Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • türküler26.07.2005 - 18:49

    ÂH BU TÜRKÜLER TÜRKÜLERİMİZ! …
    M.NİHAT MALKOÇ

    Toplulukları millet hâline getiren unsurların başında millî ve manevî değerler gelir.Bunları yaşadıkça ve yaşattıkça milletçe kenetleniriz.Nasıl ki çimento taşları sıkı sıkıya birbirine bağlarsa örf ve adetler,kültürel birikimler de değişik unsurlardan meydana gelen toplulukları birbirine bağlar.
    Türküler bu değerlerin sese bürünmüş, nağmelere gömülmüş,notalarla örülmüş hâlidir. Türküler bizim sesimiz,yürek burkuntularımızdır çoğu zaman…Türküler Anadolu demek….O coğrafyada acıları bal eden ve tahammülü destanlaşan şahsiyet abidelerinin gönül çağlayanı…Sinelere hapsedilen aşkların dilidir türküler…Kerem’in Aslı’sına,Mecnun’un Leylâ’sına,Ferhat’ın Şirin’ine,Tahir’in Zühre’sine söylediği yürek mektuplarıdır onlar…
    Ege türküleri yiğitlik,Akdeniz türküleri melânkoli,Orta Anadolu türküleri hüzün,Doğu ve Güneydoğu Anadolu türküleri ağıt,Karadeniz türküleri kıpır kıpır hareket ve hayata bağlılık duygularıyla örülüdür.Her bölgenin türküleri ayrı bir yönümüzü işler nağmelerin sihirli atmosferinde…
    Türküler beni benden alır,bambaşka dünyalara götürür.Bir uzun havada hüzünlenirim…. “Oy Trabzon Trabzon İçin Kalaylı Kazan” türküsü memleket özlemimi doruğa çıkarır.Yozgat Sürmelisi’nde sevdam alevlenir. Dedim ya türküler beni bana bırakmaz.Vaktiyle türkülere ilişkin hislerimi “Âh bu Türküler! ” adlı şiirimde şöyle dile getirmiştim:
    “Anadolu’muzun dili, gönülde harman türküler
    Soframda tuzum ekmeğim yarama derman türküler

    Yaslı nağmelerde hasret, mazluma ağıt türküler
    Akan gözyaşımı dindir, efkârı dağıt türküler

    Kerem’i nâra yandıran,yürekte Aslı türküler
    Onulmaz dertlere salan,elemli, yaslı türküler

    Gurbetten sılaya nâme,ruhuma akar türküler
    İbrahim’in ateşinde sinemi yakar türküler

    Gönülden gönüle köprü, kıtalar bağlar türküler
    Gül bahçesi yangın yeri, bülbülü dağlar türküler

    Edirne’den Kars’a kadar,yürekte gezer türküler
    Sevgi deryasında yunup düşlerde yüzer türküler

    Mehtabın koynuna girip her gece yatar türküler
    Can evime mihman olup cana can katar türküler

    Şu bahtsız gönlümü alıp zindana koyar türküler
    Seyyid Nesimi misali derimi soyar türküler

    Dün,bugün,yarın fark etmez, her çağda yaşar türküler
    Önünde engel tanımaz bendini aşar türküler

    Gözlerimden süzülen yaş, sazımda teldir türküler
    Buram buram hasret kokan, bahçemde güldür türküler”
    Adamı işte böyle söyletir türküler….Böyle yakar sevda ateşini…Efkâr bırakırlar sinemizin derûnunda…Ezilmişliğin haykırışıdır türküler…Bazen isyan,bazen buram buram sevgi kokarlar…Neticede hayat kazanında pişirir, bizi biz yaparlar…
    Türkülerin bağrı yanık çocuklarıyız biz…Hissedip de ifade etmekte zorlandığımız duyguların tercümanıdır türküler…Türküler yalan söylemez hiçbir zaman …Hile,riya,gurur nedir bilmezler…Yürek dağlarından kopup gelen bengisu çağlayanıdırlar…
    Globalleşen dünyaya meydan okuyan millî sesimizdir türküler…Batı kökenli her türlü müziğe rakiptirler.Daha doğrusu pop müziğinin saçtığı zehiri izale ederler.Onların sıcaklığını ancak ana kucağında bulabiliriz.Onları yok edemez hiçbir güç…Çünkü yürek devletinin başkentidir türküler…En son başkentler düşer.
    Yaşamak da uzun bir türkü değil midir zaten? …Bazen coşkulu,bazen hüzünlü,bazen deli dolu…Türk’ü anlatır türküler…Onun yere göğe sığmayan engin muhayyilesini ifade ederler. Özümüzdür,sözümüzdür,ayı kıskandıran nurlu yüzümüzdür türküler….
    Çocuklarımızı türkülerle büyütelim….Türkü ikliminde büyüyen nesiller daha hoşgörülü ve sevecen olur. Pop onların ruhunu asabileştirir. Çünkü pop bu toprağın mahsulü değildir. Yaşasın bu toprağın bin yıllık sahibi Türkler ve Türk’ü anlatan türküler…Ebedî ezgimiz olsunlar.

