“Bagislayayim mi, niye? Aclik utanilacak sey mi ki delikanli, susuzluktan da, astan da utanilmaz. Hepsi Tari’dan, gel hele, gel utanma.”
Biricik disini gostererek yeniden guldu. “İste sana ekmekle su. Aşsa daha otede bulacaksin Magdala’da.” Oteki ekmeklerle birlikte firinin yanindaki tas siraya koydugu bir somunu yakaladi. “Bak, firini her bosalttigimizda yoldan gecenler icin ayirdigimiz somundur bu. Buna cekirge ekmegi deriz biz. Benim degil, senindir. Kes bir dilim de, ye.”
Meryem’in oglu rahatlar gibi oldu. Kocamis zeytin agacinin dibinde oturup yemeye basladi. Ne tatliydi bu ekmek, su da ne ferahlaticiydi, yasli kadinin ekmekle birlikte ona verdigi iki zeytinin ne hos tadi vardi. Elma gibi olgun ve iriydiler! Sakin sakin yiyordu, vucuduyla ruhunun bir oldugunu, ekmegi, zeytini ve suyu tek bir agzindan aldıklarini, ikisinin de kıvanc duyup beslendigini duyuyordu.
Yasli kadin firina dayanip onu seyre koyuldu. “Ye. Gencsin, onunde uzun bir yol var, karsina neler cıkacagi belli olmaz. Ye, guclen de yolculuguna dayanabil.”
Baska bir somunun ucunu kparip, iki zeytin daha verdi ona. Kadinin basortusu kaydi basindan, seyrek kafasi gorundu. Acele bagladi yeniden. “Nereye boyle, Tanri’nin inayetiyle? ” diye sordu.
“Cole.”
“Nereye? Daha bagir? ” Yasli kadin dissiz ayzini buzdu, bakislari vahsilesti. “Manastira mı? ” diye cigirdi, beklenmedik bir ofkeyle. “Niye peki? Ne isin var orada? Gencligine acimiyor musun? .
Cevap vermedi.Yasli kadin dazlak kafasini sallayarak yilan gibi islik caldi: “Tanri’yi bulmaya gidiyorsun, degil mi? ” sordu alayli alayli.
“Evet” dedi delikanli incecik bir sesle.
Sazi andiran bacaklari arasinda dolasan kopege bir tekme savurarak delikanlıya yaklasti. “Vah zavalli,” diye bagirdi, “bilmez misin ki Tanri manastirda degil, insanlarin evlerindedir! Kari kocanin bulundugu yerdedir, oradadir Tanri; coluk cocugun bulundugu yerde, gunluk ugraslarin, yemek pisirenlerin, tartismalarin, uzlasmalarin oldugu yerde. Dinleme o hadimlari. Cibredir onlar! Cibre! Sana sozunu ettigim Tanri manastirdaki degil evdeki; iste odur Tanri, gercek Tanri, oteki Tanri’yi, coldeki o tembel, o kisir budalalara birak.”
Ben puzzle yapmayı çok severim. Şu ana kadar 6 tane 1000'lik puzzle yaptım. Yeterli yerim olsa, 9000 parçalık bir puzzle'ı evimin bir yerine serip, yapmayı isterdim. Bunalımlı bir takınak olduğunu düşünenler var. Ama ben tek başına yaşanabilen eylemler arasında buluyorum hayatımdaki yerini. Kitap okumak gibi....
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler, Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil. Çünkü onların kendi düşünceleri vardır. Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil. Çünkü ruhlar yarındadır. Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları, Kendiniz gibi olmaya zorlamayın. Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur. Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür, Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. Okçunun önünde kıvançla eğilin. Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.'
Ben Enis Batur'u severim. İmgelem dimağı o kadar geniştir ki.Onu okurken oradan oraya savrulur gözlerinizdeki resim.
Entellektüel yapısı çok gelişmiş, zekası çok açık, betimlemelerini çok güçlü buluyorum. Bu entellektüel yapısına olan güveni bazen yüreğini ortaya koymasını engellese de, ara ara ele avuca akla gelmeyen herşey üzerine birşeyler karalayabildiği kitapları ve şiirlerini okumayı severim.
'Hayat sıkışıyor ve sıkıştırıyor. Şehirlerimizde yalnızlık tebdil kıyafet geziniyor. Sağırlar diyaloğunda yerini alan söz bizi artık kendi kendimize konuşmaya, olmadı bizi can kulağı ile dinlemeyenler sanki dikkatle okuyacaklarmış gibi yazmaya yönlendiriyor.'
'Tutarsız düzen toplumlarında hemen her çocuk öğretmenlerin ya da babanın kaprislerine göre değişen bir eğitim görür. Bunun, saatten saate değişen her türlü çalışmaya çocuğu yönlendirmek isteyen doğanın öngördüğü eğitimle hiçbir ortak noktası yoktur.'
'Kaynaklar, Osmanlı'ya kahvenin Yavuz'un Çaldıran Seferi sonrasında geldiği, ilk kahvehanenin ise Kanuni döneminde, 1554'te açılmış olduğu konusunda görüşbirliği içindeler.'
“Olumden korkmuyor musun peki?
“Niye korkayim Yahuda kardesim? Olum kapanan bir kapi degildir, acilan bir kapidir. Acilir, girersin.”
“Nereye? ”
“Tanri’nin bagrina.”
Nikos Kazancakis/Gunaha Son Cagri
Hos geldin,” dedi kadin. “Ac misin? Nereden boyle Tanri’nin inayetiyle? ”
“Nasira’dan.”
“Ac misin? ” diye tekrarladi kadin gulerek. “Burun deliklerin tazininki gibi acilip kapaniyor.”
