bir bulut çiz yüregimin göğüne bir bulut sevdalı mı sevdalı olsun varsın yağmur yüklü olmasın bir çift göz koy orta yerine yeter koy ki bu yürek hep sana ağlasın
yanına bir güneş koy nar gibi bir güneş kor mu kor olsun koy ki bu yürek hep ateşinde yansın
biraz hüzün serpiştir ve biraz mavi efil efil esen bir rüzgarı unutma burcu burcu seni esen dep-deli birde bir yıldız koy yüreğimin sonsuzluğuna koy ki bu yürek hep seni özlesin hep seni arasın
ve birde çizebilirsen eğer bir yalan koy çocuksu mu çocuksu bir yalan şöyle pes-pembe olsun koy ki bu yürek hep sana kansın sana aldansın
Şizofreni düşünce, algılama ve yargılamada bozukluk ile kendini gösteren bir hastalıktır. Ağır ruhsal bozukluklardan şizofreni sıklık ve yaygınlığı birçok ülkede aşağı yukarı aynıdır. Dünyada özürlülüğün nedenleri arasında 9. sırada yer almaktadır. Dünyada 22 milyon kişinin şizofren olduğu bu sayının gelecek yıllarda 45 milyona yükseleceği tahmin edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ nün bildirdiği sıklık oranına göre ülkemizde her yıl 6.000’ den fazla yeni şizofren hastanın ortaya çıktığı, 15-54 yaş grubu içinde en az 300.000 dolayında şizofren hastanın bulunduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla en az 300-000 ailenin de hastayla birlikte ileri derecede tedirgin ve rahatsız olduğunu kabul etmekteyiz. Şizofreni en önemli damgalanma ve insan hakları ihlallerine neden olan hastalıktır. Hasta aile ve toplum için sosyal; ekonomik ve psikolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu nedenle üzerinde durulan; birinci basamak sağlık personelinin eğitimi; temel ilaçların sağlanması, ailelerin evde bakım için desteklenmesi, sevk sisteminin düzenli işletilmesi ve damgalanma ve ayrımcılığın azaltılması için toplum eğitimidir.
bankacılığa eğitim alarak başlayan birçok kişinin duyguları bu şekilde olsa gerek...benim gibi
iş bulunacak sektör açısından hiçbir çaresi kalmayıp da bankacı olmayı tercih ederek, gazetelerin insan kaynakları eklerinde kendi bölümleri ile birlikte anılan nice bölüm mezununu kardeş bellemiş tüm iş adayları bilirler ki; bankacı olmak herşeyden önce mezuniyet yılının yaz aylarında binbir türlü sınava girip,girdiği her kişilik testinde 'hadi be bu sefer de şiir okuyan,obsesif,analitik düşünemeyen bir mimar oldum iyi mi'; 'neyse geçen ki intihar eğilimli çiçek sever ressamdan iyidir bea' benzeri düşüncelere gark olmakla başlıyor.sınavların ardından geceleri açık bırakarak uyunan bir cep telefonu ve beklenen haberleri müteakip bir işe alım mülakatına giriş ikinci bir safha oluşturmakta.
mülakat apayrı bir çile. ankara'dan kalkıp istanbul'a gidiyosun 15 dakikalık görüşme için. daha önce istanbul'a gelmediysen daha gidişte çıkıyo ilk bokluk. ben kendimi bildim bileli hangi şehire gittiysem otogarda indim arkadaş. otogardan şehrin her yanına bir vesait vardır diye bir kural bellemişim. nevşehir'e gidiyorum otogarda iniyorum, erzurum'a gidiyorum otogarda iniyorum. e istanbul'a gittim, haliyle otogarda indim ben. ne biliyim otogarın eşşeğin sikinde olduğunu, ben sanıyorum ki esenler denen yer tam istanbul'un göbeği, bir elim taksim'de diğeri kadıköy'de olacak...neyse, aldım takım elbisemi, girdim metro turizm'in bürosuna açıkca dedim, abi benim şuracıkta soyunup bu lanet kıyafeti giymem ve traş olmam icabediyo. sağolsunlar beni otogar tuvaletine yönlendirmek yerine kendi muavin odalarına aldılar. bir tanesine iki tanesine alışkınım da bir oda dolusu muavin, kötü iki yatak atılmış bir kenara, bir lavabo bir de ayna. eldeki teknik imkansızlıkları ve muavinlerin uykularını almaya çalıştıkları bu zor şartları bir kenara bırakıp giyindim. önceden tembihlemişler, mülakatta lacivert takım giyilecek, bordo kravat takılacak. neden lan? insan kaynakları cemil cümle barcelona taraftarı mı? soruları çok deşmeden, giyindim çıktım. maslak'a gidicem. ömrümde ilk kez duyuyorum yerin adını. ilk gözüme çarpan adama sordum 'abi meraba, ehe, ben maslak'a nasıl gidebilirim burdan? '...'gidemezsin' dedi adam. baktım hiç şaka yapar bi hali yok. 'nereye gidebiliyorum abi peki burdan' dedim, 'şişli'ye git otobüsle, ordan mecidiyeköy'e geç, sonra bulursun bi yolunu' dedi. 'peki' dedim.
