Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • bulut24.03.2006 - 15:29

    BİR BULUT ÇİZ

    bir bulut çiz yüregimin göğüne
    bir bulut sevdalı mı sevdalı olsun
    varsın yağmur yüklü olmasın
    bir çift göz koy orta yerine yeter
    koy ki
    bu yürek hep sana ağlasın

    yanına bir güneş koy nar gibi
    bir güneş kor mu kor olsun
    koy ki
    bu yürek hep ateşinde yansın

    biraz hüzün serpiştir ve biraz mavi
    efil efil esen bir rüzgarı unutma
    burcu burcu seni esen dep-deli
    birde bir yıldız koy yüreğimin
    sonsuzluğuna
    koy ki
    bu yürek hep seni özlesin hep seni
    arasın

    ve birde çizebilirsen eğer
    bir yalan koy çocuksu mu çocuksu
    bir yalan şöyle pes-pembe olsun
    koy ki
    bu yürek hep sana kansın sana
    aldansın

    HAYDAR CANPOLAT

  • şizofren24.03.2006 - 14:34

    Şizofreni düşünce, algılama ve yargılamada bozukluk ile kendini gösteren bir hastalıktır. Ağır ruhsal bozukluklardan şizofreni sıklık ve yaygınlığı birçok ülkede aşağı yukarı aynıdır. Dünyada özürlülüğün nedenleri arasında 9. sırada yer almaktadır. Dünyada 22 milyon kişinin şizofren olduğu bu sayının gelecek yıllarda 45 milyona yükseleceği tahmin edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ nün bildirdiği sıklık oranına göre ülkemizde her yıl 6.000’ den fazla yeni şizofren hastanın ortaya çıktığı, 15-54 yaş grubu içinde en az 300.000 dolayında şizofren hastanın bulunduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla en az 300-000 ailenin de hastayla birlikte ileri derecede tedirgin ve rahatsız olduğunu kabul etmekteyiz. Şizofreni en önemli damgalanma ve insan hakları ihlallerine neden olan hastalıktır. Hasta aile ve toplum için sosyal; ekonomik ve psikolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu nedenle üzerinde durulan; birinci basamak sağlık personelinin eğitimi; temel ilaçların sağlanması, ailelerin evde bakım için desteklenmesi, sevk sisteminin düzenli işletilmesi ve damgalanma ve ayrımcılığın azaltılması için toplum eğitimidir.

  • şanlıurfa24.03.2006 - 13:38

    kutsal şehir......

  • banka23.03.2006 - 02:16

    uzun ama eglenceli

    bankacılığa eğitim alarak başlayan birçok kişinin duyguları bu
    şekilde olsa gerek...benim gibi




    iş bulunacak sektör açısından hiçbir çaresi kalmayıp da bankacı
    olmayı tercih ederek, gazetelerin insan kaynakları eklerinde kendi
    bölümleri ile birlikte anılan nice bölüm mezununu kardeş bellemiş tüm
    iş adayları bilirler ki; bankacı olmak herşeyden önce mezuniyet
    yılının yaz aylarında binbir türlü sınava girip,girdiği her kişilik
    testinde 'hadi be bu sefer de şiir okuyan,obsesif,analitik
    düşünemeyen bir mimar oldum iyi mi'; 'neyse geçen ki intihar eğilimli
    çiçek sever ressamdan iyidir bea' benzeri düşüncelere gark olmakla
    başlıyor.sınavların ardından geceleri açık bırakarak uyunan bir cep
    telefonu ve beklenen haberleri müteakip bir işe alım mülakatına giriş
    ikinci bir safha oluşturmakta.

