Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • kelebek02.06.2004 - 13:09

    MUCİZE KELEBEK MONARK
    Dünyada en bilinen kelebek türlerinden biri portakal rengi kanatlı monark kelebeğidir. Bu güzel canlının diğer kelebekler arasında dikkat çekici bazı özellikleri vardır. Çünkü;

    - çok daha uzun mesafeler aşar,

    - daha uzun yaşar,

    - yeryüzünde daha yaygındır,

    - diğer tüm kelebeklerden daha güzel bir pupası vardır.

  • tbmm02.06.2004 - 13:01

    milletin özgür iradesiyle seçtiği yöneticiler bütünü

  • dostoyevski02.06.2004 - 12:55

    Fyodor Mikhailoviç Dostoyevski 30 Ekim 1821’de Moskova’da babasının bir doktor olarak görev yaptığı Yoksullar Hastanesi’ne ait bir apartmanda doğdu. 1837’de annesinin ölümünün ardından babasının yanından ayrılarak St. Petersburg’a taşındı ve orada Askeri Mühendislik Okulu’na kabul edildi. Bir sınıf arkadaşı onun için “sürekli kendisini ayrı tutardı, hiçbir zaman arkadaşlarının eğlencelerine katılmazdı, ve genellikle bir köşede elinde bir kitapla otururdu” diye anlatıyordu. Yurtluğunda düzensiz bir yaşama çekilmiş olan ve oğluna düzenli bir gelir sağlamayı reddeden babasının tutumu Dostoyevski’nin bu hastalıklı içe-kapanıklığını daha da ağırlaştırdı. Bir keresinde, Dostoyevski babasına ilgisizliği yüzünden hakaret dolu bir mektup gönderdi; ama baba Dostoyevski yanıt vermeye fırsat bulamadan serfleri tarafından öldürüldü. Ailesi içerisinde söylendiğine göre, daha sona ona bütün yaşamı boyunca acı çektiren sara nöbetlerinin ilkini bu dönemde geçirmişti.

    Mühendislik Okulundaki sınavlarının ardından, Dostoyevski üsteğmenliğe getirildi. Ama 1844’de cebinde üzerine “sivil giysi alacak parası” bile olmayan Dostoyevski kendini yazın sanatına adamak için görevinden ayrıldı. 1846’da ilk romanı İnsancıklar’ın çıkışıyla, genç yazarlar arasında en büyük gelecek vaadedeni olarak görüldü. Eleştirmen Belinsky aracılığıyla “birçok önemli kişi” ile tanıştı ve “yazın dünyasında nasıl yaşanacağı konusunda kapsamlı bir ders” aldı. Ne var ki başarısı kısa sürdü. İnsancıklar’ı izleyen birkaç romanı kötü eleştiri aldı ve Dostoyevski, Belinski’nin salonundan uzak durmaya başladı, çünkü orada özellikle daha önceleri ona karşı “dosttan da öte” olmuş olan Turgenyev’in de katıldığı sürekli alaylara konu ediliyordu.

    Ama bu sırada başka bir küme ile ilişkisini sürdürdü. Petrashevski’nin öncülüğündeki gençlerden oluşan bu kümedekiler, Fransız toplumcularını incelemek ve Rusya’daki toplumsal ve politik reformları tartışmak için biraraya gelmiş ilericilerdi. 1848’i izleyen tepki dalgasında “Petrashevski çevresi”nin üyeleri tutuklandı ve yalancı idam ile sonuçlanan bir soruşturmadan sonra Dostoyevski, Omsk’ta bir ceza kolonisine gönderildi. Hapisanede, “yeraltına gömülü bir insan” gibi yaşadığını yazdı. “Yakınımda içten bir konuşma yapabileceğim tek bir varlık” yoktu. “Soğuğa, açlığa ve hastalığa dayandım. Ağır işlerden sıkıntı çektim, ve salt iyi bir aileden geldiğim için bana diş bileyen mahkumların nefreti sürekli üzerimdeydi.” Bu acılı durum sarasını daha da ağırlaştırdı ama “kendi içime kaçış... meyvalarını verdi.” 1854’de cezasını tamamlamak için bir asker olarak Semipalitinsk’e gönderildi. Beş yıl sonra, arkadaşlarının yardımı aracılığıyla cezası kaldırıldı.

    St. Petersburg’a dönüşü üzerine Dostoyevski, Ölüler Evi ve Ezilenler’i yayınladı. Aynı dönemde ağabeyi Mikhail ile birlikte Zamanlar adında başarılı bir dergi kurdu. Ne var ki 1863’te bir yanlış anlama sonucunda hükümet tarafından kapatıldı. Dostoyevskilere yayınlarının adını değiştirerek Çığır adı altında yeniden çıkarma izni verildi, ama yeni yayın kamunun dikkatini çekmeyi başaramadı. 1846’da Mikhail öldü ve yaklaşık bir yıllık bir çabadan sonra Dostoyevski dergiyi yayımlamaya son verdi. Kendini borçların altında ve ağabeyinin ailesini geçindirme sorumluluğu karşısında buldu.

