30 Mart 1980 İstanbul doğumlu olan Yalın, ilk olarak babasının akşamları ona çaldığı gitarın 'Gipsy Kings' tınılarıyla başlayan müzik aşkı ile, şimdi güçlü adımlar atıyor ve tamamı kendisine ait şarkılardan oluşan 'Ellerine Sağlık' adlı albümüyle Türkiye'de kendi söz ve bestelerini seslendiren en kuvvetli yorumculardan biri olmayı hedefliyor.
Yalın, ilk bestelerini, St. Michel Fransız Lisesinde okuduğu yıllarda Yurdaer Doğulu Müzik okulunda gitar dersleri alırken yapmaya başladı. Halen eğitim gördüğü İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümünü kazandığı dönemde ise beste çalışmalarını hızlandırdı ve albüm demoları hazırlamaya başladı.
1,5 sene süren bir çalışmanın ardından albüm hazırlıklarına başlayan Yalın sözleri ve melodileriyle 2004 yılının parlayan yıldızı olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte.
'Ellerine Sağlık' adlı albümün ilk klip şarkısı 'Zalim'in videosunun prodüksiyonunu Böcek Yapım üstlendi, yönetmenliğini Gürcan Keltek yaptı.
daha yolun başında ne olacağı bilinemez ama kendisinde baya bir para var..ingiltereden giyiniyor beyefendi..satılan ilk 100 bin kasedi de kendisinin aldığı iddia ediliyor..bana mantıklı geliyor..daha önce hiç tanınmamış birisi nasıl 3 günde 100 bini aşar ve rekor kırar anlaşılır değil..
o zamanki şartlarda atatürk olmasa idi acaba onun gibi biri çıkarmıydı bunu bilemeyiz ama 15 senede yapılanla 70 senede yapılanı kıyasladığınızda aradaki uçurumun çok derin olduğunu göreceksiniz..
kendi siteleri şöyle diyor: Aklın ve bilimin öncülük ettiği, Atatürk'ün çizdiği çağdaş, laik ve demokratik yolda, özgür düşünceli ve kişisel sorumluluk duyguları gelişmiş ulusal değerlere saygılı olarak kültürel ve tarihi değerleri benimsemiş, çağdaş görünüşlü gençler yetiştirmeyi amaç edinen üniversitemize bağlı olarak, 8 Fakülte, 2 kurulma aşamasında fakülte, 2 yüksekokul, 10 meslek yuksekokulu, 3 yeni açılacak meslek yüksekokulu, 1 Konservatuvar, 3 Enstitü, 13 Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Rektörlüğe bağlı olarak kurulan 6 bölüm bulunmaktadır.
1970 yılında kurulan Bursa Tıp Fakültesi (İstanbul Üniversitesine bağlı olarak) ile 1974 yılında kurulan Bursa İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Üniversitenin temelini oluşturmaktadır.
1975 yılında yasal kuruluşunu gerçekleştirerek Bursa Üniversitesi adı altında Eğitim-Öğretim hizmetine başlayan Üniversitemizin 20 Temmuz 1982 tarihinde Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı hakkında 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile adı 'Uludağ Üniversitesi' olarak değiştirilmiştir.
· 1976 yılında Mühendislik-Mimarlık Fakültesi
· 1978 yılında Veteriner Fakültesi
· 1981 yılında Ziraat Fakültesi
· 1982 yılında Eğitim Fakültesi (Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Bursa Yükseköğretmen Okulu ile Yabancı Diller Yüksekokulu birleştirilerek)
· 1982 yılında İlahiyat Fakültesi
· 1983 yılında Fen-Edebiyat Fakültesi'nin kurulması ile birlikte üniversitemizdeki faal olan Fakülte sayısı 8'e ulaşmıştır.
· 1995 Hukuk, Güzel Sanatlar ve Diş Hekimliği Fakülteleri (04.07.1995 gün ve 95/7044 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Üniversitemiz bünyesinde kurulması uygun görülmüş, henüz faaliyete başlanılmamıştır.)
Sanayi ve hizmet sektörüne nitelikli ara insan gücü yetiştirmek amacıyla;
· 1985 yılında Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
· 1986 yılında Bursa Meslek Yüksekokulu adı ile kurulan Yüksekokul
· 1996 yılında Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu olarak ikiye ayrılmıştır.
· 1992 yılında İlahiyat Meslek Yüksek Okulu (İlahiyat Fakültesine bağlı olarak kurulmuştur.)
· 1994 yılında Mustafakemalpaşa Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında Karacabey Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında İnegöl Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında İznik Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında Yalova Meslek Yüksek Okulu
· 1996 yılında Sağlık Yüksekokulu (4 yıllık)
· 1997 yılında Yenişehir İbrahim Orhan Meslek Yüksek Okulu
· 1999 yılında Orhangazi Meslek Yüksek Okulu
· 1999 yılında Mennan Pasinli Meslek Yüksek Okulu
· 1998 yılında U.Ü.Devlet Konservatuvarı kurulmuştur. (Yarı zamanlı statüde)
· 1999 yılında U.Ü.Dev.Konser.Müz.ve Bale İlköğretim Okulu kurulmuştur. (Tam Zamanlı Statü)
Üniversitemizin Yöresel Dağılımı
Tıp, İktisadi ve İdari Bilimler, Mühendislik-Mimarlık, Veteriner, Ziraat, Eğitim Fakültesinin büyük bölümü ile Fen-Edebiyat Fakültesi, Sağlık Hizmetleri ve Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Enstitüler, Bölüm Başkanlıkları ve Rektörlük merkez örgütü, şehir merkezine 18 Km.uzaklıktaki 16.000 dönüm arazi üzerine kurulu ana yerleşim birimi olan Görükle Kampüsünde faaliyetlerini sürdürmektedir. Eğitim Fakültesinin Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, Devlet Konservatuvarı, Sağlık Yüksekokulu, İlahiyat Fakültesi şehir merkezinde hizmet vermektedir.
Yalova ili ile Mustafakemalpaşa, Karacabey, İnegöl, İznik, Yenişehir ve Orhangazi ilçelerinde bulunan yüksekokullarımız hizmetlerini isimlerini aldıkları ilçelerde sürdürmektedirler.
Üniversitemizde 2003-2004 akademik yılında, 24.803 Lisans, 15.751 Önlisans, 1808 Yükseklisans, 657 Doktora öğrencisi olmak üzere toplam 43.019 öğrenci öğrenim görmektedir. Eylül 2003 tarihi itibariyle Üniversitemizde toplam 332 Profesör, 136 Doçent, 259 Yardımcı Doçent, 269 Öğretim Görevlisi, 132 Okutman, 859 Araştırma Görevlisi, 84 Uzman olmak üzere toplam 2.071 öğretim elemanı bulunmaktadır.
Ad (halkın) a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler. (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. Şimdi onlardan hiç arta kalan (bir şey) görüyor musun? (Hakka Suresi, 6-8)
Kuran'ın çeşitli surelerinde sözü geçen bir başka helak olmuş kavim ise, adı Nuh Kavmi'nden sonra anılan Ad Kavmi'dir. Ad Kavmi'ne gönderilen Hz. Hud tüm peygamberler gibi kavmini ortak koşmadan Allah'a iman etmeye ve kendisinin söylediklerine itaat etmeye çağırır. Kavim, Hz. Hud'a düşmanlıkla cevap verir. Hud Suresi'nde Hz. Hud ve kavmi arasında geçenler ayrıntılı olarak anlatılmaktadır: Ad (halkına da) kardeşleri Hud'u (gönderdik) . Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin.' 'Ey Hud' dediler. 'Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de değiliz. Biz: 'Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır' (demekten) başka bir şey söylemeyiz.' Dedi ki: 'Allah'ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım. O'nun dışındaki (tanrılardan) . Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın. Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır.' Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmet ile Hud'u ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık. Onları şiddetli-ağır bir azaptan kurtardık. İşte Ad (halkı) : Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O'nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler. Ve bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. Haberiniz olsun; gerçekten Ad (halkı) , Rablerine (karşı) inkâr ettiler. Haberiniz olsun; Hud kavmi Ad'a (Allah'ın rahmetinden) uzaklık (verildi) . (Hud Suresi, 50-60)
Ad Kavmi'nden bahseden diğer bir sure ise Şuara Suresi'dir. Bu surede Ad Kavmi'nin bazı özelliklerine dikkat çekilir. Buna göre Ad, 'yüksek yerlere anıtlar inşa etmekte' ve 'ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları edinmekte' olan bir kavimdir. Ayrıca bozgunculuk yapıp, zorbaca davranmaktadır. Hz. Hud, kavmini uyardığında ise, onun sözlerini 'geçmiştekilerin geleneksel tutumu' olarak yorumlarlar. Başlarına bir şey gelmeyeceğinden de son derece emindirler: Ad (kavmi) de gönderilen (elçi) leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Hud: 'Sakınmaz mısınız? ' demişti. 'Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz? Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz? Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının. Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti. Bahçeler ve pınarlar da. Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum.' Dediler ki: 'Bizim için fark etmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da. Bu, geçmiştekilerin 'geleneksel tutumundan başkası değildir. Ve biz azap görecek de değiliz.' Böylelikle onu yalanladılar, Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 123-140)
Hz. Hud'a düşmanlık eden ve Allah'a başkaldıran kavim, gerçekten de yıkıma uğradı. Korkunç bir kum fırtınası Ad'ı 'sanki hiç yaşamamışcasına' yok etti....
İrem Şehri Hakkındaki Arkeolojik Bulgular
1990'lı yılların başında dünyanın tanınmış gazeteleri çok önemli bir arkeolojik bulguyu 'Muhteşem Arap Şehri Bulundu', 'Efsanevi Arap Şehri Bulundu', 'Kumların Atlantisi Ubar' başlıklarıyla verdiler. Bu arkeolojik bulguyu daha ilgi çekici hale getiren özelliği, isminin Kuran'da anılıyor olmasıydı. O güne kadar Kuran'da bahsi geçen Ad kavminin bir efsane olduğunu veya hiçbir zaman bulunamayacağını düşünen birçok kişi, bu yeni bulgu karşısında hayrete düştüler.
