Yaşamın gayesini anlatan bir ses duyduk bir gün gözlerimiz ızdırabı heceledi. Fark etmediğimiz sarhoşlukla bir o yana bir bu yana vurduğumuz başımız; dinmez durulmaz fırtınalarla yorgun yaralı kalbimiz hüznün yüzüne baktı. Ama adımlarla ufku görmeden yürürken hayat koridorlarında, tanımaz bir ukalıkla düşmenin acısını ilk o sesle fark ettik.
Oyuna dalan çocuklar gibiydik. Toza toprağa bulanmış kalbimizi kekeme itiraflarla, yere dönük yüzümüzle, bükük boynumuzla yıkadıkça yaralar beliriyordu. Ele alınır hali kalmamıştı sinelerimizin...
İnsanlığa saygı ve sevgi derinlere kök salan bir çınar olmayı o sesten öğrendi. Yeşertmek için yaşamayı, yaşamak için koşmayı, kendi kalbimizdeki yaralara sürdüğümüz merhemi paylaşmayı, sunmayı o sesle yol edindik.
Yıldızların aydınlatmaya cesaret edemediği gecelerde başlarımızı avuçlarımızın içine alıp, sıktık ve dizlerimizle birleştirdik. Küçülmeliydik çünkü küçüğü büyüğü bildik. Karanlık içinde belirsiz bir düşmanla boğuşur gibi yumruklarımızı dizlerimize vurduk; çok dertliydik. Şikâyetimiz kendimizdendi; kendimizi sanık sandalyesinde hayal etmeyi sesin sahibinde gördük. Tüm suç bizdeydi. Biz engel olmasak nice insanlar; kor tutarken tattığımız lezzeti, ayakkabılar eskitirken tazelenmeyi bulacaklardı.
Belki her birimiz ilk defa o sesle düştü peşine Ebu Bekir’in; omzunu düşürür tevazuyla yürürdü. İlk defa Erkam’ ın evine o sesle girdik. Nesibe annemizle kucaklaştık, dertleştik. İffet abidesinin eteklerine yapıştık. Kimi zaman “taleal bedrü aleyna” ya sesimizi kattık. Kimi zaman “kerreten kekerreten Huneyn”e muhatap olduk. Bizi hicrete katan da Mekke’nin fethine götüren de o sesti. Gökteki yıldızlara doğru attığımız her adım karanlığın geri çekilişi oldu.
Şimdi gökteki yıldızlara bedel yerdeki yıldızları izliyoruz. Şimdi bazı yıldızlara onbeş asır uzaktayız, bazılarıyla yüz yüze yaşıyoruz. Bazılarıyla aramızda zaman bazılarıyla derin okyanus var. Bir hurma kütüğünün birkaç gün dayanamadığı hasreti suyun ötesine dua göndererek dindirmeye çalışıyoruz. Çünkü biz; hasreti de, gurbeti de gözleri fecr olandan; hayallerini adımlarına basamak yapandan; o sesin sahibinden öğrendik.
O sesin sahibine hitaptan hicapla ellerimizi gök yüzüne kaldırıyor: gözyaşlarına sebep değil; ortak olmak için dua ediyoruz.
rabbim bizi seni her şeye tercih eden hasbi diğergam sadık kullarından eyle....
Unutmadan: Gülen için 'zeki, temiz, titiz, şık' dedik. Eleştiriler geldi: Hani övmeyecektiniz? Halbuki bunlar tanıkların ifadesi. Gelelim zeka konusuna. Geçenlerde emekli bir emniyet mensubu Gülen hakkında bana şöyle dedi: 'Ben profesöründen siyasetçisine, sağcısından, solcusuna çok sayıda insanı izledim. Bu kadar zekisini görmedim.'
'Ey insanlar! 'Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in emaneti olarak aldiniz ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde hakkiniz, kadinlarin da sizin üzerinizde hakki vardir.'
Efendimiz (as) en iyi eşti en iyi babaydı. ev işlerine yardım ederdi ve çocuklarıyla meşgul olurdu
torunları Hz Hüseyin ve Hz. Hasanı severken kendisini gören ashabtan biri dedi ki: 'benim on tane çocuğum var birini birgün olsun kucağıma alıp sevmedim'
Efendimiz(as) ona yazık ettiğini çocuklarını sevip sevindirmesi gerektiğini öğütledi.
bir çocukla konuşacağında eğilir boyunu onun boyuna denk eder,öyle konuşurdu.