gittim şişli'ye. adam bana 'şişli'den mecidiyeköy'e geç' demiş lakin semt isimlerine ve semtlerin istanbul içindeki konumlanışlarına ilişkin en ufak bir fikrim yok. 'peki' dedim adama ama hani adam 'burdan paralel başka bi evrene geç' dese benim için gene aynı şey, ona da peki dicem. şişli'de bir elimde bavulumsu bir çanta, takım elbisem ve sinek kaydı traşımla soruyorum deli gibi 'abi mecidiyeköy'e gidicektim de, nası yaparım' diye, deli gözüyle bakıyolar insanlar bana. en sonunda biri söyledi 'bak burası zaten mecidiyeköy' diye. inanmadım, ne inanıcam? şişli'deyim lan ben. eminim yani. çok sonra açıklamaya çalıştılar arkadaşlar, yok şişli ilçenin adıymış da mecidiyeköy semtmiş de, yanyanaymışlar da bunlar kardeşmiş de...'semizotu ıspanağın abisidir, greyfurt da portakalın babası' vari tonla açıklama yapıyosun, baştan desene abi biz aynı 1 kilometrekarelik alana hem şişli hem mecidiyeköy diyoruz evet tuhafız biraz diye. amaaaan şehrinde iki tane levent olup birine levent diğerine dördüncü levent diyerek matematikte çığır açan adamlara dert anlatıyorum ben de.
gittim maslak'a, girdim mülakatın yapılacağı plazaya. danışmadaki kıza 'merhaba' dedim 'ben de sizler gibi çok koyu barcelona taraftarıyım ve giyimimde bunu yansıtmak benim için adeta bir yaşam tarzı. mülakata gelmiştim' diye ekledim. insan kaynaklarını arayıp beklememi istedi. neden? yanımda refakatçi olmadan yukarı çıkamazmışım. iyi niyetlerine verdim bu tavrı, hani çocuk şişli'de neler çekti mecidiyeköy'ü bulucam diye, burdan kaybolmasın koca plazada anlamında aldım. geldi refakatçim...
şimdi naapıyosun? anadoluda orta halli bir ilin hayvanat bahçesine çinden hediye gönderilen bir panda muamelesi görerekten yanında refakatçinle paşa paşa çıkıp yukarı, giriyosun mülakata. binbir türlü zırvalıktan sonra yine refakatçinle inip, çıkıyosun binadan. tekrar şişli, tekrar esenler...(bak gene vazgeçmiyorum otobüse otogardan binilip otogardan inilir iddiamdan)
bundan sonra yine belli bir dönem gece açık telefon metoduyla hayatı stand-by konumuna alıp bekliyosun.ve beklenen an geliyo,bi telefon haydi hoppa işe alındın, 4 ay eğitim vericez istanbul'da, atla gel hemen. eğitimden sonrası belirsiz, ne yer belli ne yurt belli,hayatının ilk brüt-net hesabını yapıp (günde bi paket kısa malbuş alsam,ayda iki kez manitayı sinemaya götürsem -iştahı açıldı bu ara nazar değmesin bi girişte bi arada iki mısır yir- bi gece de şööle okul arkadaşlarıyla fasıl yapsak,e aileye de bi destek lazım...du bakiim 20 milyon artıyo şerefsizim) 'kabul ediyorum' diyosun (zaten neyi etmicen dürrük,yönetim kurulu üyeliği verdiler başka yerden de onu mu düşünüyosun) akabinde de bi sözleşme imzalıyosun.