Ad Kavmi'nin yaşadığı Ubar kentinin kalıntıları, Umman'ın sahile yakın bir yerinde bulundu. Kuran'da sözü edilen bu şehri bulan kişi, amatör bir arkeolog olan Nicholas Clapp idi.1 Bir Arap uzmanı ve belgesel yapımcısı olan Clapp, Arap tarihi üzerine yaptığı araştırmalar sırasında çok ilginç bir kitaba rastlamıştı. Bu, 1932 yılında İngiliz araştırmacı Bertram Thomas tarafından yazılmış olan Arabia Felix idi. Arabia Felix, Romalıların Arap Yarımadası'nın güneyinde bulunan ve günümüzdeki Yemen ve Umman'ı kapsayan bölgeye verdikleri isimdi. Bu bölgeye Yunanlılar 'Eudaimon Arabia', Ortaçağdaki Arap bilginleri ise 'Al-Yaman as-Saida' ismini veriyorlardı.2
Bu isimlerin tümü 'Şanslı Araplar' anlamına geliyordu. Çünkü eski zamanlarda bu bölgede yaşayan insanlar o devrin en şanslı kavimleri olarak biliniyorlardı. Peki, böylesine bir yakıştırmanın sebebi neydi acaba?
Ubar'da yapılan kazılarda Kuran'da belirtilen şekliyle birçok sanat yapıları ve yüksek medeniyet eserleri bulundu. Bunun sebebi, bu bölgenin stratejik konumuydu. Bölge, Hindistan ve Kuzey Arabistan arasında yapılmakta olan baharat ticaretinin merkezi durumundaydı. Ayrıca bölgede yaşayan kavimler 'frankicense' isminde nadir bulunan bir bitkinin üretimini yapıyor ve bunu pazarlıyorlardı. Eski toplumlar tarafından oldukça rağbet gören bu bitki, çeşitli dinsel ayinlerde tütsü olarak kullanılıyordu. Bu bitki, o zamanlar neredeyse altın kadar değerliydi.
Kitabında bütün bunlardan bahseden İngiliz araştırmacı Thomas, sözünü ettiği bu 'şanslı' kavimleri uzun uzun tarif ediyor ve bunlardan bir tanesinin kurmuş olduğu bir şehrin izini bulduğunu iddia ediyordu. Bu, Bedeviler'in 'Ubar' ismini taktıkları şehirdi. Bölgeye yaptığı araştırma gezilerinden bir tanesinde çölde yaşayan Bedeviler, kendisine eski bir patika yolu göstermişler ve bu patikanın Ubar isimli çok eski bir şehre ait olduğunu anlatmışlardı. Konuyla çok ilgilenen Thomas, bu araştırmalarını tamamlayamadan ölmüştü.3
Ubar'da sürdürülen kazı çalışmaları. İngiliz araştırmacı Thomas'ın yazdıklarını inceleyen Clapp de, kitapta bahsedilen bu kayıp şehrin varlığına inanmıştı. Çok vakit kaybetmeden araştırmalarına başladı.
Clapp, Ubar'ın varlığını kanıtlamak için iki ayrı yola başvurdu. Önce bedeviler tarafından var olduğu söylenen patika izlerini buldu. NASA'ya başvurarak bu bölgenin resimlerinin uydu aracılığıyla çekilmesini istedi. Uzun bir uğraşıdan sonra, yetkilileri bu bölgenin resimlerinin çekilmesi için ikna etmeyi başardı.4
Clapp daha sonra Californiya'da Huntington kütüphanesinde bulunan eski yazıtları ve haritaları incelemeye başladı. Amacı, bölgenin bir haritasını bulmaktı. Kısa bir araştırmadan sonra buldu da. Mısır-Yunan coğrafyacısı Batlamyus tarafından MS 200 yılında çizilmiş bir haritaydı bulduğu. Haritada, bölgede bulunan eski bir şehrin yeri ve bu şehre doğru giden yolların çizimi gösterilmişti.
Uzay Mekiği'nden çekilen fotoğraflarla elde edilen görüntülerde Ad Kavmi'nin yeri tespit edildi. Fotoğrafta ticaret yollarının kesiştiği yer, yani Ubar işaretlenmiştir.
1. Ubar, kazı yapılmadan önce ancak uzaydan görülebiliyor. 2. Yapılan kazılarda 12 metre kumun altından bir şehir çıktı.
Bu sırada NASA'dan resimlerin çekilmiş olduğu haberi de geldi. Resimlerde, yerden çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan, ancak havadan bir bütün halinde görülebilen bazı yol izleri ortaya çıkmıştı. Bu resimleri elindeki eski haritalarla karşılaştıran Clapp, sonunda beklediği sonuca vardı. Hem eski haritada belirtilen yollar hem de uydudan çekilen resimlerde görülen yollar birbirleriyle kesişiyorlardı. Bu yolların bitiş noktası ise eskiden bir şehir olduğu anlaşılan geniş bir alandı.
Sonunda Bedevilerin sözlü olarak anlattıkları hikayelerin konusu olan efsanevi şehrin yeri bulunabilmişti. Kısa süre sonra kazılara başlandı ve kumların içinden eski bir şehrin kalıntıları çıkmaya başladı. Bu nedenle de bu kayıp şehir 'Kumların Atlantisi Ubar' olarak tanımlandı.
Peki, bu eski şehrin Kuran'da bahsedilen Ad Kavmi'nin şehri olduğunu kanıtlayan şey neydi?
Yıkıntılar ilk olarak ortaya çıkarıldığı andan itibaren bu yıkık şehrin Kuran'da bahsedilen Ad Kavmi ve İrem'in sütunları olduğu anlaşılmıştı. Zira kazılarda ortaya çıkartılan yapılar arasında, Kuran'da varlığına dikkat çekilen uzun sütunlar yer alıyordu. Kazıyı yürüten araştırma ekibinden Dr. Zarins de, bu şehri diğer arkeolojik bulgulardan ayıran şeyin yüksek sütunlar olduğunu ve dolayısıyla bu şehrin Kuran'da bahsi geçen Ad Kavmi'nin kenti İrem olduğunu söylüyordu. Kuran'da, İrem'den şöyle söz ediliyordu: Rabbinin Ad (kavmin) e ne yaptığını görmedin mi? 'Yüksek sütunlar' sahibi İrem'e? Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi. (Fecr Suresi, 6-8)
------------ DİP NOTLAR 1. Thomas H. Maugh II, 'Ubar, Fabled Lost City, Found by LA Team', The Los Angelas Times, 5 Şubat 1992. 2. Kamal Salibi, A History of Arabia, Caravan Books, l98O. 3. Bertram Thomas, Arabia Felix: Across the 'Empty Quarter' of Arabia, New York: Schrieber's Sons 1932, s. 161. 4. Charles Crabb, 'Frankincense', Discover, Ocak 1993.
ZAĞNOS KÖPRÜSÜ: Zağnos Paşa Köprüsü, fetihten hemen sonra 1467 yılında Trabzon Valisi Zağnos Paşa tarafından yaptırılan bu köprü eski şehrin batıya açılmasını sağlamıştır.
Belkıs/Zeugma'yı Anadolu'daki pek çok antik kent içinde ön plana çıkaran bir çok özellik bulunuyor. Bu özelliklerden birisi kendine has özellikler taşıyan heykeltraşlık ekolüdür. Belkıs/Zeugma'da ele geçirilen heykeller, kabartmalar ve mezar stellerinde kendini gösteren bu ekole ait pek çok örneği Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli müzelerinde görmek mümkün.
DÜNYA REKORU: 100 BİN BULLA
Zeugma kazıları sırasında ortaya çıkarılan ve bu alanda bir “dünya rekoru” Gaziantep’e ve Türkiye’ye kazandıran “ bullalar” da Belkıs/Zeugma’yı eşsiz kılan özellikler arasında yer alıyor. Bulla mühür baskısı anlamına geliyor. Yani bir mektup, bir ferman, ya da paketi başka yerlere göndermek gerektiğinde, kapatılıp üzerine vurulan özel mühür baskı demek. Bu da Zeugma’nın devlet arşivinin günümüze yansıyan izleri sayılıyor. Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu önemli koleksiyondaki mühür baskılarının sayısı ekim ayı içerisinde bulunanlarla birlikte 100.000’i buluyor. Arkeoloji uzmanları bu rakamın “ Dünyada bir müze kayıtlarında bulunan en fazla bulla “ olduğunu belirtiyor. Pişmiş topraktan yapılan bu bullalar, üzerinde taşıdıkları son derece zengin tasvirler ile Belkıs/Zeugma’nın diğer antik kentlerle olan ilişkileri, dönemin ekonomik, sosyal ve dini hayatı üzerine benzersiz bilgiler edinmemizi sağlıyor.
ROMA’NIN 4.LEJYON BÖLGESİ
Zeugma’yı önemli antik kentler arasında farklı kılan diğer bir olay da Roma İmparatorluğu döneminde üslenmiş olan ve çoğunluğu Anadolulu askerlerden oluşan Scyhthica (İskitya) Lejyonu’nun bu kentte bulunmasıdır. Bu lejyon Roma imparatorluğunun en önemli 4 kentinden biri konumundaydı. Kaynaklar bu garnizonun daha sonraları Romalı bir yapıya bürünüp “ IV.Lejyon “ adıyla Fırat kıyılarının koruması görevini üstlendiğini belirtiyor.