    Çığır’ın başarısızlığı Dostoyevski’nin daha sonraki tüm çalışmasında izini bırakan bir kişisel bunalımla çakıştı. Sibirya’dayken akıllı ama ahlaksız bir okul öğretmeninin dul karısı olan Maria Dimitrievna Isaev ile evlenmişti. Evlilik ikisine de mutluluk getirmedi ve St. Petersburg’a döndükten kısa bir süre sonra Dostoyevski, Polino Suslova adında kösnül ve saldırgan bir kadınla yakın ilişkiye girdi. Polino Suslova onun çalışmasını ciddi bir şekilde etkilemiş ve kumara karşı sinirceli tutkusunu kışkırtmış gibi görünür. Polina ile birlikte Rusya’dan ayrı olduğu bir sırada Dostoyevski’nin karısı hastalandı ve ağabeyinin ölümünü üç ay önceleyen ölümü onu Yeraltından Notlar (1864) olarak bilinen itirafı yazmaya götürdü.

    İzleyen yıllarda Dostoyevski sürekli sara, yoksulluk ve kumarbazlığına eşlik eden bir endişenin sıkıntısını çekti. Parasal yükümlülükleri yüzünden yayıncılarla yıkıcı sözleşmeler imzaladı ve onlar tarafından Suç ve Ceza (1866) ve Kumarbaz (1867) gibi yapıtları olağanüstü bir hızla yazmaya zorlandı. Bunlardan ikincisi üzerinde çalışırken Anna Grigorievna Snitkin adında bir sekreter tuttu ve aynı yıl onunla evlendi. Romancı olarak başarısı alacaklılarının bir bölümünü susturmasını sağladı, ama bu “diğerlerini o kadar kızdırdı ki” suçlamalardan kurtulmak için St. Petersburg’tan ayrılmak zorunda kaldı. “Her zaman yabancı bir ülkede bir yabancı” olacağı yakınmasına ve “yazma yeteneğini bütünüyle yitireceği” korkusuna karşın, yurtdışında yaşadığı dört yıl yaşamının en üretken yılları oldu. Cenova ve Vevey’de Budala’yı (1868-69): Dresden’de Ebedi Koca (1870) ve Ecinniler’i (1871) yazdı.

    Sürgündeyken Dostoyevski “gazete gibi bir şey” çıkarmayı ve bu yolla kanıları konusunda “bir kez olsun son sözü söyleyebilmeyi” tasarlıyordu. Tasarısını 1876’da Bir Yazarın Günlüğü’nün basımıyla uygulamaya koyuldu. Bunda Zamanlar’da başlatmış olduğu ulusal ve demokratik Hıristiyanlık öğretisini genişletti. Bu etkinliğinin sonucunda bir gazeteci olarak sözü geçer biri oldu ve son yıllarını göreli olarak daha iyi bir ortamda geçirdi. 1877’de Büyük bir Günahkarın Yaşamı adında çok büyük bir diziyi oluşturmak için yayıma ara verdi. Bu “bütün yaşamım boyunca bana bilinçli ya da bilinçsiz olarak işkence etmiş olan” Tanrı’nın varlığı sorunuyla ilgili bir çalışmaydı. Bitirdiği çalışmanın biricik bölümü olan Karamazov Kardeşler 1880’de basıldı.

    O yıl Rus Yazını Dostları Toplumu’nun Moskova’daki Puşkin anıtının açılışında konuşma yapması için onu çağırısıyla çağdaş ünü doruğa ulaştı. Konuşmayı bitirdiği anda, “batılı” düşünceleri uzun süre kişisel çatışma kaynağı olmuş olan Turgenyev bile “beni öpücüklere boğmak için yanıma geldi... ve yineleyerek büyük işler yaptığımı bildirdi” diyordu.

    Dostoyevski sonraki yıl 28 Ocak’ta öldü. Cenazesi toplumsal bir gösteri için fırsat oldu.

  • adolf hitler 02.06.2004 - 12:52

    20 Nisan 1889 yılında Branau kasabasında doğdu. İlk tahsilini doğduğu kasabada gördü. Orta tahsilini Viyana civarındaki Lintz şehrinin realschule'sinde yaptı. On üç yaşında babasını, on altı yaşında annesini kaybetti. Orta öğrenimini bitirince Viyana sanayi mektebine yazıldı. Kendi kendini eğitti. Viyana'da bir mimarın, sonra da nakkaşın yanında çalıştı. 1912'de Viyana'dan Münih'e geldi. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler Bavyerada Alman ordusuna gönüllü olarak girdi. Sonra politikaya atıldı; Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ne girdi.

