Dua ederken kabul edilip edilmeyeceği konusunda tereddüt veya şüphe etmemeliyiz. Allah’tan samimi olarak bir şey istediğimizde bunun mutlaka kabul edileceği düşüncesini taşımalıyız. “Ben dua ettim ama kabul edilmedi” gibi yanlış düşünceler şeytanın kandırmacasıdır. Peygamberimiz(s.a.s.) duanın kabul edilmesiyle ilgili olarak bize altın bir anahtar verir: “Dua eden kimse şu üç durumdan birinde bulunur: Ya duası kabul edilir ya ileride kabul edilir ya da yaptığı dua günahlarına kefâret olur” (Muvatta, “Kur’an”, 8).
Helâl ve temiz şeyler için dua etmeliyiz. Allah’tan haram, yasak ve kötü şeyler dilemek hem duanın ruhuna ve amacına hem de kulluğumuza aykırıdır. Ayrıca haram olanlar istenmediği gibi haram işler yaparak da dua edilmez. Haram kazançlarla elde edilmiş şeylerle birlikte iken dua etmek duanın kabul edilmesine de engeldir. Peygamberimiz(s.a.s.) bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: “Bir kişi ellerini semaya kaldırır ve ‘Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!’ diye yalvarır. Halbuki yediği haram, giydiği haramdır. Haramla beslenmiştir. Bu adamın duası nasıl kabul edilecek?” (Müslim, “Zekât”, 19).
Her zaman dua edebiliriz. İnsan, Allah’a her zaman yönelmeli, ondan her zaman istekte bulunabilmelidir. Genişlikte ve darlıkta, zenginlikte ve fakirlikte, gençlikte ve ihtiyarlıkta, sevinçliyken ve üzüntülüyken, sağlıkta ve hastalıkta, kısacası her durumda dua etmeliyiz. Allah sadece sıkıntılı anlarda dua edenleri bakın nasıl kınamaktadır: “İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur” (Fussilet 41 / 51).
Dua etmek âcizliğimizi dile getirmektir. Dua eden kişi alçakgönüllü olmayı, şeytanın en önemli özelliği olan kibir ve büyüklenmekten uzak durmayı öğrenmiş olur. Dua, kalemsiz ve kâğıtsız olarak dileklerimizi doğrudan Allah’a ilettiğimiz dilekçelerimizdir. Dua ederken Allah ile aramıza hiçbir kimseyi aracı kılmadığımız için İslâm inancının temeli olan “tevhid”, yani Allah’ın bir olduğu ilkesini de ortaya koymuş oluruz.
Dua, bizi mânevî ve psikolojik açıdan geliştirir. Hiçbir zaman yalnız olmadığımızı dua ederek hissederiz. Dua, Allah ile kurduğumuz bağı güçlendirdiği gibi zorda kaldığımız durumlarda Allah’ın bize yardım edeceği duygusunu kazandırarak ümitsizliğe kapılmamıza engel olur. Dua, yalnızlık korkusuna, umutsuzluk uçurumuna, sıkıntı karanlığına, günahın ağırlığına karşı müminin devası ve ışığıdır.
Dua, insanın yalnızca kendisi için gerçekleştirdiği bir eylem değildir. Kendimiz için dua ettiğimiz gibi başkaları için de dua ederiz. Hatta sadece insanlar için değil, canlı cansız bütün varlıklar için dua ederiz. Bu yönüyle dua, gerek diğer insanlarla gerekse canlı cansız bütün varlıklarla daha güçlü ilişkiler kurmamızı sağlar, onlara karşı hissettiğimiz sevgiyi çoğaltır, aramızdaki yakınlığı arttırır. “Bereket versin!”, “Allah şifa versin!”, “Hayırlı yolculuklar!”, “Eline sağlık!”, “Allah rahmet etsin!”, “Kolay gelsin!” gibi ifadeler başka insanlar için yaptığımız dualara birer örnektir.
Dua etmek, hiçbir şey yapmadan, elimiz kolumuz bağlı oturup ihtiyaçlarımızı peşpeşe sıralayarak Allah’tan sadece “istemek” değildir. Elbette ihtiyaç duyduğumuz şeyleri Allah’tan isteyeceğiz. Ancak elimizden gelenleri yapmak, imkânlarımızı kullanmak da fiilî bir duadır. Dua etmek, “Ben dua ettim” diyerek üstümüzden sorumluluğu atmak, ihmalkârlığa kapılmak değildir.
Dua, Allah’a yalvarma, yakarma, ondan maddî ya da mânevî bir şeyler istemektir. Dua, Allah ile kul arasında bir iletişim yoludur. Aslında genel anlamıyla bütün ibadetler birer duadır. Namaz kılarak, oruç tutarak, zekât vererek, hac yaparak dua etmiş oluruz. Bunun dışında bir de daha dar ve özel anlamıyla dua vardır. Bu anlamıyla dua, kulun ihtiyacı olan şeyleri yaratıcısından istemesi, derdini ve sıkıntısını gidermesini talep etmesi, verdiği nimetler için O’na şükretmesi, O’ndan günahlarını affetmesini dilemesidir. Dua, yaratıcısı Allah’ın yüceliği, cömertliği, zenginliği ve kudreti karşısında insanın, kendi küçüklüğünü, çaresizliğini, mahrumiyetini ve âcizliğini hissedip ifade etmesinin bir şeklidir.