öğlen yemeeni bankacılarla yiyosun ilk kez o sözleşmenin ardından,yok diyosun keşkül nefissss harbiden,olsa her öğlen yirim ben,soruyosun her öğlen çıkıyo keşkül diyolar,doğru mesleği seçtiğine inanıyosun.. ve sonrasında bi ferahlama efendim bi küçük dağları ben yarattım havası baş gösteriyo ki sormayınız gitsin..evde sevinçli bi annenin yanısıra ohhhh hayvan evladı anla bakalım senelerdir ben ne çekiyorum dercesine şen bakan bir babaya da sahip oluyosun.bundan sonraki en keyifli kısımlardan biri alışveriş (ki bayan bankacılar çok daha lezzetli geçişmiştir bu süreci diye tahmin ediyorum) aman yarabbi nası güzel tweety kravatlar,snoopy çoraplar alıyorum,öyle huzurluyum...rengarenk dizmişim gömlekleri gardrobuma,yeni pijama bile almışım otelde giymeye,bi de gitmişim 5 kiloluk ipek şampuan şişemi doldurmuşum açık muzlu şampuanla ki benden iyisi yok.nilüfer'den gece otobüsüne cam kenarı alıyorum biletimi,veriyorum takımları çantalarıyla muavine 'dikkatli as' falan diyorum bööle en işadamı halimle.bi sigara yakıp, aşti'den memur laciverti görünen şehrime bakıyorum hafif bir sis içinden,tam karizmatikleşicem muavin 'nerde incen' diyo, aha buyur işte,'e istanbulda tabi' diyorum,işadamları hep istanbula gider,bilmiyomusun şebelek muavin dercesine bakıyorum adama. 'yok abi onu demiyorum haremde mi inicen,yeni sahrada mı,esenlerde mi? ' işte bu noktada muavin çok pis sırıtıyo,bütün o işadamı havam gidiyo hafifçe sokulup yanına 'eee bilmemne otel varmış da ne tarafta insemki' diyorum,bağıra bağıra cevap veriyo it sıpası 'haaaa anladım sen istanbulu bilmiyosun abi tamam tamam geç,şimdi uyursun bi de ben uyandırırım sabah,aman horlamayasın ha hohohooo' ulan varyaaa diyorum,sen gelirsin ilerde ihtiyaç kredisi almaya benden,o zaman iki memur kefil istemessem adam diilim..bozuluyorum...biniyorum cam kenarıma..takıyorum walkmanimi...doors giriyo inceden...people are strange when you're a stanger,faces look ugly when you're alone...hiç tanımadığım insanların arasına gidiyorum lan diyorum,4 ay orda yaşıcam,nasıl olucak acaba...doors devam ediyo...anneme el sallıyorum..gözlerim buğulanıyo...
sabah yağmurlu bir istanbul karşılıyo beni..mecidiyeköy'de servisten inip (esenler kabusuna son vererek) ,yüklenip 4 buçuk ton ağırlığındaki eşyalarımı otele doğru gidiyorum,kendi kendime 'yolun bundan sonrasında katırları bırakıp yayan devam edicez,ha gayret az kaldı mordora' falan diye yüzüklerin efendisi yolculuğu gazı vermeye gayret ediyorum ağırlığın altında ama ruhumda ne bi aragorn yatıyo ne bi gandalf,en baba halimde yarım gollum ederim,pek işe yaramıyo oflaya puflaya taşıyorum bavulları..hayatımda en son 6 yaşında okula başlamamdan bi gün önce babanemin yaptırdığı banyoda bu kadar uzun süre ıslanmış olduğumu farkediyorum ansızın (o yaştaki aklımla bi hafta boyunca çektiğim ishali bile buna bağlamış,ulaaa kadın içimize su kaçırdı bak görüyo musun demiştim...hala bile inanılası bi teori gibi duruyo aslında) .sıçan kıvamına gelmemle otele ulaşmam aynı ana denk geliyo.şimdi gönül istiyoki güzel bi stand olsun,aman da depeyi bey hoş geldiniz nerde kaldınız desin bööle bankacı makyajlı bayanlar,kol düğmeli erkekler...bakınıyorum lobiye hiç ööle bişey yok... hayırlara vesile olsun diyip eşyalarımı lobiye atıp dolaşmaya çıkıyorum mecidiyeköy' de.tam o esnada yanıma spor ayakkabı almadığımı farkediyorum,bulup bi ayakkabıcı, bi süre kendimi aldığım şeyin kötü olmadığına ikna ederek bi spor ayakkabı alıyorum.tanımına bu kadar yakışan bir başka eşyayı hala bile görmüş değilim,aldığım 'şey' tam manasıyla bi ayak-kabı,ayağı kaplamaktan başka herhangi bir amacı ya da iddası yok.
