağa doğru hareket ettik.
    Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a 23 Türk öğretmenle beraberce gidiyorduk.
    Koltuğumuza oturduk; uçak pistte hareket etmeye başladı.Biraz sonra da ayağımız yerden kesildi.
    Artık İstanbul semalarındaydık.O anda “İstanbul Kanatlarımın Altında” filminde figüran hissettim kendimi.
    Hakikaten İstanbul kanatlarımızın altındaydı.Ben de uçağın sağ kanadının tam üzerinde oturuyordum.
    Her şey bir film gibiydi.
    Fakat yaşadıklarımızın hepsi hakikatti.
    Anavatandan ata vatana gidiyorduk.
    Bir ara mikrofondan bir anons sesi duyuldu: “Kaptanınız konuşuyor.Şu anda Sivas üzerinde uçuyoruz..”
    Pencerenin tam kenarında oturuyordum.Şimdi de Sivas kanatlarımızın altındaydı.
    Belli bir zaman sonra yüksek,karlı bir dağ gözüme ilişti.Yanımda esmer yüzlü bir Türkmen delikanlısı oturuyordu. “Şu karşıda görünen yüce karlı dağ Ağrı Dağı mıdır? ” diye sordum. “Evet” dercesine başını salladı.Ağrı Dağı’nı tepeden görmek de varmış kaderimizde…Sonra Ermenistan topraklarına,ardından da Hazar Denizi’ne ulaştık.Sonra uçsuz bucaksız bir çöl başladı.Yolculuğa başladığımızdan beri üç saat on beş dakika geçmişti ki kaptan pilot,birazdan Aşkabat Hava Alanı’na ineceğimizi haber verdi bizlere.
    İstanbul’dan Aşkabat’a olan yolculuğumuz üç saat on beş dakika sürmüştü.
    Ama bu yolculuk bana sanki bir asır kadar uzun gelmişti.
    Çünkü bir an evvel ata vatanın o mübarek topraklarına basma arzusu vardı içimde! ...
    e-mektup: [email protected]

  • m.nihat malkoç22.02.2005 - 21:57

    Muhterem Şiir Dostları;

    Trabzon’un en büyük ve şirin ilçesi olan Akçaabat’ın 87.Kurtuluş Yıldönümü bugün (17 Şubat 2005) …..Bu vesileyle düzenlenen şiir yarışmasında birinci olarak iki yüz milyonluk para ödülü ve Başarı Belgesi aldım…Bu haberi ve birinci olan şiirimi siz şiir dostlarıyla paylaşmak istedim…İşte birinci olan şiirim:

    PULATHANE(AKÇAABAT)


    Sen Pulathane’yi gezdin mi dostum?
    Bir görmeden tarif etmek zor şimdi
    Güzelliği sen de sezdin mi dostum?
    Sualini yavaş yavaş sor şimdi

    Güzellikler bölüşülür,paylanır
    Ağıtlarda hasret,acı söylenir
    Hıdırnebi Yaylası’nda yaylanır
    Kavranlara basılmıştır lor şimdi

    Buralarda fitne,fesat az olur
    Müminin yüzünde nurdan iz olur
    Hakikate giden yollar düz olur
    Gerçekleri görmeyenler kör şimdi

    Bahçelerde çiçek açar,yaz gelir
    Baharla birlikte bize haz gelir
    Koca ömür insanlığa az gelir
    Aç gözünü hakikati gör şimdi

    Yücesinde boz bulanık kör duman
    Hasat vakti gelir kurulur harman
    Çiçeklerde saklı bin çeşit derman
    Yeşilliği gözlerimde fer şimdi

    Sabah namazında kalkılır işe
    Tez vakitte haber salınır eşe
    Haram yiyip asla dönülmez köşe
    Köylünün sırtından akar ter şimdi

    Mutluluk ışığı yansıyor gözde
    Samimiyet elbet gizlidir sözde
    Seher vakti rızk aranır denizde
    Deryalara atılmıştır tor şimdi

    Muhabbetler büyür dönüşür aşka
    Aşk varsa gönülde gerek yok köşke
    Ömrüm bu toprakta geçseydi keşke
    Hicrandan vuslata erer yâr şimdi

    İrem’i andırır yeşil bağları
    Yücelere kanat gerer dağları
    Afiyetle yenir taze yağları
    Doğru mu,yanlış mı,karar ver şimdi

    Gecenin kör vakti garipler ağlar
    Denizler köpürür,ırmaklar çağlar
    Yeşile bürünür çiçekli bağlar
    Menekşeler bahçelerde mor şimdi

    Hiçbir yer değildir gönlüme göre
    Hicran ateşine,kavuşmak çare
    Gitmeye meylim yok başka bir yere
    Şuraya bir yatak,yorgan ser şimdi

    On Yedi Şubatlar bayramdır bize
    Döküldü düşmanın leşi denize
    İmanla Salip’i getirdik dize
    Hakk’a karşı kenetlenmiş şer şimdi

    Övünmek hakkımız düşman utansın
    Ülkemi bölüşen ferman utansın
    Türk’e kefen biçen cihan utansın
    Olanları hayırlara yor şimdi

    Akçabatlı’m Sargana’yı unutma
    Garibi hor görüp zalimi tutma
    Ceddinin sözünü yabana atma
    Hayatını muhabbetle ör şimdi

    Hasret hançer olur, boynumu vurur
    Ruhumu bedenden alıp savurur
    Yüreğimi baştan başa kavurur
    İbrahim’in ateşinde kor şimdi

    Sılanın zehiri,kederi gurbet
    Ölümün ötesi,beteri gurbet
    Garibin azığı,kaderi gurbet
    Piştik artık yakmaz bizi nâr şimdi

    Köftesi,horonu mühürdür çağa
    Başlasın eğlence,dizilin sağa
    Çek dizleri,tenin değsin toprağa
    Dört bir yanda oynanıyor bar şimdi

    Ne söylesem el âleme söz olur
    Söylemesem yüreklerim köz olur
    Bahar gelir,benim ruhum güz olur
    Karadağ’da üşür yağan kar şimdi! ...


