İSTANBUL - Türkiye'yi acılara boğan Gölcük ve Düzce depremlerinde yaptıkları çalışmalarla, kurtardıkları canlarla büyük sevgi ve güven kazanan Arama Kurtarma Derneği (AKUT) , şimdi de Irak Savaşı'nda mağdur olacak insanlar için harekete geçmeye hazırlanıyor. AKUT Başkanı Nasuh Mahruki, özellikle savaştan kaçacak mülteciler ve kimyasal silah nedeniyle zarar görecek sivillere yardımcı olabilmek için başta Kızılay olmak üzere tüm yetkili kurum ve kişilere başvuru yaptıklarını söyledi.
Nasuh Mahruki ile AKUT'u, gündemdeki siyasal gelişmeleri ve dağcılık serüvenini konuştuk.
* Gölcük Depremi büyük bir felaketti? Nasıl izler bıraktı?
Hepimizin hayatı alt üst oldu. Hepimizin 1999 yılıyla ilgili beklentileri hayalleri tutkuları tabi ki bitti, yok oldu. Ama biz zaten kendimize belirli bir misyon seçmiştik. Bütün öncelikler değişti. İnsan hayatı söz konusu olduğunda zaten herşey değişiyor ve elimizden gelen çabayı koyduk ortaya. Orada yaşadıklarımı ben açıkçası hiç düşünmüyorum. Orada ne yaşadıysak yaşadık ve o konu kapandı. Hatırlamıyorum bile.
* Sorumluları kimlerdi size göre?
Bu felaketin sorumluları hepimiziz. Sorumluları 50 yılın bütün hükümetleri, bütün belediye başkanları ve bu hükümetleri, bu belediye başkanlarını seçimle başa getiren bütün halk. Hepimiz bu işte suç ortağıyız. Mesela belediye başkanını sıkıştırıyoruz, diyoruz ki sen oy istiyorsun ama sen benim iki katlı evime dört kat izin ver, ya da imara açık olmayan yere imar izni çıkar. 50 yıldır süren böyle ahlaksız bir alışveriş var. Bu yüzden de, 17 Ağustos günü görevde olan belediye başkanı ve hükümetin sorumluluğu, 40 sene görevde olanların ve hükümetin sorumluluğundan ne daha az, ne daha fazla.
* Ölümün kıyısına gelmiş bir insanı hayata döndürmek nasıl bir duygu?
Çok farklı bir duygu. Yani yaşama şansı bitmiş birini ölümün elinden çekip almak ve ona tekrar bir hayat armağan etmek çok apayrı birşey. Ne dağlara tırmanmaya benziyor, ne bir zirveye ulaşmanın mutluluğuna benziyor. Çok çok üstün bir duygu bu. O yüzden zaten hepimiz bu kadar çaba gösteriyoruz ve kendi hayatımızı da riske atıyoruz. Çok büyük bir mutluluk ve insanın kendisine saygı duymasını sağlayan bir duygu.
* Kurtardığınız insanlarla daha sonra görüştünüz mü?
O insanlarla daha sonra hiç görüşmedik. Arama kurtarmacıların uyduğu genel bir kural vardır. Kurtardığınız insanla daha sonra görüşmezsiniz. Bu aslında ahlaki bir kuraldır. Karşımızdaki insanın hayatını bize borçlu olduğu duygusuyla yaşamasını istemiyoruz. Biz sonuçta o dönem onların hayatına giriyoruz, yapmamız gerekeni yapıp çıkıyoruz. Hayatlarını minnettarlık duygusu ile sürdürmelerini istemiyoruz.
* AKUT birdenbire çok popüler oldu. İnsanlar üye olmak için birbirileriyle yarıştı. Halk neredeyse sizi birer kahraman gibi görüp çok şey bekledi. Bu beklenti sizi zorladı mı?
* Çok fazla geldi. 17 Ağsutos sabahından sonra AKUT, yüz kat falan büyüdü. Bir gün içinde yüz kat büyüdük ve bunu kaldırmak çok zor. Altından kalkmak, getirdiği sorumluluğu, yükümlülüğü yerine getirebilmek. Ama çok iyi bir ekibimiz var bizim. Hepsi üniversite mezunu ya da üniversite öğrencisi olan, doğa sporları kökeninden geldiği için takım çalışmasına uyumlu olan bir yapımız vardı. Dolayısıyla çok kolay uyum sağladık.
* AKUT'a yönelik, size yönelik suçlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKUT her ne kadar aydın bir ekip olsa da hamuru bu ülkeden. Trafiğimizi, basınımızı görüyorsunuz. Bizi yönetsinler diye seçtiğimiz milletvekilleri birbirlerine silah çekiyorlar. AKUT'dan bugüne kadar disiplin suçuyla atılan insan sayısı 15 kişi. 8 yılda 15 kişi çok değil. Buradaki asıl sorun gazetecilik ahlakı olmayan insanların bunlara sarılıp, bu kişileri karşımıza böyle koskoca haberlerle çıkarması. Ve bunu yaparlarken haberin doğru olup olmadığına bakmadan, daha da kötüsü kişisel problemlerle bunu yapmaları. Tabi karşınızdakinin elinde bir medya gücü varsa onunla başa çıkmanız çok zor. Bir de biz böyle bir donanıma sahip değiliz. Bizim işimiz bu değil ki ona çamur at, buna çelme tak. Hayatımızda yaptığımız birşey değil. Bizim derdimiz arama kurtarma çalışması yapmak. Böyle bir saydırıyla karşılaşınca hakikaten ne yapacağımızı şaşırdık. Çünkü böyle bir savunma kalkanımız yok. Hayatı böyle algılamadığımız için, bunun önlemini alma ihtiyacı da duymadık. Ama çok ağır bedeller ödeyerek, öğrendik.
* Bu haberler AKUT'a duyulan güveni azalttı mı?
AKUT bugüne çok büyük fedakarlıklar sonucu geldi. Yaptıklarıyla 1999 yılında Türkiye'nin en güvenilir kurumu seçildi. Ama buna hiç saygı duymayan insanlar son derece basit kişisel hesaplaşmalarından dolayı çıkartıp böyle saçma sapan işleri başımıza bela ettiler. Ne yazık ki çok da büyük zararlar verdiler AKUT'a. Biz tamamen gönüllülük ilkesiyle çalışıyoruz. Yani hiçbir üye yaptığı çalışmalardan dolayı para almıyor burada. Maaşlı beş kişi var. 115'e yakın arama kurtarma görevi üstlendik bugüne kadar ve 600'ün üzerinde insanın hayatının kurtarılmasında görev aldık. Bunların olabilmesi için kaynağa ihtiyacımız var. Gazetelerde çıkan bu tür olumsuz ve çok taraflı haberler bizi çok zor duruma soktu. Bağışlar azaldı. Ama yine de bize bu haksız saldırılarda bulunanların hayatının riske girdiğini görürsek bir an bile tereddüt etmeden koşarız yardımlarına.