  • erzincan04.07.2005 - 00:10

    AĞLAR BAŞBAĞLAR

    “Başbağlar’ın 33 Şehidine Rahmetle…”

    Civanlar vurulur,hain kin kusar
    Mermi konuşunca insanlık susar
    Dağın yamacından kasırga eser

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Damardan akar da kan oluk oluk
    Gönül yas içinde,benizler soluk
    Mümine bayramdır Hakk’a yolculuk

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Dünya bizim için dert otağıdır
    Kabir Hak dostuna İrem bağıdır
    Ölüm hakikatte gençlik çağıdır

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Göğün yücesinden nur iner yere
    Günlerce durulmaz kan akar dere
    Biz bu filmi gördük bilmem kaç kere

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Vampirler ruhunu kanla doyurdu
    Vahşet canı candan çekip ayırdı
    Ermeni’nin dölü böyle buyurdu!

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Güller boyun büktü,kana bulandı
    Bebelerin gözü yaşla sulandı
    Bir gece yarısı yürekler yandı

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Nefret bahçesine beyaz gül dikin
    Yürek bozkırına muhabbet ekin
    Kurusun kökleri,tarih olsun kin

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Gönlüm kaldıramaz hicran yükünü
    Kim kurutabilir Türk’ün kökünü
    Hayalimi süsler ceddin akını

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Silahı kuşanmış mayası bozuk
    Dost yüzlülerden yedik hep kazık
    Türk-İslâm ülküsü ruhlara azık

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Bir güneş doğacak,karanlık gebe
    Emin adımlarla aşılır tepe
    Çabuk büyü,yürü; hesap sor bebe

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Gönül surlarında açılır gedik
    Hakikat burcunda her dem “Hak” dedik
    İninden çıkmış da ötüyor hödük

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Göz görür vahşeti,yürek kan ağlar
    Kırağı çaldı da bozuldu bağlar
    Mazlumun sesine ses verir dağlar

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Rüzgâr ekenler hep fırtına biçer
    İnsan dost elinden zehir de içer
    Gün doğar ufuktan,karanlık göçer

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Sözü geçmez olmuş evde eşine
    Takılmışlar çulsuz,itin peşine
    İstesek koyarız sansür düşüne

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    Bozbulanık sular durulur bir gün
    Hesap terazisi kurulur bir gün
    Kahpenin hesabı sorulur bir gün