    M.NİHAT MALKOÇ

  • m.nihat malkoç22.02.2005 - 21:54

    NİHAT MALKOÇ’UN BİYOGRAFİSİ

    Beş çocuklu bir ailenin en küçük ferdi olarak 1970 senesinin 1 Haziran’ında Trabzon’un Köprübaşı ilçesine bağlı Gündoğan Köyü’nde hayata “Merhaba” dedi. İlkokulu komşu köy olan Güneşli Köyü’nde okudu.Orta ve lise öğrenimini Köprübaşı Lisesi’nde tamamladı.En büyük emeli iyi bir hukukçu olmaktı.Lise son sınıfta girdiği üniversite imtihanında KTÜ/Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü kazandı.Dersaneye gitme imkânı ve zaman kaybına tahammülü olmadığı için kazandığı fakülteyle yetindi.1992 yılında okulu bitirdi.İlk göz ağrısı olarak nitelediği Gümüşhane’de beş yıla yakın öğretmenlik yaptı.Her geçen gün öğretmenliği daha çok sevdi.Artık öğretmenliği bir tutku olarak görüyor.
    Vatan borcunu İstanbul’da Kara Kuvvetleri Lisan Okulu’nda Yedek Subay Öğretmen olarak onurla yerine getirdi.Bu peygamber ocağında yüzlerce yabancı subaya güzel Türkçe’mizi öğretti.Ankara’da girdiği sınavı kazanarak Akçaabat Anadolu İmam-Hatip Lisesi’ne Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak atandı.Burada iki yıl görev yaptı.Daha sonra girdiği yazılı ve sözlü imtihanı kazanarak Türkî Cumhuriyetlerden Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a,üç yıl görev yapmak üzere, öğretmen olarak gönderildi.Burada Mahdumkulu Türkmen Devlet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde ve İlâhiyat Lisesi’nde Türk Dili öğretmeni olarak çalıştı.Yine Aşkabat’ta Türkçe Öğretim Merkezi’nde(TÖMER) bir yıl boyunca değişik milletlerden kişilere Türkçe’yi sevdirerek öğretti.Şu anda Akçaabat’a bağlı Derecik İlköğretim Okulu’nda görev yapmaktadır.
    Bugüne kadar,en büyüğünden en küçüğüne kadar onlarca dergi ve gazetede fikrî,edebî,felsefî ve kültürel konularda yüzlerce yazı ve şiir yazdı.Bu yayın organlarından Türk Edebiyatı,Türk Dili,Bizim Çocuk,Çınar,Bizim Azerbaycan,Anadolunun Sesi,Üniversitelinin Sesi,Türkiye,Bizim Okul,Şenliğin Sesi,İnsanlığa Çağrı,Yeni Sesleniş,Gençliğin Sesi gibi dergilerde; Türksesi,Demokrat Gümüşhane,Kuşakkaya,Ortadoğu,Yeni Mesaj,Hergün,Candaş,Edebiyat,Bolu Üçtepe,Akçaabat Yeni Haber,Karadeniz Olay,Hizmet gibi gazetelerde yıllardan beri deneme,makale,fıkra ve şiirler yazmaktadır. “Bizim Okul” isimli kültür,sanat ve edebiyat dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptı.Kültürel organizasyonların çoğunda aktif olarak görev aldı.Sevgi,Dostluk ve Kardeşlik konulu şiir yarışmasında birincilik,Trabzon Belediyesi’nin düzenlediği Çevre ile ilgili yarışmada birincilik,yine aynı belediyenin düzenlediği “İki binli Yıllara Doğru Trabzon” konulu makale yarışmasında mansiyon,Akçaabat Belediyesi’nin değişik zamanlarda organize ettiği şiir yarışmalarında birincilik,ikincilik,üçüncülük ödülleri kazandı.Karadeniz Yazarlar Birliği kurucularındandır.Halen bu birliğin üyesidir.
    Bunların yanında elinin altındaki öğrencilere rehberlik ederek ve bizzat örnek olarak,onların da pek çok kültürel yarışmada ödüller almasına zemin hazırlamıştır.İkisi kız,biri erkek olmak üzere üç çocuk babasıdır.