Dünyada kör, sağır ve ölüler gibi yaşayanların ötede bunları duyup hissetmesi zor olsa gerek. Bugün ağlanacak hâline kahkahalar atıp gafilce davrananların yarın sürekli ağlayacaklarından korkulur. Öyle ise gelin, şimdilerde göz ve basiretlerimizin hakkını vererek hep uyanık bulunalım ki, yarın istirahat ve uyku derdimiz olmasın. Bugün gözyaşlarını ceyhun edelim ki, yarın faidesiz 'ah u vah' etme hicranı yaşamayalım. Gelin, her zaman varacağımız ufka kilitli kalalım ki, yürüdüğümüz yolun sağında ve solundaki cazibedar şeylerle başımız dönmesin, bakışlarımız bulanmasın. Bu dünyayı bir ticaret pazarı, bir kazanma mahalli kabul edip hayatımızı ona göre düzenleyemez ve aksine her şeyi cismanî arzulara bağlı götürürsek, bir gün semer vurup sırtımıza binerler ise hiç şaşırmayalım. Aslında ufuksuz, emelsiz, başı göklerde ve burnu havada kimselere yapılacak muamele de herhalde böyle olacaktır. İnsanın değeri, Allah'a intisabı ve O'nunla münasebetlerini içten devam ettirmesiyle mebsuten mütenasiptir. Ondan kopuk ve cismanî arzularla kirlenmiş insan şeklindeki bir bedeni, altınla, gümüşle, atlasla bezeseler dahi kıymeti yine çamur yine çamur yine çamurdur...
Arkada bıraktığı günlere bakıp da pişmanlık duymayacak az insan vardır. İyiler, neden daha mükemmel olmadıklarını düşünerek; kötüler de, işledikleri fenâlıkların yüz kızartıcı çirkinliklerini görerek hasret ve inkisar içinde iki büklüm olup inleyeceklerdir.
HASRET, HİCRET, GURBET...
Yaşamın gayesini anlatan bir ses duyduk bir gün gözlerimiz ızdırabı heceledi. Fark etmediğimiz sarhoşlukla bir o yana bir bu yana vurduğumuz başımız; dinmez durulmaz fırtınalarla yorgun yaralı kalbimiz hüznün yüzüne baktı. Ama adımlarla ufku görmeden yürürken hayat koridorlarında, tanımaz bir ukalıkla düşmenin acısını ilk o sesle fark ettik.
Oyuna dalan çocuklar gibiydik. Toza toprağa bulanmış kalbimizi kekeme itiraflarla, yere dönük yüzümüzle, bükük boynumuzla yıkadıkça yaralar beliriyordu. Ele alınır hali kalmamıştı sinelerimizin...
İnsanlığa saygı ve sevgi derinlere kök salan bir çınar olmayı o sesten öğrendi. Yeşertmek için yaşamayı, yaşamak için koşmayı, kendi kalbimizdeki yaralara sürdüğümüz merhemi paylaşmayı, sunmayı o sesle yol edindik.
Yıldızların aydınlatmaya cesaret edemediği gecelerde başlarımızı avuçlarımızın içine alıp, sıktık ve dizlerimizle birleştirdik. Küçülmeliydik çünkü küçüğü büyüğü bildik. Karanlık içinde belirsiz bir düşmanla boğuşur gibi yumruklarımızı dizlerimize vurduk; çok dertliydik. Şikâyetimiz kendimizdendi; kendimizi sanık sandalyesinde hayal etmeyi sesin sahibinde gördük. Tüm suç bizdeydi. Biz engel olmasak nice insanlar; kor tutarken tattığımız lezzeti, ayakkabılar eskitirken tazelenmeyi bulacaklardı.
Belki her birimiz ilk defa o sesle düştü peşine Ebu Bekir’in; omzunu düşürür tevazuyla yürürdü. İlk defa Erkam’ ın evine o sesle girdik. Nesibe annemizle kucaklaştık, dertleştik. İffet abidesinin eteklerine yapıştık. Kimi zaman “taleal bedrü aleyna” ya sesimizi kattık. Kimi zaman “kerreten kekerreten Huneyn”e muhatap olduk. Bizi hicrete katan da Mekke’nin fethine götüren de o sesti. Gökteki yıldızlara doğru attığımız her adım karanlığın geri çekilişi oldu.