* AKUT şimdi neler yapıyor?
AKUT şu anda 5 bölgede örgütlenmesini tamamlamış durumda. İstanbul, Ankara, Antalya, Marmaris ve Bingöl. Örneğin Bingöl ekibi inanılmaz iyi bir ekip. Şubat ayında on gün içerisinde 5-6 kişinin hayatını kurtardılar. Bu insanlar bizden önce ölüyorlardı. Bir kar motosikleti ve 20 kişilik ekiple Bingöl'de yollar kapalı bile olsa hasta nakli yapıyor. 9-12 yaş grubuna dönük bir genç akut gönüllüsü projesi başlattık. Bunun dışında bir 'AKUT TIR'ı' projemiz var. Bütün Türkiye'yi dolaşacak ve afetler, arama kurtarma ve ilk yardım konusunda toplumu bilgilendirecek, mesajlar iletecek bir proje.1-1,5 ay içerisinde hayata geçecek.
* Bir sivil toplum örgütünün başkanı olarak ABD'nin Irak'a müdahalesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnanılmaz zor bir soru bu. Amerika'nın yaptığı son derece yanlış. Bütün dünya karşısına dikilmiş durumda. BM hayır diyor, Amerikan halkı bile yürüyüşler yapıyor. Ama Bush çıkarttı bu savaşı. Çok çok tehlikeli bir süreç. Ben duygusal bir insan olarak bu savaş olmasın kimse ölmesin diyordum. Bu savaşın ne olursa olsun engellenmesi lazımdı ama olmadı.
* Bu savaş Türkiye'de tekrar bir Türk-Kürt çatışması yaşanmasına neden olur mu?
Türkiye'yi zayıf bırakmak isteyen ekipler bunun için çalışacaktır eminim. Bana sorarsanız Türkiye'nin başındaki en büyük problemlerden bir tanesi Türkiye'deki etnik grupların kaşınması sürekli. Bu ülkede kimse azınlık değil. Hepimiz bu ülkenin sahibiyiz. Bu topraklar hepimizinse bu topraklar üzerinde insanca ve kardeşçe yaşamanın yolunu bulmamız gerekiyor. Ben daha fazla demokrasi ve daha fazla karşılıklı sevgi ve saygı diyorum.
* Bir sivil toplum örgütü olarak Irak savaşı ile ilgili bir planlamanız var mı?
Bu konuyla ilgili Kızılay'la İçişleri Bakanlığı ile görüşmelerimiz sürüyor. Biliyorsunuz AKUT bir sivil toplum örgütü ve organize olabilen insanları örgütleyebilen ve gönüllü çalışabilen bir ekibiz. Özellikle Irak'tan gelecek mültecilerin bakımı konusunda, o kamplarda gönüllü çalışma yapabiliriz dedik ve bu konuda görüşmelerimiz devam ediyor. Ondan da önemlisi biz kitle imha silahları ile ilgili bilgi birikimimizi şu anda her tarafla paylaşmaya başladık. Web sayfamıza da bununla ilgili bir yazı koyduk. Bu konuyla ilgili bir seminer eğitimi programımız var. Üzerimize bir görev düşerse biz gidip gönüllü çalışırız dedik.
* Gelelim dağcılık serüveninize... Sizi sıcak evinizden dağların zirvesine taşıyan duygu ne?
Dağcılığı riske girmiş olmak için yapmıyorum elbette. Ben dağları, doğayı çok seviyorum. Sevdiğim bir sporu yapıyorum ve çok mutlu oluyorum. Hem beden hem de ruh olarak çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Ama dağcılık özünde riskli bir spordur. Bu işin birinci kuralı riskli olması. Ya riski kabul edeceksiniz ve ona göre hareket edeceksiniz, ya da evinizde oturacaksınız. Ben çok sevdiğim ve risklerini di baştan kabul ettiğim için ona göre hareket ediyorum. Ama çok dikkat ederim. Çok bilgili ve eğitimli hareket etmeye gayret ederim. Kendimi de bütün kazalardan uzak tutmaya çalışırım.
* Dağcılık pahalı bir spor mu? Bir işçi ya da memur amatörce de olsa yapabilir mi bu sporu?
Dağcılık pahalı bir spor. Sponsor olmasa ben de yapamam. Bir everest tırmanışı 50-60 bin dolar. Bu insanın kendi kazandığı parayla yapacağı birşey değil kolay kolay. Ama sponsor desteğiyle yapılabilir birşey. Sponsorluk kavramı ülkede biraz daha oturursa genç nüfusu olan bir topraktan spor sanat bilim gibi her alanda çok başarılı insanlar çıkacaktır.
* Son olarak zirveyi nasıl tarif edersiniz?
Zirveyi bir hedef olarak tarif edebilirim. Yaptığınız her işte zirveyi hedeflemek en doğrusu. Ben hayatımda yaptığım herşeyi yapabileceğim en iyi şekilde yapmayı tercih ederim ve bunun için gayret ederim. Bunu başkalarıyla rekabet anlamında söylemiyorum. Kendi yapabileceğimin en iyisini yapma anlamında söylüyorum. Bence zirve insanın kendi zirvesine ulaşması...
Nasuh Mahruki kimdir?