    Hainler gülerken ağlar Başbağlar
    Yaralı yüreği dağlar Başbağlar

    M.NİHAT MALKOÇ

  • Recep Bilginer04.07.2005 - 00:09

    TİYATRO YAZARLARININ DUAYENİ: RECEP BİLGİNER
    M.NİHAT MALKOÇ

    Tiyatro hayatın sahnede canlandırılmasıdır bir bakıma…İnsanlık var olduğundan beri tiyatro da var olmuştur.Fakat zamanla değişmiş,başkalaşmış ve her geçen gün gelişmiştir.
    Türk tiyatrosu Osmanlı’dan günümüze kadar her geçen gün hızla gelişerek bugünlere gelmiştir.Cumhuriyetten evvel,daha çok geleneksel Türk tiyatrosu mevcuttu.Cumhuriyetle beraber tiyatromuzda da diğer alanlarda olduğu gibi batılılaşma açılımları gerçekleşmiştir.
    Tiyatromuzun bugünlere gelmesinde en büyük katkıyı sağlayanlardan birisi hiç şüphesiz ki Muhsin Ertuğrul’dur. 1927'de, Darülbedayi'nin başına geçen Ertuğrul kısa zamanda tiyatromuzun batıyla bütünleşmesini sağlamıştır.
    Günümüzde tiyatrolarımızın en büyük meselelerinden birisi yerli oyunların azlığıdır.Türk Milleti çok derin bir kültürel geçmişe sahiptir.Çağlar açıp kapayan bir neslin evlâtlarıyız biz…Fakat gelin görün ki yıllardan beri Batılı yazarların yazmış olduğu oyunlara mahkûm tiyatromuz…
    Türkiye’de niçin yeterince yerli oyun yazıl(a) mıyor? Yeni yetme bir millet olmadığımıza göre bunun sebeplerini araştırarak nerede hata yaptığımızı gün yüzüne çıkarmalıyız.
    Konu mu yok yazacak….Bu kadar savaşlar geçirmiş,bu kadar medeniyetler kurmuş bir millet,yazacak konu bulamıyorsa doğru dürüst bir tarihî geçmişi olmayan Amerika gibi milletler ne yapsın? Aksine onlar bu hususta bizden kat kat ilerden gidiyorlar.
    Bu konu da nerden çıktı diye düşünmüş olabilirsiniz.Biliyorsunuz ki Türk tiyatrosunun önemli oyun yazarlarından birisi olan Recep Bilginer geçtiğimiz günlerde(17 Haziran 2005 Cuma) geçirmiş olduğu kalp krizi sonucu 83 yaşında iken aramızdan ayrıldı.Gazeteci ve tiyatro yazarıydı O…Kimdi Recep Bilginer? Ne kadar tanıyorduk onu? …Dilerseniz bir hatırlatalım…
    1922'de Adana'da doğan Bilginer, İstanbul Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirdi. Gazetecilik mesleğine 1944'te Vatan gazetesinde başlayan Bilginer, Akın ve Tasvir gazeteleriyle Düşünce ve Yeni Çağ adlı dergileri çıkardı. Daha sonra tarihsel konulu oyunlar yazmaya başlayan Bilginer'in pek çok oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu ile Devlet Tiyatroları tarafından sahnelendi. Yunus Emre İlme Hizmet Vakfı Ödülü ile Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü sahibi de olan Bilginer, “İsyancılar”, “Sarı Naciye”, “Yunus Emre”, “Mevlâna” adlı oyunlarla “Politikada Bir Sarıçizmeli”, “Hapiste Bir Gazeteci” ve “Zenginler Hükümeti” gibi kitapların yazarıydı.
    Pek çok oyunu sahnelenmişti Bilginer’in…Bu oyunlardan birisi de “Yunus Emre” adını taşıyordu.Geçtiğimiz yıllarda Trabzon Devlet Tiyatroları Haluk Ongan Sahnesi’nde gösterilmişti.Fakat beğenmemiştim bu oyunu….Adından da anlaşıldığı gibi Yunus Emre’nin hayatını anlatıyordu bu oyun…
    Bildiğiniz gibi Yunus Emre 13.yüzyılda yaşamış bir mutasavvıftır.Ömrünü Allah yolunca geçirmiştir.Sevgisinin merkezinde hep Allah vardır.Diğer varlıkları da Allah’ın kulu oldukları için sevmiştir.Bunu da “Yaradılanı hoş gör Yaratandan ötürü” dizesiyle dile getirmiştir.
    Fakat Recep Bilginer yazmış olduğu biyografik tiyatro eserinde Yunus’u tabir caizse tam bir zampara olarak tasvir etmiştir.Oyun boyunca genç ve güzel kızlarla hemhâl etmiştir Yunus’u….Oysa Yunus’un şiirlerindeki aşk Allah aşkıdır.Onu Karacaoğlan gibi mecazî aşklarla meşgul göremezsiniz.Çünkü o bir veli âşıktır.Başka türlü davranması da mümkün değildir.
    Oyunun ilerleyen bölümlerinde de Yunus Emre’yi Batılı mânâda insanı putlaştıracak derecede kutsayan bir hümanist olarak sunmuştur tiyatro severlere…Bu bir bakış açısıdır elbette.Fakat bu bakış açısı gösteriyor ki Bilginer Yunus’u ya hakkıyla tanıyamamış ya da fikrine alet etmiştir.
    Recep Bilginer,yazdığı kıymetli eserlerle yerli oyun boşluğunu dolduran bir kalemdi.Hakikaten yerli eser hususunda çok büyük boşluklar var tiyatro sahasında….Bu millet yabancı oyun seyretmekten bıktı artık…İçimiz dışımız Shakespeare ve Moliere oldu. “On İkinci Gece”, “Cimri”…Hep aynı şeyler….Sıktı bizi,cendereye soktu…Tamam bu oyunların kalitesine diyeceğimiz yok.Fakat hep de aynı aş ısıtılıp ısıtılıp insanların önüne koyulmaz ki….Meselâ Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” adlı oyunu çocukluğumdan beri oynanır durur.Nerdeyse benden yaşlı bir oyun….Ezberledik satır satır…
    Recep Bilginer’in aramızdan ayrılması tiyatromuz için çok mühim bir kayıp….Kaliteli yerli oyun kıtlığının hat safhaya ulaştığı bu zaman diliminde ona çok ihtiyacımız olacak.Fakat onu takip edecek yeni isimler,bu boşluğu doldurmak için gayret sarfedecektir.Büyük devletlerde gidenlerin yerini dolduracak isimlerin olması kaçınılmazdır.Aksi takdir de o devletin ve milletin büyüklüğü kuru bir sözden öteye gidemez.Recep Bilginer aramızdan ayrılsa da bugüne kadar yazmış olduğu oyunlar,bundan sonra da oynanmaya devam edecektir.O oyunlar oynandıkça da Recep Bilginer sevenlerinin yüreğinde yaşayacaktır.