MOZAİKLER KENTİ ZEUGMA
Zeugma’nın asıl önemi, kazılarla ancak küçük bir bölümü ortaya çıkarılabilen Roma Villaları ve bu villaların tabanlarını süsleyen mozaiklerdir. Benzerleri Türkiye sınırları içerisinde sadece Ephesus (Efes) Antik kentinde görülen bu yamaç villaları arkeolojik açıdan büyük önem taşımaktadır. Sadece A bölgesi kazılarında gün ışığına çıkarılan mozaiklerin alanının 1000 metrekareyi bulması Zeugma’nın tam anlamıyla bir mozaik kenti olduğunu ortaya çıkarıyor. Yapılan araştırmalar sonucunda uzmanlar Zeugma’daki kazıların tamamlanmasıyla Gaziantep Müzesi’nin dünyanın en büyük mozaik müzesi haline dönüşeceğini söylüyor. Yolların kesişme noktasında bulunması ve ticaret ve garnizon kenti olması Zeugma’yı sanatçıların gözünde çekici yapmış. Emekli olan subaylar bile kente yerleşmeye başlamışlar. Güvenli ve zengin bir kent olan Zeugma’ya dönemin en iyi sanatçıları akın etmeye başlamışlar. Böylelikle sanatçılar, kentte, günümüzde olaylar yaratan mozaikler, freskler ve heykeller bırakmışlardır. Zeugma çağımız yöneticilerinin nedenini bilmedikleri biçimde zenginleşirken, kültür ve güzel sanatlarda da gelişimini sürdürmüştür. Kentin hemen tam karşı kıyısında bulunan ve şimdi çoktan sular altında kalan Apameia kenti ise Helenistik çağdan sonra Zeugma’nın her alandaki rekabetine dayanamayınca terkedilmiştir. M.S.2.yüzyılda Zeugma’yı Apameia’ya bağlayan, ağaç kütüklerinden yapılmış salların oluşturduğu ahşap bir köprü bulunuyormuş. Zeugma’daki villa tipi yerleşimler, bu köprünün Fırat kıyısından başlayarak, batı yönünde yaklaşık 300- 350 metre yüksekliğindeki Belkıs Tepesi’nin üstündeki Akropolis’in eteklerine kadar ulaşmıştır. Yamaçların güney ve batı bölgesi nekropol (mezarlık) , doğu ve kuzeydoğu tarafı mahalleler, kuzey kesimi ise yönetsel bölümler ve lejyon bölgesiydi. Akropolis’in üzerinde ise Zeugma sikkelerinde sıkça rastlanan Tykhe (talih ve kader tanrıçası) Tapınağı bulunmaktaydı. Zeugma’nın genel topoğrafik yapısı, tam bir yamaç kenti görünümündeydi. Helenistik dönemde başlayan villa geleneğine göre, yüksek ve manzaralı alanlar seçiliyordu. Roma dönemine gelince, yüksek yerlerde oturmak, asillere özgü bir tercih ve ayrıcalık olarak kabul edilmekteydi. nedenle kent ve villaları, arkasındaki tepelere doğru açılmış taraçalar üzerinde konumlandırılmıştı.
SANAT HARİKASI MOZAİKLER..
Bir mozaik panosunda çok değişik malzemenin kullanılması gerekiyor. Ancak gelişim süreci içinde ele alındığında yüzeydeki süsleme malzemesinin köklü değişiklikler geçirdiğini görüyoruz. Mozaikte ilkin süsleme unsuru olarak farklı renklerde ve çoğunlukla da siyah-beyaz çakıl taşları kullanılmıştır. Zaman içerisinde çakıl taşlarının çeşitli renklerde boyandığına tanık oluyoruz. Bu dönemde çakılların traşlanmış örneklerine de rastlanmıştır. Ancak taşların gerçek traşlanması “ Tesserae “ denilen teknik önce eski Yunan, sonraları da Roma mozaiklerinde kendini göstermiştir. Bu teknikte taşlar kübik, dörtgen ve üçgen prizmalar biçiminde önceden kesilip, hazırlanır. Ardından mozaik panosuna işlenirdi. Tesserae’nin keşfi mozaiği resimsel tarzda yapma arzusundan doğduğu sanılmaktadır. Antik çağın en önemli mozaikleri çakıl ve camdan yapılmış, Tesserae’lerden üretilmiştir. Taştan sonra en önemli mozaik süsleme malzemesi camdır. İlk kez M.Ö.3. ve 1.yy.’lar arasında Helenistik çağda görülmüş ve sanatçılara sınırsız bir renk kullanma olanağı vermiştir. Bu iki ana maddenin dışında mermer, kiremit parçaları, seramik Tesserae’ler, Terrekota parçalar ve nihayet altın ile gümüş kullanılmıştır. Bu son ikisi ilkin Romalılar tarafından uygulanmıştır. Altın Tesserae’lerin roma dönemine ait ilk örneklerine Antakya döşeme mozaiklerinde M.Ö. 300’lerden sonra görmekteyiz. Genç Hıristiyan ve Bizans mozaikleri döneminde altın Tesserae’lerin Tanrı ve İsa tasvirlerinde gümüş ise 2.derecede önemli kişilerde kullanılmıştır. Teknik ve malzemenin yanı sıra kullanılan harcın kendisi de büyük önem taşıyordu. Roma döneminde harç yüzeye iki üç kat oluşturacak şekilde ve Tesserae yüzeyi taşıyacak şekilde seriliyordu. Birinci kat harcın dibe çökmemesi için harç hamuru sık döşenmiş taşların üzerine çatlamaları önlemek amacıyla yerleştirilirdi. Yer mozaiklerinden başka duvar mozaikleri için de aynı uygulama dikkatle hazırlanır ve her durumda su geçirmeyen bir reçine ye da katran tabakası harçtan önce uygulanırdı. Ardından iki sıra kaba pürüzlü ve duvarın eklem yerlerinde çivilerle kuvvetlendirilmiş ikinci harç tabakası gelirdi. Üçüncü kat ise, oldukça koyu hazırlanmıştır. Ve yapıştırıcı olarak bileşiminde mermer tozu ve dövülmüş tuğla içermekteydi. Roma mozaikleri yapılış olarak ikiye ayrılabiliyor. Birincisi küçük küplerin yan yana konmasından meydana gelmiş Opustesselatum denilen tarz. Dörtgen ve prizmatik küplerden yapılmış olan desen çalışma bittiğinde değişik renklere boyanırdı. İkinci tekniğe ise Opusvermicilatum ya da minyatür mozaik deniyordu. Bu teknikte taşların doğal renkleri korunur ve küçük mozaik parçaları resmin gidişine göre dizilirdi. Ancak bu dizilme nedeni ile taşlar adeta bir solucan gibi uzayıp giderdi. Opusvermicilatum da zaten bu anlama gelmektedir.
ARES (MARS) HEYKELİ
Zeugmada bulunan bir diğer önemli buluntu da Roma dönemine ait 1,50 m boyunda bronz bir Mars heykeli. Eski Yunan’ da savaş tanrısı olan “Ares’ in Romalı karşılığı Mars heykelin ilk temizlik bakımını yapan arkeolog Fatma Bulgan’ a göre “Mars Roma’ da çok önemli bir tanrı. Bereketi ve gücü simgeliyor. Bilindiği gibi Mars savaşçı bir tanrı ve bu kararteriyle kente çok uyuyor. Ayrıca, Fırat kıyısında bereketli topraklar üzerinde kurulmuş bir kent. Bu nedenle Mars’ ın Zeugma için çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Yaklaşık 1800 yıl toprağın altında kalan bronz heykelin üzerini sert bir kalker tabakası kaplamış. Bunun temizlenmesi oldukça güç. Çünkü, eserin özgün bronz yapısını bozmadan ve oksitlenmeyi harekete geçirmeden bu temizlenmeyi yapmak uzmanca, titiz bir çalışmayı gerektirir. Mars heykelinin üzerinde birde yanık izi var. Arkeologlar bunun M.S 252’ de Parthlar ‘ın, Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkmasından kalan izler olduğunu düşünüyorlar.
ZEUGMA'DA MÜHÜR BASKILARINA GENEL BİR BAKIŞ
Mehmet ÖNAL (Gaziantep Müzesi Arkeoloğu) Zeugma mühür baskıları Geç Hellenistik ve Erken Roma İmparatorluk dönemi mühürcülük sanatının (Gliptik) en büyük koleksiyonunu oluşturmakta olup, dönemin siyasi, ekonomik, kültürel, etnografya, fauna ve florası hakkında bilgiler vermektedir. Belkıs köylülerinin, Zeugma İskeleüstü mevkiinde yağan yağmurlar sonrası 'kırmıt kaş' (Mühür baskısı-Bulla) bulduklarını belirtmeleri ve burada yapılan yüzey araştırmasında da bir kaç adet mühür baskısı bulunması sebebiyle, bir kısmı Birecik Barajı gölü altında kalacak olan bu mevkide kurtarma kazısı yapılması kararlaştırıldı. Mühür baskılarının bulunduğu yerleşim katını tespit edip, içinde bulundukları yapının mimarisini açığa çıkarmak ve önyüzlerindeki figürlerin tiplerini saptamak için, Gaziantep ili, Nizip İlçesi, Belkıs Köyü sınırları içinde yer alan Zeugma İskeleüstü mevkiinde, Kültür Bakanlığının izniyle, Gaziantep Müzesi Müdürlüğü başkanlığında acil kurtarma kazılarına başlanılmıştır. Bu kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan mühür baskıları 1998 yılında 35 bin, 1999 yılında 30 bin ve bu yıl da GAP’ın organizasyonuyla birlikte yapılan kurtarma kazılarında arşiv odasının doğu bitişiğindeki odada bulunanlarla birlikte toplam 100.000 (yüzbin) adete ulaşmıştır. Bu sayı, bu güne kadar ele geçmiş olan en büyük rakam olup, Gaziantep Müzesi dünyanın en büyük mühür baskısı koleksiyonunun sahibi olmuştur. Mühür baskılarını toprak içinde görmek ve bulmak çok zor olduğu için, çalışma alanının toprağı kalın ve ince gözenekli eleklerden geçirildi. Mühür baskıları duvar üst seviyesinden tabana kadar 3.60m. derinliğindeki oda içinde küllü toprağa karışmış olan moloz taşlar ve kireç harçlı sıva parçaları arasından seçildi.Mühür baskıları diğer antik kentlerde tapınaklarda, agoralarda, özel evlerde, evlerin kilerlerinde ve lahit içlerinde bulunmuştur. Bu yıl Zeugma’da yaptığımız kurtarma kazılarında arşiv odasının doğusunda ve kuzey-doğusunda taş döşeli yola açılan dükkanlar bulmamız sebebiyle Zeugma mühür baskılarının agora içindeki arşiv odasında korunduğu saptandı. Ayrıca bunların binlercesi parmak iziyle mühürlenmiştir. Bu da agoradaki dükkanların günlük olarak mühürlenmesine bağlanabilir. MÜHÜR BASKILARININ İŞLEVİ Antik dönemde mühür baskıları papirüs, tahta tablet ve