  • trabzonspor17.02.2005 - 00:02

    GEÇMY?TEN GELECE?E TRABZONSPOR
    M.NYHAT MALKOÇ

    Spor toplumun sosyal ihtiyaçlaryndan biridir.Ülkemizde spor yapmak,maalesef,bir ihtiyaç olarak görülmemektedir.Türk insany spor yapmyyor,spor yapanlary seyrediyor.
    Ülkemizde spor deyince aklymyza futbol geliyor.Ya?lysy genci,kadyny erke?i futbol tutkunu olmu?.Voleybol,basketbol,hentbol gibi spor bran?lary futbolun gölgesinde ya?am mücadelesi veriyor.
    Türkiye’de futbol herkesin gözbebe?i! ...Futbol deyince de akla,her yyl zirve mücadelesi veren Fenerbahçe,Galatasaray,Be?ikta? ve dördüncü büyük olarak Anadolu’nun futboldaki en büyü?ü Trabzonspor geliyor.
    Trabzon halkynyn futbol tutkunlu?u her ?eyin ötesinde…Bu adeta bir kara sevda…Trabzonspor ?ehrin her ?eyi…Ynsanlarymyz futbolla yatyp futbolla kalkyyor.Trabzonspor’un kazanmasy,o haftayy bayram havasy içinde ya?amak demektir.Bir de kaybetmi?se o hafta hafakanlar basar insany.Zaman bir türlü geçmek bilmez.
    Peki hem?ehrilerimizin ba?ryna basty?y Trabzonspor’u ne kadar tanyyoruz? Bu hususta çok ?ey bildi?imiz söylenemez.
    Trabzonspor 02 A?ustos1967 yylynda kurulmu?tur.Ben 1970’te do?du?uma göre bordo mavili kulüp benden üç ya? büyüktür.Gerçi Trabzonspor kulübünün tarihini bir yyl daha geriye götürebiliriz.O zamanlar kyrmyzy beyaz formayy ta?yyan Trabzonspor’un bir yyllyk kysa tarihini de bugünkü rakama ilave ederseniz ?u an itibariyle kulübümüz 38 ya?ynda olur.Fakat bu dönemde amatör bir ruh sözkonusu oldu?u için futbol otoriteleri tarafyndan dikkate alynmamy?tyr.
    Trabzon’un en eski futbol kulüpleri Ydmangücü,Martyspor,Karadenizgücü takymlarydyr.Bunlar Trabzonspor’un ilk yyllaryndaki futbolcu ihtiyacyny kar?ylayarak,altyapysyny olu?turmu?tur.
    Bu güzide kulübün te?kil edilmesinde rahmetli Osman Tomruk,Sebahattin Kundupo?lu,Dr.Bahri Çerbato?lu,Ruhan Öngür,Süha Akçay,Ziyad Nemli ve de?erli dostum Gazeteci-Yazar Refik Karaa?açly Bey’in büyük emekleri geçmi?tir.
    Trabzonspor,otuz yedi yyllyk kysa tarihinde ola?anüstü ba?arylara imza atmy?tyr.Bu süre içinde,yüzüncü yyllaryny kutlayan Ystanbul kulüplerinin ba?arylaryny yakalayarak,onlaryn korkulu rüyasy olmu?tur.
    Bordo-mavili ekip bu kysa zaman diliminde tam alty kez Türkiye Birinci Ligi ?ampiyonu olmu?tur.Bir o kadar da Federasyon,Ba?bakanlyk ve Cumhurba?kanly?y kupasy kazanarak müzesini zenginle?tirmi?tir.
    Türkiye’den ve dünyadan pek çok takymla yapty?ymyz maçlarda Hüseyin Avni Aker Stadyumu yüzlerce ba?aryya sahne olmu?tur.Barselona,Liverbol,Aston Villa,Ynter gibi dünya devleri Avni Aker’in ye?il çimlerine gömülmü?tür.Bu takymlar stattan boynu bükük ayrylmy?lardyr.Hatta Dinamo Kiev gibi dünya devlerini deplasmanda yenme ba?arysyny göstermi?tir.
    Bordo-mavili takym en son 1984 yylynda Mehmet Ali Yylmaz’yn kulüp ba?kanly?y yapty?y dönemde ?ampiyon olmu?tu.O günden beri hep zirveye oynadyk ama ipi bir türlü gö?üsleyemedik.1996 yylynda Fenerbahçe’yle çok kritik bir maç oynadyk.Avni Aker’deki bu maçtan galip ayrylsaydyk kesin ?ampiyon oluyorduk.1-0 öne geçti?imiz maçtan yenik ayrylarak ?ampiyonlu?u ezeli rakibimiz Fenerbahçe’ye hediye ettik.O zamandan beri ?ampiyonlu?a bu denli yakla?amadyk.Bu yyl da(2004) deplasmanda 2-1 yendi?imiz Dinamo Kiev’e kendi sahamyzda 2-0 yenilerek tarihî bir fyrsaty kaçyrdyk.Bu maçtan 1-0 yenik ayrylsak bile tarihimizde ilk kez ?ampiyonlar Ligi’nde oynayacaktyk.Dinamo Kiev’i elimizden kaçyryp ?ampiyonlar Ligi’ne veda etmemiz kulübü en az be? yyl geri götürmü?tür.Bu ayny zamanda kulüp kasasyna alty buçuk trilyonluk sycak para girmesini sa?layacakty.Bu da Trabzonspor’un tarihindeki dönüm noktalaryndan birisidir.
    Ba?ary inançly olmayy gerektirir.Anla?ylan o ki Trabzonspor özgüvenini ve inancyny kaybetmi?.Oysa geçmi?teki ba?arylar futbolcular için bir motivasyon kayna?y olmalyydy.Son zamanlarda bölgemizin insany olan Ziya Do?an(Gümü?hane kökenli) takyma bu ruhu kazandyrma arifesindedir.Alynan güzel sonuçlar buna i?arettir.Umarym güzel günler bizi bekliyor.Bu taraftaryn uzun vadeli beklemeye ve sabretmeye tahammülü kalmady.?ark güne?inin bir an önce do?up ruhumuzu ve kalbimizi ysytmasyny bekliyoruz.

    e-mektup: [email protected]