    1924'de hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde Kavgam adlı hatıralarını yazdı. 1925 Şubat'ında hapisten çıktı ve kısa adı Nazi Partisi olan, patisini yönetimini ele geçirdi. Parlamentoya 1928'de 12, 1930'da 107 milletvekili seçtirdi.
    1933'te devlet başkanı Hindenburg Hitler'i başbakanlığa getirdi. Hindenburg'un 1934'te ölümü üzerine Hitler devlet başkanlığı ile başbakanlığı birleştirerek Almanya'nın diktatörü oldu. 1938'de Avusturya, 1939'da Çekoslovakya Almanya'ya katıldı. Hitler İtalya ile Almanya arasında bir anlaşma yapımasını sağladıktan sonra 1939 Eylül'ünde Polonya'ya saldırdı ve 2.Dünya Savaşı başladı. Hitler'in yönetimindeki Almanya, 1940'ta Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika ve Fransa'yı işgal etti. 1941'de daha önce yaptığı anlaşmayı bozarak SSCB' ye girdi.

    Aynı yıl ABD, Fransa ve İngiltere'nin yanında savaşa girdi. 1943'te Almanya SSCB'de ve Kuzey Afrika'da gerilemeye başlayınca Hitler savunma kararı aldı. 1944'te generallerinden bazıları onu öldürmek istedilerse de başarısızlığa uğradılar. 1945 Nisanı sonunda, Almanya'nın yenilgisi kesinleşip ruslar Berlin'de ilerlerken son anlarda evlendiği Eva Braun ile beraber intihar etti.