  • kazım koyuncu25.06.2005 - 19:33

    KARADENİZ'İN ASİ ÇOCUĞU: KÂZIM KOYUNCU
    M.NİHAT MALKOÇ

    İnsanları birleştiren bir kısım unsurlar vardır.Bu unsurlardan biri de müziktir.Müziğin dili de kanaatimce evrenseldir.Tabiki siyasî içerikli müzikleri bunun dışında kabul ediyoruz.Çünkü o tarz müziklerde farklı gayeler bulunabilir.
    Karadeniz müziği de ülkemizin zengin müzik yelpazesinin bir parçasıdır.Bu müziğin ana enstrümanı kemençedir.Bunun dışında tulum da özellikle Artvin taraflarında yaygın olarak kullanılır.
    Ülkemizde farklı ırklardan insanların bulunduğu bir gerçektir.Fakat hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydasında birleşiyoruz.Zaten bugünkü dünyamızda saf bir ırktan oluşan devlet ve millet göstermek mümkün değildir.Bu belki gerekli de değildir.Zira bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı'da onlarca ırktan insanlar ortak bir eksende daha mutlu ve refah içinde yaşamanın mücadelesini vermişlerdir.Bu mücadele altı asrı aşkın bir süre başarılı bir biçimde devam etmiştir.
    Müzikte de farklı renklerin olması bir zenginliktir.Aksi hâlde yeknesak ve sıkıcı olur.Bundan dolayı farklı dillerde müzikler yapılmaktadır ülkemizde…Bu dillerden birisi de Lazca'dır.Fakat gerçekten kendi grameri ve kelime dağarcığı olan Lâzca'dan bahsediyoruz.Hani yaygın bir yanlış kanı vardır ya…Karadeniz'de yaşayanları Laz olarak nitelerler.Onların konuşmalarına da Lazca derler.Oysa Karadeniz'de sadece Rize ve Artvin civarında az miktarda Laz vardır.Bunlar kendi aralarında Lazca konuşurlar.Fakat ırklarını asla ön plana çıkarıp tartışma konusu yapmazlar.Kardeşçe yaşarlar…Zira bu devlet hepimizindir.Herhangi bir ayrım yapmak ihanettir.
    Kansere yenilerek ebediyete göçen Kâzım Koyuncu da Laz müziği yapan değerli bir insandı.Çok kaliteli ve özgün müzikler yapıyordu.Kaçkarlar'ın gür sesini Türkiye'ye ve dünyaya duyuran bu yürekli insan,Karadeniz ezgilerine hayat veriyordu. Peki kimdi Kâzım Koyuncu? ...Biraz daha yakından tanıyalım merhumu….
    Hopa'da 1972 yılında doğan Koyuncu, müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başladı. İstanbul'a üniversite eğitimi için geldikten sonra müzikle yoğun olarak uğraşan Koyuncu, 1992'de profesyonel müzik yaşamına geçti. Karadenizli genç şarkıcı Kazım Koyuncu, Türkiye'nin ilk laz-rock grubunu kurmuştu.
    Türkiye'nin ilk laz-rock grubu olan 'Zuğaşi Berepe' yi kuran Koyuncu, bu grupla 1995'te 'Va Mişkunan' (Bilmiyoruz) , 1998'de de 'İgsaz' (Gidiyor) isimli albümleri yaptı.
    Koyuncu, 1998'in sonunda 'Zuğaşi Berepe' nin dağılmasının ardından tek başına müziğe devam etti ve 'Salkım Söğüt' isimli projelerin ikincisinde üç şarkıyla yer aldı.
    Kazım Koyuncu, 2001 yılında ilk solo albümü 'Viya' yı çıkardı. Daha sonra bir TV kanalında yayınlanan ve çok sevilen 'Gülbeyaz' adlı dizinin hem müziklerini yapan, hem de dizinin bazı bölümlerinde oyuncu olarak görev alan Koyuncu, 'Sultan Makamı' dizisinin de müziklerini hazırladı.
    İkinci solo albümü 'Hayde' yi Nisan 2004'te çıkaran Koyuncu, yaklaşık altı aydan beri kanser hastalığıyla mücadele ediyordu.
    Çok genç yaşta ayrıldı aramızdan Koyuncu….Henüz 33 yaşında iken….Yaşasaydı kim bilir neler yapacaktı.Karadeniz ezgilerini dünyanın öbür ucuna taşıyacaktı.
    Geleneksel Karadeniz çalgıları olan kemençe, tulum ve kavalın yanı sıra zamanın sesleri olan gitarlar da Kâzım Koyuncu'nun müziğini besliyordu.
    Kanser asrımızın vebası…Son yıllarda kanser vakalarında hızlı bir artış var.Kimin ne zaman kanser olacağı belli değil.Hepimizde bir korku var kansere dair! ...Ya sıradaki bensem…Kim bilir,kader deyip geçiyoruz.Acaba bu kadarı da kader mi? Çernobil'den sonra kanserden ölen kişilerin sayılarının artması tesadüf mü? Parça parça ölüyoruz.
    Uzun saçlı,yakışıklı ve sempatik insan Kâzım Koyuncu yok artık aramızda…Tekrarı yok bu filmin….Onu yaşatacak tek şey var… O da kısa ömrüne sığdırdığı birbirinden güzel müzikler…Müziğin sıradanlaştığı ve üretkenliğin azaldığı bu dönemde onu kaybetmek üzücü…Fakat onun yolundan gidecek ve bu alanda yeni ezgiler üretecek yeni insanlar da gelecektir elbette….Hayat iyisiyle kötüsüyle devam ediyor.Genç ölüye Allah'tan rahmet diliyorum.