biraz daha etrafı dolaştıktan ve artık köşebaşlarında gördüğüm pilavcıların gerçekten pilav sattıklarına kanaat getirip iyiymiş bee dedikten sonra (ankara'da yolda pilav gördüğünüzde alma şansınız olmaz genelde,hatta ankarada yolda pilav görmessiniz.biz ankaralılar her pirinc tanesinde 7 kuluvalla yazılı olduğuna inanır gördüğümüz yerde tüm pirincleri yiriz -babannem demişti bu kuluvalla şeysini de,kadın çok uğraştı imam olayım, hatip olayım diye ama olmadı yazık üzüldü sonra) otele dönüyorum. otel kalabalıklaşmış artık,binbir çeşit yeni bankacı toplaşmış..oda arkadaşı listeleri açıklanmış,her an tetikteyim 'bi karışıklık oldu maalesef özlemle depeyi aynı odada kalıcaklar' ya da 'aaa tüh burcu'ya yer kalmadı,depeyiyle sığışıversinler aynı odaya' benzeri bi açıklama yapılır (yeni pijama aldım,hayrına diil heralde) ben de 'öhöm bak özlem,bak burcu, profesyonel düşünmek gerek,iş arkadaşıyız biz,kalabilmeliyiz aynı odada.sinerji yaratırız hem' diye cevap verir,olmadı yeni ayakkabıları saklarım yatağımın altına giymem hiç diye palanlar yapıyorum.ama ne mümkün! listede buldum kendimi,bi baktım ismimin karşısına; aaaa son derece sivilceli ve kıllı bi erkek ismi ayol: yusuf ali (allahtan öyle çıkmadı,yanlış tahlil yapmışım ilk anda) aldım çantalarımı gittim attım odama,dediler ki kokteyl olucak.indik geri aşşa insan bi tuhaf oluyo ilk anda,tanıdık kimse yok.üstüne üslük tanımadığın tipler de son derece ciddi görünmekte. neyse efendim insan kaynakları geliyo ve 'gündüz gündüz kokteyl nası olucakki' sorunun cevabını ikram edilen limonata-kuruyemiş ikilisiyle girdiğin başkent düğün salonu ruh haliyle çözüyosun, geceyi halaybaşı başlayıp halaybaşı bitiren cevval bi amcaoğlu kıvamında dinliyosun anlatılanları. herkes diyoki çok güzel olucak eğitim,şöyle eğiticez böyle eğiticez.fazla tutmuyolar allahtan,bi yarım saat sonra bırakıyolar serbest....
dönüp odama bir sigara yakıyorum. oraya ait olmadığımı hissederek. yeni aldığım ayakkabılarıma ve 5 kiloluk ipek şampuan şişeme ilişiyo gözüm. bir an önce kurtulmak lazım bankacılıktan diyorum...bir an önce...
o gün bir an önce diyordum, şimdi 3.yılımı bitirdim bankacılıkta.
her sabah ama her sabah, o mülakata gittiğim için, o 4 aylık eğitime katıldığım için, bu işi yaptığım için küfrediyorum şimdi kendime..
cem özer'i beğenmem hiç, hoşlanmam da. o beğenmediğim adam, aziz kedi'nin katıldığı televizyon makinasında birşey söyledi: 'içimdeki çocuğu yitirmiş olsaydım bir bankada genel müdürdüm'....içimdeki çocuk olmasa bir bankada genel müdürdüm....cem özer söylüyo bunu..
ve ben, her sabah içimdeki çocuğu yitiriyorum...onun uykulu, ağlamaklı gözlerine hesap defterleri sokuyorum haince...minicik ellerini müşteri imzalarıyla berbat ediyorum...çikolatalı gofret yerken suratına yayılan o gülümsemeyi alıp elinden müşteri memnuniyeti gülümsemesini yapıştırıyorum o surata, tokatlaya tokatlaya...