    mülakat apayrı bir çile. ankara'dan kalkıp istanbul'a gidiyosun 15
    dakikalık görüşme için. daha önce istanbul'a gelmediysen daha gidişte
    çıkıyo ilk bokluk. ben kendimi bildim bileli hangi şehire gittiysem
    otogarda indim arkadaş. otogardan şehrin her yanına bir vesait vardır
    diye bir kural bellemişim. nevşehir'e gidiyorum otogarda iniyorum,
    erzurum'a gidiyorum otogarda iniyorum. e istanbul'a gittim, haliyle
    otogarda indim ben. ne biliyim otogarın eşşeğin sikinde olduğunu, ben
    sanıyorum ki esenler denen yer tam istanbul'un göbeği, bir elim
    taksim'de diğeri kadıköy'de olacak...neyse, aldım takım elbisemi,
    girdim metro turizm'in bürosuna açıkca dedim, abi benim şuracıkta
    soyunup bu lanet kıyafeti giymem ve traş olmam icabediyo. sağolsunlar
    beni otogar tuvaletine yönlendirmek yerine kendi muavin odalarına
    aldılar. bir tanesine iki tanesine alışkınım da bir oda dolusu
    muavin, kötü iki yatak atılmış bir kenara, bir lavabo bir de ayna.
    eldeki teknik imkansızlıkları ve muavinlerin uykularını almaya
    çalıştıkları bu zor şartları bir kenara bırakıp giyindim. önceden
    tembihlemişler, mülakatta lacivert takım giyilecek, bordo kravat
    takılacak. neden lan? insan kaynakları cemil cümle barcelona
    taraftarı mı? soruları çok deşmeden, giyindim çıktım. maslak'a
    gidicem. ömrümde ilk kez duyuyorum yerin adını. ilk gözüme çarpan
    adama sordum 'abi meraba, ehe, ben maslak'a nasıl gidebilirim
    burdan? '...'gidemezsin' dedi adam. baktım hiç şaka yapar bi hali
    yok. 'nereye gidebiliyorum abi peki burdan' dedim, 'şişli'ye git
    otobüsle, ordan mecidiyeköy'e geç, sonra bulursun bi yolunu'
    dedi. 'peki' dedim.

    gittim şişli'ye. adam bana 'şişli'den mecidiyeköy'e geç' demiş lakin
    semt isimlerine ve semtlerin istanbul içindeki konumlanışlarına
    ilişkin en ufak bir fikrim yok. 'peki' dedim adama ama hani
    adam 'burdan paralel başka bi evrene geç' dese benim için gene aynı
    şey, ona da peki dicem. şişli'de bir elimde bavulumsu bir çanta,
    takım elbisem ve sinek kaydı traşımla soruyorum deli gibi 'abi
    mecidiyeköy'e gidicektim de, nası yaparım' diye, deli gözüyle
    bakıyolar insanlar bana. en sonunda biri söyledi 'bak burası zaten
    mecidiyeköy' diye. inanmadım, ne inanıcam? şişli'deyim lan ben.
    eminim yani. çok sonra açıklamaya çalıştılar arkadaşlar, yok şişli
    ilçenin adıymış da mecidiyeköy semtmiş de, yanyanaymışlar da bunlar
    kardeşmiş de...'semizotu ıspanağın abisidir, greyfurt da portakalın
    babası' vari tonla açıklama yapıyosun, baştan desene abi biz aynı 1
    kilometrekarelik alana hem şişli hem mecidiyeköy diyoruz evet tuhafız
    biraz diye. amaaaan şehrinde iki tane levent olup birine levent
    diğerine dördüncü levent diyerek matematikte çığır açan adamlara dert
    anlatıyorum ben de.

    gittim maslak'a, girdim mülakatın yapılacağı plazaya. danışmadaki
    kıza 'merhaba' dedim 'ben de sizler gibi çok koyu barcelona
    taraftarıyım ve giyimimde bunu yansıtmak benim için adeta bir yaşam
    tarzı. mülakata gelmiştim' diye ekledim. insan kaynaklarını arayıp
    beklememi istedi. neden? yanımda refakatçi olmadan yukarı
    çıkamazmışım. iyi niyetlerine verdim bu tavrı, hani çocuk şişli'de
    neler çekti mecidiyeköy'ü bulucam diye, burdan kaybolmasın koca
    plazada anlamında aldım. geldi refakatçim...