“Acim efendim. Bagislayin beni.”
İhtiyar gadin sagirdi, soyledigini isitmedi.
“Ne dedin? ” dedi. “Yuksek sesle konus.”
“Acim efendim, bagislayin beni.”
“Bagislayayim mi, niye? Aclik utanilacak sey mi ki delikanli, susuzluktan da, astan da utanilmaz. Hepsi Tari’dan, gel hele, gel utanma.”
Biricik disini gostererek yeniden guldu.
“İste sana ekmekle su. Aşsa daha otede bulacaksin Magdala’da.”
Oteki ekmeklerle birlikte firinin yanindaki tas siraya koydugu bir somunu yakaladi. “Bak, firini her bosalttigimizda yoldan gecenler icin ayirdigimiz somundur bu. Buna cekirge ekmegi deriz biz. Benim degil, senindir. Kes bir dilim de, ye.”
Meryem’in oglu rahatlar gibi oldu. Kocamis zeytin agacinin dibinde oturup yemeye basladi. Ne tatliydi bu ekmek, su da ne ferahlaticiydi, yasli kadinin ekmekle birlikte ona verdigi iki zeytinin ne hos tadi vardi. Elma gibi olgun ve iriydiler! Sakin sakin yiyordu, vucuduyla ruhunun bir oldugunu, ekmegi, zeytini ve suyu tek bir agzindan aldıklarini, ikisinin de kıvanc duyup beslendigini duyuyordu.
Yasli kadin firina dayanip onu seyre koyuldu. “Ye. Gencsin, onunde uzun bir yol var, karsina neler cıkacagi belli olmaz. Ye, guclen de yolculuguna dayanabil.”
Baska bir somunun ucunu kparip, iki zeytin daha verdi ona. Kadinin basortusu kaydi basindan, seyrek kafasi gorundu. Acele bagladi yeniden.
“Nereye boyle, Tanri’nin inayetiyle? ” diye sordu.
“Cole.”
“Nereye? Daha bagir? ”
Yasli kadin dissiz ayzini buzdu, bakislari vahsilesti.
“Manastira mı? ” diye cigirdi, beklenmedik bir ofkeyle. “Niye peki? Ne isin var orada? Gencligine acimiyor musun? .
Cevap vermedi.Yasli kadin dazlak kafasini sallayarak yilan gibi islik caldi: “Tanri’yi bulmaya gidiyorsun, degil mi? ” sordu alayli alayli.
“Evet” dedi delikanli incecik bir sesle.
Sazi andiran bacaklari arasinda dolasan kopege bir tekme savurarak delikanlıya yaklasti.
“Vah zavalli,” diye bagirdi, “bilmez misin ki Tanri manastirda degil, insanlarin evlerindedir! Kari kocanin bulundugu yerdedir, oradadir Tanri; coluk cocugun bulundugu yerde, gunluk ugraslarin, yemek pisirenlerin, tartismalarin, uzlasmalarin oldugu yerde. Dinleme o hadimlari. Cibredir onlar! Cibre! Sana sozunu ettigim Tanri manastirdaki degil evdeki; iste odur Tanri, gercek Tanri, oteki Tanri’yi, coldeki o tembel, o kisir budalalara birak.”
Nikos Kazancakis/Gunaha Son Cagri
Ben puzzle yapmayı çok severim. Şu ana kadar 6 tane 1000'lik puzzle yaptım. Yeterli yerim olsa, 9000 parçalık bir puzzle'ı evimin bir yerine serip, yapmayı isterdim. Bunalımlı bir takınak olduğunu düşünenler var. Ama ben tek başına yaşanabilen eylemler arasında buluyorum hayatımdaki yerini. Kitap okumak gibi....
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler,
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır.
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları,
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür,
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin.
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.'
HALİL CİBRAN
Mevlana'ya 'aşk nedir' diye sormuşlar,
'Ol da gör' demiş.
Aşk bir haldir, anlatılamaz ki,
Olunur, yaşanır! ! ! !
Ben Enis Batur'u severim. İmgelem dimağı o kadar geniştir ki.Onu okurken oradan oraya savrulur gözlerinizdeki resim.
Entellektüel yapısı çok gelişmiş, zekası çok açık, betimlemelerini çok güçlü buluyorum. Bu entellektüel yapısına olan güveni bazen yüreğini ortaya koymasını engellese de, ara ara ele avuca akla gelmeyen herşey üzerine birşeyler karalayabildiği kitapları ve şiirlerini okumayı severim.
'Hayat sıkışıyor ve sıkıştırıyor. Şehirlerimizde yalnızlık tebdil kıyafet geziniyor. Sağırlar diyaloğunda yerini alan söz bizi artık kendi kendimize konuşmaya, olmadı bizi can kulağı ile dinlemeyenler sanki dikkatle okuyacaklarmış gibi yazmaya yönlendiriyor.'
Enis Batur/ Kediler krallara bakabilir
'Belki de çağdaş bir nevroz biçimidir konuşmak.'
Ahmet Oktay
'Tutarsız düzen toplumlarında hemen her çocuk öğretmenlerin ya da babanın kaprislerine göre değişen bir eğitim görür. Bunun, saatten saate değişen her türlü çalışmaya çocuğu yönlendirmek isteyen doğanın öngördüğü eğitimle hiçbir ortak noktası yoktur.'
Charles Fourier/1841
'Kaynaklar, Osmanlı'ya kahvenin Yavuz'un Çaldıran Seferi sonrasında geldiği, ilk kahvehanenin ise Kanuni döneminde, 1554'te açılmış olduğu konusunda görüşbirliği içindeler.'
Enis Batur/ Kediler Krallara Bakabilir