  • oflu17.02.2005 - 00:01

    OF’A VE OFLULAR’A DAYR
    M.NYHAT MALKOÇ

    Dünyada iki harften olu?an yer adlary bir elin parmaklaryndan daha da azdyr.Hem?ehrilerimiz sanki farklylyklarynyn ni?any olsun diye bu ady koymu?lar ?ehirlerine.Hakikaten de Trabzon’a ba?ly bir ilçe konumunda olan Of her yönüyle ?ahsyna münhasyr hususiyetler ta?yyan bir yerle?im yeridir.
    Of,Trabzon’un en köklü ve büyük ilçeleri arasynda ikinci syradadyr.Bilindi?i gibi Çaykara ve Hayrat önceleri buraya ba?lyydy.Bu beldeler ilçe olunca do?al olarak Of da yüzölçümü bakymyndan küçülmü?tür.
    Trabzon’a 50 kilometre uzaklykta olan Of’un do?usunda Rize,batysynda Sürmene,güneyinde Hayrat ve Dernekpazary,kuzeyinde Karadeniz bulunmaktadyr.Denizle olan seviyesi sadece on metredir.En önemli akarsulary Do?u Karadeniz Da?lary’nyn kuzey istikametinde do?up ilerledikçe yan kollar alarak büyüyen Solakly ve Baltacy dereleridir.
    Of’a hayat veren çaydyr.Arazinin engebeli olmasy yüzünden modern tarym aletlerini kullanmak mümkün olmamaktadyr.Ylçede çayyn alternatifi yine çaydyr.Fyndyk,mysyr,patates,kara lahana,fasulye gibi ürünlerin yeti?tirilmesi çayla boy ölçü?ebilecek boyutta de?ildir.
    Karayla denizin güzel bir kompozisyon olu?turdu?u bu ?irin ilçe, gelecekte il olmaya aday görünmektedir.Zaten Oflular kendilerini Trabzonlu olarak görmezler.Nerelisin sorusuna hep: “Ofli’yum” cevabyny verirler.Daha da ileri gidip Of’un nereye ba?ly oldu?unu sordu?unuzda “Yukariya,direk Allah’a ba?liyuk” cevabyny verirler.
    Türkiye’deki pek çok büyük ilçe il olma yary?y içerisindedir.Bunlardan birisi de ?üphesiz ki Of’tur.Aslynda Trabzon’a uzakly?y ve genel yapysy itibariyle bu ileriki yyllarda gerçekle?ebilecek bir dü?üncedir.Böyle bir durumda Rize’ye ba?ly Yyidere ve Kalkandere halky Of’a ba?lanmayy tercih edeceklerini belirtmi?lerdir.Bunun yanynda Of’un art bölgesi olan Hayrat,Dernekpazary ve hatta Çaykara böyle bir yapylanmada Of’a ba?lanmaya razy olacaklaryna inanyyorum.Zaten Hayratlylar kendilerini her zaman Oflu olarak görürler.Ylçe olduklaryna bin pi?mandyrlar.Ylçe olmadan evvel Of ady onlaryn hem itibaryny artyryyor,hem de i?lerini kolayla?tyryyordu.Görüldü?ü gibi Of hem nüfus,hem de nüfuz açysyndan il olmaya namzettir.Bunu derken bazylary belli ki byyyk altyndan gülüyordur.Fakat ben inanyyorum ki azmin ve gayretin sembolü olan Oflular gelecekte bunu da ba?aracaklardyr.
    Of, e?itim potansiyeli açysyndan ileri bir seviyededir.Of’un âlimleri ve hocalary dünyaca me?hurdur. 1898 E?itim Bakanly?y Raporuna (Maarif Salnamesi) göre Trabzon'un üç kütüphanesinde 1500 kitap varken, Gümü?hanevi Ahmet Ziyaüddin Efendi tarafyndan Of'ta kurulan Hacy Ahmet Kütüphanesi'nde 800 kitap oldu?u bildiriliyor. 1914 yylyna ait Ystanbul ?eyhülislâmlyk ar?ivlerinde Of'ta 69 medrese oldu?u kaydedilmi?. Ar?ive göre Of'ta 69 müderris, 1490 ö?renci bulunuyormu?.Bu rakamlar Of’un e?itime ne kadar ehemmiyet verdi?ini ortaya koyuyor.Bu gelenek eskisi kadar olmasa da bugün de devam etmektedir.
    Of her yönüyle ilginç bir yerdir.Türkiye’de hanedanly?yn hüküm sürdü?ü tek yer Of’tur.Bu ?ehri 124 yyldan beri ayny sülâle,Saryalio?lu sülâlesi yönetiyor. Ylk Belediye Reisi Saryalizâde Ömer Lütfü Bey 52 sene görev yapmy?. Ondan sonra ayny sülâleden gelen sekiz belediye reisi toplam 68 yyl görev almy?lar. Son belediye ba?kany Oktay Saryalio?lu da ayny soydan geliyor.Byrakyn Türkiye’yi, bunun belki de dünyada da bir örne?i yoktur.
    Bu ilçeyi enteresan yapan unsurlaryn ba?ynda da ady gelmektedir.Türkiye’de iki harften olu?an bir ba?ka yer ady yoktur.Of adynyn men?ei konusunda de?i?ik rivayetler mevcuttur.Birinci rivayet ?udur:Bilindi?i gibi bu topraklarda daha evvel Rumlar ya?amaktaydy.Yunanca’da yylan sözcü?ünün kar?yly?y “Ofis” dir.Arazi yapysy parçaly ve kyvrymly oldu?u için bu durum yollaryn da ayny ?ekli almasyna yol açmy?tyr.Yollar kyvrymly oldu?u için de buraya Ofis denmi?; bu zamanla de?i?erek Of hâlini almy?tyr.
    Ykinci rivayet ?öyle anlatylyr:Eski ça?larda burada Turanî yrkyna mensup kavimler ya?yyordu.Bunlar silâh yapymynda ustaydylar.Güney Sibirya Türkleri’nde de silâha “Op” deniliyordu.Onlar da bu kelimeyi silâh kar?yly?y olarak kullanyyorlardy.Bu söz halk arasynda zamanla “Of” a dönü?mü?tür.
    Son rivayet ise ?öyle:Kumanlar’da “Of?in diye bir kelime vardy.Bunun anlamy “hiddetli bir tavyrla vatanyny korumak”ty.Bu kelime zamanla de?i?erek Of’a dönü?mü?tür.
    Bunlaryn hepsi birer rivayet! ...Fakat bunlar arasynda, yörede Orta Asya’dan göç etmi? Turanî kökenli insanlaryn ya?amy? olmasy hasebiyle ikinci görü? akla ve manty?a daha uygundur.
    Oflular çaly?kan,zeki ve uyanyk insanlardyr.Dünyanyn neresine giderseniz gidin orada bir Oflu’yla kar?yla?manyz muhtemeldir.Bu insanlar alynteriyle çok büyük ba?arylara imza atmy?lardyr.Y?çi olarak girdikleri i?lerde kysa zamanda ilerleyerek patron konumuna yükselmi?lerdir.Hatta bu hususta bir de fykra anlatylyr:
    “Oflu biri,Amerika’da bir hem?ehrisiyle kar?yla?yr.Biraz sohbetten sonra hem?ehrisi sorar:
    -Ne i? yapyyorsun burada?
    -Geldu?umdan beri ayny fabrikada çaly?yyrum.
    -Arkada?y hiddetle:
    -Ne biçim Ofli’sun sen? Onca zamandur çali?ta,çali?tu?un fabrikanun sahibi olma! ...
    -Olamam ya! ...
    -Neden?
    -Çunki çali?tu?um fabrikanun sahibi de Ofli de ondan.”
    Of,Trabzon’un gözbebe?i,yüzaky! ...Onlaryn çaly?kanlyklary ve ba?arylary hepimizi gururlandyryyor..Fakat Oflular ne kadar çaly?kansa,bir o kadar da inatçy ve hyrsly…?eytanla sava?yp onu yenen ba?ka bir insan örne?i var my dünyada?
    Of gelece?in ?ehri! ...Oflular bu ?ehrin usta mimarlary! ...Bunlary Of’la büyük bir rekabet içerisinde olan Sürmeneli(Köprüba?yly) biri olarak söylemekten gocunmuyorum.Allah onlary ba?ymyzdan eksik etmesin; inat üzereyken ?erlerinden uzak tutsun.