BİR BULUT ÇİZ
bir bulut çiz yüregimin göğüne
bir bulut sevdalı mı sevdalı olsun
varsın yağmur yüklü olmasın
bir çift göz koy orta yerine yeter
koy ki
bu yürek hep sana ağlasın
yanına bir güneş koy nar gibi
bir güneş kor mu kor olsun
koy ki
bu yürek hep ateşinde yansın
biraz hüzün serpiştir ve biraz mavi
efil efil esen bir rüzgarı unutma
burcu burcu seni esen dep-deli
birde bir yıldız koy yüreğimin
sonsuzluğuna
koy ki
bu yürek hep seni özlesin hep seni
arasın
ve birde çizebilirsen eğer
bir yalan koy çocuksu mu çocuksu
bir yalan şöyle pes-pembe olsun
koy ki
bu yürek hep sana kansın sana
aldansın
HAYDAR CANPOLAT
Şizofreni düşünce, algılama ve yargılamada bozukluk ile kendini gösteren bir hastalıktır. Ağır ruhsal bozukluklardan şizofreni sıklık ve yaygınlığı birçok ülkede aşağı yukarı aynıdır. Dünyada özürlülüğün nedenleri arasında 9. sırada yer almaktadır. Dünyada 22 milyon kişinin şizofren olduğu bu sayının gelecek yıllarda 45 milyona yükseleceği tahmin edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ nün bildirdiği sıklık oranına göre ülkemizde her yıl 6.000’ den fazla yeni şizofren hastanın ortaya çıktığı, 15-54 yaş grubu içinde en az 300.000 dolayında şizofren hastanın bulunduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla en az 300-000 ailenin de hastayla birlikte ileri derecede tedirgin ve rahatsız olduğunu kabul etmekteyiz. Şizofreni en önemli damgalanma ve insan hakları ihlallerine neden olan hastalıktır. Hasta aile ve toplum için sosyal; ekonomik ve psikolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu nedenle üzerinde durulan; birinci basamak sağlık personelinin eğitimi; temel ilaçların sağlanması, ailelerin evde bakım için desteklenmesi, sevk sisteminin düzenli işletilmesi ve damgalanma ve ayrımcılığın azaltılması için toplum eğitimidir.
kutsal şehir......
uzun ama eglenceli
bankacılığa eğitim alarak başlayan birçok kişinin duyguları bu
şekilde olsa gerek...benim gibi
iş bulunacak sektör açısından hiçbir çaresi kalmayıp da bankacı
olmayı tercih ederek, gazetelerin insan kaynakları eklerinde kendi
bölümleri ile birlikte anılan nice bölüm mezununu kardeş bellemiş tüm
iş adayları bilirler ki; bankacı olmak herşeyden önce mezuniyet
yılının yaz aylarında binbir türlü sınava girip,girdiği her kişilik
testinde 'hadi be bu sefer de şiir okuyan,obsesif,analitik
düşünemeyen bir mimar oldum iyi mi'; 'neyse geçen ki intihar eğilimli
çiçek sever ressamdan iyidir bea' benzeri düşüncelere gark olmakla
başlıyor.sınavların ardından geceleri açık bırakarak uyunan bir cep
telefonu ve beklenen haberleri müteakip bir işe alım mülakatına giriş
ikinci bir safha oluşturmakta.
mülakat apayrı bir çile. ankara'dan kalkıp istanbul'a gidiyosun 15
dakikalık görüşme için. daha önce istanbul'a gelmediysen daha gidişte
çıkıyo ilk bokluk. ben kendimi bildim bileli hangi şehire gittiysem
otogarda indim arkadaş. otogardan şehrin her yanına bir vesait vardır
diye bir kural bellemişim. nevşehir'e gidiyorum otogarda iniyorum,
erzurum'a gidiyorum otogarda iniyorum. e istanbul'a gittim, haliyle
otogarda indim ben. ne biliyim otogarın eşşeğin sikinde olduğunu, ben
sanıyorum ki esenler denen yer tam istanbul'un göbeği, bir elim
taksim'de diğeri kadıköy'de olacak...neyse, aldım takım elbisemi,
girdim metro turizm'in bürosuna açıkca dedim, abi benim şuracıkta
soyunup bu lanet kıyafeti giymem ve traş olmam icabediyo. sağolsunlar
beni otogar tuvaletine yönlendirmek yerine kendi muavin odalarına
aldılar. bir tanesine iki tanesine alışkınım da bir oda dolusu
muavin, kötü iki yatak atılmış bir kenara, bir lavabo bir de ayna.
eldeki teknik imkansızlıkları ve muavinlerin uykularını almaya
çalıştıkları bu zor şartları bir kenara bırakıp giyindim. önceden
tembihlemişler, mülakatta lacivert takım giyilecek, bordo kravat
takılacak. neden lan? insan kaynakları cemil cümle barcelona
taraftarı mı? soruları çok deşmeden, giyindim çıktım. maslak'a
gidicem. ömrümde ilk kez duyuyorum yerin adını. ilk gözüme çarpan
adama sordum 'abi meraba, ehe, ben maslak'a nasıl gidebilirim
burdan? '...'gidemezsin' dedi adam. baktım hiç şaka yapar bi hali
yok. 'nereye gidebiliyorum abi peki burdan' dedim, 'şişli'ye git
otobüsle, ordan mecidiyeköy'e geç, sonra bulursun bi yolunu'
dedi. 'peki' dedim.