Ali Nasuh Mahruki 21 Mayıs 1968'de İstanbul'da doğdu. 1992 yılıda Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü'nden mezun oldu. Dağcılıkla üniversite yıllarında Doğa Sporları Topluluğu'nda (DOST) tanıştı. Bugüne kadar birçok başarılı tırmanışa imza attı. 1992-1994 yılları arasında Sovyet Asya'nın en yüksek beş dağına tırmanarak Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından 'Kar Leoparı' ünvanını alan az sayıda dağcıdan biri oldu. 1995 yılında Everest Dağı'na tırmanan ilk Türk ve müslüman dağcı oldu. 1996 yılında yedi kıtanın en yüksek dağına tırmanmayı içeren 'Yedi Zirveler' projesini tamamlayan 44. dağcı oldu. 1997 yılında 8 bin 201 metrelik Cho Oyu dağına tırmanarak Türkiye'nin en yüksek solo tırmanışını gerçekleştirdi. 1998 yılında Lhotse tırmanışı ile Türkiye'nin en yüksek oksijensiz tırmanışını gerçekleştirdi. 2000 yılında K2 dağına tırmandı. Dünya'da Everest, Lhost ve K2 Dağı'na tırmanmış sadece 29 dağcı var ve bunların 7'si bugün yaşamıyor. Son olarak Pobeda Dağı'na yaptığı kış tırmanışını çığ tehlikesi nedeniyle yarım bırakmak zorunda kaldı. Halern Bahçeşehir Üniversitesi'nde 'Takım Çalışması ve Liderlik' dersi veriyor. 'Bir Dağcı'nın Güncesi', 'Everest'te İlk Türk', 'Bir Hayalin Peşinde', 'Asya Yolları Himalayalar ve Ötesi' ve 'Yeryüzü Güncesi' adlarında beş kitabı var.
Ali Nasuh Mahruki, 21 Mayıs 1968’de İstanbul’da doğdu, ilk ve orta öğrenimini Şişli Terakki Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1992 yılında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Dağcılıkla 1988 sonlarında, isim babalığını ve üç yıl boyunca başkanlığını yaptığı Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu’nda (DOST) tanıştı. Yazar, fotoğrafçı ve profesyonel sporcudur. Dağcılık, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, motor sporları, yelken ve bisiklet sporlarıyla uğraşan Ali Nasuh Mahruki, üniversite yıllarında doğa sporları ile ilgili DOST adlı dergiyi çıkarttı.
Yurt içinde Erciyes Dağı ilk Türk yamaç paraşütü uçuşu, Erciyes Dağı kış kuzey buzulu tırmanışı, Büyük Demirkazık Dağı kuzey duvarı tırmanışı, Küçük Demirkazık Dağı batı yüzü tırmanışı, Güzeller Dağı kuzey yüzü ilk kış tırmanışı, Büyük Demirkazık Dağı Peck Kulvarı ilk kış tırmanışı, ODTÜ Sualtı Topluluğu - Mağara Dalışı Grubu ile Altınbeşik ve Kırkgözler mağaraları su altı incelemeleri, Sualtı Araştırmaları Derneği ile Kırkgöz ve Finike İncirli mağaraları ve Düdenbaşı şelaleleri sualtı incelemeleri gibi pek çok etkinliğe katıldı. 1992 ve 1994 yıllarında Türkiye’nin en başarılı dağcısı seçilip yılın sporcusuna aday gösterildi.
1992 - 1994 yılları arasında, Sovyet Asya’nın en yüksek (7000 metrenin üzerinde) beş dağına tırmanarak, (Khan Tengri – Lenin – Korjenevskoy – Communism – Pobeda) Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından verilen “Kar Leoparı” ünvanını alan az sayıdaki batılı dağcıdan biri oldu. Dünyanın en zorlu ve tehlikeli 7000’lik dağlarından biri olan Pobeda dağının 8. solo tırmanışını yaptı. Bunların dışında Kırgızistan, Kafkasya ve İran’da çeşitli tırmanışlar gerçekleştirdi.
1995 yılında, Everest dağına tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı oldu.
1996 yılında, Camel Trophy Türk takımına girerek Kalimantan’da Türkiye’yi temsil etti ve ekip olarak, Takım Ruhu değerlendirmesinde dünya ikincisi, genel sonuçlarda dördüncülük elde ettiler. Aynı yıl, dünyanın yedi kıtasının her birinin en yüksek dağına tırmanmayı içeren, “Yedi Zirveler” projesini tamamlayan dünyadaki 44. dağcı ve en genci oldu. (Everest, Aconcagua, Vinson, Kilimanjaro, Mc. Kinley, Elbruz, Kosciusko.)
1997 yılında, motosiklet ile Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Nepal ve Sıkkım’ı içeren 21.000 kilometrelik bir yolculuk yaptı. 8201 metrelik Cho Oyu dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye’nin en yüksek solo tırmanışını gerçekleştirdi.
1998 yılında, 8516 metrelik Lhotse dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye’nin en yüksek oksijensiz tırmanışını gerçekleştirdi. Aynı yıl 8163 metrelik Manaslu dağını denedi.
2000 yılında, dünyanın en zorlu ve tehlikeli dağlarının başında gelen, dünyanın 2. yüksek dağı 8611 metrelik K2 dağının ilk Türk tırmanışını, oksijensiz olarak gerçekleştirdi.
2001 yılında, Kuzey Alaska’nın son derece sert iklimi ve coğrafyasında, çok özel olarak hazırlanan Arktik Koşulllarda Hayatta Kalma eğitimi aldı. 7546 metrelik Muztag Ata dağına tırmandı. (Türkiye’nin en yüksek kayaklı tırmanışı.)
2002 yılında, Himalayaları motosikletle aşarak Batı Tibet’teki Kutsal Kailash dağını ve Everest dağının Ana Kampını ziyaret etti.
2003 yılında bugüne dek sadece bir kez gerçekleştirilen, dünyanın en kuzeyindeki 7000 metreden yüksek dağ olan Pobeda dağının kış tırmanışını denedi.
2003 - 2004 yılı, 55. Dönem Milli Güvenlik Akademisi eğitim – öğretim dönemini, bugüne dek ilk kez sivil toplum örgütlerinden kabul edilen bir müdavim olarak başarı ile tamamlamıştır.
Arama Kurtarma Derneği – AKUT kurucu üyesi ve başkanı, Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derneği – UGSAD yönetim kurulu üyesi, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, Sualtı Araştırmaları Derneği – SAD, Gezginler Kulübü ve Türk Eğitim Derneği – TED üyesidir. Bahçeşehir Üniversitesi'nde iki yıl 'Takım Çalışması ve Liderlik' dersi vermiştir, bu konuda motivasyon seminerleri düzenlemektedir. Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri eklerinde köşe yazarlığı yapmıştır ve çeşitli televizyon kanallarında belgesel programları hazırlamıştır.
Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitapları; 1995 - Bir Dağcının Güncesi, 1995 - Everest'te ilk Türk, 1996 - Bir Hayalin Peşinde, 1999 - Asya yolları, Himalayalar ve Ötesi, Kapital Yayınlarından çıkan kitabı; Yeryüzü Güncesi, 2002.