    e-mektup: [email protected]

  • nasreddin hoca16.02.2005 - 23:41

    TÜRK MİZAHININ KÖŞE TAŞI: NASREDDİN HOCA
    M.NİHAT MALKOÇ

    Gülmek ve ağlamak insanların yaşadığı iki zıt hakikattir.Halk arasında gülmekle ağlamanın kardeş olduğu söylenir.Gerçekten de zaman gelir,iç içe yaşarız bu iki duyguyu.Gözyaşları bazen elemden,bazen de sevinçten boşalır gelir.Onun için her zaman kötü değildir ağlamak! ...Gülmek de aşırıya kaçınca kalbi karartır.Resulullah Efendimizin, hayatı boyunca bir kez bile kahkaha atarak gülmediği rivayet olunur.En güzeli tebessüm etmektir.
    Ölçülü olmak şartıyla gülmek,insanı rahatlatır.İnsanı neşelendirmek ve eğlendirmek için mizah sanatı geliştirilmiştir.Fakat günümüzde mizah adına öyle edepsizlikler yapılıyor ki insanın gülmekten çok,ağlayası geliyor..Oysa lâtifenin lâtif olması gerekir.Karikatürler,fıkralar ve mizahın her türü,insanları somurtkanlıktan kurtarmak içindir.Bunu yaparken terbiyeyi rafa kaldırmamak gerekir.Mizahı müstehçenlikten kurtarmalıyız.
    Türk mizahının gelmiş geçmiş abide isimlerinin başında Nasreddin Hoca vardır.Onun hayatı hakkındaki bilgilerimizin çoğu rivayetlerden ibarettir.Yani onun hayatına dair elimizde hiçbir yazılı belge yoktur.Biz Türkler’in en büyük hatalarından birisi de yazılı belgelere gereken kıymeti vermemektir. Onun içindir ki yüzlerce büyük şahsiyetin hayatı hep ihtimal ve rivayetlere dayanır.
    Hoca Nasreddin’den bize kalan miras,onun dünyaya nam salmış fıkralarıdır.Bunlardan yola çıkarak Hoca’nın hayatı hakkında ipuçları elde ediyoruz..Burada da karşımıza şu problem çıkıyor: Acaba ona ait olduğu söylenen fıkraların yüzde kaçı onundur.Bu hususta iddialı konuşmak pek mümkün değildir.Fakat yine de bir kısım kıstasları göz önünde bulundurarak somut gerçeklere varabiliriz.Bir kere Nasreddin Hoca’nın fıkralarında müstehçenlik bulunmaz.Mukaddes değerlere son derece saygılıdır.Fakirlerle alay etmez.Daima düşkünlerin ve zavallıların yanındadır.Küfürden nefret eder.Ahlâksızlığa asla prim vermez.Türk-İslâm ahlâkıyla mücehhezdir.Daima iyilik ve merhamet temalarını işler.Duygu sömürüsü yapmaz.Bu ve bunun gibi ölçüleri dikkate alarak hangi fıkranın Hoca’ya,hangisinin başkalarına ait olduğunu çıkarabiliriz.
    O,büyük bir halk filozofudur.Belki sistemli ve düzenli bir eğitim görmemiştir ama kendini iyi yetiştirmiştir.Ufku çok geniştir.Hayattan edindiği tecrübelerle hareket eder.Tabir caizse hayat mektebini bitirmiştir.Fıkraları alelâde komikliklerden ibaret değildir.Güldürürken düşündürmeyi amaç edinmiştir.Onun lâtifelerinin her biri ibret ve hikmetlerle doludur.Fıkraları sözlü gelenekle günümüze aktarıldığı için bir kısım değişikliklere uğramıştır.Ona ait olmayan pek çok fıkra,ona mal edilmiştir.Türk Milleti’nin ince zekâsının tüm hususiyetlerini onun fıkralarında görebiliriz.
    Nasreddin Hoca’nın evliyadan biri olduğu da söylenir.Kâmil bir müslümandır O…İslâmın vakarı,hayatının her dönemine yansımıştır.Onun fıkralarının anafikir cümleleri atasözü hâline gelerek,halk tarafından benimsenmiştir.Bunlar arasında şu güzel örneklere rastlıyoruz: “Parayı veren düdüğü çalar…Damdan düşenin hâlinden damdan düşenler anlar…Yiğidin malı gözü önünde gerek…Dostlar alış verişte görsün…vb.”
    Bugün Nasreddin Hoca tüm dünya için evrensel bir değerdir.Fıkraları,dünyanın dört bir köşesinde sevilerek okunmakta ve dinlenmektedir.Fakat dünya milletleri onun Türklüğünü daima gözardı etmektedir.Geçen zaman içerisinde,Türkiye olarak,Hoca’nın popülaritesinden yararlandığımız söylenemez.Özetle şunu söyleyebiliriz; her zaman olduğu gibi kaymağı ecnebiler yerken,bizler seyrediyoruz.Hoca’yı bir Türk mizahçısı olarak dünya kültür ve mizah pazarına çıkarmanın zamanı gelmedi mi hâlâ? ...