Şimdi gökteki yıldızlara bedel yerdeki yıldızları izliyoruz. Şimdi bazı yıldızlara onbeş asır uzaktayız, bazılarıyla yüz yüze yaşıyoruz. Bazılarıyla aramızda zaman bazılarıyla derin okyanus var. Bir hurma kütüğünün birkaç gün dayanamadığı hasreti suyun ötesine dua göndererek dindirmeye çalışıyoruz. Çünkü biz; hasreti de, gurbeti de gözleri fecr olandan; hayallerini adımlarına basamak yapandan; o sesin sahibinden öğrendik.
O sesin sahibine hitaptan hicapla ellerimizi gök yüzüne kaldırıyor: gözyaşlarına sebep değil; ortak olmak için dua ediyoruz.
rabbim bizi seni her şeye tercih eden hasbi diğergam sadık kullarından eyle....
hakikatin cesur sesi....
SABAH GAZETESİ
Unutmadan: Gülen için 'zeki, temiz, titiz, şık' dedik. Eleştiriler geldi: Hani övmeyecektiniz? Halbuki bunlar tanıkların ifadesi. Gelelim zeka konusuna. Geçenlerde emekli bir emniyet mensubu Gülen hakkında bana şöyle dedi: 'Ben profesöründen siyasetçisine, sağcısından, solcusuna çok sayıda insanı izledim. Bu kadar zekisini görmedim.'
yaşamın gayesini anlatan sesin sahibi
Allah'ı rasulünü,raşit halifeleri,sahabe efendilerimizi eserlerinden tanıdığım zat.
Allah'ın binlerce,milyonlarca insanın hidayetine vesile kıldığı,peygamber aşığı.......
'Ey insanlar!
'Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in
emaneti olarak aldiniz ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde
hakkiniz, kadinlarin da sizin üzerinizde hakki vardir.'
veda hutbesi
Efendimiz (as) en iyi eşti en iyi babaydı.
ev işlerine yardım ederdi ve çocuklarıyla meşgul olurdu
torunları Hz Hüseyin ve Hz. Hasanı severken kendisini gören ashabtan biri dedi ki:
'benim on tane çocuğum var birini birgün olsun kucağıma alıp sevmedim'
Efendimiz(as) ona yazık ettiğini çocuklarını sevip sevindirmesi gerektiğini öğütledi.
bir çocukla konuşacağında eğilir boyunu onun boyuna denk eder,öyle konuşurdu.
kaybetmek
biri,ikiyi,yüzü, bini değil
SONSUZU KAYBETMEK.........
Dünyada kör, sağır ve ölüler gibi yaşayanların ötede bunları duyup hissetmesi zor olsa gerek. Bugün ağlanacak hâline kahkahalar atıp gafilce davrananların yarın sürekli ağlayacaklarından korkulur. Öyle ise gelin, şimdilerde göz ve basiretlerimizin hakkını vererek hep uyanık bulunalım ki, yarın istirahat ve uyku derdimiz olmasın. Bugün gözyaşlarını ceyhun edelim ki, yarın faidesiz 'ah u vah' etme hicranı yaşamayalım. Gelin, her zaman varacağımız ufka kilitli kalalım ki, yürüdüğümüz yolun sağında ve solundaki cazibedar şeylerle başımız dönmesin, bakışlarımız bulanmasın. Bu dünyayı bir ticaret pazarı, bir kazanma mahalli kabul edip hayatımızı ona göre düzenleyemez ve aksine her şeyi cismanî arzulara bağlı götürürsek, bir gün semer vurup sırtımıza binerler ise hiç şaşırmayalım. Aslında ufuksuz, emelsiz, başı göklerde ve burnu havada kimselere yapılacak muamele de herhalde böyle olacaktır. İnsanın değeri, Allah'a intisabı ve O'nunla münasebetlerini içten devam ettirmesiyle mebsuten mütenasiptir. Ondan kopuk ve cismanî arzularla kirlenmiş insan şeklindeki bir bedeni, altınla, gümüşle, atlasla bezeseler dahi kıymeti yine çamur yine çamur yine çamurdur...
Arkada bıraktığı günlere bakıp da pişmanlık duymayacak az insan vardır. İyiler, neden daha mükemmel olmadıklarını düşünerek; kötüler de, işledikleri fenâlıkların yüz kızartıcı çirkinliklerini görerek hasret ve inkisar içinde iki büklüm olup inleyeceklerdir.