gittim şişli'ye. adam bana 'şişli'den mecidiyeköy'e geç' demiş lakin
semt isimlerine ve semtlerin istanbul içindeki konumlanışlarına
ilişkin en ufak bir fikrim yok. 'peki' dedim adama ama hani
adam 'burdan paralel başka bi evrene geç' dese benim için gene aynı
şey, ona da peki dicem. şişli'de bir elimde bavulumsu bir çanta,
takım elbisem ve sinek kaydı traşımla soruyorum deli gibi 'abi
mecidiyeköy'e gidicektim de, nası yaparım' diye, deli gözüyle
bakıyolar insanlar bana. en sonunda biri söyledi 'bak burası zaten
mecidiyeköy' diye. inanmadım, ne inanıcam? şişli'deyim lan ben.
eminim yani. çok sonra açıklamaya çalıştılar arkadaşlar, yok şişli
ilçenin adıymış da mecidiyeköy semtmiş de, yanyanaymışlar da bunlar
kardeşmiş de...'semizotu ıspanağın abisidir, greyfurt da portakalın
babası' vari tonla açıklama yapıyosun, baştan desene abi biz aynı 1
kilometrekarelik alana hem şişli hem mecidiyeköy diyoruz evet tuhafız
biraz diye. amaaaan şehrinde iki tane levent olup birine levent
diğerine dördüncü levent diyerek matematikte çığır açan adamlara dert
anlatıyorum ben de.
gittim maslak'a, girdim mülakatın yapılacağı plazaya. danışmadaki
kıza 'merhaba' dedim 'ben de sizler gibi çok koyu barcelona
taraftarıyım ve giyimimde bunu yansıtmak benim için adeta bir yaşam
tarzı. mülakata gelmiştim' diye ekledim. insan kaynaklarını arayıp
beklememi istedi. neden? yanımda refakatçi olmadan yukarı
çıkamazmışım. iyi niyetlerine verdim bu tavrı, hani çocuk şişli'de
neler çekti mecidiyeköy'ü bulucam diye, burdan kaybolmasın koca
plazada anlamında aldım. geldi refakatçim...
şimdi naapıyosun? anadoluda orta halli bir ilin hayvanat bahçesine
çinden hediye gönderilen bir panda muamelesi görerekten yanında
refakatçinle paşa paşa çıkıp yukarı, giriyosun mülakata. binbir türlü
zırvalıktan sonra yine refakatçinle inip, çıkıyosun binadan. tekrar
şişli, tekrar esenler...(bak gene vazgeçmiyorum otobüse otogardan
binilip otogardan inilir iddiamdan)
bundan sonra yine belli bir dönem gece açık telefon metoduyla hayatı
stand-by konumuna alıp bekliyosun.ve beklenen an geliyo,bi telefon
haydi hoppa işe alındın, 4 ay eğitim vericez istanbul'da, atla gel
hemen. eğitimden sonrası belirsiz, ne yer belli ne yurt
belli,hayatının ilk brüt-net hesabını yapıp (günde bi paket kısa
malbuş alsam,ayda iki kez manitayı sinemaya götürsem -iştahı açıldı
bu ara nazar değmesin bi girişte bi arada iki mısır yir- bi gece de
şööle okul arkadaşlarıyla fasıl yapsak,e aileye de bi destek
lazım...du bakiim 20 milyon artıyo şerefsizim) 'kabul ediyorum'
diyosun (zaten neyi etmicen dürrük,yönetim kurulu üyeliği verdiler
başka yerden de onu mu düşünüyosun) akabinde de bi sözleşme
imzalıyosun.öğlen yemeeni bankacılarla yiyosun ilk kez o sözleşmenin
ardından,yok diyosun keşkül nefissss harbiden,olsa her öğlen yirim
ben,soruyosun her öğlen çıkıyo keşkül diyolar,doğru mesleği seçtiğine
inanıyosun.. ve sonrasında bi ferahlama efendim bi küçük dağları ben
yarattım havası baş gösteriyo ki sormayınız gitsin..evde sevinçli bi
annenin yanısıra ohhhh hayvan evladı anla bakalım senelerdir ben ne
çekiyorum dercesine şen bakan bir babaya da sahip oluyosun.bundan