    e-mektup: [email protected]

  • erzurumlu ibrahim hakkı16.02.2005 - 23:40

    ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
    M.NİHAT MALKOÇ

    Çok yönlü bir âlim olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’ni tavsif ve tasvir etmek için yeterli bir kelime bulmakta zorlanıyorum.O hem bir şair,hem bir yazar,hem bir tasavvufçu,hem de pozitif bilimlerle uğraşan çağdaş manada bir bilim adamıydı.Bahsi geçen bu sahaların hepsinde de azami derecede muvaffak olmuştur.En önemli hususiyeti,söylediklerini öncelikle yaşamış olmasıdır.Bu da onun geniş kitlelerce sevilip okunmasına zemin hazırlamıştır.
    18 Mayıs 1703 yılında(bundan üç asır evvel) Erzurum’un Hasankale kazasında dünyaya gelen bu büyük zat,altı yaşındayken annesi Şerife Hanife Hatun’u,on yedi yaşına geldiğinde de babası Derviş Osman Efendi’yi kaybetmiştir.Babası,meşhur Kadirî şeyhi İsmail Fakirullah’a bağlı idi.Sırf bunun için yurdundan ayrılıp,hocasının yanına,Siirt’in Tillo Bucağı’na yerleşmiştir.Küçük İbrahim de bir süre amcalarıyla birlikte ikamet ettikten sonra babasının yanına,Tillo’ya göç etmiştir.Kendisi de İsmail Fakirullah isimli zattan fevkalâde etkilenmiş,onun himayesinde dinî ve tasavvufî ilimler sahasında derinleşmiştir.Hocası rahmetli olunca,dergâhın başına kendisi geçerek onlarca talebe yetiştirmiştir.

    İbrahim Hakkı Hazretleri denilince,ilk olarak onun o meşhur Mârifetnâme isimli eseri aklımıza gelmektedir.Değişik konuları ihtiva eden bu ansiklopedik eser,uzun yıllardan beri sevilerek okunmaktadır.Eser bir mukaddime(önsöz) ,üç fen ve bir hatime olmak üzere,beş bölümden meydana gelmektedir.Sekiz yüz sayfadan mürekkep,hacimli bir kitaptır.Bu kıymetli eserde dünyanın yaratılışı,gökler,melekler,cennet ve cehennem,güneş,ay,yıldızlar,arzın katları,kıyamet alâmetleri,akıl,nefis,anasır-ı
    erbaa(hava,su,ateş,toprak) ,bitkiler,hayvanlar,aritmetik,geometri,astronomi,astroloji,atmosfer,madenler,iklimler,kıtalar,bedenin yapısı…vb. gibi konulara değiniliyor.Din ile ilim tek bir çerçevede bütünleştiriliyor.İnsan tahkikî imana erişiyor.1400 yıl evvel,kâinatı ve insanlığı şereflendiren Kur’an’ın gerçek bir mucize olduğunu tüm çıplaklığıyla görüyoruz Mârifetnâme’nin satır aralarında.
    Bu büyük tasavvuf ehlinin,Mârifetnâme’nin dışında,onlarca eseri daha vardır.Bunlardan en önemlileri Divan,İrfaniyye,İnsaniyye,Mecmuatü’l-Maâni,Tuhfetü’l-Kiram Nuhbetü’l-Kiram,Meşakiku’l Yûh,Sefine-i Nûh,Kenzü’l-Futûh,Definetü’r-Rûh,Ruhu’ş –Şurûh,Ülfetü’l-Enam,Urvetü’l-İslâm,Heyetü’l-İslâm’dır.Bu eserlerin çoğunu Tillo’da kaleme almıştır.Zaten en verimli yılları da burada geçmiştir.Kitap yazmayla talebe yetiştirmeyi bir arada,dengeyle yürütmüştür.
    Erzurumlu İbrahim Hakkı,aynı zamanda iyi bir şairdir.Şiirlerini yazarken Yunus Emre’den etkilenmiştir.O da Yunus gibi,şiirlerinde Allah aşkını ağırlıklı olarak işlemiştir.Müstakil bir Divan’ı mevcuttur.Çok rahat bir söyleyiş tarzı vardır.İçinden geçen duygu ve düşünceleri,şiirin kalıpları içerisinde mısralara dökmüştür.Onun sevilerek okunmasının sebebi üslûbundaki samimiyettir.Tefviznâme isimli uzun bir şiiri,her şeyiyle,her halükârda Allah’a teslim olanların dillerinden düşürmediği bir manzume olmuştur.Özellikle şu kısmı çok mânidardır:
    “Hak şerleri hayr eyler
    Zannetme ki gayr eyler
    Arif anı seyr eyler
    Mevlâ görelim neyler
    Neylerse güzel eyler.”
    18.yüzyılın mümtaz şahsiyetlerinden biri olan İbrahim Hakkı Hazretleri,yazdığı eserlerde şahsî bir üslûp ve zamanına göre sade bir dil kullanmıştır.Denebilir ki onun nâsırlığı,şairliğinden ileridir.77 yıllık ömründe onlarca eser telif eden bu Allah dostu,22 Haziran 1780 tarihinde,çok sevdiği Rabbine kavuşmuştur.Allah rahmet eylesin.