  • cahit zarifoğlu17.06.2005 - 01:23

    ZARİF BİR YÜREK: CAHİT ZARİFOĞLU
    M.NİHAT MALKOÇ

    Şâirler yüreklerimizin tercümanıdır.Onlarla görürüz,onlarla düşünür,onlarla hayal ederiz.Bu yürek dostları olmasa nasıl ifade ederdik hislerimizi? ....Dünya onlarla güzel…Kanın ve barut kokusunun gök kubbemizi sardığı bu çağda şâirler az da olsa hayatımıza renk katıyorlar.Bize insanî hislerin ölmediğini haykırıyorlar.Katılaşan yüreklerimizi yumuşatıyorlar.
    Hislerimizin soylu tercümanlarından olan Cahit Zarifoğlu’nu bundan 18 yıl evvel kaybettik.1 Temmuz 1940 tarihinde Ankara’da başlayan hayat serüveni 47 yıllık bir ömürden sonra 7 Haziran l987’de İstanbul'da tamamlandı.Bu kısa ömre çok şey sığdırdı O…Dördü şiir, biri hikâye, biri roman, biri deneme, biri günlük, biri tiyatro ve altısı çocuk hikâyesi olmak üzere on beş eser bıraktı bizlere...
    Bir elinde birden çok karpuz tutan ender şahsiyetlerden biri olan Cahit Zarifoğlu,edebiyat dünyasında şâir olarak tanıttı kendini.Her ne kadar hikâye,roman,deneme,günlük ve tiyatro türlerinde eserler yazsa da şiirde yoğunlaştı. “İşaret Çocukları” adını taşıyan şiir kitabı onun şiirinin çıkış ve zirve noktasıdır.
    O da pek çok şâir gibi Maraşlı’dır.Maraş’ın bu kadar çok ve büyük şâirler çıkarması da ayrı bir merak ve araştırma konusudur.
    Onun dört tane şiir kitabı var,demiştik.Bunlar: “İşaret Çocukları (1967) ”, “Yedi Güzel Adam (1973) ”, “Menziller (1977) ”, “Şiirler (1989) ” adlarını taşıyor.
    Zor şiirlerdir Cahit Zarifoğlu’nun yazdıkları….Vasat bir okuyucu onu anlamakta hayli zorlanır.Onun için de geniş kitlelere hitap edememiştir.Fakat bu durum onun şiirinin edebî açıdan kıymetini asla düşürmez; aksine artırır.
    O,şiirlerinde sürekli bilinçaltını kurcalar durur.Bununla beraber felsefî uzantıları var şiirlerinin…Yazdığı pek çok şiirde gözle görülür bir derinlik mevcuttur.Bazen kelimeleri şifreler…Anahtar rolü oynayan mazmunu bulduktan sonra mânâ,çorap söküğü gibi gelir.Onu ve şiirlerini anlamak için okuyan kişinin belli bir fikri altyapısı olması gerekir.Bu yönüyle onu Behçet Necatigil’e benzetenler de olmuştur.
    Aslında Zarifoğlu,şiirlerinde sade bir dil kullanmıştır.Bu yönüyle anlaşılır gözükse de şiirsel derinliği çözme bakımından zordur eserleri…İlk bakışta sıradan gözükür yazdıkları….Fakat her kelimede bir derinlik ve mesaj yükü vardır.Bunu anlamak için köklü bir şiir bilgisi ve felsefi birikim gerekir.Bu demek değildir ki bütün şiirleri böyledir.Vasat okuyucunun vakıf olabileceği şiirleri de vardır.
    Onun şiirlerinde ölçü ve kafiye bulamazsınız.Bu boşluğu mânâ derinliğiyle doldurmuştur.Yani kafiyenin ahenginden istifade etmemiştir.Lâkin şiirlerinde zaman zaman bir iç kafiye sezilir.Kelimeleri kullanışı ölçülüdür.Görünürde basit gözükse de yazmaya kalktığınızda zor olduğunu fark ettiğimiz şiirlerdir bunlar….Bu şiirlerin çok uzun zaman dilimlerinde yazıldığı da bir gerçektir.Bazı insanların sandığı gibi bir çırpıda yazılmamıştır bu şiirler….Bir çilenin ve fikir sancısının ürünüdürler.Dostlarıyla ve şiirle ilgili enteresan kanaatleri vardır Zarifoğlu’nun...Bunları kendisinden dinleyelim isterseniz:
    “Biri benimle şiirim yüzünden ilgilenirse ve hele beğenirse, çok sıkılırım.Tepeleme bir şâir gibi yaşarım. Ama şiir hayatımda hiç yer almaz. Şiir yazdığımdan habersiz çok samimi arkadaşlarım vardır. Bilmelerini de hiç istemem, zira hemen tavır alırlar. Onlar bu yönde belli bir tavır alınca da benim şâir yaşamımı etkiler. Zira, dostlarım 'halktan' tabir edilen kişilerdir. Esnaf, küçük memur, şoför, balıkçı, küçük muhasebeci, işçi vs. gibi kişiler….
    Ben yaşarım. Hareketli, canlı, kıvıl kıvıl yaşarım. Ve hayattan sızlandığım hemen hiç görülmez. Günlük dış hayatımda şiir hiç yoktur. Ama içimde her an kilolarla şiir ağırlanır. Hep şiir tezgâhlayan bir mekanizma vardır içimde. Aman ne de bencildir. Şiir bir tüm olarak hep kendisinde kalsın ister. Ne zaman ki doymuş bir eriyik gibi, şiire doyar ve benim içeriye habire dolduklarımı artık kabul edemez olup, gelenlerin ısrarı karşısında bir yara gibi zonklamaya başlar, o zaman izin verir, bir-iki şiir yazarım. Onun vekili gibi yaşarım...”
    Bazı insanların zannettiği gibi Cahit Zarifoğlu,halktan kopuk ve içine kapanık bir insan değildir.Yüreği sevgi dolu,sıcak bir yürek dostudur.Şiirini anladığımızda şüphesiz ki onu daha çok sevecek ve kendimize yakın bulacağız.Bu,kadri bilinmemiş,büyüklüğü göz ardı edilmiş aydını ve şâiri ölümünün 18. yılında rahmetle anıyoruz.Bıraktığı boşluğu her geçen gün daha çok hissediyoruz.

