Yaratıcısına kulluk etmek, yaratılanlara şefkatle muamelede bulunmak, yeryüzünü imar etmek, hak din olan İslâm’ı benimseyip yüzünü yaratıcısı olan Allah’a çevirmek, Allah’ın koyduğu sınırlara uyarak yaşamak, başkalarını iyiliğe teşvik edip kötülükten sakındırmak, yeryüzünde adaleti tesis etmek, müslüman olarak şahitlik ettiği dünya hayatını yine müslüman olarak tamamlamak ve en sonunda da razı olmuş ve razı olunmuş bir kul (Fecr 89 / 28) sıfatıyla, kalb-i selimle Rabbinin huzuruna çıkmak… İşte insanoğlunu bekleyen görev…
Başka hiçbir varlıkta olmayan akıl ve irade verilmiştir insana. İnsan, eşref-i mahlûkat olmuştur böylece. Bunun karşılığında da dağların bile taşıyamayıp altında kalmaktan korktuğu bir sorumluluğu üstlenmiştir (Ahzab 33 / 72). Bu görevini yerine getirebilmesi için göklerde ve yerde bulunan ne varsa hepsi de onun hizmetine verilmiştir.
Yüce yaratan, yarattıklarının her birine, kendilerine göre özellikler, bu özelliklere uygun görevler vermiş: Sıcaklık vermiş güneşe ve beraberinde ısıtma görevini elbette. Bereket vermiş toprağa ve tohumları yeşertme görevini de… Bülbüle hoş bir sada nasip etmiş, dinleyenlerin kulakları nasiplensin diye.
Dağlar, taşlar, ağaçlar, denizler, balıklar, çiçekler, böcekler, bulutlar, kuşlar, kelebekler, melekler, cinler, dünya, ay, güneş, yıldızlar, gezegenler… Canlı ve cansız, ne çok sayıda ve ne kadar farklı türde varlık yaratmış Rabbimiz! Bunların hepsine belli bir ölçü ve düzen vermiş, her birini ayrı ayrı hikmetlerle donatmış. Yaptıklarının hiçbiri boşu boşuna ve sebepsiz değil.
İlk insanla birlikte var olan din, insanın varoluşsal bir ihtiyacıdır. Hayatın nihaî anlamını bizlere öğreten, dünya ile ahiretin, akılla ruhun dengesini kurmamızı sağlayan, bireye iç huzuru kazandıran, topluma sevgi ve adalet getiren, bireysel ve toplumsal ödevlerini ibadet niteliğinde bir sorumluluğa dönüştüren hayatın bütününe yönelik öğütler toplamıdır. Seyyid Şerif Cürcânî’nin tanımıyla din, akıl sahiplerini Hz. Peygamber’in getirdiklerini kabule davet eden ilahî kanundur. Bu bakımdan insanın dine olan ihtiyacının yerinde ve doğru bilgiyle karşılanması oldukça önemlidir.
İnsanı en güzel şekilde yaratıp, üstün yeteneklerle donatmış olan Yüce Allah, ilahî hitabın muhatabı kılarak onu onurlandırmış ve bilmediğini öğreterek diğer varlıklar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltmiştir. Kendisine vermiş olduğu sayısız nimetlere karşılık ona büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Dünya hayatında ise yalnız bırakmamış, peygamberler ve kitaplar göndererek bu sorumluluğu yerine getirmede kendisine yol göstermiştir. Bu sayede insan inançsızlığın karanlığından çıkıp iman ve güzel ahlâkın aydınlığına kavuşma imkânı elde etmiştir. Göndermiş olduğu peygamberler ve kitaplarla da insanın ve toplumun nasıl yaşaması gerektiği hususu, “Din” ismi altında kurumsallaştırılmıştır.
islâm Dini, son hak din olduğu için hak dinin temel prensipleri kesin bir şekilde ortaya konarak, zamana ve mekana göre değişebilecek nitelikte hükümler, ilim adamlarının içtihatlarına bırakılmıştır. Müslümanlığın kıyamete kadar sürmesini ve her asırda hak din niteliğini devam ettirmesini sağlayan da bu niteliğidir.
İslâm’a giriş, imanla gerçekleşir. İman, Allah Teâlânın Hz.Muhammed’e indirdiği, o’nun da insanlara tebliğ ettiği kesin olarak belli olan şeylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktır. İmanın temelini, iste bu kabul ve onaylama oluşturur.
Din, Allah’a inanma ve kulluk etmedir.