sonraki en keyifli kısımlardan biri alışveriş (ki bayan bankacılar
çok daha lezzetli geçişmiştir bu süreci diye tahmin ediyorum) aman
yarabbi nası güzel tweety kravatlar,snoopy çoraplar alıyorum,öyle
huzurluyum...rengarenk dizmişim gömlekleri gardrobuma,yeni pijama
bile almışım otelde giymeye,bi de gitmişim 5 kiloluk ipek şampuan
şişemi doldurmuşum açık muzlu şampuanla ki benden iyisi
yok.nilüfer'den gece otobüsüne cam kenarı alıyorum biletimi,veriyorum
takımları çantalarıyla muavine 'dikkatli as' falan diyorum bööle en
işadamı halimle.bi sigara yakıp, aşti'den memur laciverti görünen
şehrime bakıyorum hafif bir sis içinden,tam karizmatikleşicem
muavin 'nerde incen' diyo, aha buyur işte,'e istanbulda tabi'
diyorum,işadamları hep istanbula gider,bilmiyomusun şebelek muavin
dercesine bakıyorum adama. 'yok abi onu demiyorum haremde mi
inicen,yeni sahrada mı,esenlerde mi? ' işte bu noktada muavin çok pis
sırıtıyo,bütün o işadamı havam gidiyo hafifçe sokulup yanına 'eee
bilmemne otel varmış da ne tarafta insemki' diyorum,bağıra bağıra
cevap veriyo it sıpası 'haaaa anladım sen istanbulu bilmiyosun abi
tamam tamam geç,şimdi uyursun bi de ben uyandırırım sabah,aman
horlamayasın ha hohohooo' ulan varyaaa diyorum,sen gelirsin ilerde
ihtiyaç kredisi almaya benden,o zaman iki memur kefil istemessem adam
diilim..bozuluyorum...biniyorum cam kenarıma..takıyorum
walkmanimi...doors giriyo inceden...people are strange when you're a
stanger,faces look ugly when you're alone...hiç tanımadığım
insanların arasına gidiyorum lan diyorum,4 ay orda yaşıcam,nasıl
olucak acaba...doors devam ediyo...anneme el sallıyorum..gözlerim
buğulanıyo...
sabah yağmurlu bir istanbul karşılıyo beni..mecidiyeköy'de servisten
inip (esenler kabusuna son vererek) ,yüklenip 4 buçuk ton
ağırlığındaki eşyalarımı otele doğru gidiyorum,kendi kendime 'yolun
bundan sonrasında katırları bırakıp yayan devam edicez,ha gayret az
kaldı mordora' falan diye yüzüklerin efendisi yolculuğu gazı vermeye
gayret ediyorum ağırlığın altında ama ruhumda ne bi aragorn yatıyo ne
bi gandalf,en baba halimde yarım gollum ederim,pek işe yaramıyo
oflaya puflaya taşıyorum bavulları..hayatımda en son 6 yaşında okula
başlamamdan bi gün önce babanemin yaptırdığı banyoda bu kadar uzun
süre ıslanmış olduğumu farkediyorum ansızın (o yaştaki aklımla bi
hafta boyunca çektiğim ishali bile buna bağlamış,ulaaa kadın içimize
su kaçırdı bak görüyo musun demiştim...hala bile inanılası bi teori
gibi duruyo aslında) .sıçan kıvamına gelmemle otele ulaşmam aynı ana
denk geliyo.şimdi gönül istiyoki güzel bi stand olsun,aman da depeyi
bey hoş geldiniz nerde kaldınız desin bööle bankacı makyajlı
bayanlar,kol düğmeli erkekler...bakınıyorum lobiye hiç ööle bişey
yok... hayırlara vesile olsun diyip eşyalarımı lobiye atıp dolaşmaya
çıkıyorum mecidiyeköy' de.tam o esnada yanıma spor ayakkabı
almadığımı farkediyorum,bulup bi ayakkabıcı, bi süre kendimi aldığım
şeyin kötü olmadığına ikna ederek bi spor ayakkabı alıyorum.tanımına
bu kadar yakışan bir başka eşyayı hala bile görmüş
değilim,aldığım 'şey' tam manasıyla bi ayak-kabı,ayağı kaplamaktan
başka herhangi bir amacı ya da iddası yok.