balmumu tablet, para torbası, paket gibi posta gönderilerini, yiyecek içecek kaplarını, ahşap kutuları değerli malların bulunduğu oda kapılarını, gümrük mallarını, veraset ve feragat belgelerini mühürleme gibi işlevler için çok amaçlı olarak kullanılmıştır. Böylece belgenin güvenliğinden başlayarak, belgeler ve objelerin birbirine karışmasını önlemeye kadar geniş bir kullanım alanı vardı. Hellenistik ve Roma döneminde Krallık ve imparatorluk posta servisleri tarafından posta belgelerini mühürlemek için kil çamuru, mum ve az sayıda kurşun mühür kullanılmış idi. Kil çamuruyla mühürlenen belgelerde, mühür baskılarını açmadan o belgeyi sahibinden başka birinin okuyabilmesi imkansızdı. Oysa mum mühürleri açmak ve aynı mühürü tekrar mühürlemek ise mümkündü. Örneğin sahte peygamber Alexander ve yardımcısı sıcak bir iğneyle Oracle mektuplarındaki mum mühürü gevşedip, mektupları açıp okumuş. Sonra da istedikleri gibi yeni bir mektup yazmışlar. Değiştirdikleri mektuplara söktükleri mum mühürü tekrar takıp mühürlemişler ve sanki hiç açılmamış gibi görünen bu mektupları sahibine vermişlerdi. Bir yere gönderilmek için hazırlanan dökümanlar, noter görevlileri ve şahitler huzurunda, kil çamuruna yüzük taşı, resmi mühür veya parmak izi basılarak mühürlenmekteydi. Postaya verilecek papirüs belgelerinde ise papirüs lifleri önce kil çamuruna yatırılarak belge tomarına bağlanıyor, kil onun üstüne bastırılılarak mühürleniyor ve daha sonra lif belge tomarına sarılıyordu. Mühür baskıları dökümanlara bağlanmalarının yanında, gönderildiği belge içinde de tarif ediliyordu. Mektup sahibi bazen mühürlediği mektubuna veya birlikte gönderdiği eşyasında belgeye kaydını yapardı. Bu şekilde çalınma veya soygun şikayetlerinde onun yüzük mühürü geçerli sayılırdı. MÜHÜR BASKILARI NASIL YAPILIYORDU? Üzerlerinde betim, isim veya işaret olan mühür ve yüzük taşlarının kil çamuruna basılması neticesinde, üzerlerindeki negatif betimlerin pozitif, pozitif betimlerin ise negatif olarak kil çamuruna çıkmasıyla mühür baskıları meydana gelmekteydi. Mühürlenen kil çamuruna mühür veya yüzük taşı üzerindeki resimler çıkmaktaydı. Zeugma mühür baskılarında tanrılar, tanrıçalar, krallar, karışık yaratıklardan oluşan mitolojik figürler, Mitolojik hayvanlar,ikili,üçlü ve beşli masklar, Roma İmparatorları ve imparatoriçeler, düşünürler, masklar,özel şahıs büstleri, mabetler, yazıtlar, bitkisel ve çeşitli semboller ve hayvanlar,betimlenirken, arka yüzünde bağlanarak birlikte gönderileceği veya emanete alınacağı papirüs (Resim 1) , keten bezi, gibi belgelerin veya ahşap tablet ve kumaş torbaların izleri görülmektedir. Mühür baskılarını belgeye veya eşyaya ip ile bağlandığını gösteren yatay ip deliği vardır. Kil hamurları kahverengi, siyah, kırmızı, gri ve mavimsi renkte dir. Formları üçgen, düz ve yemeni biçiminde olup, dairevi, düz ve oval damgalıdırlar. Genel olarak kazıma betimli mühür ve yüzük taşı (Gem) baskılıdırlar. Kabartma betimli yüzük taşı (Kameo) damgalı olanlar ise az sayıdadır. Bulla ebatları genel olarak 3-30 mm arasındadır. İri ebatlı olanlarda (15-30mm) genel olarak tanrı Zeus ve Roma İmparatoru Avgustus başı betimlidir. Küçük olanlar ise parmak izlilerdir. Bunların içinde resmi olanların yanısıra özel mühür baskıları da mevcuttur. Gerek Zeugma kazısında ele geçen mühür baskıları, gerekse satın alma yoluyla Gaziantep Müzesine kazandırılmış olan Dülük arşivine ait mühür baskılarının hepsi de fırınlanmıştır. Mühür baskılarının fırınlanmış olması posta gönderilerinin okunduktan sonra mühürle birlikte yakılıp, yok edilerek, mühürünün ise alındı ve açıldığının kanıtı olarak arşive kaldırılmış olmasına bağlanmaktadır. Buna paralel olarak önemli mekanların kapılarının ve sandık, küp, torba gibi kıymetli eşyaların mühür baskıları da pişirildikten sonra resmi arşiv odasına konulmuş olmalıdır. Zeugma kurtarma kazılarında mühür baskılarının buluntu yerinin sadece arşiv odası ve çevresiyle sabit kalmadığı kentin bütününe yayıldığı da anlaşıldı. Çünkü, anılan kazılarda bulunan sikke definelerinin olduğu yerin toprağı elendiğinde mühür baskıları da bulundu. Böylece bu kentte para torbalarının da kil çamuruyla mühürlendiği anlaşıldı. ZEUGMA’DAKİ MÜHÜR BASKILARININ ÖNEMİ Zeugma’da bulunan doksan bin mühür baskısıyla bu kentin ticaret ve haberleşmedeki yoğunluğu gözler önüne serilmiştir. Bunun da sebebi, Antakya'dan Çin'e uzanan ipek yolunun Zeugma’dan geçmesi ve mevcut gümrük ile kent ticaretinin oldukça gelişmiş olmasıdır. Zeugma'da ele geçen mühür baskılarının bir çoğunun üstünde ticaretle ilgili tanrı ve tanrıça resimleri mevcuttur. Bunlar Tykhe, Fortuna, ve tüccarların, yolcuların, habercilerin tanrısı Hermes'dir. Belkıs tepesinin üstünde olduğunu Zeugma şehir sikkelerinin arka yüz resimlerinden bildiğimiz şans, baht, talih tanrıçası Tykhe tapınağı onlarca kilometre uzaktan görünen heybetiyle kervanlarla gelip geçen tüccar ve yolculara güven vermiş olmalıdır. Ayrıca, beş bin askeri barındıran IV. lejyon kampının burada konuşlandırılması bu güveni daha da arttırmış, şehri ekonomik olarak güçlendirmiş ve posta iletişimini çoğaltmıştır.. Zeugma mühür baskıları arasında Avgustus resimli olanların on binin üzerinde olması, resmi dokümanların daha çok askeri amaçlı olduğunu göstermektedir. Geçit köprü anlamına gelen adından da anlaşılacağı üzere, Zeugma doğunun batıya açılan gümrük kapısıydı. Doğudan gelen yolcu kanatlarını açmış bir kartal gibi duran akropol tepesinin heybetinden titreyerek, Fırat üstündeki köprüden ağır adımlarla ve ürkek gözlerle mühür baskılı gümrük balyalarını izleyerek, günümüzde Kelekağzı ve İskeleüstü mevkileri olarak bilinen yerde Zeugma’ya yani batıya ayak basardı.
Belkıs/Zeugma Antik Kenti, Gaziantep ili, Nizip İlçesi, Belkıs Köyü sınırları içerisinde Fırat Nehri'nin kıyısında yer alır. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan Belkıs/Zeugma Antik Kenti; Fırat'ın geçilebilir en sığ yerinde olması, askeri ve ticari bakımdan çok stratejik bir bölge olması nedeniyle tarihin her döneminde önemini korumuştur.80 bin nüfusu ile döneminin en büyük kentlerinden biri olan Belkıs/Zeugma, tarihin değişik dönemlerinde değişik isimlerle anılmıştır. Büyük İskender’in generallerinden ve daha sonra Suriye Kralı da olan Selevkos Nikator kendi adıyla, Fırat nehrinin adını birleştirerek M.Ö.300 yılında burada Selevkos Euphrates (Fırat’ın Silifkesi) adında bir kent kurar. Daha sonraları M.Ö.1.yy.’da kent Roma hakimiyetine girer.Bu hakimiyet değişikliğiyle birlikte kentin adı da değişerek köprü, geçit anlamına gelen ve bütün dünyada bilinen şekliyle “ Zeugma” adını alır. Roma İmparatorluğu’nun 4.Skitia Lejyon Garnizonu’nun burada konuşlandırılması ve ticaret sebebiyle kısa zamanda 80 bin nüfusa ulaşan Zeugma’da Fırat manzaralı yamaçlara villalar inşa edilir. 80 bin kişilik nüfus Zeugma’yı dünyanın en büyük kentlerinden biri haline getirir. Örneklemek gerekirse Zeugma, komşusu sayılan Antakya (Antiokheia) ile Mısır’daki İskenderiye’den (Aleksandreia) ‘dan daha küçük, Atina (Athena) ile aynı büyüklükteydi. Pompei ve şimdi dev bir metropol olan Londra (Londinum) ‘dan ise birkaç kat büyüklükteydi. Ünlü coğrafyacı Strabon da Zeugma’dan bahsetmektedir. Hellenistik dönemde Selevkos Nikator zamanında Zeugma’da önemli imar faaliyetleri yapıldığı bilinmektedir. Kentteki Akropolün üzerine kader tanrıçası Thyke’nin bir tapınağı yapılmıştır. Bu tapınak halen toprak altındadır. Zeugma Antik Kenti kendi şehir sikkesi de basmış Roma Kentlerinden biridir. Sikkeler üzerine bir tarafına Thyke tapınağı, diğer tarafına da güçlülüğü simgeleyen Roma Kartalı motifi basılmıştır.
ZEUGMA’NIN KRONOLOJİK TARİHÇESİ
M.Ö. 300.yy. Büyük İskender’in Generallerinden 1.Selevkos Nikator Belkıs/Zeugma’nın ilk yerleşimi olan Selevkeya Euphrates kentini kurar M.Ö. 1.yy. Kentin Selevkeya Euphrates adı korunarak Kommagene Krallığı'’ın 4 büyük kentinden biri olur. M.S. 1.yy. M.Ö.1.yy.’ın ilk çeyreğinde Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılır ve ismi de “köprü “, “geçit” anlamına gelen “ ZEUGMA” olarak değiştirilir. M.S. 252 Sasani Kralı 1.Şapur Belkıs/Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkar M.S. 4.yy. Belkıs/Zeugma geç Roma hakimiyetine girer. M.S. 5-6.yy. Belkıs/Zeugma Erken Roma hakimiyetine girer. M.S. 7.yy. İslam Akınları sonucu Belkıs/Zeugma terk edilir. M.S. 10-12.yy. Küçük bir İslami yerleşimi oluşur. M.S. 16.yy. Bugünkü adıyla Belkıs Köyü kurulur.
o büyük bir filozof ve düşünce adamıdır..ayrıca..kendimizle onun kıyaslanması bile söz konusu değildir..