  • paul auster02.06.2004 - 12:28

    YÜKSEKLİK KORKUSU
    Her kitabıyla bizi yeniden şaşırtan, her seferinde bambaşka serüvenlerle, bambaşka dünyalarla buluşturan Paul Auster, bu kez de Saint Louis'in arka sokaklarında yetişen öksüz, bıçkın bir gençle, Walt'la tanıştırıyor bizi; ama sıradan bir genç değil bu, kendisine sahip çıkan bir Macar'la tanıştıktan sonra hayatı değişen, boşlukta durabilmeyi, hatta uçabilmeyi öğrenen bir genç. Her sayfasında okuduklarınıza inanmakla inanmamak arasında gidip geleceğiniz bu roman, birbirine bir baba-oğuldan da yakın olan iki kişinin serüveni olduğu kadar bir mucizenin de masalı.
    Çeviren: İlknur Özdemir
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    KIRMIZI DEFTER
    Paul Auster'ın çok özel, çok özgün kısacık bir yapıtı: On üç öykücükten oluşuyor, ama aynı anlayış içinde yazıldıkları için bu on üç öykücüğe New York Times gazetesinin Noel sabahı yayınlamak üzere ısmarladığı ve yayınladığı Auggie Wren'in Noel Öyküsü'nü de eklemeyi yararlı gördük. Ay Sarayı, Yalnızlığın Keşfi, Son Şeyler Ülkesinde, Şans Müziği, Leviathan ve Yükseklik Korkusu adlı romanlarıyla tanıdığınız Paul Auster (1947) , yalnızca yazdığı dilin değil, aynı zamanda dünyanın edebiyat ustalarından biri. Karşılaştığı tuhaf olayları, garip rastlantıları, gündelik yaşamın mucizeye dönüşen ayrıntılarını, gerçek olayları ve gerçekdışı olguları bir Kırmızı Defter'e kaydetmiş; her öykücük ileride bir romana dönüşebilecek çekirdek ve dokuya sahip. Paul Auster hiç `hocalık' taslamadan `gerçek'ten sanat yapıtına giden yolu gösteriyor, öykülerken kuramsız bir poetika geliştiriyor ve minyatür bir dünya kuruyor. Bu nedenle bir kılavuz saydığımız Kırmızı Defter'in, Paul Auster'in roman dünyası için bir giriş kapısı olduğunu düşünüyoruz.
    Çeviren: Münir H. Göle
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    DUMAN / SURAT MOSMOR
    Auster yaratıcı çalışmasını bu kez iki senaryoda kullanıyor: Ülkemizde de bir süre önce gösterilen Smoke ve Blue in the Face adlı filmlerin senaryolarında. Duman adıyla sunduğumuz Smoke'da bir romancı, bir sigara mağazası yöneticisi ve zenci bir yeniyetmenin öyküsü anlatılır. Beklenmedik bir anda yolları kesişen bu üç kişi, birbirlerinin hayatlarını izleri silinmez biçimde değiştirirler. Duman, güldüren, duygulandıran ve beklenmedik olaylarla, birbirinden çok farklı bu üç kişinin ortak bir insanlık paydasını nasıl bulduklarını araştırıyor.
    Çeviren: Fatih Özgüven
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    CEBİ DELİK
    Paul Auster'in yapıtlarında, çağdaş insanı en çıplak durumuyla görüyor, onunla aramızda özdeşlikler, benzerlikler kurabiliyoruz. Paul Auster’in yazdıklarının bu kadar beğenilmesinin, benimsenmesinin nedeni, belki de okuruyla arasındaki bu paylaşım. Bir Amerikalı yazar olmasına karşın, Amerikalı insanı değil, ‘insan’ı anlattığı için evrensel boyutta oluyor yazdıkları. Yazarın bunca benimsenmesinin bir başka nedeni de, kısa, yalın cümlelerden oluşan kıvrak ve duru anlatımının, psikolojik çözümlemelerde kapsamlı ve derin bir boyuta ulaşabilmesi. Kurmaca yazarının genel yaklaşımının dışına çıkan ve alabildiğine gerçekmiş duygusu vererek yazan Paul Auster, ‘olabilir’leri, ‘olması gerekli'leri değil, olanları, yaşadıklarını, tanık olduklarını aktarıy süslü edebiyattan uzak duruyor, yaşama hızını aktarabilmek için anlatımını yalınlaştırıp durulaştırıyor. Cebi Delik,< yazarı tanımak isteyenler için benzersiz bir fırsat: Yaşamöyküsünü içtenlikle, dobra dobra ve her zamanki akıcı, ustalıklı diliyle ortaya koymuş Paul Auster.
    Çeviren: Seçkin Selvi
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    TİMBUKTU
    Romanının iki kahramanı var; biri evsiz-barksız, sarhoş, yarı-deli Willy, öbürü de kendi insanlığımız konusunda ondan pek çok şey öğreneceğimiz bir köpek: Kemik Bey. Bir köpeğin gözünden, onun düşüncelerine girerek dünyayı, yaşamı, insan ilişkilerini işleyen Paul Auster, kimi yerde eğlendirici, kimi yerde de trajik ve hüzünlü bir anlatımla ve her zamanki dil ustalığıyla, sözcüklere yüklediği enerjiyle, yalın ama yoğun yorumuyla bizi alışılmadık yollardan insanlığımızla yüzyüze getiriyor; yaşamlarımızın, ilkelerimizin kimi zaman nasıl da çürük ve dayanıksız temellere oturduğunu kanıtlarken, belleğimizin derinlerine gömdüğümüz eski ve kalıcı değerleri, günümüzün hızlı ve acımasız akışı içinde nasıl da unuttuğumuzu nostaljik yolculuklarla anımsatıyor. Willy ile Kemik Bey'in yaşamın son durağı olan Timbuktu'ya doğru çıktıkları yolculuğu, yaşam felsefesini yansıtan bir izlenim gibi kullanan Paul Auster, bütün romanlarında yaptığı gibi bu kitabına da katmış kendisini; dahası Willy'de olduğu kadar, Kemik Bey'de de ondan izler bulmak olası.
    Çeviren: İlknur Özdemir
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    KÖŞEYE KISTIRMAK
    Alışılmışın dışında, şaşırtıcı, sürükleyici, bildik kalıpları tersine çevirerek yazılmış bir polisiye. Yazarın yirmi yıl kadar önce, yazarlık yaşamının başlarında yazdığı ve o günlerde güçlükle yayınlattığı Köşeye Kıstırmak, bir önce Cebi Delik'le birlikte yeniden yayınlandı ve pek çok dile çevrildi. Paul Auster'den beklenecek şaşırtmacalarla dolu, psikolojik öğeler içeren bir dedektiflik romanı. Ünlü bir beysbol oyuncusu olan George Chapman, bir kaza sonucu sakat kalınca sporculuk yaşamı sona erer. Ancak, dünyaya küsmez. Politikaya atılır, senatörlüğe adaylığını koyar. Kusursuz bir kahramandır; zarif bir eşi, mutlu bir yaşamı vardır. Bir gün eski bir arkadaşının, dedektif Max Klein'ın kapısını çalar ve ölümle tehdit edildiğini söyler; kanıt olarak da, aldığı tehdit mektubunu gösterir. Max Klein'ın işi kabul etmesinin üzerinden iki gün geçmeden Chapman'ın öldüğü haberi gelir. Sanık ise ne Max Klein'a, ne de Chapman'a yabancıdır. Max Klein, araştırmalarını derinleştirdikçe, bu öldürme olayının sandığı kadar basit olmadığını anlayacaktır. Usta bir yazarın, bir söz büyücüsünün kaleminden çıkmış, sürükleyici bir polisiye, Köşeye Kıstırmak.
    Çeviren: Seçkin Selvi
    Can Yayınları