Din, insanın Allah, tabiat ve diğer insanlarla ilişkilerini düzenleyerek hayatını anlamlandıran ve ona yön veren kurallar bütünüdür.
Yaratıcısına kulluk etmek, yaratılanlara şefkatle muamelede bulunmak, yeryüzünü imar etmek, hak din olan İslâm’ı benimseyip yüzünü yaratıcısı olan Allah’a çevirmek, Allah’ın koyduğu sınırlara uyarak yaşamak, başkalarını iyiliğe teşvik edip kötülükten sakındırmak, yeryüzünde adaleti tesis etmek, müslüman olarak şahitlik ettiği dünya hayatını yine müslüman olarak tamamlamak ve en sonunda da razı olmuş ve razı olunmuş bir kul (Fecr 89 / 28) sıfatıyla, kalb-i selimle Rabbinin huzuruna çıkmak… İşte insanoğlunu bekleyen görev…
Başka hiçbir varlıkta olmayan akıl ve irade verilmiştir insana. İnsan, eşref-i mahlûkat olmuştur böylece. Bunun karşılığında da dağların bile taşıyamayıp altında kalmaktan korktuğu bir sorumluluğu üstlenmiştir (Ahzab 33 / 72). Bu görevini yerine getirebilmesi için göklerde ve yerde bulunan ne varsa hepsi de onun hizmetine verilmiştir.
Yüce yaratan, yarattıklarının her birine, kendilerine göre özellikler, bu özelliklere uygun görevler vermiş: Sıcaklık vermiş güneşe ve beraberinde ısıtma görevini elbette. Bereket vermiş toprağa ve tohumları yeşertme görevini de… Bülbüle hoş bir sada nasip etmiş, dinleyenlerin kulakları nasiplensin diye.
Dağlar, taşlar, ağaçlar, denizler, balıklar, çiçekler, böcekler, bulutlar, kuşlar, kelebekler, melekler, cinler, dünya, ay, güneş, yıldızlar, gezegenler… Canlı ve cansız, ne çok sayıda ve ne kadar farklı türde varlık yaratmış Rabbimiz! Bunların hepsine belli bir ölçü ve düzen vermiş, her birini ayrı ayrı hikmetlerle donatmış. Yaptıklarının hiçbiri boşu boşuna ve sebepsiz değil.
İlk insanla birlikte var olan din, insanın varoluşsal bir ihtiyacıdır. Hayatın nihaî anlamını bizlere öğreten, dünya ile ahiretin, akılla ruhun dengesini kurmamızı sağlayan, bireye iç huzuru kazandıran, topluma sevgi ve adalet getiren, bireysel ve toplumsal ödevlerini ibadet niteliğinde bir sorumluluğa dönüştüren hayatın bütününe yönelik öğütler toplamıdır. Seyyid Şerif Cürcânî’nin tanımıyla din, akıl sahiplerini Hz. Peygamber’in getirdiklerini kabule davet eden ilahî kanundur. Bu bakımdan insanın dine olan ihtiyacının yerinde ve doğru bilgiyle karşılanması oldukça önemlidir.
İnsanı en güzel şekilde yaratıp, üstün yeteneklerle donatmış olan Yüce Allah, ilahî hitabın muhatabı kılarak onu onurlandırmış ve bilmediğini öğreterek diğer varlıklar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltmiştir. Kendisine vermiş olduğu sayısız nimetlere karşılık ona büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Dünya hayatında ise yalnız bırakmamış, peygamberler ve kitaplar göndererek bu sorumluluğu yerine getirmede kendisine yol göstermiştir. Bu sayede insan inançsızlığın karanlığından çıkıp iman ve güzel ahlâkın aydınlığına kavuşma imkânı elde etmiştir. Göndermiş olduğu peygamberler ve kitaplarla da insanın ve toplumun nasıl yaşaması gerektiği hususu, “Din” ismi altında kurumsallaştırılmıştır.
islâm Dini, son hak din olduğu için hak dinin temel prensipleri kesin bir şekilde ortaya konarak, zamana ve mekana göre değişebilecek nitelikte hükümler, ilim adamlarının içtihatlarına bırakılmıştır. Müslümanlığın kıyamete kadar sürmesini ve her asırda hak din niteliğini devam ettirmesini sağlayan da bu niteliğidir.
İslâm’a giriş, imanla gerçekleşir. İman, Allah Teâlânın Hz.Muhammed’e indirdiği, o’nun da insanlara tebliğ ettiği kesin olarak belli olan şeylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktır. İmanın temelini, iste bu kabul ve onaylama oluşturur.