30 Mart 1980 İstanbul doğumlu olan Yalın, ilk olarak babasının akşamları ona çaldığı gitarın 'Gipsy Kings' tınılarıyla başlayan müzik aşkı ile, şimdi güçlü adımlar atıyor ve tamamı kendisine ait şarkılardan oluşan 'Ellerine Sağlık' adlı albümüyle Türkiye'de kendi söz ve bestelerini seslendiren en kuvvetli yorumculardan biri olmayı hedefliyor.
Yalın, ilk bestelerini, St. Michel Fransız Lisesinde okuduğu yıllarda Yurdaer Doğulu Müzik okulunda gitar dersleri alırken yapmaya başladı.
Halen eğitim gördüğü İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümünü kazandığı dönemde ise beste çalışmalarını hızlandırdı ve albüm demoları hazırlamaya başladı.
1,5 sene süren bir çalışmanın ardından albüm hazırlıklarına başlayan Yalın sözleri ve melodileriyle 2004 yılının parlayan yıldızı olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte.
'Ellerine Sağlık' adlı albümün ilk klip şarkısı 'Zalim'in videosunun prodüksiyonunu Böcek Yapım üstlendi, yönetmenliğini Gürcan Keltek yaptı.
daha yolun başında ne olacağı bilinemez ama kendisinde baya bir para var..ingiltereden giyiniyor beyefendi..satılan ilk 100 bin kasedi de kendisinin aldığı iddia ediliyor..bana mantıklı geliyor..daha önce hiç tanınmamış birisi nasıl 3 günde 100 bini aşar ve rekor kırar anlaşılır değil..
o zamanki şartlarda atatürk olmasa idi acaba onun gibi biri çıkarmıydı bunu bilemeyiz ama 15 senede yapılanla 70 senede yapılanı kıyasladığınızda aradaki uçurumun çok derin olduğunu göreceksiniz..
kendi siteleri şöyle diyor:
Aklın ve bilimin öncülük ettiği, Atatürk'ün çizdiği çağdaş, laik ve demokratik yolda, özgür düşünceli ve kişisel sorumluluk duyguları gelişmiş ulusal değerlere saygılı olarak kültürel ve tarihi değerleri benimsemiş, çağdaş görünüşlü gençler yetiştirmeyi amaç edinen üniversitemize bağlı olarak, 8 Fakülte, 2 kurulma aşamasında fakülte, 2 yüksekokul, 10 meslek yuksekokulu, 3 yeni açılacak meslek yüksekokulu, 1 Konservatuvar, 3 Enstitü, 13 Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Rektörlüğe bağlı olarak kurulan 6 bölüm bulunmaktadır.
1970 yılında kurulan Bursa Tıp Fakültesi (İstanbul Üniversitesine bağlı olarak) ile 1974 yılında kurulan Bursa İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Üniversitenin temelini oluşturmaktadır.
1975 yılında yasal kuruluşunu gerçekleştirerek Bursa Üniversitesi adı altında Eğitim-Öğretim hizmetine başlayan Üniversitemizin 20 Temmuz 1982 tarihinde Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı hakkında 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile adı 'Uludağ Üniversitesi' olarak değiştirilmiştir.
· 1976 yılında Mühendislik-Mimarlık Fakültesi
· 1978 yılında Veteriner Fakültesi
· 1981 yılında Ziraat Fakültesi
· 1982 yılında Eğitim Fakültesi (Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Bursa Yükseköğretmen Okulu ile Yabancı Diller Yüksekokulu birleştirilerek)
· 1982 yılında İlahiyat Fakültesi
· 1983 yılında Fen-Edebiyat Fakültesi'nin kurulması ile birlikte üniversitemizdeki faal olan Fakülte sayısı 8'e ulaşmıştır.
· 1995 Hukuk, Güzel Sanatlar ve Diş Hekimliği Fakülteleri (04.07.1995 gün ve 95/7044 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Üniversitemiz bünyesinde kurulması uygun görülmüş, henüz faaliyete başlanılmamıştır.)
Sanayi ve hizmet sektörüne nitelikli ara insan gücü yetiştirmek amacıyla;
· 1985 yılında Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
· 1986 yılında Bursa Meslek Yüksekokulu adı ile kurulan Yüksekokul
· 1996 yılında Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu olarak ikiye ayrılmıştır.
· 1992 yılında İlahiyat Meslek Yüksek Okulu (İlahiyat Fakültesine bağlı olarak kurulmuştur.)
· 1994 yılında Mustafakemalpaşa Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında Karacabey Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında İnegöl Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında İznik Meslek Yüksek Okulu
· 1995 yılında Yalova Meslek Yüksek Okulu
· 1996 yılında Sağlık Yüksekokulu (4 yıllık)
· 1997 yılında Yenişehir İbrahim Orhan Meslek Yüksek Okulu
· 1999 yılında Orhangazi Meslek Yüksek Okulu
· 1999 yılında Mennan Pasinli Meslek Yüksek Okulu
· 1998 yılında U.Ü.Devlet Konservatuvarı kurulmuştur. (Yarı zamanlı statüde)
· 1999 yılında U.Ü.Dev.Konser.Müz.ve Bale İlköğretim Okulu kurulmuştur. (Tam Zamanlı Statü)
Üniversitemizin Yöresel Dağılımı
Tıp, İktisadi ve İdari Bilimler, Mühendislik-Mimarlık, Veteriner, Ziraat, Eğitim Fakültesinin büyük bölümü ile Fen-Edebiyat Fakültesi, Sağlık Hizmetleri ve Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Enstitüler, Bölüm Başkanlıkları ve Rektörlük merkez örgütü, şehir merkezine 18 Km.uzaklıktaki 16.000 dönüm arazi üzerine kurulu ana yerleşim birimi olan Görükle Kampüsünde faaliyetlerini sürdürmektedir. Eğitim Fakültesinin Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, Devlet Konservatuvarı, Sağlık Yüksekokulu, İlahiyat Fakültesi şehir merkezinde hizmet vermektedir.
Yalova ili ile Mustafakemalpaşa, Karacabey, İnegöl, İznik, Yenişehir ve Orhangazi ilçelerinde bulunan yüksekokullarımız hizmetlerini isimlerini aldıkları ilçelerde sürdürmektedirler.
Üniversitemizde 2003-2004 akademik yılında, 24.803 Lisans, 15.751 Önlisans, 1808 Yükseklisans, 657 Doktora öğrencisi olmak üzere toplam 43.019 öğrenci öğrenim görmektedir. Eylül 2003 tarihi itibariyle Üniversitemizde toplam 332 Profesör, 136 Doçent, 259 Yardımcı Doçent, 269 Öğretim Görevlisi, 132 Okutman, 859 Araştırma Görevlisi, 84 Uzman olmak üzere toplam 2.071 öğretim elemanı bulunmaktadır.
Ad (halkın) a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler. (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. Şimdi onlardan hiç arta kalan (bir şey) görüyor musun? (Hakka Suresi, 6-8)
Kuran'ın çeşitli surelerinde sözü geçen bir başka helak olmuş kavim ise, adı Nuh Kavmi'nden sonra anılan Ad Kavmi'dir. Ad Kavmi'ne gönderilen Hz. Hud tüm peygamberler gibi kavmini ortak koşmadan Allah'a iman etmeye ve kendisinin söylediklerine itaat etmeye çağırır. Kavim, Hz. Hud'a düşmanlıkla cevap verir. Hud Suresi'nde Hz. Hud ve kavmi arasında geçenler ayrıntılı olarak anlatılmaktadır:
Ad (halkına da) kardeşleri Hud'u (gönderdik) . Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin.' 'Ey Hud' dediler. 'Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de değiliz. Biz: 'Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır' (demekten) başka bir şey söylemeyiz.' Dedi ki: 'Allah'ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım. O'nun dışındaki (tanrılardan) . Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın. Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır.' Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmet ile Hud'u ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık. Onları şiddetli-ağır bir azaptan kurtardık. İşte Ad (halkı) : Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O'nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler. Ve bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. Haberiniz olsun; gerçekten Ad (halkı) , Rablerine (karşı) inkâr ettiler. Haberiniz olsun; Hud kavmi Ad'a (Allah'ın rahmetinden) uzaklık (verildi) . (Hud Suresi, 50-60)
Ad Kavmi'nden bahseden diğer bir sure ise Şuara Suresi'dir. Bu surede Ad Kavmi'nin bazı özelliklerine dikkat çekilir. Buna göre Ad, 'yüksek yerlere anıtlar inşa etmekte' ve 'ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları edinmekte' olan bir kavimdir. Ayrıca bozgunculuk yapıp, zorbaca davranmaktadır. Hz. Hud, kavmini uyardığında ise, onun sözlerini 'geçmiştekilerin geleneksel tutumu' olarak yorumlarlar. Başlarına bir şey gelmeyeceğinden de son derece emindirler:
Ad (kavmi) de gönderilen (elçi) leri yalanladı. Hani onlara kardeşleri Hud: 'Sakınmaz mısınız? ' demişti. 'Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz? Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz? Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının. Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti. Bahçeler ve pınarlar da. Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum.' Dediler ki: 'Bizim için fark etmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da. Bu, geçmiştekilerin 'geleneksel tutumundan başkası değildir. Ve biz azap görecek de değiliz.' Böylelikle onu yalanladılar, Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 123-140)
Hz. Hud'a düşmanlık eden ve Allah'a başkaldıran kavim, gerçekten de yıkıma uğradı. Korkunç bir kum fırtınası Ad'ı 'sanki hiç yaşamamışcasına' yok etti....
İrem Şehri Hakkındaki Arkeolojik Bulgular
1990'lı yılların başında dünyanın tanınmış gazeteleri çok önemli bir arkeolojik bulguyu 'Muhteşem Arap Şehri Bulundu', 'Efsanevi Arap Şehri Bulundu', 'Kumların Atlantisi Ubar' başlıklarıyla verdiler. Bu arkeolojik bulguyu daha ilgi çekici hale getiren özelliği, isminin Kuran'da anılıyor olmasıydı. O güne kadar Kuran'da bahsi geçen Ad kavminin bir efsane olduğunu veya hiçbir zaman bulunamayacağını düşünen birçok kişi, bu yeni bulgu karşısında hayrete düştüler.
Ad Kavmi'nin yaşadığı Ubar kentinin kalıntıları, Umman'ın sahile yakın bir yerinde bulundu.