  • m.nihat malkoç24.02.2005 - 22:49

    GURBETTEN SILAYA TRABZON

    Ana yurdum Trabzon’um yoktur bir eşin
    Şimdi burnumda buram buram tütersin

    Soldurdun aşklarımı,yıktın ümitlerimi
    Yakarsın hasretle yüklü yüreğimi

    Boztepe’m yine dimdik mi bakarsın gene
    Limanda yük boşaltan gemilere

    Maraş Caddesi burda anlatıyorum seni
    Gazipaşa yokuşu ne tez unuttun beni

    Ganita çırılçıplak mısın öyle denize nazır?
    Sen ya Değirmendere yine isyana hazır

    İsmim yazılıdır her sokağa,her taşa
    Bilirim hep susarsın yorgunsun İskenderpaşa

    Atapark dindi mi kanayan yaran?
    Var mı beni Fatih’te dostlardan soran?

    Ya sen Moloz,acaba öyle bet kokar mısın?
    Erdoğdu,Trabzon’a güvenle bakar mısın?

    Yakışır mı sana Uzunkum bu işve,bu naz?
    Beşirli güzelliğin sana da kalmaz

    Duydum ki unutmuşsun ben vefalı dostunu
    Ne yapalım Mumhane bu kaderin oyunu

    Bir başka olurdu,çekilmezdi nazları
    Kunduracılar’ın narin tezgâhtar kızları

    Yığın insanla dolu Çömlekçi,Rus Pazarı
    Hatırasını korur Esentepe yazları

    Trabzon hamsisiyle meşhurdur dünyada
    Dolaşır mı turistler gene Ayasofya’da?