Aykut Barka, 16 Aralık 1951'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü'nden 1974'de mezun olan Barka, aynı bölümde yüksek lisans yaptı.
1974-1976 yılları arasında Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü'nde (MTA) jeoloji yüksek mühendisi olarak çalışan Aykut Barka, doktorasını ise İngiltere'de Bristol Üniversitesi'nden 1981'de aldı.
1981-1985'te MTA'da teknik uzman olarak görev yapan Barka, 1985'te Bristol Üniversitesi'nde, 1986-1990 yılları arasında da Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ile California Teknoloji Üniversitesi'nde ziyaretçi bilim adamı olarak bulundu.
Aykut Barka, 1990 yılında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü'nde, 1992'de İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Genel Jeoloji Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak görev yaptı.
1996 yılında profesörlüğe yükselen, 1997 yılında İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü'nde öğretim üyesi olarak göreve başlayan Barka, bu görevini sürdürüyordu. Prof. Dr. Barka, Deprem Konseyi'nin de 2'nci başkanıydı.
Beynindeki damar tıkanıklığı nedeniyle Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 6 Ocak 2002'de tedaviye alınan Prof. Dr. Aykut Barka, 1 Şubat 2002'de hayatını kaybetti.
Çok sayıda makalesi ve kitapları bulunan Prof. Dr. Barka, evli ve iki çocuk babasıydı.
TÜBİTAK, MAM, Yer Bilimleri Araştırma Enstitüsü ve BÜ Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü'de de danışmanlık yapan Prof. Dr. Aykut Barka, Türkiye'de yerbilimlerini kuran ve Kuzey Anadolu Fay Hattı'nı (KAF) bulan Prof. Dr. İhsan Ketin'den sonra, KAF konusunda en çok çalışan bilim adamıydı. Prof. Dr. Aykut Barka, KAF ile ilgili araştırmalarıyla yer bilimleri konusunda uluslararası bir üne sahip oldu.
Prof. Dr. Aykut Barka'yı, Türkiye, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra tanıdı. Prof. Dr. Barka, deprem gibi riskli bir konuyu, hiç çarpıtmadan, yumuşak üslupla, anlaşılır bir dille anlatmasıyla Türk halkı tarafından ‘en güvenilir’ deprem uzmanları arasında yer aldı.
1938’de dünyaya gelen Orhan Ayhan, İstanbul Üniversitesi, Coğrafya Bölümü'nü bitirdi. 1957 yılında Son Posta’da gazeteciliğe başladı. Daha sonra sırasıyla Tercüman ve Güneş gazetelerinin spor servislerinde çalıştı. Orhan Ayhan, özillikle boks maçlarında yoğunlaştı ve bugüne kadar yüzlerce boks müsabakasını anlattı. Spor yazarlığını da bu spor dalında yoğunlaşarak yaptı. Daha sonra TRT kadrosunda bir çok futbol müsabakasını anlattı. Şu ana kadar 2000’in üzerinde fotbol ve boks maçı anlattı. Orhan Ayhan’ın “Boks” ve “Kürsüdekiler” adlı iki kitabı var.
İzmit-İstanbul karayolu üzerinde İzmit’e 51 km uzaklıktadır. Büyük sanayi kuruluşlarının yanında Türkiye Bilimsel Araştırma Kurumu TÜBİTAK’da bu ilçede bulunmaktadır.Gebze’de ikinci konut ağırlıklı yerleşim birimlerinden Darıca Bayramoğlu yazlık siteleri ve sahili ile Gebze’nin önemli tatil beldelerindendir. Ballı Kayalar Tabiat Parkı, Darıca Bayramoğlu Kuş Cenneti ve Temalı Parkı’da ilçenin doğal güzelliklerini oluşturmaktadır.
Gebze ilçesinde de,Eskihisar Kalesi,Pertevpaşa Külliyesi,Mimar Sinan Köprüsü,Gebze Çarşı Çeşmesi,Anibal’in Mezarı,Osmanlı Hamdi Bey evi ve Tavşancıl beldesinde bulunan Ballıkayalar Vadisi ile kültür turizmine sunduğu zenginlikleriyle Osmanlının ihtişamını taşıyan İstanbul’un gölgesinde kalmış bir kültür hazinesi olarak beklemektedir. Eskihisar kalesi gerçekten eski.Kimler tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle beraber, tüm uygarlıklara beşiklik eden nice savaşların olduğu bir çok barış antlaşmasına imza atılan Kale’den Eskihisar köyü,Liman ve Körfezin mavi suyunu seyretmek insanı etkiliyor. Deniz kıyısında dik yamaçlı bir tepe üzerinde limanı korumak amacıyla Bizans döneminde yapıldığı sanılan Kalenin duvarları tuğ bezemelidir. Kültür Bakanlığı ile Bericap firması tarafından restore edilerek Antik Tiyatro haline getirilen kaleye canlılık kazandırılmıştır.Bugün burada çeşitli etkinlikler düzenleniyor ve geceler yapılıyor. Tarihi Eskihisar kalesinden güneşin batımını seyretmek insanı geçmiş zamana yolculuğa çıkarıyor.Güzen batarken insan geçmiş zaman doğru hızlı bir yolculuğa çıkıyor.Kimbilir bu kale ve yıkılmaya yüz tutmuş burçların üstünden kaç güneş doğup battı.
Sabah yeli ılgıt ılgıt eserken seher vakti bir güzele vuruldum Al dudakta inci dişi, bu dünyada yok bir eşi, Seher vakti bir güzele vuruldum Aynalı kemer ince bele, bu can kurban tatlı dile, Seher vakti bir güzele vuruldum Mor menekşe nergis dizmiş boynuna, kuşluk vakti aldı beni koynuna Cıvıldaşır dudu kuşu, sanki bülbülun ötüşü Seher vakti bir güzele vuruldum Aynalı kemer... Akşam oldu gün kavuştu sessizce, dedi guzel ayrılıkk vardır bize Uzakta bir baykuş öttü, gül bahçemde diken bitti Seher vakti bir güzele vuruldum
tekelistan
coca cola,nestle,maggi,turkuaz,,,,
oo say say bitmez bunlar,,,
2 Temmuz 1993'de Sivas Katliamı'nda yakılan otel
İSTANBUL - Türkiye'yi acılara boğan Gölcük ve Düzce depremlerinde yaptıkları
çalışmalarla, kurtardıkları canlarla büyük sevgi ve güven kazanan Arama
Kurtarma Derneği (AKUT) , şimdi de Irak Savaşı'nda mağdur olacak insanlar
için harekete geçmeye hazırlanıyor. AKUT Başkanı Nasuh Mahruki, özellikle
savaştan kaçacak mülteciler ve kimyasal silah nedeniyle zarar görecek
sivillere yardımcı olabilmek için başta Kızılay olmak üzere tüm yetkili
kurum ve kişilere başvuru yaptıklarını söyledi.