Kuran'da sözü edilen bu şehri bulan kişi, amatör bir arkeolog olan Nicholas Clapp idi.1 Bir Arap uzmanı ve belgesel yapımcısı olan Clapp, Arap tarihi üzerine yaptığı araştırmalar sırasında çok ilginç bir kitaba rastlamıştı. Bu, 1932 yılında İngiliz araştırmacı Bertram Thomas tarafından yazılmış olan Arabia Felix idi. Arabia Felix, Romalıların Arap Yarımadası'nın güneyinde bulunan ve günümüzdeki Yemen ve Umman'ı kapsayan bölgeye verdikleri isimdi. Bu bölgeye Yunanlılar 'Eudaimon Arabia', Ortaçağdaki Arap bilginleri ise 'Al-Yaman as-Saida' ismini veriyorlardı.2
Bu isimlerin tümü 'Şanslı Araplar' anlamına geliyordu. Çünkü eski zamanlarda bu bölgede yaşayan insanlar o devrin en şanslı kavimleri olarak biliniyorlardı. Peki, böylesine bir yakıştırmanın sebebi neydi acaba?
Ubar'da yapılan kazılarda Kuran'da belirtilen şekliyle birçok sanat yapıları ve yüksek medeniyet eserleri bulundu.
Bunun sebebi, bu bölgenin stratejik konumuydu. Bölge, Hindistan ve Kuzey Arabistan arasında yapılmakta olan baharat ticaretinin merkezi durumundaydı. Ayrıca bölgede yaşayan kavimler 'frankicense' isminde nadir bulunan bir bitkinin üretimini yapıyor ve bunu pazarlıyorlardı. Eski toplumlar tarafından oldukça rağbet gören bu bitki, çeşitli dinsel ayinlerde tütsü olarak kullanılıyordu. Bu bitki, o zamanlar neredeyse altın kadar değerliydi.
Kitabında bütün bunlardan bahseden İngiliz araştırmacı Thomas, sözünü ettiği bu 'şanslı' kavimleri uzun uzun tarif ediyor ve bunlardan bir tanesinin kurmuş olduğu bir şehrin izini bulduğunu iddia ediyordu. Bu, Bedeviler'in 'Ubar' ismini taktıkları şehirdi. Bölgeye yaptığı araştırma gezilerinden bir tanesinde çölde yaşayan Bedeviler, kendisine eski bir patika yolu göstermişler ve bu patikanın Ubar isimli çok eski bir şehre ait olduğunu anlatmışlardı. Konuyla çok ilgilenen Thomas, bu araştırmalarını tamamlayamadan ölmüştü.3
Ubar'da sürdürülen kazı çalışmaları.
İngiliz araştırmacı Thomas'ın yazdıklarını inceleyen Clapp de, kitapta bahsedilen bu kayıp şehrin varlığına inanmıştı. Çok vakit kaybetmeden araştırmalarına başladı.
Clapp, Ubar'ın varlığını kanıtlamak için iki ayrı yola başvurdu. Önce bedeviler tarafından var olduğu söylenen patika izlerini buldu. NASA'ya başvurarak bu bölgenin resimlerinin uydu aracılığıyla çekilmesini istedi. Uzun bir uğraşıdan sonra, yetkilileri bu bölgenin resimlerinin çekilmesi için ikna etmeyi başardı.4
Clapp daha sonra Californiya'da Huntington kütüphanesinde bulunan eski yazıtları ve haritaları incelemeye başladı. Amacı, bölgenin bir haritasını bulmaktı. Kısa bir araştırmadan sonra buldu da. Mısır-Yunan coğrafyacısı Batlamyus tarafından MS 200 yılında çizilmiş bir haritaydı bulduğu. Haritada, bölgede bulunan eski bir şehrin yeri ve bu şehre doğru giden yolların çizimi gösterilmişti.
Uzay Mekiği'nden çekilen fotoğraflarla elde edilen görüntülerde Ad Kavmi'nin yeri tespit edildi. Fotoğrafta ticaret yollarının kesiştiği yer, yani Ubar işaretlenmiştir.
1. Ubar, kazı yapılmadan önce ancak uzaydan görülebiliyor.
2. Yapılan kazılarda 12 metre kumun altından bir şehir çıktı.
Bu sırada NASA'dan resimlerin çekilmiş olduğu haberi de geldi. Resimlerde, yerden çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan, ancak havadan bir bütün halinde görülebilen bazı yol izleri ortaya çıkmıştı. Bu resimleri elindeki eski haritalarla karşılaştıran Clapp, sonunda beklediği sonuca vardı. Hem eski haritada belirtilen yollar hem de uydudan çekilen resimlerde görülen yollar birbirleriyle kesişiyorlardı. Bu yolların bitiş noktası ise eskiden bir şehir olduğu anlaşılan geniş bir alandı.
Sonunda Bedevilerin sözlü olarak anlattıkları hikayelerin konusu olan efsanevi şehrin yeri bulunabilmişti. Kısa süre sonra kazılara başlandı ve kumların içinden eski bir şehrin kalıntıları çıkmaya başladı. Bu nedenle de bu kayıp şehir 'Kumların Atlantisi Ubar' olarak tanımlandı.
Peki, bu eski şehrin Kuran'da bahsedilen Ad Kavmi'nin şehri olduğunu kanıtlayan şey neydi?
Yıkıntılar ilk olarak ortaya çıkarıldığı andan itibaren bu yıkık şehrin Kuran'da bahsedilen Ad Kavmi ve İrem'in sütunları olduğu anlaşılmıştı. Zira kazılarda ortaya çıkartılan yapılar arasında, Kuran'da varlığına dikkat çekilen uzun sütunlar yer alıyordu. Kazıyı yürüten araştırma ekibinden Dr. Zarins de, bu şehri diğer arkeolojik bulgulardan ayıran şeyin yüksek sütunlar olduğunu ve dolayısıyla bu şehrin Kuran'da bahsi geçen Ad Kavmi'nin kenti İrem olduğunu söylüyordu. Kuran'da, İrem'den şöyle söz ediliyordu:
Rabbinin Ad (kavmin) e ne yaptığını görmedin mi? 'Yüksek sütunlar' sahibi İrem'e? Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi. (Fecr Suresi, 6-8)
------------
DİP NOTLAR
1. Thomas H. Maugh II, 'Ubar, Fabled Lost City, Found by LA Team', The Los Angelas Times, 5 Şubat 1992.
2. Kamal Salibi, A History of Arabia, Caravan Books, l98O.
3. Bertram Thomas, Arabia Felix: Across the 'Empty Quarter' of Arabia, New York: Schrieber's Sons 1932, s. 161.
4. Charles Crabb, 'Frankincense', Discover, Ocak 1993.
ZAĞNOS KÖPRÜSÜ: Zağnos Paşa Köprüsü, fetihten hemen sonra 1467 yılında Trabzon Valisi Zağnos Paşa tarafından yaptırılan bu köprü eski şehrin batıya açılmasını sağlamıştır.
Belkıs/Zeugma'yı Anadolu'daki pek çok antik kent içinde ön plana çıkaran bir çok özellik bulunuyor. Bu özelliklerden birisi kendine has özellikler taşıyan heykeltraşlık ekolüdür. Belkıs/Zeugma'da ele geçirilen heykeller, kabartmalar ve mezar stellerinde kendini gösteren bu ekole ait pek çok örneği Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli müzelerinde görmek mümkün.
DÜNYA REKORU: 100 BİN BULLA
Zeugma kazıları sırasında ortaya çıkarılan ve bu alanda bir “dünya rekoru” Gaziantep’e ve Türkiye’ye kazandıran “ bullalar” da Belkıs/Zeugma’yı eşsiz kılan özellikler arasında yer alıyor. Bulla mühür baskısı anlamına geliyor. Yani bir mektup, bir ferman, ya da paketi başka yerlere göndermek gerektiğinde, kapatılıp üzerine vurulan özel mühür baskı demek. Bu da Zeugma’nın devlet arşivinin günümüze yansıyan izleri sayılıyor. Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu önemli koleksiyondaki mühür baskılarının sayısı ekim ayı içerisinde bulunanlarla birlikte 100.000’i buluyor. Arkeoloji uzmanları bu rakamın “ Dünyada bir müze kayıtlarında bulunan en fazla bulla “ olduğunu belirtiyor. Pişmiş topraktan yapılan bu bullalar, üzerinde taşıdıkları son derece zengin tasvirler ile Belkıs/Zeugma’nın diğer antik kentlerle olan ilişkileri, dönemin ekonomik, sosyal ve dini hayatı üzerine benzersiz bilgiler edinmemizi sağlıyor.
ROMA’NIN 4.LEJYON BÖLGESİ
Zeugma’yı önemli antik kentler arasında farklı kılan diğer bir olay da Roma İmparatorluğu döneminde üslenmiş olan ve çoğunluğu Anadolulu askerlerden oluşan Scyhthica (İskitya) Lejyonu’nun bu kentte bulunmasıdır. Bu lejyon Roma imparatorluğunun en önemli 4 kentinden biri konumundaydı. Kaynaklar bu garnizonun daha sonraları Romalı bir yapıya bürünüp “ IV.Lejyon “ adıyla Fırat kıyılarının koruması görevini üstlendiğini belirtiyor.