    e-mektup: [email protected]

  • ikinci abdülhamid16.02.2005 - 23:37

    “BİR LÂHZA-İ TEAHHUR” VE İKİNCİ ABDÜLHAMİT-2
    M.NİHAT MALKOÇ

    Tevfik Fikret,ömrü boyunca buhran içerisinde yaşamıştır.Gün gelmiş İstanbul’a,gün gelmiş manevî değerlere,gün gelmiş Sultan İkinci Abdülhamit gibi mütedeyyin eşhasa saldırmıştır.İçindeki maneviyat boşluğu,bu yaptıklarını ona şirin göstermiştir.Mensup olduğu devletin padişahına düzenlenen suikaste methiyeler yazan bir insanın ruh dünyasını varın siz düşünün! Ölüm,öyle veya böyle hepimizi gelip bulacaktır.Başkalarının ölümüne sevinilmez.Fakat Tevfik Fikret,şahsına münhasır bir kişi olduğu için,Abdülhamit’e karşı düzenlenen suikaste çok seviniyor.Hatta bunun başarısızlıkla neticelenmesine karşı,asabı bozuluyor.
    Bu pek meşhur Servet-i Fünûn Şairine göre Allah daima güçlüleri koruyormuş! Ermeniler’in Abdülhamit’e karşı düzenledikleri suikastte de böyle olmuş! Bu durum karşısında Fikret,hedef değiştiriyor.Tarih-i Kadim adlı eserinde aşağıladığı Allah’a karşı,bu defa şu ifadelerle boy ölçüşüyor:
    “Lâkin tesâdüf…Ah,o kavîler münâdimi,
    Acizlerin,zavallıların hasm-ı dâimi,
    Birden yetişti mahva bu tedbir-i hâriki
    Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bârikı
    Yukarıdaki mısralarda günümüz Türkçe’siyle şöyle deniyor:
    “Fakat o rastlantı…Ah,o güçlülerin yardımcısı,
    Güçsüzlerin,zavallıların sürekli düşmanı
    Birden yetişti bu eşsiz önlemi yok etmeye,
    Söndürdü bu parıldayan umudu bir solukta.”
    Bu suikastte onlarca masum insan hayatından olmuştu.İnsanda azıcık merhamet olsa,ölen onca insana acırdı.Onları canlarından eden bir suikaste methiyeler yazmazdı.Büyük Şair(!) bunla da yetinmeyerek olaya muhatap olanları: “Aşağılık bir seyirci topluluğu,kudurmuş,kaba” gibi sıfatlarla tavsif ediyor.Gök boşluğuna bacak,kelle,kan ve kemiğin yükseldiğini söylüyor.Dilerseniz bu mısralara bir göz atalım:
    “Bir darbe…Bir duman…ve bütün bir gürûh-ı sûr,
    Bir ma’şer-i vazî-i temaşa,haşîn,akuur
    Tırnaklarıyla bir yed-i kahrın,didik didik,
    Yükseldi gavr-i cevve bacak,kelle,kan,kemik…”
    Bu ifadeler bana merhum Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiiri hatırlattı.Nasıl oluyor da bir Türk şairi,Ermeniler’le ağız birliği ediyor ve onları övmekten çekinmiyor.Oysa Sultan Abdülhamit,vatanperver bir insandı.Hiç kimseye bir kötülüğü dokunmamıştır.Herkese karşı hoşgörülü olduğu için çok eleştiriliyordu.Bunu pasiflik olarak addediyorlardı.Bir sultana mütevazi olmayı yakıştıramıyorlardı.Fikret de bu kervana katılanlardandı.Gerçi o devirde basına zaman zaman sansür de uygulanıyordu.Lâkin hadiseleri değerlendirirken cereyan ettikleri zamanı da göz önünde bulundurmak lâzımdır.O dönemde böyle yapmak gerekiyordu.Zira devlet,bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.Tevfik Fikret tüm bu şartlara rağmen Ermeni suikastını hoş görüyor ve suikastçıları kutluyordu.Onları kurtarıcı bir el olarak görüyordu.Bu hadiseyle toplumun uyanacağını iddia ediyordu.Ona göre Abdülhamit’in ölümü, zorbalığın da sona ermesi mânâsına geliyordu.Bu saldırının o görkemli taçları sarsmasını istiyordu.O gizli eli çok merak ediyordu.Belli ki bilfiil kutlayacaktı onları:
    “Ey darbe-i mübeccele,ey dûd-ı müntakim,
    Kimsin? Nesin? ..Bu savlete sâik,sebep ne? Kim? ..
    Arkanda bin nigâh-ı tecessüs,ve sen nihân,
    Bir dest-i gaybı andırıyorsun,rehâ-feşân.”
    Bu fâni dünyada sonunda Abdülhamit de öldü,Tevfik Fikret de.Çünkü Rabbimizin buyurduğu gibi: “Her nefis,ölümü tadacaktır.”(Enbiya S.35.Ayet) Başkalarının ölümünü istemek caiz değildir.Hepimiz bu kervanın yolcusuyuz.
    e-mektup: [email protected]