    Bak,gör ki Tabakhane tarihe şahit olur
    Soğuksu çamlıkları temiz havayı solur

    Boşuna akmış değil Trabzon’daki kanlar
    Göğsümüzü kabartır Gülbahar’da ezanlar

    Ortahisar’da evler fetihi canlandırır
    Kalepark geceleri bir başka şenlendirir

    Sahil boyu şahit ol balıkların hasına
    Kaptırırsın kendini denizin havasına

    Kalkınma’da dolaşır üniversite kızları
    Söğütlü’de kızların yürek yakar sözleri

    Yıldızlı bir başına yaşar sahil boyunda
    Trabzon insanının asalet var soyunda

    Meydan’da sosyeteler oturur,eğlenirler
    Uzunsokak’ta kızlar endamı gösterirler

    Bazı yerde içkiler,mezeler katılıyor
    Bahçecik’te Akif’in ruhu yaşatılıyor

    Karanlığa bir güneş gibi doğ Trabzon’um! ...
    Ortaçağı parçala,süpür boğ Trabzon’um! ...

    Taşın toprağın altın,yakuttur Trabzon’um! ...
    Hatıralarım sende,sendedir çocukluğum

    Sana olan borcumu veremem Trabzon’um! ...
    Masmavi denizine,insanına hayranım

    Seni anlatmak çok zor azizim Trabzon’um! ...
    Sende doğdum,büyüdüm,sendedir sonum…

    (23 MART 1993/GÜMÜŞHANE)

    M.NİHAT MALKOÇ

  • m.nihat malkoç24.02.2005 - 22:49

    PULATHANE(AKÇAABAT)


    Sen Pulathane’yi gezdin mi dostum?
    Bir görmeden tarif etmek zor şimdi
    Güzelliği sen de sezdin mi dostum?
    Sualini yavaş yavaş sor şimdi

    Güzellikler bölüşülür,paylanır
    Ağıtlarda hasret,acı söylenir
    Hıdırnebi Yaylası’nda yaylanır
    Kavranlara basılmıştır lor şimdi

    Buralarda fitne,fesat az olur
    Müminin yüzünde nurdan iz olur
    Hakikate giden yollar düz olur
    Gerçekleri görmeyenler kör şimdi

    Bahçelerde çiçek açar,yaz gelir
    Baharla birlikte bize haz gelir
    Koca ömür insanlığa az gelir
    Aç gözünü hakikati gör şimdi

    Yücesinde boz bulanık kör duman
    Hasat vakti gelir kurulur harman
    Çiçeklerde saklı bin çeşit derman
    Yeşilliği gözlerimde fer şimdi

    Sabah namazında kalkılır işe
    Tez vakitte haber salınır eşe
    Haram yiyip asla dönülmez köşe
    Köylünün sırtından akar ter şimdi

    Mutluluk ışığı yansıyor gözde
    Samimiyet elbet gizlidir sözde
    Seher vakti rızk aranır denizde
    Deryalara atılmıştır tor şimdi

    Muhabbetler büyür dönüşür aşka
    Aşk varsa gönülde gerek yok köşke
    Ömrüm bu toprakta geçseydi keşke
    Hicrandan vuslata erer yâr şimdi

    İrem’i andırır yeşil bağları
    Yücelere kanat gerer dağları
    Afiyetle yenir taze yağları
    Doğru mu,yanlış mı,karar ver şimdi

    Gecenin kör vakti garipler ağlar
    Denizler köpürür,ırmaklar çağlar
    Yeşile bürünür çiçekli bağlar
    Menekşeler bahçelerde mor şimdi

    Hiçbir yer değildir gönlüme göre
    Hicran ateşine,kavuşmak çare
    Gitmeye meylim yok başka bir yere
    Şuraya bir yatak,yorgan ser şimdi

    On Yedi Şubatlar bayramdır bize
    Döküldü düşmanın leşi denize
    İmanla Salip’i getirdik dize
    Hakk’a karşı kenetlenmiş şer şimdi

    Övünmek hakkımız düşman utansın
    Ülkemi bölüşen ferman utansın
    Türk’e kefen biçen cihan utansın
    Olanları hayırlara yor şimdi

    Akçabatlı’m Sargana’yı unutma
    Garibi hor görüp zalimi tutma
    Ceddinin sözünü yabana atma
    Hayatını muhabbetle ör şimdi

    Hasret hançer olur, boynumu vurur
    Ruhumu bedenden alıp savurur
    Yüreğimi baştan başa kavurur
    İbrahim’in ateşinde kor şimdi

    Sılanın zehiri,kederi gurbet
    Ölümün ötesi,beteri gurbet
    Garibin azığı,kaderi gurbet
    Piştik artık yakmaz bizi nâr şimdi

    Köftesi,horonu mühürdür çağa
    Başlasın eğlence,dizilin sağa
    Çek dizleri,tenin değsin toprağa
    Dört bir yanda oynanıyor bar şimdi

    Ne söylesem el âleme söz olur
    Söylemesem yüreklerim köz olur
    Bahar gelir,benim ruhum güz olur
    Karadağ’da üşür yağan kar şimdi! ...