MOZAİKLER KENTİ ZEUGMA
Zeugma’nın asıl önemi, kazılarla ancak küçük bir bölümü ortaya çıkarılabilen Roma Villaları ve bu villaların tabanlarını süsleyen mozaiklerdir. Benzerleri Türkiye sınırları içerisinde sadece Ephesus (Efes) Antik kentinde görülen bu yamaç villaları arkeolojik açıdan büyük önem taşımaktadır. Sadece A bölgesi kazılarında gün ışığına çıkarılan mozaiklerin alanının 1000 metrekareyi bulması Zeugma’nın tam anlamıyla bir mozaik kenti olduğunu ortaya çıkarıyor. Yapılan araştırmalar sonucunda uzmanlar Zeugma’daki kazıların tamamlanmasıyla Gaziantep Müzesi’nin dünyanın en büyük mozaik müzesi haline dönüşeceğini söylüyor. Yolların kesişme noktasında bulunması ve ticaret ve garnizon kenti olması Zeugma’yı sanatçıların gözünde çekici yapmış. Emekli olan subaylar bile kente yerleşmeye başlamışlar. Güvenli ve zengin bir kent olan Zeugma’ya dönemin en iyi sanatçıları akın etmeye başlamışlar. Böylelikle sanatçılar, kentte, günümüzde olaylar yaratan mozaikler, freskler ve heykeller bırakmışlardır. Zeugma çağımız yöneticilerinin nedenini bilmedikleri biçimde zenginleşirken, kültür ve güzel sanatlarda da gelişimini sürdürmüştür. Kentin hemen tam karşı kıyısında bulunan ve şimdi çoktan sular altında kalan Apameia kenti ise Helenistik çağdan sonra Zeugma’nın her alandaki rekabetine dayanamayınca terkedilmiştir. M.S.2.yüzyılda Zeugma’yı Apameia’ya bağlayan, ağaç kütüklerinden yapılmış salların oluşturduğu ahşap bir köprü bulunuyormuş. Zeugma’daki villa tipi yerleşimler, bu köprünün Fırat kıyısından başlayarak, batı yönünde yaklaşık 300- 350 metre yüksekliğindeki Belkıs Tepesi’nin üstündeki Akropolis’in eteklerine kadar ulaşmıştır. Yamaçların güney ve batı bölgesi nekropol (mezarlık) , doğu ve kuzeydoğu tarafı mahalleler, kuzey kesimi ise yönetsel bölümler ve lejyon bölgesiydi. Akropolis’in üzerinde ise Zeugma sikkelerinde sıkça rastlanan Tykhe (talih ve kader tanrıçası) Tapınağı bulunmaktaydı. Zeugma’nın genel topoğrafik yapısı, tam bir yamaç kenti görünümündeydi. Helenistik dönemde başlayan villa geleneğine göre, yüksek ve manzaralı alanlar seçiliyordu. Roma dönemine gelince, yüksek yerlerde oturmak, asillere özgü bir tercih ve ayrıcalık olarak kabul edilmekteydi. nedenle kent ve villaları, arkasındaki tepelere doğru açılmış taraçalar üzerinde konumlandırılmıştı.
SANAT HARİKASI MOZAİKLER..
Bir mozaik panosunda çok değişik malzemenin kullanılması gerekiyor. Ancak gelişim süreci içinde ele alındığında yüzeydeki süsleme malzemesinin köklü değişiklikler geçirdiğini görüyoruz. Mozaikte ilkin süsleme unsuru olarak farklı renklerde ve çoğunlukla da siyah-beyaz çakıl taşları kullanılmıştır. Zaman içerisinde çakıl taşlarının çeşitli renklerde boyandığına tanık oluyoruz. Bu dönemde çakılların traşlanmış örneklerine de rastlanmıştır. Ancak taşların gerçek traşlanması “ Tesserae “ denilen teknik önce eski Yunan, sonraları da Roma mozaiklerinde kendini göstermiştir. Bu teknikte taşlar kübik, dörtgen ve üçgen prizmalar biçiminde önceden kesilip, hazırlanır. Ardından mozaik panosuna işlenirdi. Tesserae’nin keşfi mozaiği resimsel tarzda yapma arzusundan doğduğu sanılmaktadır. Antik çağın en önemli mozaikleri çakıl ve camdan yapılmış, Tesserae’lerden üretilmiştir. Taştan sonra en önemli mozaik süsleme malzemesi camdır. İlk kez M.Ö.3. ve 1.yy.’lar arasında Helenistik çağda görülmüş ve sanatçılara sınırsız bir renk kullanma olanağı vermiştir. Bu iki ana maddenin dışında mermer, kiremit parçaları, seramik Tesserae’ler, Terrekota parçalar ve nihayet altın ile gümüş kullanılmıştır. Bu son ikisi ilkin Romalılar tarafından uygulanmıştır. Altın Tesserae’lerin roma dönemine ait ilk örneklerine Antakya döşeme mozaiklerinde M.Ö. 300’lerden sonra görmekteyiz. Genç Hıristiyan ve Bizans mozaikleri döneminde altın Tesserae’lerin Tanrı ve İsa tasvirlerinde gümüş ise 2.derecede önemli kişilerde kullanılmıştır. Teknik ve malzemenin yanı sıra kullanılan harcın kendisi de büyük önem taşıyordu. Roma döneminde harç yüzeye iki üç kat oluşturacak şekilde ve Tesserae yüzeyi taşıyacak şekilde seriliyordu. Birinci kat harcın dibe çökmemesi için harç hamuru sık döşenmiş taşların üzerine çatlamaları önlemek amacıyla yerleştirilirdi. Yer mozaiklerinden başka duvar mozaikleri için de aynı uygulama dikkatle hazırlanır ve her durumda su geçirmeyen bir reçine ye da katran tabakası harçtan önce uygulanırdı. Ardından iki sıra kaba pürüzlü ve duvarın eklem yerlerinde çivilerle kuvvetlendirilmiş ikinci harç tabakası gelirdi. Üçüncü kat ise, oldukça koyu hazırlanmıştır. Ve yapıştırıcı olarak bileşiminde mermer tozu ve dövülmüş tuğla içermekteydi. Roma mozaikleri yapılış olarak ikiye ayrılabiliyor. Birincisi küçük küplerin yan yana konmasından meydana gelmiş Opustesselatum denilen tarz. Dörtgen ve prizmatik küplerden yapılmış olan desen çalışma bittiğinde değişik renklere boyanırdı. İkinci tekniğe ise Opusvermicilatum ya da minyatür mozaik deniyordu. Bu teknikte taşların doğal renkleri korunur ve küçük mozaik parçaları resmin gidişine göre dizilirdi. Ancak bu dizilme nedeni ile taşlar adeta bir solucan gibi uzayıp giderdi. Opusvermicilatum da zaten bu anlama gelmektedir.
ARES (MARS) HEYKELİ
Zeugmada bulunan bir diğer önemli buluntu da Roma dönemine ait 1,50 m boyunda bronz bir Mars heykeli. Eski Yunan’ da savaş tanrısı olan “Ares’ in Romalı karşılığı Mars heykelin ilk temizlik bakımını yapan arkeolog Fatma Bulgan’ a göre “Mars Roma’ da çok önemli bir tanrı. Bereketi ve gücü simgeliyor. Bilindiği gibi Mars savaşçı bir tanrı ve bu kararteriyle kente çok uyuyor. Ayrıca, Fırat kıyısında bereketli topraklar üzerinde kurulmuş bir kent. Bu nedenle Mars’ ın Zeugma için çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Yaklaşık 1800 yıl toprağın altında kalan bronz heykelin üzerini sert bir kalker tabakası kaplamış. Bunun temizlenmesi oldukça güç. Çünkü, eserin özgün bronz yapısını bozmadan ve oksitlenmeyi harekete geçirmeden bu temizlenmeyi yapmak uzmanca, titiz bir çalışmayı gerektirir. Mars heykelinin üzerinde birde yanık izi var. Arkeologlar bunun M.S 252’ de Parthlar ‘ın, Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkmasından kalan izler olduğunu düşünüyorlar.
ZEUGMA'DA MÜHÜR BASKILARINA GENEL BİR BAKIŞ
Mehmet ÖNAL (Gaziantep Müzesi Arkeoloğu)
Zeugma mühür baskıları Geç Hellenistik ve Erken Roma İmparatorluk dönemi mühürcülük sanatının (Gliptik) en büyük koleksiyonunu oluşturmakta olup, dönemin siyasi, ekonomik, kültürel, etnografya, fauna ve florası hakkında bilgiler vermektedir. Belkıs köylülerinin, Zeugma İskeleüstü mevkiinde yağan yağmurlar sonrası 'kırmıt kaş' (Mühür baskısı-Bulla) bulduklarını belirtmeleri ve burada yapılan yüzey araştırmasında da bir kaç adet mühür baskısı bulunması sebebiyle, bir kısmı Birecik Barajı gölü altında kalacak olan bu mevkide kurtarma kazısı yapılması kararlaştırıldı. Mühür baskılarının bulunduğu yerleşim katını tespit edip, içinde bulundukları yapının mimarisini açığa çıkarmak ve önyüzlerindeki figürlerin tiplerini saptamak için, Gaziantep ili, Nizip İlçesi, Belkıs Köyü sınırları içinde yer alan Zeugma İskeleüstü mevkiinde, Kültür Bakanlığının izniyle, Gaziantep Müzesi Müdürlüğü başkanlığında acil kurtarma kazılarına başlanılmıştır. Bu kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan mühür baskıları 1998 yılında 35 bin, 1999 yılında 30 bin ve bu yıl da GAP’ın organizasyonuyla birlikte yapılan kurtarma kazılarında arşiv odasının doğu bitişiğindeki odada bulunanlarla birlikte toplam 100.000 (yüzbin) adete ulaşmıştır. Bu sayı, bu güne kadar ele geçmiş olan en büyük rakam olup, Gaziantep Müzesi dünyanın en büyük mühür baskısı koleksiyonunun sahibi olmuştur. Mühür baskılarını toprak içinde görmek ve bulmak çok zor olduğu için, çalışma alanının toprağı kalın ve ince gözenekli eleklerden geçirildi. Mühür baskıları duvar üst seviyesinden tabana kadar 3.60m. derinliğindeki oda içinde küllü toprağa karışmış olan moloz taşlar ve kireç harçlı sıva parçaları arasından seçildi.Mühür baskıları diğer antik kentlerde tapınaklarda, agoralarda, özel evlerde, evlerin kilerlerinde ve lahit içlerinde bulunmuştur. Bu yıl Zeugma’da yaptığımız kurtarma kazılarında arşiv odasının doğusunda ve kuzey-doğusunda taş döşeli yola açılan dükkanlar bulmamız sebebiyle Zeugma mühür baskılarının agora içindeki arşiv odasında korunduğu saptandı. Ayrıca bunların binlercesi parmak iziyle mühürlenmiştir. Bu da agoradaki dükkanların günlük olarak mühürlenmesine bağlanabilir.