Nasuh Mahruki ile AKUT'u, gündemdeki siyasal gelişmeleri ve dağcılık
serüvenini konuştuk.
* Gölcük Depremi büyük bir felaketti? Nasıl izler bıraktı?
Hepimizin hayatı alt üst oldu. Hepimizin 1999 yılıyla ilgili beklentileri
hayalleri tutkuları tabi ki bitti, yok oldu. Ama biz zaten kendimize belirli
bir misyon seçmiştik. Bütün öncelikler değişti. İnsan hayatı söz konusu
olduğunda zaten herşey değişiyor ve elimizden gelen çabayı koyduk ortaya.
Orada yaşadıklarımı ben açıkçası hiç düşünmüyorum. Orada ne yaşadıysak
yaşadık ve o konu kapandı. Hatırlamıyorum bile.
* Sorumluları kimlerdi size göre?
Bu felaketin sorumluları hepimiziz. Sorumluları 50 yılın bütün hükümetleri,
bütün belediye başkanları ve bu hükümetleri, bu belediye başkanlarını
seçimle başa getiren bütün halk. Hepimiz bu işte suç ortağıyız. Mesela
belediye başkanını sıkıştırıyoruz, diyoruz ki sen oy istiyorsun ama sen
benim iki katlı evime dört kat izin ver, ya da imara açık olmayan yere imar
izni çıkar. 50 yıldır süren böyle ahlaksız bir alışveriş var. Bu yüzden de,
17 Ağustos günü görevde olan belediye başkanı ve hükümetin sorumluluğu, 40
sene görevde olanların ve hükümetin sorumluluğundan ne daha az, ne daha
fazla.
* Ölümün kıyısına gelmiş bir insanı hayata döndürmek nasıl bir duygu?
Çok farklı bir duygu. Yani yaşama şansı bitmiş birini ölümün elinden çekip
almak ve ona tekrar bir hayat armağan etmek çok apayrı birşey. Ne dağlara
tırmanmaya benziyor, ne bir zirveye ulaşmanın mutluluğuna benziyor. Çok çok
üstün bir duygu bu. O yüzden zaten hepimiz bu kadar çaba gösteriyoruz ve
kendi hayatımızı da riske atıyoruz. Çok büyük bir mutluluk ve insanın
kendisine saygı duymasını sağlayan bir duygu.
* Kurtardığınız insanlarla daha sonra görüştünüz mü?
O insanlarla daha sonra hiç görüşmedik. Arama kurtarmacıların uyduğu genel
bir kural vardır. Kurtardığınız insanla daha sonra görüşmezsiniz. Bu aslında
ahlaki bir kuraldır. Karşımızdaki insanın hayatını bize borçlu olduğu
duygusuyla yaşamasını istemiyoruz. Biz sonuçta o dönem onların hayatına
giriyoruz, yapmamız gerekeni yapıp çıkıyoruz. Hayatlarını minnettarlık
duygusu ile sürdürmelerini istemiyoruz.
* AKUT birdenbire çok popüler oldu. İnsanlar üye olmak için birbirileriyle
yarıştı. Halk neredeyse sizi birer kahraman gibi görüp çok şey bekledi. Bu
beklenti sizi zorladı mı?
* Çok fazla geldi. 17 Ağsutos sabahından sonra AKUT, yüz kat falan büyüdü.
Bir gün içinde yüz kat büyüdük ve bunu kaldırmak çok zor. Altından kalkmak,
getirdiği sorumluluğu, yükümlülüğü yerine getirebilmek. Ama çok iyi bir
ekibimiz var bizim. Hepsi üniversite mezunu ya da üniversite öğrencisi olan,
doğa sporları kökeninden geldiği için takım çalışmasına uyumlu olan bir
yapımız vardı. Dolayısıyla çok kolay uyum sağladık.
* AKUT'a yönelik, size yönelik suçlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKUT her ne kadar aydın bir ekip olsa da hamuru bu ülkeden. Trafiğimizi,
basınımızı görüyorsunuz. Bizi yönetsinler diye seçtiğimiz milletvekilleri
birbirlerine silah çekiyorlar. AKUT'dan bugüne kadar disiplin suçuyla atılan
insan sayısı 15 kişi. 8 yılda 15 kişi çok değil. Buradaki asıl sorun
gazetecilik ahlakı olmayan insanların bunlara sarılıp, bu kişileri karşımıza
böyle koskoca haberlerle çıkarması. Ve bunu yaparlarken haberin doğru olup
olmadığına bakmadan, daha da kötüsü kişisel problemlerle bunu yapmaları.
Tabi karşınızdakinin elinde bir medya gücü varsa onunla başa çıkmanız çok
zor. Bir de biz böyle bir donanıma sahip değiliz. Bizim işimiz bu değil ki
ona çamur at, buna çelme tak. Hayatımızda yaptığımız birşey değil. Bizim
derdimiz arama kurtarma çalışması yapmak. Böyle bir saydırıyla karşılaşınca
hakikaten ne yapacağımızı şaşırdık. Çünkü böyle bir savunma kalkanımız yok.
Hayatı böyle algılamadığımız için, bunun önlemini alma ihtiyacı da duymadık.
Ama çok ağır bedeller ödeyerek, öğrendik.
* Bu haberler AKUT'a duyulan güveni azalttı mı?
AKUT bugüne çok büyük fedakarlıklar sonucu geldi. Yaptıklarıyla 1999 yılında
Türkiye'nin en güvenilir kurumu seçildi. Ama buna hiç saygı duymayan
insanlar son derece basit kişisel hesaplaşmalarından dolayı çıkartıp böyle
saçma sapan işleri başımıza bela ettiler. Ne yazık ki çok da büyük zararlar
verdiler AKUT'a. Biz tamamen gönüllülük ilkesiyle çalışıyoruz. Yani hiçbir
üye yaptığı çalışmalardan dolayı para almıyor burada. Maaşlı beş kişi var.