  • ikinci abdülhamid16.02.2005 - 23:37

    “BİR LÂHZA-İ TEAHHUR” VE İKİNCİ ABDÜLHAMİT
    M.NİHAT MALKOÇ

    Tevfik Fikret,Servet-i Fünûn Topluluğunun başta gelen şairlerinden birisidir.Hatta bu edebî kitlenin yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapmıştır.Şiirlerini “Rübab-ı Şikeste” adlı eserde bir araya getirmiştir.Bu kitapta yer alan şiirlerden birisi de “Bir Lâhza-i Teahhur” dur.Günümüz Türkçe’sine “Bir Anlık Gecikme” şeklinde çevirebiliriz bunu.Peki bu şiirin ne ehemmiyeti vardır? Sözkonusu şiir,İkinci Abdülhamit’e düzenlenen suikast nedeniyle yazılmıştır.
    İkinci Abdülhamit,Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemlerinde tahta oturmuş talihsiz bir padişahtır.Onun için pek çok düşmanları olmuştur.İşlerin iyi gittiği zamanda herkes methiyeler düzer.Hele bir de işler kötü gidedursun herkes düşman kesilir bir anda.Abdülhamit de bu kaderi yaşamış iyi niyetli,aşırı müsamahakâr bir insandı.Ermeniler’in en büyük ideali Doğu Anadolu toprakları üzerinde müstakil bir Ermenistan kurmaktı.İkinci Abdülhamit buna şiddetle karşı çıkmıştır.Onun için Ermeniler,Abdülhamit’i en büyük düşman olarak ilân etmişlerdi. Hatta onu öldürmek için büyük bir suikast düzenlemişlerdir.
    21 Temmuz 1905 senesinde icra edilen suikast planı gerçekten tüyler ürperticiydi.Bilindiği gibi Abdülhamit,mütedeyyin bir insandı.Osmanlı padişahlarının tamamı böyledir zaten.Abdülhamit Han, Cuma namazını daha çok Yıldız Camiî’nde kılardı.Ermeniler onun bu özelliğini bildikleri için kendisine Yıldız Camiî’nin önünde şirret bir tuzak kurmuşlardır.Hatta bu işin eksiksiz gerçekleşmesi için dünya çapında ün yapmış Belçikalı terörist Jorris’i de aralarına dahil etmişlerdir.Hazırlanan plan gereğince Abdülhamit’i,Cuma Selâmlığı’ndan çıkarken bomba marifetiyle havaya uçuracaklardı.Hatta pek çok kritik nokta da bombalanacaktı.Her şey saniyesi saniyesine ayarlanmıştı.Yüz kiloluk bir bomba hazırlanmıştı bunun için…Saatli bomba hassas hesaplarla Abdülhamit’in çıkış anına ayarlanmıştı.Ama öldürmeyen Allah öldürmüyor işte.O gün her ne hikmetse Abdülhamit Han,Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’yle ayak üstü bir süre konuşmuş.Bomba şiddetli bir gürültüyle patladığı esnada o, yukarıdaki merdivenlerden yeni iniyordu.Kendisinin burnu bile kanamamıştır.Fakat bu hadisede 26 kişi hayatını kaybetmiş; 58 kişi de yaralanmıştı.
    İkinci Abdülhamit’i,pek çok kişi gibi, zamanın büyük şairlerinden biri olan Tevfik Fikret de sevmezdi.Yukarıda bahsedilen başarısız suikast girişimi üzerine “Bir Lâhza-i Teahhur” adlı,kin ve nefret dolu şiirini yazmıştır.Bu şiirinde Abdülhamit’i yerden yere vurarak suikastçı Ermeniler’i övmüştür:
    “Ey şanlı avcı,dâmını bî-hûde kurmadın!
    Attın…Fakat yazık ki,yazıklar ki vurmadın!
    Dursaydı bir dakikacağız devr-i bî-sükûn
    Yahut o durmasaydı,o iklîl-i ser-nigûn
    Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
    Bir hayr olurdu,misli asırlarca geçmemiş
    Lâkin tesadüf…Ah o kavîler münâdimi,
    Âcizlerin,zavallıların hasm-ı dâimi,
    Birden yetişti mahva bu tedbîr-i hâriki;
    Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bâriki.
    Nakşetti bir tehekküm için baht-ı bî-şuûr
    Târih-i zulme bir yeni dibâce-i gurûr
    Kurtuldu; hakkıdır,alacak, şimdi intikam;
    Lâkin unutmasın şunu târih-i sifle-kâm:
    Bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen denî
    Bir lâhza-i teahhura medyûn bu keyfini! ”

    e-mektup: [email protected]