MÜHÜR BASKILARININ İŞLEVİ
Antik dönemde mühür baskıları papirüs, tahta tablet ve balmumu tablet, para torbası, paket gibi posta gönderilerini, yiyecek içecek kaplarını, ahşap kutuları değerli malların bulunduğu oda kapılarını, gümrük mallarını, veraset ve feragat belgelerini mühürleme gibi işlevler için çok amaçlı olarak kullanılmıştır. Böylece belgenin güvenliğinden başlayarak, belgeler ve objelerin birbirine karışmasını önlemeye kadar geniş bir kullanım alanı vardı. Hellenistik ve Roma döneminde Krallık ve imparatorluk posta servisleri tarafından posta belgelerini mühürlemek için kil çamuru, mum ve az sayıda kurşun mühür kullanılmış idi. Kil çamuruyla mühürlenen belgelerde, mühür baskılarını açmadan o belgeyi sahibinden başka birinin okuyabilmesi imkansızdı. Oysa mum mühürleri açmak ve aynı mühürü tekrar mühürlemek ise mümkündü. Örneğin sahte peygamber Alexander ve yardımcısı sıcak bir iğneyle Oracle mektuplarındaki mum mühürü gevşedip, mektupları açıp okumuş. Sonra da istedikleri gibi yeni bir mektup yazmışlar. Değiştirdikleri mektuplara söktükleri mum mühürü tekrar takıp mühürlemişler ve sanki hiç açılmamış gibi görünen bu mektupları sahibine vermişlerdi. Bir yere gönderilmek için hazırlanan dökümanlar, noter görevlileri ve şahitler huzurunda, kil çamuruna yüzük taşı, resmi mühür veya parmak izi basılarak mühürlenmekteydi. Postaya verilecek papirüs belgelerinde ise papirüs lifleri önce kil çamuruna yatırılarak belge tomarına bağlanıyor, kil onun üstüne bastırılılarak mühürleniyor ve daha sonra lif belge tomarına sarılıyordu. Mühür baskıları dökümanlara bağlanmalarının yanında, gönderildiği belge içinde de tarif ediliyordu. Mektup sahibi bazen mühürlediği mektubuna veya birlikte gönderdiği eşyasında belgeye kaydını yapardı. Bu şekilde çalınma veya soygun şikayetlerinde onun yüzük mühürü geçerli sayılırdı.
MÜHÜR BASKILARI NASIL YAPILIYORDU?
Üzerlerinde betim, isim veya işaret olan mühür ve yüzük taşlarının kil çamuruna basılması neticesinde, üzerlerindeki negatif betimlerin pozitif, pozitif betimlerin ise negatif olarak kil çamuruna çıkmasıyla mühür baskıları meydana gelmekteydi. Mühürlenen kil çamuruna mühür veya yüzük taşı üzerindeki resimler çıkmaktaydı. Zeugma mühür baskılarında tanrılar, tanrıçalar, krallar, karışık yaratıklardan oluşan mitolojik figürler, Mitolojik hayvanlar,ikili,üçlü ve beşli masklar, Roma İmparatorları ve imparatoriçeler, düşünürler, masklar,özel şahıs büstleri, mabetler, yazıtlar, bitkisel ve çeşitli semboller ve hayvanlar,betimlenirken, arka yüzünde bağlanarak birlikte gönderileceği veya emanete alınacağı papirüs (Resim 1) , keten bezi, gibi belgelerin veya ahşap tablet ve kumaş torbaların izleri görülmektedir. Mühür baskılarını belgeye veya eşyaya ip ile bağlandığını gösteren yatay ip deliği vardır. Kil hamurları kahverengi, siyah, kırmızı, gri ve mavimsi renkte dir. Formları üçgen, düz ve yemeni biçiminde olup, dairevi, düz ve oval damgalıdırlar. Genel olarak kazıma betimli mühür ve yüzük taşı (Gem) baskılıdırlar. Kabartma betimli yüzük taşı (Kameo) damgalı olanlar ise az sayıdadır. Bulla ebatları genel olarak 3-30 mm arasındadır. İri ebatlı olanlarda (15-30mm) genel olarak tanrı Zeus ve Roma İmparatoru Avgustus başı betimlidir. Küçük olanlar ise parmak izlilerdir. Bunların içinde resmi olanların yanısıra özel mühür baskıları da mevcuttur. Gerek Zeugma kazısında ele geçen mühür baskıları, gerekse satın alma yoluyla Gaziantep Müzesine kazandırılmış olan Dülük arşivine ait mühür baskılarının hepsi de fırınlanmıştır. Mühür baskılarının fırınlanmış olması posta gönderilerinin okunduktan sonra mühürle birlikte yakılıp, yok edilerek, mühürünün ise alındı ve açıldığının kanıtı olarak arşive kaldırılmış olmasına bağlanmaktadır. Buna paralel olarak önemli mekanların kapılarının ve sandık, küp, torba gibi kıymetli eşyaların mühür baskıları da pişirildikten sonra resmi arşiv odasına konulmuş olmalıdır. Zeugma kurtarma kazılarında mühür baskılarının buluntu yerinin sadece arşiv odası ve çevresiyle sabit kalmadığı kentin bütününe yayıldığı da anlaşıldı. Çünkü, anılan kazılarda bulunan sikke definelerinin olduğu yerin toprağı elendiğinde mühür baskıları da bulundu. Böylece bu kentte para torbalarının da kil çamuruyla mühürlendiği anlaşıldı.
ZEUGMA’DAKİ MÜHÜR BASKILARININ ÖNEMİ
Zeugma’da bulunan doksan bin mühür baskısıyla bu kentin ticaret ve haberleşmedeki yoğunluğu gözler önüne serilmiştir. Bunun da sebebi, Antakya'dan Çin'e uzanan ipek yolunun Zeugma’dan geçmesi ve mevcut gümrük ile kent ticaretinin oldukça gelişmiş olmasıdır. Zeugma'da ele geçen mühür baskılarının bir çoğunun üstünde ticaretle ilgili tanrı ve tanrıça resimleri mevcuttur. Bunlar Tykhe, Fortuna, ve tüccarların, yolcuların, habercilerin tanrısı Hermes'dir. Belkıs tepesinin üstünde olduğunu Zeugma şehir sikkelerinin arka yüz resimlerinden bildiğimiz şans, baht, talih tanrıçası Tykhe tapınağı onlarca kilometre uzaktan görünen heybetiyle kervanlarla gelip geçen tüccar ve yolculara güven vermiş olmalıdır. Ayrıca, beş bin askeri barındıran IV. lejyon kampının burada konuşlandırılması bu güveni daha da arttırmış, şehri ekonomik olarak güçlendirmiş ve posta iletişimini çoğaltmıştır.. Zeugma mühür baskıları arasında Avgustus resimli olanların on binin üzerinde olması, resmi dokümanların daha çok askeri amaçlı olduğunu göstermektedir. Geçit köprü anlamına gelen adından da anlaşılacağı üzere, Zeugma doğunun batıya açılan gümrük kapısıydı. Doğudan gelen yolcu kanatlarını açmış bir kartal gibi duran akropol tepesinin heybetinden titreyerek, Fırat üstündeki köprüden ağır adımlarla ve ürkek gözlerle mühür baskılı gümrük balyalarını izleyerek, günümüzde Kelekağzı ve İskeleüstü mevkileri olarak bilinen yerde Zeugma’ya yani batıya ayak basardı.
Belkıs/Zeugma Antik Kenti, Gaziantep ili, Nizip İlçesi, Belkıs Köyü sınırları içerisinde Fırat Nehri'nin kıyısında yer alır. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan Belkıs/Zeugma Antik Kenti; Fırat'ın geçilebilir en sığ yerinde olması, askeri ve ticari bakımdan çok stratejik bir bölge olması nedeniyle tarihin her döneminde önemini korumuştur.80 bin nüfusu ile döneminin en büyük kentlerinden biri olan Belkıs/Zeugma, tarihin değişik dönemlerinde değişik isimlerle anılmıştır.
Büyük İskender’in generallerinden ve daha sonra Suriye Kralı da olan Selevkos Nikator kendi adıyla, Fırat nehrinin adını birleştirerek M.Ö.300 yılında burada Selevkos Euphrates (Fırat’ın Silifkesi) adında bir kent kurar. Daha sonraları M.Ö.1.yy.’da kent Roma hakimiyetine girer.Bu hakimiyet değişikliğiyle birlikte kentin adı da değişerek köprü, geçit anlamına gelen ve bütün dünyada bilinen şekliyle “ Zeugma” adını alır. Roma İmparatorluğu’nun 4.Skitia Lejyon Garnizonu’nun burada konuşlandırılması ve ticaret sebebiyle kısa zamanda 80 bin nüfusa ulaşan Zeugma’da Fırat manzaralı yamaçlara villalar inşa edilir. 80 bin kişilik nüfus Zeugma’yı dünyanın en büyük kentlerinden biri haline getirir. Örneklemek gerekirse Zeugma, komşusu sayılan Antakya (Antiokheia) ile Mısır’daki İskenderiye’den (Aleksandreia) ‘dan daha küçük, Atina (Athena) ile aynı büyüklükteydi. Pompei ve şimdi dev bir metropol olan Londra (Londinum) ‘dan ise birkaç kat büyüklükteydi.
Ünlü coğrafyacı Strabon da Zeugma’dan bahsetmektedir. Hellenistik dönemde Selevkos Nikator zamanında Zeugma’da önemli imar faaliyetleri yapıldığı bilinmektedir. Kentteki Akropolün üzerine kader tanrıçası Thyke’nin bir tapınağı yapılmıştır. Bu tapınak halen toprak altındadır. Zeugma Antik Kenti kendi şehir sikkesi de basmış Roma Kentlerinden biridir. Sikkeler üzerine bir tarafına Thyke tapınağı, diğer tarafına da güçlülüğü simgeleyen Roma Kartalı motifi basılmıştır.
ZEUGMA’NIN KRONOLOJİK TARİHÇESİ
M.Ö. 300.yy. Büyük İskender’in Generallerinden 1.Selevkos Nikator Belkıs/Zeugma’nın ilk yerleşimi olan Selevkeya Euphrates kentini kurar
M.Ö. 1.yy. Kentin Selevkeya Euphrates adı korunarak Kommagene Krallığı'’ın 4 büyük kentinden biri olur.
M.S. 1.yy. M.Ö.1.yy.’ın ilk çeyreğinde Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılır ve ismi de “köprü “, “geçit” anlamına gelen “ ZEUGMA” olarak değiştirilir.
M.S. 252 Sasani Kralı 1.Şapur Belkıs/Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkar
M.S. 4.yy. Belkıs/Zeugma geç Roma hakimiyetine girer.
M.S. 5-6.yy. Belkıs/Zeugma Erken Roma hakimiyetine girer.
M.S. 7.yy. İslam Akınları sonucu Belkıs/Zeugma terk edilir.
M.S. 10-12.yy. Küçük bir İslami yerleşimi oluşur.
M.S. 16.yy. Bugünkü adıyla Belkıs Köyü kurulur.
ses tellerindeki özellikten dolayı sesi çıkmayan hayvanlardan birisidir