115'e yakın arama kurtarma görevi üstlendik bugüne kadar ve 600'ün üzerinde
insanın hayatının kurtarılmasında görev aldık. Bunların olabilmesi için
kaynağa ihtiyacımız var. Gazetelerde çıkan bu tür olumsuz ve çok taraflı
haberler bizi çok zor duruma soktu. Bağışlar azaldı. Ama yine de bize bu
haksız saldırılarda bulunanların hayatının riske girdiğini görürsek bir an
bile tereddüt etmeden koşarız yardımlarına.
* AKUT şimdi neler yapıyor?
AKUT şu anda 5 bölgede örgütlenmesini tamamlamış durumda. İstanbul, Ankara,
Antalya, Marmaris ve Bingöl. Örneğin Bingöl ekibi inanılmaz iyi bir ekip.
Şubat ayında on gün içerisinde 5-6 kişinin hayatını kurtardılar. Bu insanlar
bizden önce ölüyorlardı. Bir kar motosikleti ve 20 kişilik ekiple Bingöl'de
yollar kapalı bile olsa hasta nakli yapıyor. 9-12 yaş grubuna dönük bir genç
akut gönüllüsü projesi başlattık. Bunun dışında bir 'AKUT TIR'ı' projemiz
var. Bütün Türkiye'yi dolaşacak ve afetler, arama kurtarma ve ilk yardım
konusunda toplumu bilgilendirecek, mesajlar iletecek bir proje.1-1,5 ay
içerisinde hayata geçecek.
* Bir sivil toplum örgütünün başkanı olarak ABD'nin Irak'a müdahalesini
nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnanılmaz zor bir soru bu. Amerika'nın yaptığı son derece yanlış. Bütün
dünya karşısına dikilmiş durumda. BM hayır diyor, Amerikan halkı bile
yürüyüşler yapıyor. Ama Bush çıkarttı bu savaşı. Çok çok tehlikeli bir
süreç. Ben duygusal bir insan olarak bu savaş olmasın kimse ölmesin
diyordum. Bu savaşın ne olursa olsun engellenmesi lazımdı ama olmadı.
* Bu savaş Türkiye'de tekrar bir Türk-Kürt çatışması yaşanmasına neden olur
mu?
Türkiye'yi zayıf bırakmak isteyen ekipler bunun için çalışacaktır eminim.
Bana sorarsanız Türkiye'nin başındaki en büyük problemlerden bir tanesi
Türkiye'deki etnik grupların kaşınması sürekli. Bu ülkede kimse azınlık
değil. Hepimiz bu ülkenin sahibiyiz. Bu topraklar hepimizinse bu topraklar
üzerinde insanca ve kardeşçe yaşamanın yolunu bulmamız gerekiyor. Ben daha
fazla demokrasi ve daha fazla karşılıklı sevgi ve saygı diyorum.
* Bir sivil toplum örgütü olarak Irak savaşı ile ilgili bir planlamanız var
mı?
Bu konuyla ilgili Kızılay'la İçişleri Bakanlığı ile görüşmelerimiz sürüyor.
Biliyorsunuz AKUT bir sivil toplum örgütü ve organize olabilen insanları
örgütleyebilen ve gönüllü çalışabilen bir ekibiz. Özellikle Irak'tan gelecek
mültecilerin bakımı konusunda, o kamplarda gönüllü çalışma yapabiliriz dedik
ve bu konuda görüşmelerimiz devam ediyor. Ondan da önemlisi biz kitle imha
silahları ile ilgili bilgi birikimimizi şu anda her tarafla paylaşmaya
başladık. Web sayfamıza da bununla ilgili bir yazı koyduk. Bu konuyla ilgili
bir seminer eğitimi programımız var. Üzerimize bir görev düşerse biz gidip
gönüllü çalışırız dedik.
* Gelelim dağcılık serüveninize... Sizi sıcak evinizden dağların zirvesine
taşıyan duygu ne?
Dağcılığı riske girmiş olmak için yapmıyorum elbette. Ben dağları, doğayı
çok seviyorum. Sevdiğim bir sporu yapıyorum ve çok mutlu oluyorum. Hem beden
hem de ruh olarak çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Ama dağcılık özünde
riskli bir spordur. Bu işin birinci kuralı riskli olması. Ya riski kabul
edeceksiniz ve ona göre hareket edeceksiniz, ya da evinizde oturacaksınız.
Ben çok sevdiğim ve risklerini di baştan kabul ettiğim için ona göre hareket
ediyorum. Ama çok dikkat ederim. Çok bilgili ve eğitimli hareket etmeye
gayret ederim. Kendimi de bütün kazalardan uzak tutmaya çalışırım.
* Dağcılık pahalı bir spor mu? Bir işçi ya da memur amatörce de olsa
yapabilir mi bu sporu?
Dağcılık pahalı bir spor. Sponsor olmasa ben de yapamam. Bir everest
tırmanışı 50-60 bin dolar. Bu insanın kendi kazandığı parayla yapacağı
birşey değil kolay kolay. Ama sponsor desteğiyle yapılabilir birşey.
Sponsorluk kavramı ülkede biraz daha oturursa genç nüfusu olan bir topraktan
spor sanat bilim gibi her alanda çok başarılı insanlar çıkacaktır.
* Son olarak zirveyi nasıl tarif edersiniz?
Zirveyi bir hedef olarak tarif edebilirim. Yaptığınız her işte zirveyi
hedeflemek en doğrusu. Ben hayatımda yaptığım herşeyi yapabileceğim en iyi
şekilde yapmayı tercih ederim ve bunun için gayret ederim. Bunu başkalarıyla
rekabet anlamında söylemiyorum. Kendi yapabileceğimin en iyisini yapma
anlamında söylüyorum. Bence zirve insanın kendi zirvesine ulaşması...
Nasuh Mahruki kimdir?
Ali Nasuh Mahruki 21 Mayıs 1968'de İstanbul'da doğdu. 1992 yılıda Bilkent
Üniversitesi İşletme Bölümü'nden mezun oldu. Dağcılıkla üniversite
yıllarında Doğa Sporları Topluluğu'nda (DOST) tanıştı. Bugüne kadar birçok
başarılı tırmanışa imza attı. 1992-1994 yılları arasında Sovyet Asya'nın en
yüksek beş dağına tırmanarak Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından 'Kar
Leoparı' ünvanını alan az sayıda dağcıdan biri oldu. 1995 yılında Everest
Dağı'na tırmanan ilk Türk ve müslüman dağcı oldu. 1996 yılında yedi kıtanın
en yüksek dağına tırmanmayı içeren 'Yedi Zirveler' projesini tamamlayan 44.
dağcı oldu. 1997 yılında 8 bin 201 metrelik Cho Oyu dağına tırmanarak
Türkiye'nin en yüksek solo tırmanışını gerçekleştirdi. 1998 yılında Lhotse
tırmanışı ile Türkiye'nin en yüksek oksijensiz tırmanışını gerçekleştirdi.
