Bir müslüman hayatın her anında Allah’ın kendisini gördüğü, hep yanında olduğu bilinci ile yaşamalıdır. Yalnızken, evde, okulda, sokakta, alışverişte, oyunda, çalışma anında, öfkede, sevgide, şefkatte, kısacası her zaman ve her yerde... İslâm’da ruh terbiyesi tam da bu anlayışla bağlantılıdır. Müminin niyeti sadık, yolu ve gayesi de sahih olursa bütün hayatı ibadete dönüşür.
Münafıklar İslâm toplumu için kâfirlerden daha tehlikelidirler. Zira iki yüzlü davrandıkları için tanınmaları mümkün değildir. İçten içe müslüman toplumun huzur ve düzenini bozarlar. Bu yüzden âhiretteki cezaları da kâfirlerinkinden daha şiddetlidir.
Kişinin mümin olması onda birtakım özelliklerin gelişmesi sonucunu doğurur. Örneğin, mümin bir kişi, Allah ve resûlüne(s.a.s.) düşman olanlarla dostluk etmez. Kazandıklarından Allah yolunda harcar. Namazını kılar, orucunu tutar. Allah’tan başkasına boyun eğmez, yalnızca Rabbine güvenir. Diğer insanlara iyiliği tavsiye eder, kötülüklere engel olmaya çalışır. Allah’ın âyetleri okunduğunda müminin imanı artar, Allah’ın adı anıldığında yüreği titrer. Bu özelliklere sahip mümin âhirette cennet ve oradaki pek çok güzel nimetle mükâfatlandırılır.
Bir kimse kelime-i tevhidi veya kelime-i şehâdeti söylediği zaman hem insanlarla olan ilişkilerinde hem de Allah ile olan ilişkisinde müslüman muamelesi görmeye hak kazanır. Yüce Rabbimiz bu sözü söyleyen ve bu sözle üstlendiği sorumlulukları yerine getiren kimseleri cennetine alacağını, onları sonsuz mutluluk ve ebedî kurtuluşla mükâfatlandıracağını müjdelemektedir
Bir insanın imanında zirve noktaya ulaşması için kalben tasdik edip dil ile ikrar ettiği hususları yaşantısında da uygulaması gerekir. Kişiyi hem Allah katında hem de insanlar arasında değerli kılan şey kalbiyle dilinin, özüyle sözünün bir olmasıdır.
İnsan, yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek için yaratılmıştır. Ancak ve ancak bu yaratılış gayesine uygun hareket ederse ebedî saadete ulaşabilir. Bu bakımdan insanın iman etmesi ve bu imanını son nefesine kadar kaybetmeden muhafaza etmesi, dünyadan ve dünya içindeki her şeyden daha kıymetlidir.
Din duygusu insanda doğuştan mevcuttur. İnsanın sahip olduğu bu din duygusu, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den itibaren ilâhî vahiy ile de desteklenmiştir. Çünkü sadece bu duyguya dayanarak dünyadaki varlık sebebimizi ve görevlerimizi, Allah’ın emir ve yasaklarını bilmemiz mümkün olamazdı. Allah, bu konuları aydınlatmak için peygamberler göndermiş, onlar aracılığıyla vahyini biz insanlara ulaştırmıştır.
Din, Allah tarafından peygamberler aracılığı ile akıl sahibi insanlara gönderilen, onları kendi tercihleri ile dünya ve âhiret saadetine ulaştıran ilâhî kurallar bütünüdür.
Bir müslüman hayatın her anında Allah’ın kendisini gördüğü, hep yanında olduğu bilinci ile yaşamalıdır. Yalnızken, evde, okulda, sokakta, alışverişte, oyunda, çalışma anında, öfkede, sevgide, şefkatte, kısacası her zaman ve her yerde... İslâm’da ruh terbiyesi tam da bu anlayışla bağlantılıdır. Müminin niyeti sadık, yolu ve gayesi de sahih olursa bütün hayatı ibadete dönüşür.
Münafıklar İslâm toplumu için kâfirlerden daha tehlikelidirler. Zira iki yüzlü davrandıkları için tanınmaları mümkün değildir. İçten içe müslüman toplumun huzur ve düzenini bozarlar. Bu yüzden âhiretteki cezaları da kâfirlerinkinden daha şiddetlidir.
Kişinin mümin olması onda birtakım özelliklerin gelişmesi sonucunu doğurur. Örneğin, mümin bir kişi, Allah ve resûlüne(s.a.s.) düşman olanlarla dostluk etmez. Kazandıklarından Allah yolunda harcar. Namazını kılar, orucunu tutar. Allah’tan başkasına boyun eğmez, yalnızca Rabbine güvenir. Diğer insanlara iyiliği tavsiye eder, kötülüklere engel olmaya çalışır. Allah’ın âyetleri okunduğunda müminin imanı artar, Allah’ın adı anıldığında yüreği titrer. Bu özelliklere sahip mümin âhirette cennet ve oradaki pek çok güzel nimetle mükâfatlandırılır.
Bir kimse kelime-i tevhidi veya kelime-i şehâdeti söylediği zaman hem insanlarla olan ilişkilerinde hem de Allah ile olan ilişkisinde müslüman muamelesi görmeye hak kazanır. Yüce Rabbimiz bu sözü söyleyen ve bu sözle üstlendiği sorumlulukları yerine getiren kimseleri cennetine alacağını, onları sonsuz mutluluk ve ebedî kurtuluşla mükâfatlandıracağını müjdelemektedir
Bir insanın imanında zirve noktaya ulaşması için kalben tasdik edip dil ile ikrar ettiği hususları yaşantısında da uygulaması gerekir. Kişiyi hem Allah katında hem de insanlar arasında değerli kılan şey kalbiyle dilinin, özüyle sözünün bir olmasıdır.
İnsan, yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek için yaratılmıştır. Ancak ve ancak bu yaratılış gayesine uygun hareket ederse ebedî saadete ulaşabilir. Bu bakımdan insanın iman etmesi ve bu imanını son nefesine kadar kaybetmeden muhafaza etmesi, dünyadan ve dünya içindeki her şeyden daha kıymetlidir.
Din insanın aklına, kalbine ve ruhuna hitap ederek davranışlarını insanîleştirir, nefsini temizlemesine yardımcı olur.
Din duygusu insanda doğuştan mevcuttur. İnsanın sahip olduğu bu din duygusu, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den itibaren ilâhî vahiy ile de desteklenmiştir. Çünkü sadece bu duyguya dayanarak dünyadaki varlık sebebimizi ve görevlerimizi, Allah’ın emir ve yasaklarını bilmemiz mümkün olamazdı. Allah, bu konuları aydınlatmak için peygamberler göndermiş, onlar aracılığıyla vahyini biz insanlara ulaştırmıştır.
Din, Allah’ın emir ve tavsiyeleriyle çizdiği bir yol, takip etmemizi istediği bir hayat tarzıdır.
Din, Allah tarafından peygamberler aracılığı ile akıl sahibi insanlara gönderilen, onları kendi tercihleri ile dünya ve âhiret saadetine ulaştıran ilâhî kurallar bütünüdür.