biraz daha etrafı dolaştıktan ve artık köşebaşlarında gördüğüm
pilavcıların gerçekten pilav sattıklarına kanaat getirip iyiymiş bee
dedikten sonra (ankara'da yolda pilav gördüğünüzde alma şansınız
olmaz genelde,hatta ankarada yolda pilav görmessiniz.biz ankaralılar
her pirinc tanesinde 7 kuluvalla yazılı olduğuna inanır gördüğümüz
yerde tüm pirincleri yiriz -babannem demişti bu kuluvalla şeysini
de,kadın çok uğraştı imam olayım, hatip olayım diye ama olmadı yazık
üzüldü sonra) otele dönüyorum. otel kalabalıklaşmış artık,binbir
çeşit yeni bankacı toplaşmış..oda arkadaşı listeleri açıklanmış,her
an tetikteyim 'bi karışıklık oldu maalesef özlemle depeyi aynı odada
kalıcaklar' ya da 'aaa tüh burcu'ya yer kalmadı,depeyiyle
sığışıversinler aynı odaya' benzeri bi açıklama yapılır (yeni pijama
aldım,hayrına diil heralde) ben de 'öhöm bak özlem,bak burcu,
profesyonel düşünmek gerek,iş arkadaşıyız biz,kalabilmeliyiz aynı
odada.sinerji yaratırız hem' diye cevap verir,olmadı yeni
ayakkabıları saklarım yatağımın altına giymem hiç diye palanlar
yapıyorum.ama ne mümkün! listede buldum kendimi,bi baktım ismimin
karşısına; aaaa son derece sivilceli ve kıllı bi erkek ismi ayol:
yusuf ali (allahtan öyle çıkmadı,yanlış tahlil yapmışım ilk anda)
aldım çantalarımı gittim attım odama,dediler ki kokteyl olucak.indik
geri aşşa insan bi tuhaf oluyo ilk anda,tanıdık kimse yok.üstüne
üslük tanımadığın tipler de son derece ciddi görünmekte. neyse
efendim insan kaynakları geliyo ve 'gündüz gündüz kokteyl nası
olucakki' sorunun cevabını ikram edilen limonata-kuruyemiş ikilisiyle
girdiğin başkent düğün salonu ruh haliyle çözüyosun, geceyi halaybaşı
başlayıp halaybaşı bitiren cevval bi amcaoğlu kıvamında dinliyosun
anlatılanları. herkes diyoki çok güzel olucak eğitim,şöyle eğiticez
böyle eğiticez.fazla tutmuyolar allahtan,bi yarım saat sonra
bırakıyolar serbest....
dönüp odama bir sigara yakıyorum. oraya ait olmadığımı hissederek.
yeni aldığım ayakkabılarıma ve 5 kiloluk ipek şampuan şişeme ilişiyo
gözüm. bir an önce kurtulmak lazım bankacılıktan diyorum...bir an
önce...
o gün bir an önce diyordum, şimdi 3.yılımı bitirdim bankacılıkta.
her sabah ama her sabah, o mülakata gittiğim için, o 4 aylık eğitime
katıldığım için, bu işi yaptığım için küfrediyorum şimdi kendime..
cem özer'i beğenmem hiç, hoşlanmam da. o beğenmediğim adam, aziz
kedi'nin katıldığı televizyon makinasında birşey söyledi: 'içimdeki
çocuğu yitirmiş olsaydım bir bankada genel müdürdüm'....içimdeki
çocuk olmasa bir bankada genel müdürdüm....cem özer söylüyo bunu..
ve ben, her sabah içimdeki çocuğu yitiriyorum...onun uykulu,
ağlamaklı gözlerine hesap defterleri sokuyorum haince...minicik
ellerini müşteri imzalarıyla berbat ediyorum...çikolatalı gofret
yerken suratına yayılan o gülümsemeyi alıp elinden müşteri
memnuniyeti gülümsemesini yapıştırıyorum o surata, tokatlaya
tokatlaya...
ben, her sabah kendimden nefret ediyorum...
Bütün kirlilikler yok olsun NEWROZ ateşiyle! Geriye sadece tertemiz ve aydınlık bir gelecek kalsın! NEWROZ'A WE PİROZ BE!
ÇOK ZOR BİR MESLEK.....
Ağlamak istiyorsanız sakın ağlamayın.Çünkü,bir yerlerde sizin gülüşünüz için yaşayan birileri mutlaka vardır...
Dostlar ırmak gibidir, kiminin suyu az, kiminin çok...
Kiminde ellerin ıslanır yalnızca kiminde ruhun yıkanır boydan boya..
Adını duydugunda sevginin içine hücum ettigi, özlüyorum diyebildigin kişidir.....
İkiz kardeşimi yaşadıgı sürece süründüren ve sonsuz uykuya yatıran korkunç bir psikotik hastalık:(((