2000 yılında K2 dağına tırmandı. Dünya'da Everest, Lhost ve K2 Dağı'na
tırmanmış sadece 29 dağcı var ve bunların 7'si bugün yaşamıyor. Son olarak
Pobeda Dağı'na yaptığı kış tırmanışını çığ tehlikesi nedeniyle yarım
bırakmak zorunda kaldı. Halern Bahçeşehir Üniversitesi'nde 'Takım Çalışması
ve Liderlik' dersi veriyor. 'Bir Dağcı'nın Güncesi', 'Everest'te İlk Türk',
'Bir Hayalin Peşinde', 'Asya Yolları Himalayalar ve Ötesi' ve 'Yeryüzü
Güncesi' adlarında beş kitabı var.
Ali Nasuh Mahruki, 21 Mayıs 1968’de İstanbul’da doğdu, ilk ve orta öğrenimini Şişli Terakki Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1992 yılında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Dağcılıkla 1988 sonlarında, isim babalığını ve üç yıl boyunca başkanlığını yaptığı Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu’nda (DOST) tanıştı. Yazar, fotoğrafçı ve profesyonel sporcudur. Dağcılık, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, motor sporları, yelken ve bisiklet sporlarıyla uğraşan Ali Nasuh Mahruki, üniversite yıllarında doğa sporları ile ilgili DOST adlı dergiyi çıkarttı.
Yurt içinde Erciyes Dağı ilk Türk yamaç paraşütü uçuşu, Erciyes Dağı kış kuzey buzulu tırmanışı, Büyük Demirkazık Dağı kuzey duvarı tırmanışı, Küçük Demirkazık Dağı batı yüzü tırmanışı, Güzeller Dağı kuzey yüzü ilk kış tırmanışı, Büyük Demirkazık Dağı Peck Kulvarı ilk kış tırmanışı, ODTÜ Sualtı Topluluğu - Mağara Dalışı Grubu ile Altınbeşik ve Kırkgözler mağaraları su altı incelemeleri, Sualtı Araştırmaları Derneği ile Kırkgöz ve Finike İncirli mağaraları ve Düdenbaşı şelaleleri sualtı incelemeleri gibi pek çok etkinliğe katıldı. 1992 ve 1994 yıllarında Türkiye’nin en başarılı dağcısı seçilip yılın sporcusuna aday gösterildi.
1992 - 1994 yılları arasında, Sovyet Asya’nın en yüksek (7000 metrenin üzerinde) beş dağına tırmanarak, (Khan Tengri – Lenin – Korjenevskoy – Communism – Pobeda) Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından verilen “Kar Leoparı” ünvanını alan az sayıdaki batılı dağcıdan biri oldu. Dünyanın en zorlu ve tehlikeli 7000’lik dağlarından biri olan Pobeda dağının 8. solo tırmanışını yaptı. Bunların dışında Kırgızistan, Kafkasya ve İran’da çeşitli tırmanışlar gerçekleştirdi.
1995 yılında, Everest dağına tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı oldu.
1996 yılında, Camel Trophy Türk takımına girerek Kalimantan’da Türkiye’yi temsil etti ve ekip olarak, Takım Ruhu değerlendirmesinde dünya ikincisi, genel sonuçlarda dördüncülük elde ettiler. Aynı yıl, dünyanın yedi kıtasının her birinin en yüksek dağına tırmanmayı içeren, “Yedi Zirveler” projesini tamamlayan dünyadaki 44. dağcı ve en genci oldu. (Everest, Aconcagua, Vinson, Kilimanjaro, Mc. Kinley, Elbruz, Kosciusko.)
1997 yılında, motosiklet ile Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Nepal ve Sıkkım’ı içeren 21.000 kilometrelik bir yolculuk yaptı. 8201 metrelik Cho Oyu dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye’nin en yüksek solo tırmanışını gerçekleştirdi.
1998 yılında, 8516 metrelik Lhotse dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye’nin en yüksek oksijensiz tırmanışını gerçekleştirdi. Aynı yıl 8163 metrelik Manaslu dağını denedi.
2000 yılında, dünyanın en zorlu ve tehlikeli dağlarının başında gelen, dünyanın 2. yüksek dağı 8611 metrelik K2 dağının ilk Türk tırmanışını, oksijensiz olarak gerçekleştirdi.
2001 yılında, Kuzey Alaska’nın son derece sert iklimi ve coğrafyasında, çok özel olarak hazırlanan Arktik Koşulllarda Hayatta Kalma eğitimi aldı. 7546 metrelik Muztag Ata dağına tırmandı. (Türkiye’nin en yüksek kayaklı tırmanışı.)
2002 yılında, Himalayaları motosikletle aşarak Batı Tibet’teki Kutsal Kailash dağını ve Everest dağının Ana Kampını ziyaret etti.
2003 yılında bugüne dek sadece bir kez gerçekleştirilen, dünyanın en kuzeyindeki 7000 metreden yüksek dağ olan Pobeda dağının kış tırmanışını denedi.
2003 - 2004 yılı, 55. Dönem Milli Güvenlik Akademisi eğitim – öğretim dönemini, bugüne dek ilk kez sivil toplum örgütlerinden kabul edilen bir müdavim olarak başarı ile tamamlamıştır.
Arama Kurtarma Derneği – AKUT kurucu üyesi ve başkanı, Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derneği – UGSAD yönetim kurulu üyesi, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, Sualtı Araştırmaları Derneği – SAD, Gezginler Kulübü ve Türk Eğitim Derneği – TED üyesidir. Bahçeşehir Üniversitesi'nde iki yıl 'Takım Çalışması ve Liderlik' dersi vermiştir, bu konuda motivasyon seminerleri düzenlemektedir. Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri eklerinde köşe yazarlığı yapmıştır ve çeşitli televizyon kanallarında belgesel programları hazırlamıştır.
Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitapları; 1995 - Bir Dağcının Güncesi, 1995 - Everest'te ilk Türk, 1996 - Bir Hayalin Peşinde, 1999 - Asya yolları, Himalayalar ve Ötesi, Kapital Yayınlarından çıkan kitabı; Yeryüzü Güncesi, 2002.