    M.NİHAT MALKOÇ

  • m.nihat malkoç24.02.2005 - 22:48

    KAHIR KURŞUNLARI

    Kays'tım,Mecnûn eyledi yüreğimin sahibi
    Hiç tanımazmış gibi uzaktan bakıp gitti.
    Göz kırpmadan bağladı darağacına ipi
    Büyüttüğü sevdanın pimini çekip gitti

    Mevsimlerden sonbahar,vakit bir akşamüstü
    Karanlıklara inat şafağı söküp gitti
    Mâziye sünger çekip hatıralara küstü
    Beyaz gül bahçesine kaktüsler dikip gitti

    Bilinmeze yol alıp açılırken her gemi
    Gönül limanlarını nefretle yıkıp gitti
    Büyüyüp korlaşırken yüreğimin matemi
    Bana dudaklarını,gülerek,büküp gitti

    İlhama pusu kurdu,yarım kaldı şarkımız
    Sözümü boğazıma bir güzel tıkıp gitti
    Kanatları kırılmış kuşlardan yok farkımız
    Evvelki duyguları başıma kakıp gitti

    Rüya gibi,gözümden gitmez o gül endamı
    Nazlı bir ceylan gibi önümden sekip gitti
    Değişmezdim Ferhat'la büyüttüğüm sevdamı
    Mâziyi hatırlayıp gözyaşı döküp gitti

    Sermayemi yükledim gayri ecel atına
    Zehirli akrep gibi ruhumu sokup gitti
    Kıymet vermem dünyanın fâni saltanatına
    Kahır kurşunlarını bağrıma sıkıp gitti

    Gamzeler belirirdi yanağında gülünce
    Tuna nehri misali kalbime akıp gitti.
    Kurtlara yem olacak güzelliğin ölünce
    Meydan okudu aşka,şimşekler çakıp gitti

    Tükendi umut faslı,sakınmadı sözünü
    Fitne tohumlarını gönlüme ekip gitti
    Düşürdü can evime intizarın közünü
    Kalbin aysberglerini hışımla yakıp gitti

    M.NİHAT MALKOÇ

  • m.nihat malkoç24.02.2005 - 22:48

    İŞTE GELDİK GİDİYORUZ

    Bâkî sandık bu dünyayı
    Heder ettik günü,ayı
    Koskoca ömrümüz zâyi

    Her geçen gün bitiyoruz
    İşte geldik gidiyoruz

    Ümit yok yarına dair
    Manzara ortada,zâhir
    Fitnede,fesatta mâhir

    Söze yalan katıyoruz
    İşte geldik gidiyoruz

    İnsanlar suçlu avında
    Demir dövülür tavında
    Gör ki haksız yok savında

    Çırpındıkça batıyoruz
    İşte geldik gidiyoruz

    Para olmuş anayasa
    Gayri tanımayız tasa
    Boş gönlümüzdeki kasa

    Ruhumuzu satıyoruz
    İşte geldik gidiyoruz

    Beğenmez amiri memur
    Hepimizin özü çamur
    Çok su götürür bu hamur

    Her gelene çatıyoruz
    İşte geldik gidiyoruz

    Kafalar akşamdan demli
    Garibanın gözü nemli
    Patronlar yukardan yemli

    Zehir zıkkım tadıyoruz
    İşte geldik gidiyoruz

    Çalışanı mumla ara
    Nasıl düşmeyelim dara?
    Çekil aradan Ankara! ...

    Hep yan gelip yatıyoruz
    İşte geldik gidiyoruz

    (13 OCAK 2005 PERŞEMBE)
    M.NİHAT MALKOÇ

  • m.nihat malkoç24.02.2005 - 22:47

    ÜÇ MEVSİMLİ DÜNYA

    Bir dünya kuruyorum pembe hayallerin üstüne
    Bir dünya ki geceleri gündüze gebe
    Pembe duyguların kol gezdiği,
    Her aşığın vuslata erdiği,
    Üç mevsimli,
    Kışı olmayan,
    Sahilleri yosun kokan,
    Güvercinleri,ağlatmayan,
    Adını saadet koyduğum
    Bir dünya kuruyorum yine
    -Hakikatte ne mümkün-
    Resim defterimin üstüne! ...


    M.NİHAT MALKOÇ