  • paul auster02.06.2004 - 12:27

    KİLİTLİ ODA - New York Üçlemesi 3
    Bir çocukluk arkadaşı. Tek bir mektupla, geçmişten çıkıp gelmiş bir çocukluk arkadaşı, bir kabus gibi, bir lanet gibi üstüne çökerse insanın peşine düşüp izini kovalamaktan başka seçenek bırakmazsa insana böylece bütün hayatına hükmetmeye başlarsa ne yapar insan? Ondan kurtulmanın tek yolu onu bulmak olduğunda, ama attığı her adımda kendini daha da içinden çıkılmaz bir karmaşanın içinde bulduğunda, aklını kaybetme, çözülme noktasına geldiğinde ne yapar insan? Ötekine ulaşmak için, onun geçmişini deşmeye başlayıp, giderek daha derinlere indikçe orada bulacağı öteki midir, kendisi midir? Yoksa ne kendisi ne öteki midir?
    Çeviren: Yusuf Eradam
    Metis Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    AY SARAYI
    Ay Sarayı, Paul Auster'ın çok beğenilen bir romanı. Romanın başkişisi olan Marco Stanley Fogg, artık kıpırdamamaya, çalışmamaya, yemek yememeye ve bütün bunların doğuracağı tehlikeleri göze almaya karar verir. Böylece, nereye kadar gidebileceğini bu süreç içinde neler olup biteceğini merak eder. 60'lı yılların çocuğu olan Fogg, yorulma nedir bilmeden geçmişinin anahtarlarını arar, yazgısının temel bilmecesinin yanıtlarını bulmaya çalışır. Manhattan'ın kanyonlarından Utah'ın çöllerine yolculuk yapan Fogg, şaşırtıcı ve zengin olaylarla ve kişiliklerle karşılaşır. Roman, insanların Ay'da ilk kez yürüdükleri yaz mevsiminde başlayıp zaman içinde ileri geri hareket ederek üç kuşağı kapsar. Rastlantı ve belleğin yönlendirdiği Ay Sarayı'nda trajedi ve kefaret ödeme, lirizm ve mizah iç içedir.
    Çeviren: Seçkin Selvi
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    SON ŞEYLER ÜLKESİNDE
    Paul Austerin yarattığı Son Şeyler Ülkesi, geniş yığınların evsiz barksız yaşadıkları, hırsızlığın suç sayılmayacak kadar yaygınlaştığı, kendi canına kıymak ya da başkalarınca öldürmek yoluyla ölümün tek kurtuluş yolu durumuna geldiği kent. Anna Blume, bu adsız kente ağabeyini aramak için gelmiştir...
    Çeviren: Armağan İlkin
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    ŞANS MÜZİĞİ
    Şans Müziği, tüm Amerika kıtasına yayılan geniş bir alandan başlayıp Pennsylvania'daki bir çayırlıkta iki kişinin ördüğü duvarda noktalanıyor. O iki kişinin bu işe nasıl bulaştıkları, işin koşulları, tümüyle şansa bağlı bir gelişme. Ancak Paul Auster'ın dünyasında şans, kimi zaman kazaya, kimi zaman yazgıya, kimi zaman da iradeye benzeyen değişken ve güçlü bir öğe. Gerilimle coşkuyu aynı anda aktaran Şans Müziği, her türlü kötülüğe ve haksızlığa uğrarken, bunların karşısında bizim de yapabileceğimiz küçük, ama değerli şeylerin öyküsü.
    Çeviren: Seçkin Selvi
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    LEVIATHAN
    Bu roman simgesel bir ad taşıyor: Leviathan (Tevrat'taki efsane ejderi) . Leviathan, bir kadının bulduğu bir adres defterinden kendisine bir kimlik seçmesiyle başlıyor. Ya da birden, hiç beklenmedik, sarsıcı bir ölümle. Ya da Aaron oturup en sevdiği arkadaşı Benjamin Sachs'ın öyküsünü anlatmaya başlayınca. Aaron, evliliğini kıskandığı, zekâsına hayran olduğu Sachs'ın öyküsünü anlatmak istiyor, çünkü Sachs'la ilgili soruşturmayı yürütenler onun için bir öykü uydurmadan önce kendisi doğruyu yakalamak istiyor. Belki bir kaza sonucu balkondan düşen ya da bilerek kendisi atlayan Sachs ortadan kaybolmuştur. Arada bir ortaya çıkarak deli saçması şeyler söyleyip sır olur. İlk kitaplarından bu yana bize rastlantı ile yazgının toslaştığı dünyalar yaratan, insanlardan uzak kahramanların ardısıra bizi gizemli, yürek burkucu yolculuklara çıkartan Paul Auster, bu yedinci romanında dostluk ve ihaneti, cinsel tutku ve yabancılaşmayı konu alıyor. Amerika'nın en özgün yazarlarından biri olan Paul Auster'dan bir polisiye gerilimine sahip ürpertici, ürpertici olduğu kadar eğlendirici, iç gıdıklayıcı ve içten içe yankılanan bir roman.
    Çeviren: Seçkin Selvi
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:

  • paul auster02.06.2004 - 12:27

    kitapları

    YALNIZLIĞIN KEŞFİ
    Yalnızlığın Keşfi adlı bu anı-romanın Görünmeyen Bir Adamın Portresi başlıklı bölümünde, yazar, babasının ölümünden sonraki duygularını ve anılarını anlatıyor; ikinci bölüm olan Anı Kitabı'nda ise mercek kendi babalık konumuna çevriliyor. Kendisinden ve gerçeklerden kaçan, varolmama' yı seçen babasının düz ve yavan kişiliği ile dünyayı sorgulayan ve onu kavramaya çalışan kendisi, romanın yaşamsal eksenini oluşturuyor. Yazar, baba-oğul söylencelerine yaptığı göndermelerle bu ilişkiyi yeniden irdelerken, yaşam, ölüm, bellek, dil üzerine de düşünmekte, öykülemenin ve yazmanın doğasındaki müthiş yalnızlığı bulgulamaktadır.
    Çeviren: İlknur Özdemir
    Can Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    CAM KENT - New York Üçlemesi 1
    'Her şey yanlış bir telefon numarasıyla başladı. Aranan kişi o değildi. Fakat aynı yanlışlık ertesi gece de yapıldı. Ve böylece oyun başladı. Kişi, aranan kendisi olmadığı halde, öyleymiş gibi davranırsa ne olur? Bu rastlantı onu nereye götürür? Rastlantıların onu götürdüğü yere sürüklenmeye neden razı olur? Bu soruların cevabı yok. Suda yayılan halkalar gibi birbirini izleyen olayların peşi sıra, kişinin ardına düştüğü şey, sonunda kendi hayatı, kendi geçmişi, içindeki ben, içindeki öteki olabilir.'
    Çeviren:Yusuf Eradam
    Metis Yayınları
    On-line Satın Alabilirsiniz:
    kitapyurdu.com http://www.kitapyurdu.com



    HAYALETLER - New York Üçlemesi 2
    İzleyen kim? İzlenen kim? İzleyen öykü anlatıcısı mı? Anlattığı öykü kimin öyküsü? Kendi öyküsü mü, izlediği kişinin mi? Peşinde olduğu kişinin geçmişini araştırırken kendine, kendi geçmişine yönelmesi neden? Giderek izlediği kişinin hayatına gömülürken kendi hayatını keşfe çıkması; izleyen iken izlenen olması; bütün bunlar bir tuzak mı yoksa? Bilinçli olarak yapılan kötü bir şaka mı? Hayaletlerin aklını karıştırmak için ona oynadıkları bir oyun mu?
    Çeviren: Fatih Özgüven
    Metis Yayınları

  • paul auster02.06.2004 - 12:25

    3 Şubat 1947’ de New York’ ta doğdu. Büyükbabası Amerika’ ya gelen ilk nesil Yahudi göçmenlerindendi. Yazı yazmaya 12 yaşında başladı. Columbia Üniversitesi’nde Fransız, İngiliz ve İtalyan edebiyatı okudu. 1970’ te, bir petrol tankerinde altı ay gemici olarak çalıştı. 1971’ de biriktirdiği parayla Fransa’ ya gitti; dört yıl boyunca şiir yazıp Fransızca’ dan çeviriler yaptı.1975’ te New York’ a dönüp, dört ince cilt halinde şiirlerini yayımladı. Kendi deyişi ile ' şairlerden başka kimse okumadı '. 1977' de oğlu doğdu. 1979, Auster için bir dönüm noktası oldu. Bu tarihte yürümeyen bir evliliği, küçük bir oğlu, kıt bir geliri olan, maddi ve manevi açıdan tıkanmış yazarın babası öldü. Evliliği bitti, yalnız kaldı ve babasından kalan miras sayesinde kendini yazmaya adadı. 1981 yılında, kendisi gibi yazar olan, Norveç asıllı Siri Hustvedt'le evlendi.Denemelerini ve şiirlerini çeşitli yayın organlarında yayınladı. Yirminci yüzyıl Fransız şiiri üzerine önemli bir antoloji yayınladı. 1982’ de Babası Samuel Auster’ i konu aldığı yaşamöyküsel romanı Yalnızlığın Keşfi'ni adlı ilk kitabını yazdı. Bugünkü ününe, City of Glass 1985, (Cam Kent) Ghosts 1986

    (Hayaletler) ve The Locked Room 1986 (Kilitli Oda) dan oluşan New York Üçlemesi ile kavuşan Auster’ ın eserleri 20 dile çevrilmiştir. New York üçlemesi, Ülkesi ABD’ den çok Avrupa’ da ses getirmişlerdir.

    Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak temsilcilerinden Paul Auster, 1986-1990 yılları arasında Princeton Üniversitesi’nde çeviri dersleri de vermiştir. Romancılık, şairlik, çevirmenlik, deneme ve senaryo yazarlığı gibi çeşitli yönlere sahip bir yazar olan Auster, eşi ve iki çocuğuyla New York'ta, Brooklyn'de oturmaktadır.

  • reenkarnasyon02.06.2004 - 12:10

    İnsan rûhu çok geniş ve basîttir. mânevî âlemleri her ne kadar fizikî olarak görmüyorsak, seslerini işitmiyorsak ve onlarla temas kurmuyorsak da, rûhumuz çok ender de olsa, gizli veya açık bu âlemlerle yakınlık kurabilmektedir. Bazen rüya yoluyla, bazen fazlaca gelişen bir duygumuzun açtığı bir pencere yoluyla, zaman zaman bu âlemlere yakınlaştığımız olur. Meselâ bazen rüyamızda berzah âlemine yaklaşır, ölmüş dedemizi görür ve onunla konuşuruz. Rüyamızda bazen mîsal âlemiyle temas kurarız, bazen cinler âlemine yaklaşırız, bazen de vukûu yaklaşan bir olayı kader âleminden farklı sembollerle görürüz. Hayâlimiz tüm gördüklerine bir şekil ve bir sûret biçer ve bizim için tanıdık şekillerle bize gösterir. Yorumu da bize kalır.

    Öte yandan, çok ender de olsa bazı insanların muhtemelen bir psikolojik rahatsızlık sebebiyle bazı duyguları, abartılı şekilde, yukarıda belirttiğimiz âlemlerden biriyle yakınlığını sürdürür. Bu yakınlığı, yaşadığı dünya âleminde yorumlamaya kalktığı zaman ise ortaya saçma sapan bir takım yorumlar çıkar. Geçmişte falanca yerde yaşamış olarak kendisini tanımlayan kimse, yukarıda bahsi geçen âlemlerden birisiyle fazlaca yakınlık kurmuş ve muhtemelen psikolojik dengesini bozmuş olduğundan isâbetsiz yorumlar yapmaktadır. Böyle kişiler ortaya çıkıp kendilerini ya başka bir insan bedeninde olduğunu, ya geçmişte de yaşadığını, ya da kendisini bir hayvan karakterinde hissettiğini söyleyebilmektedirler. Tedâvî olmaları gerekirken, yön değiştirip, reenkarnasyon meraklılarına malzeme olmaktadırlar. Medya da bunu kullanmaktadır.

    Diğer yandan, hak dinlerde var olan, Peygamber Efendimiz’in (asm) haber verdiği ve Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin yorumladığı gerçek şudur: Salih (iyi) ruhlar ölünce kabirlerinde kalmazlar, gökleri ve yerleri gezerler. Bir kısmı Cennete mahsus yeşil kuşların içinde, bir kısmı şehâdet âlemi de denen bu yaşadığımız âlemdeki kuşçukların ve sineklerin içlerinde gezerler ve o kuşçukların duygularıyla dünyayı temâşâ ederler, izlerler, tefekkür ederler. Bir kısım Cennet ehli kimseler, berzâh âleminde iken “Tuyurun hudrun” denilen yeşil kuşların içinde Cennette gezerler.1 Demek sâlih ruhlar serbesttirler; kabirlerinde mahpus olmuyorlar, yıldızlarda, dünyada ve değişik yerlerde Allah’ın izniyle diledikleri gibi geziyorlar.2

    Kanaatimize göre, ilkel dinlerdeki reenkarnasyon inancı, hemen her Peygamberle geçmişte insanlığa bildirilen “sâlih ruhların gezmesi” hakikatinin, yine insanlar eliyle deforme edilmiş, yani bozulmuş bir şeklidir. Mâlûm; babasız doğan Hazret-i İsa’ya “Allah’ın oğlu” diyecek kadar zaman zaman hoyratlaşan, akıldan, idrâktan, iz’andan ve insaftan uzaklaşan insan denen bu varlık sınıfı, hak dinlerin getirdiği gerçekleri bozmakta ve değiştirmekte çok maharet sergiledi. Hayatı seven, fakat sorumluluktan kaçan insanoğlu, sorumluluk getiren âhiret inancı yerine, sadece bir hayat ümidi veren reenkarnasyonu abartılı olarak benimsedi. Oysa âhiret inancı varken, reenkarnasyona sapmaya ne ihtiyaç var? Zaten âhirette hayat vardır!