    şimdi naapıyosun? anadoluda orta halli bir ilin hayvanat bahçesine
    çinden hediye gönderilen bir panda muamelesi görerekten yanında
    refakatçinle paşa paşa çıkıp yukarı, giriyosun mülakata. binbir türlü
    zırvalıktan sonra yine refakatçinle inip, çıkıyosun binadan. tekrar
    şişli, tekrar esenler...(bak gene vazgeçmiyorum otobüse otogardan
    binilip otogardan inilir iddiamdan)

    bundan sonra yine belli bir dönem gece açık telefon metoduyla hayatı
    stand-by konumuna alıp bekliyosun.ve beklenen an geliyo,bi telefon
    haydi hoppa işe alındın, 4 ay eğitim vericez istanbul'da, atla gel
    hemen. eğitimden sonrası belirsiz, ne yer belli ne yurt
    belli,hayatının ilk brüt-net hesabını yapıp (günde bi paket kısa
    malbuş alsam,ayda iki kez manitayı sinemaya götürsem -iştahı açıldı
    bu ara nazar değmesin bi girişte bi arada iki mısır yir- bi gece de
    şööle okul arkadaşlarıyla fasıl yapsak,e aileye de bi destek
    lazım...du bakiim 20 milyon artıyo şerefsizim) 'kabul ediyorum'
    diyosun (zaten neyi etmicen dürrük,yönetim kurulu üyeliği verdiler
    başka yerden de onu mu düşünüyosun) akabinde de bi sözleşme
    imzalıyosun.öğlen yemeeni bankacılarla yiyosun ilk kez o sözleşmenin
    ardından,yok diyosun keşkül nefissss harbiden,olsa her öğlen yirim
    ben,soruyosun her öğlen çıkıyo keşkül diyolar,doğru mesleği seçtiğine
    inanıyosun.. ve sonrasında bi ferahlama efendim bi küçük dağları ben
    yarattım havası baş gösteriyo ki sormayınız gitsin..evde sevinçli bi
    annenin yanısıra ohhhh hayvan evladı anla bakalım senelerdir ben ne
    çekiyorum dercesine şen bakan bir babaya da sahip oluyosun.bundan
    sonraki en keyifli kısımlardan biri alışveriş (ki bayan bankacılar
    çok daha lezzetli geçişmiştir bu süreci diye tahmin ediyorum) aman
    yarabbi nası güzel tweety kravatlar,snoopy çoraplar alıyorum,öyle
    huzurluyum...rengarenk dizmişim gömlekleri gardrobuma,yeni pijama
    bile almışım otelde giymeye,bi de gitmişim 5 kiloluk ipek şampuan
    şişemi doldurmuşum açık muzlu şampuanla ki benden iyisi
    yok.nilüfer'den gece otobüsüne cam kenarı alıyorum biletimi,veriyorum
    takımları çantalarıyla muavine 'dikkatli as' falan diyorum bööle en
    işadamı halimle.bi sigara yakıp, aşti'den memur laciverti görünen
    şehrime bakıyorum hafif bir sis içinden,tam karizmatikleşicem
    muavin 'nerde incen' diyo, aha buyur işte,'e istanbulda tabi'
    diyorum,işadamları hep istanbula gider,bilmiyomusun şebelek muavin
    dercesine bakıyorum adama. 'yok abi onu demiyorum haremde mi
    inicen,yeni sahrada mı,esenlerde mi? ' işte bu noktada muavin çok pis
    sırıtıyo,bütün o işadamı havam gidiyo hafifçe sokulup yanına 'eee
    bilmemne otel varmış da ne tarafta insemki' diyorum,bağıra bağıra
    cevap veriyo it sıpası 'haaaa anladım sen istanbulu bilmiyosun abi
    tamam tamam geç,şimdi uyursun bi de ben uyandırırım sabah,aman
    horlamayasın ha hohohooo' ulan varyaaa diyorum,sen gelirsin ilerde
    ihtiyaç kredisi almaya benden,o zaman iki memur kefil istemessem adam
    diilim..bozuluyorum...biniyorum cam kenarıma..takıyorum
    walkmanimi...doors giriyo inceden...people are strange when you're a
    stanger,faces look ugly when you're alone...hiç tanımadığım
    insanların arasına gidiyorum lan diyorum,4 ay orda yaşıcam,nasıl
    olucak acaba...doors devam ediyo...anneme el sallıyorum..gözlerim
    buğulanıyo...