Daha fazla bilgi için:www.nasuhmahruki.com
AYKUT BARKA
Aykut Barka, 16 Aralık 1951'de İstanbul'da doğdu.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü'nden 1974'de mezun olan Barka, aynı bölümde yüksek lisans yaptı.
1974-1976 yılları arasında Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü'nde (MTA) jeoloji yüksek mühendisi olarak çalışan Aykut Barka, doktorasını ise İngiltere'de Bristol Üniversitesi'nden 1981'de aldı.
1981-1985'te MTA'da teknik uzman olarak görev yapan Barka, 1985'te Bristol Üniversitesi'nde, 1986-1990 yılları arasında da Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ile California Teknoloji Üniversitesi'nde ziyaretçi bilim adamı olarak bulundu.
Aykut Barka, 1990 yılında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü'nde, 1992'de İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Genel Jeoloji Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak görev yaptı.
1996 yılında profesörlüğe yükselen, 1997 yılında İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü'nde öğretim üyesi olarak göreve başlayan Barka, bu görevini sürdürüyordu. Prof. Dr. Barka, Deprem Konseyi'nin de 2'nci başkanıydı.
Beynindeki damar tıkanıklığı nedeniyle Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 6 Ocak 2002'de tedaviye alınan Prof. Dr. Aykut Barka, 1 Şubat 2002'de hayatını kaybetti.
Çok sayıda makalesi ve kitapları bulunan Prof. Dr. Barka, evli ve iki çocuk babasıydı.
TÜBİTAK, MAM, Yer Bilimleri Araştırma Enstitüsü ve BÜ Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü'de de danışmanlık yapan Prof. Dr. Aykut Barka, Türkiye'de yerbilimlerini kuran ve Kuzey Anadolu Fay Hattı'nı (KAF) bulan Prof. Dr. İhsan Ketin'den sonra, KAF konusunda en çok çalışan bilim adamıydı. Prof. Dr. Aykut Barka, KAF ile ilgili araştırmalarıyla yer bilimleri konusunda uluslararası bir üne sahip oldu.
Prof. Dr. Aykut Barka'yı, Türkiye, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra tanıdı. Prof. Dr. Barka, deprem gibi riskli bir konuyu, hiç çarpıtmadan, yumuşak üslupla, anlaşılır bir dille anlatmasıyla Türk halkı tarafından ‘en güvenilir’ deprem uzmanları arasında yer aldı.
1938’de dünyaya gelen Orhan Ayhan, İstanbul Üniversitesi, Coğrafya Bölümü'nü bitirdi. 1957 yılında Son Posta’da gazeteciliğe başladı. Daha sonra sırasıyla Tercüman ve Güneş gazetelerinin spor servislerinde çalıştı. Orhan Ayhan, özillikle boks maçlarında yoğunlaştı ve bugüne kadar yüzlerce boks müsabakasını anlattı. Spor yazarlığını da bu spor dalında yoğunlaşarak yaptı. Daha sonra TRT kadrosunda bir çok futbol müsabakasını anlattı. Şu ana kadar 2000’in üzerinde fotbol ve boks maçı anlattı. Orhan Ayhan’ın “Boks” ve “Kürsüdekiler” adlı iki kitabı var.
İzmit-İstanbul karayolu üzerinde İzmit’e 51 km uzaklıktadır. Büyük sanayi kuruluşlarının yanında Türkiye Bilimsel Araştırma Kurumu TÜBİTAK’da bu ilçede bulunmaktadır.Gebze’de ikinci konut ağırlıklı yerleşim birimlerinden Darıca Bayramoğlu yazlık siteleri ve sahili ile Gebze’nin önemli tatil beldelerindendir. Ballı Kayalar Tabiat Parkı, Darıca Bayramoğlu Kuş Cenneti ve Temalı Parkı’da ilçenin doğal güzelliklerini oluşturmaktadır.
Gebze ilçesinde de,Eskihisar Kalesi,Pertevpaşa Külliyesi,Mimar Sinan Köprüsü,Gebze Çarşı Çeşmesi,Anibal’in Mezarı,Osmanlı Hamdi Bey evi ve Tavşancıl beldesinde bulunan Ballıkayalar Vadisi ile kültür turizmine sunduğu zenginlikleriyle Osmanlının ihtişamını taşıyan İstanbul’un gölgesinde kalmış bir kültür hazinesi olarak beklemektedir. Eskihisar kalesi gerçekten eski.Kimler tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle beraber, tüm uygarlıklara beşiklik eden nice savaşların olduğu bir çok barış antlaşmasına imza atılan Kale’den Eskihisar köyü,Liman ve Körfezin mavi suyunu seyretmek insanı etkiliyor. Deniz kıyısında dik yamaçlı bir tepe üzerinde limanı korumak amacıyla Bizans döneminde yapıldığı sanılan Kalenin duvarları tuğ bezemelidir. Kültür Bakanlığı ile Bericap firması tarafından restore edilerek Antik Tiyatro haline getirilen kaleye canlılık kazandırılmıştır.Bugün burada çeşitli etkinlikler düzenleniyor ve geceler yapılıyor. Tarihi Eskihisar kalesinden güneşin batımını seyretmek insanı geçmiş zamana yolculuğa çıkarıyor.Güzen batarken insan geçmiş zaman doğru hızlı bir yolculuğa çıkıyor.Kimbilir bu kale ve yıkılmaya yüz tutmuş burçların üstünden kaç güneş doğup battı.
Aynalı Kemer İnce Bele
Sabah yeli ılgıt ılgıt eserken
seher vakti bir güzele vuruldum
Al dudakta inci dişi, bu dünyada yok bir eşi,
Seher vakti bir güzele vuruldum
Aynalı kemer ince bele, bu can kurban tatlı dile,
Seher vakti bir güzele vuruldum
Mor menekşe nergis dizmiş boynuna, kuşluk vakti aldı beni koynuna
Cıvıldaşır dudu kuşu, sanki bülbülun ötüşü
Seher vakti bir güzele vuruldum
Aynalı kemer...
Akşam oldu gün kavuştu sessizce, dedi guzel ayrılıkk vardır bize
Uzakta bir baykuş öttü, gül bahçemde diken bitti
Seher vakti bir güzele vuruldum
yılların eskitemediğİ,hala severek dinlediğim,müthiş spiker