    Unutulmamalıdır ki, çürük ve batıl inançların tek çâresi sağlam inançlardır. İslâmiyet’in ter ü tâze âhirete îmân akîdesi tüm batıl inançları ve tüm reenkarnasyon anlayışlarını kökünden yıkacak güçtedir.

    Nitekim Cenâb-ı Allah Kur’ân’da, “Biz ölüleri diriltiyoruz”3 demektedir. Bu diriliş rûhun kendi kişiliğinde ve müstakil hüviyetiyle dirilişinden başka bir şey değildir. Ne Kur’ân’da, ne de hadislerde reenkarnasyona haklılık verecek tek bir işâret yoktur.

    Evet, öldükten sonra hayat vardır; fakat ilkel iddiâcıların dediği gibi “başka bedenlere göçüş” şeklinde değil; Kur’ân’ın îlân ettiği gibi “müstakil diriliş” biçimindedir.

  • radyo02.06.2004 - 12:06

    Elektronik ve radyoculuğa meraklı olan kişilerin, kişisel bilgi, beceri ve deneyimlerini geliştirmek amacıyla yaptıkları haberleşmeye amatör telsizcilik denir. Elektronik alanında bir çok gelişmeye ön ayak olmuş amatör telsizcilerin bu çalışmalarını yapabilmeleri için gerekli alt yapıya sahip olmaları beklenmektedir. Bunun da ölçümü, amatör radyoculuk sınavı ve sınav sonucunda alınan lisanstır.

    Amatör bantlarda yapılacak bir dinleme ile dünyanın bir çok bölgesinden amatör radyocuların örneğin cihaz testi, anten üretimi ve yeni teknojilerinin uygulanması konusunda deneyim ve görüş alışverişinde bulunduğuna tanık olunacaktır. Aynı şekilde, bu tür görüşmelerle başlayan arkadaşlıklar, dostluklar da geliştirilmesi, insanlar arasındaki anlaşma ve barışa da hizmet etmektedir. Normal koşullar altında bir araya gelebilmeleri zor ya da olanaksız gibi görünen insanlar, amatör radyo istasyonları aracılığıyla öncelikli olarak elektronik olmak üzere, çeşitli konularda uzun söyleşi yapma olanağına da sahiptir. Dünyanın bir ucundaki diğer amatör radyocunun adı, nasıl bir donanıma sahip olduğu, deneyimleri ve bunların ötesinde, yaşadığı kentteki hava durumu, o bölge insanı ve iklimi hakkında bilgi sahibi olmamıza yardımcı olmaktadır.

    Ancak, amatör radyocuların görüşmelerini salt bu çerçeve ile sınırlamak da doğru olmayacaktır. Yine bantları karıştırdığımızda, hobileri konusunda söyleşenleri, çevre koruma konusunda sohbet edenleri de duymak olası. İlke olarak, başkasını rahatsız etmeyen ve yerel mevzuata aykırı düşmeyen konularda sohbet etmek mümkün. Ülkemizde 'C' sınıfı radyo amatörlerin 144 ve 433 MHz (2 metre ve 70 cm) bantlarında daha çok sohbet ettikleri söylenebilir. Özet olarak, geniş bir yayılma alanına sahip kısa dalga bantlarında çok uzun süren sohbetler, dar bantlarda özellikle çok büyük bir hoşgörüyle karşılanmayabilir, ama kimse de görüşmenizi kesmeniz için müdahale etmeyecektir.

    Uluslararası bantlarda, diğer amatör radyocularla görüşebilmek için, özellikle SSB'de, temel bir İngilizce bilgisine sahip olunması kaçınılmaz bir koşul. Elbette ki, örneğin Almanya'da yaşayan bir Türk amatör radyo istasyonuyla görüşecekseniz, bu şart gibi görünmeyebilir. Varsayın ki, konuşma aralığında başka bir istasyon, Türkçe bilmeyen bir istasyon, size katılmak isteyecek, belki sizden sinyal raporu isteyecek. 'do not speak english' şeklinde yanıt vermeniz, uygun olmayacak, hiç yanıt vermemeniz ise oldukça uygunsuz olacaktır. Bu türden olumsuzlukları yaşamamak için, en azından temel İngilizce bilinmesi gerekiyor. Bu da olmazsa, uluslararası Q kodlarınu kullanabilmeniz sizi rahatlatacaktır.

    Nasıl olsa SSB görüşmesi yapmayacağım, sadece 'maniple' yeni CW çalışacağım diyorsanız, kullanacağınız kısaltmaların arasında da temel İngilizce sözcükler olacaktır. İşte bu nedenlerden dolayıdır ki, amatör radyoculuk, kişilerin kendilerini sadece teknik alanda değil, yabancı dil bilgisi konusunda geliştirmelerine yardımcı olmaktadır.