    sabah yağmurlu bir istanbul karşılıyo beni..mecidiyeköy'de servisten
    inip (esenler kabusuna son vererek) ,yüklenip 4 buçuk ton
    ağırlığındaki eşyalarımı otele doğru gidiyorum,kendi kendime 'yolun
    bundan sonrasında katırları bırakıp yayan devam edicez,ha gayret az
    kaldı mordora' falan diye yüzüklerin efendisi yolculuğu gazı vermeye
    gayret ediyorum ağırlığın altında ama ruhumda ne bi aragorn yatıyo ne
    bi gandalf,en baba halimde yarım gollum ederim,pek işe yaramıyo
    oflaya puflaya taşıyorum bavulları..hayatımda en son 6 yaşında okula
    başlamamdan bi gün önce babanemin yaptırdığı banyoda bu kadar uzun
    süre ıslanmış olduğumu farkediyorum ansızın (o yaştaki aklımla bi
    hafta boyunca çektiğim ishali bile buna bağlamış,ulaaa kadın içimize
    su kaçırdı bak görüyo musun demiştim...hala bile inanılası bi teori
    gibi duruyo aslında) .sıçan kıvamına gelmemle otele ulaşmam aynı ana
    denk geliyo.şimdi gönül istiyoki güzel bi stand olsun,aman da depeyi
    bey hoş geldiniz nerde kaldınız desin bööle bankacı makyajlı
    bayanlar,kol düğmeli erkekler...bakınıyorum lobiye hiç ööle bişey
    yok... hayırlara vesile olsun diyip eşyalarımı lobiye atıp dolaşmaya
    çıkıyorum mecidiyeköy' de.tam o esnada yanıma spor ayakkabı
    almadığımı farkediyorum,bulup bi ayakkabıcı, bi süre kendimi aldığım
    şeyin kötü olmadığına ikna ederek bi spor ayakkabı alıyorum.tanımına
    bu kadar yakışan bir başka eşyayı hala bile görmüş
    değilim,aldığım 'şey' tam manasıyla bi ayak-kabı,ayağı kaplamaktan
    başka herhangi bir amacı ya da iddası yok.

    biraz daha etrafı dolaştıktan ve artık köşebaşlarında gördüğüm
    pilavcıların gerçekten pilav sattıklarına kanaat getirip iyiymiş bee
    dedikten sonra (ankara'da yolda pilav gördüğünüzde alma şansınız
    olmaz genelde,hatta ankarada yolda pilav görmessiniz.biz ankaralılar
    her pirinc tanesinde 7 kuluvalla yazılı olduğuna inanır gördüğümüz
    yerde tüm pirincleri yiriz -babannem demişti bu kuluvalla şeysini
    de,kadın çok uğraştı imam olayım, hatip olayım diye ama olmadı yazık
    üzüldü sonra) otele dönüyorum. otel kalabalıklaşmış artık,binbir
    çeşit yeni bankacı toplaşmış..oda arkadaşı listeleri açıklanmış,her
    an tetikteyim 'bi karışıklık oldu maalesef özlemle depeyi aynı odada
    kalıcaklar' ya da 'aaa tüh burcu'ya yer kalmadı,depeyiyle
    sığışıversinler aynı odaya' benzeri bi açıklama yapılır (yeni pijama
    aldım,hayrına diil heralde) ben de 'öhöm bak özlem,bak burcu,
    profesyonel düşünmek gerek,iş arkadaşıyız biz,kalabilmeliyiz aynı
    odada.sinerji yaratırız hem' diye cevap verir,olmadı yeni
    ayakkabıları saklarım yatağımın altına giymem hiç diye palanlar
    yapıyorum.ama ne mümkün! listede buldum kendimi,bi baktım ismimin
    karşısına; aaaa son derece sivilceli ve kıllı bi erkek ismi ayol:
    yusuf ali (allahtan öyle çıkmadı,yanlış tahlil yapmışım ilk anda)
    aldım çantalarımı gittim attım odama,dediler ki kokteyl olucak.indik
    geri aşşa insan bi tuhaf oluyo ilk anda,tanıdık kimse yok.üstüne
    üslük tanımadığın tipler de son derece ciddi görünmekte. neyse
    efendim insan kaynakları geliyo ve 'gündüz gündüz kokteyl nası
    olucakki' sorunun cevabını ikram edilen limonata-kuruyemiş ikilisiyle
    girdiğin başkent düğün salonu ruh haliyle çözüyosun, geceyi halaybaşı
    başlayıp halaybaşı bitiren cevval bi amcaoğlu kıvamında dinliyosun
    anlatılanları. herkes diyoki çok güzel olucak eğitim,şöyle eğiticez
    böyle eğiticez.fazla tutmuyolar allahtan,bi yarım saat sonra
    bırakıyolar serbest....

    dönüp odama bir sigara yakıyorum. oraya ait olmadığımı hissederek.
    yeni aldığım ayakkabılarıma ve 5 kiloluk ipek şampuan şişeme ilişiyo
    gözüm. bir an önce kurtulmak lazım bankacılıktan diyorum...bir an
    önce...

    o gün bir an önce diyordum, şimdi 3.yılımı bitirdim bankacılıkta.

    her sabah ama her sabah, o mülakata gittiğim için, o 4 aylık eğitime
    katıldığım için, bu işi yaptığım için küfrediyorum şimdi kendime..

    cem özer'i beğenmem hiç, hoşlanmam da. o beğenmediğim adam, aziz
    kedi'nin katıldığı televizyon makinasında birşey söyledi: 'içimdeki
    çocuğu yitirmiş olsaydım bir bankada genel müdürdüm'....içimdeki
    çocuk olmasa bir bankada genel müdürdüm....cem özer söylüyo bunu..

    ve ben, her sabah içimdeki çocuğu yitiriyorum...onun uykulu,
    ağlamaklı gözlerine hesap defterleri sokuyorum haince...minicik
    ellerini müşteri imzalarıyla berbat ediyorum...çikolatalı gofret
    yerken suratına yayılan o gülümsemeyi alıp elinden müşteri
    memnuniyeti gülümsemesini yapıştırıyorum o surata, tokatlaya
    tokatlaya...

    ben, her sabah kendimden nefret ediyorum...

  • newroz22.03.2006 - 01:13

    Bütün kirlilikler yok olsun NEWROZ ateşiyle! Geriye sadece tertemiz ve aydınlık bir gelecek kalsın! NEWROZ'A WE PİROZ BE!

  • banka03.03.2006 - 23:05

    ÇOK ZOR BİR MESLEK.....

  • ağlamak09.07.2001 - 23:41

    Ağlamak istiyorsanız sakın ağlamayın.Çünkü,bir yerlerde sizin gülüşünüz için yaşayan birileri mutlaka vardır...

  • dost07.07.2001 - 00:59

    Dostlar ırmak gibidir, kiminin suyu az, kiminin çok...
    Kiminde ellerin ıslanır yalnızca kiminde ruhun yıkanır boydan boya..

  • dost27.06.2001 - 02:03

    Adını duydugunda sevginin içine hücum ettigi, özlüyorum diyebildigin kişidir.....

  • şizofren26.06.2001 - 19:03

    İkiz kardeşimi yaşadıgı sürece süründüren ve sonsuz uykuya yatıran korkunç bir psikotik hastalık:(((