Allah adına kesilen kurbanın eti hiçbir şekilde israf edilmemelidir. Kesilen kurbanın etini kişi dilediği gibi kullanabilir. Ancak Peygamberimiz(s.a.s.) üçe bölünmesini tavsiye etmiştir. Bu durumda üçte biri ev halkı için ayrılır; üçte biri fakir ve ihtiyaç sahiplerine verilir; kalan üçte biri de akraba, komşu ve misafirlere ikram edilir.
Dinimize göre kurban kesen kişiler hayvana şefkatle davranmalı, ona eziyet verebilecek davranışlardan sakınmalıdır. Kurbanı bu iş için ayrılmış özel yerlerde kesmek en uygun yoldur. Kurbanı kestikten sonra her yer iyice temizlenmeli ve kurbanın kullanılmayan kısımları toprağa derince gömülmelidir. Allah rızası için bir ibadet yerine getirilirken başka insanlara rahatsızlık verilmemelidir. Hiçbir ibadet başkalarına eziyet etmeye izin vermez. Zira kurban etmek sadece bir hayvanın boğazını kesip kanını akıtmak değildir. Kurbanın oluşturduğu dayanışma ve kardeşlik duygularının olgunlaşması demektir.
Dua ederken kabul edilip edilmeyeceği konusunda tereddüt veya şüphe etmemeliyiz. Allah’tan samimi olarak bir şey istediğimizde bunun mutlaka kabul edileceği düşüncesini taşımalıyız. “Ben dua ettim ama kabul edilmedi” gibi yanlış düşünceler şeytanın kandırmacasıdır. Peygamberimiz(s.a.s.) duanın kabul edilmesiyle ilgili olarak bize altın bir anahtar verir: “Dua eden kimse şu üç durumdan birinde bulunur: Ya duası kabul edilir ya ileride kabul edilir ya da yaptığı dua günahlarına kefâret olur” (Muvatta, “Kur’an”, 8).
Helâl ve temiz şeyler için dua etmeliyiz. Allah’tan haram, yasak ve kötü şeyler dilemek hem duanın ruhuna ve amacına hem de kulluğumuza aykırıdır. Ayrıca haram olanlar istenmediği gibi haram işler yaparak da dua edilmez. Haram kazançlarla elde edilmiş şeylerle birlikte iken dua etmek duanın kabul edilmesine de engeldir. Peygamberimiz(s.a.s.) bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: “Bir kişi ellerini semaya kaldırır ve ‘Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!’ diye yalvarır. Halbuki yediği haram, giydiği haramdır. Haramla beslenmiştir. Bu adamın duası nasıl kabul edilecek?” (Müslim, “Zekât”, 19).
Her zaman dua edebiliriz. İnsan, Allah’a her zaman yönelmeli, ondan her zaman istekte bulunabilmelidir. Genişlikte ve darlıkta, zenginlikte ve fakirlikte, gençlikte ve ihtiyarlıkta, sevinçliyken ve üzüntülüyken, sağlıkta ve hastalıkta, kısacası her durumda dua etmeliyiz. Allah sadece sıkıntılı anlarda dua edenleri bakın nasıl kınamaktadır: “İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur” (Fussilet 41 / 51).
Dua etmek âcizliğimizi dile getirmektir. Dua eden kişi alçakgönüllü olmayı, şeytanın en önemli özelliği olan kibir ve büyüklenmekten uzak durmayı öğrenmiş olur. Dua, kalemsiz ve kâğıtsız olarak dileklerimizi doğrudan Allah’a ilettiğimiz dilekçelerimizdir. Dua ederken Allah ile aramıza hiçbir kimseyi aracı kılmadığımız için İslâm inancının temeli olan “tevhid”, yani Allah’ın bir olduğu ilkesini de ortaya koymuş oluruz.
Dua, bizi mânevî ve psikolojik açıdan geliştirir. Hiçbir zaman yalnız olmadığımızı dua ederek hissederiz. Dua, Allah ile kurduğumuz bağı güçlendirdiği gibi zorda kaldığımız durumlarda Allah’ın bize yardım edeceği duygusunu kazandırarak ümitsizliğe kapılmamıza engel olur. Dua, yalnızlık korkusuna, umutsuzluk uçurumuna, sıkıntı karanlığına, günahın ağırlığına karşı müminin devası ve ışığıdır.
Dua, insanın yalnızca kendisi için gerçekleştirdiği bir eylem değildir. Kendimiz için dua ettiğimiz gibi başkaları için de dua ederiz. Hatta sadece insanlar için değil, canlı cansız bütün varlıklar için dua ederiz. Bu yönüyle dua, gerek diğer insanlarla gerekse canlı cansız bütün varlıklarla daha güçlü ilişkiler kurmamızı sağlar, onlara karşı hissettiğimiz sevgiyi çoğaltır, aramızdaki yakınlığı arttırır. “Bereket versin!”, “Allah şifa versin!”, “Hayırlı yolculuklar!”, “Eline sağlık!”, “Allah rahmet etsin!”, “Kolay gelsin!” gibi ifadeler başka insanlar için yaptığımız dualara birer örnektir.
Dua etmek, hiçbir şey yapmadan, elimiz kolumuz bağlı oturup ihtiyaçlarımızı peşpeşe sıralayarak Allah’tan sadece “istemek” değildir. Elbette ihtiyaç duyduğumuz şeyleri Allah’tan isteyeceğiz. Ancak elimizden gelenleri yapmak, imkânlarımızı kullanmak da fiilî bir duadır. Dua etmek, “Ben dua ettim” diyerek üstümüzden sorumluluğu atmak, ihmalkârlığa kapılmak değildir.
Dua, Allah’a yalvarma, yakarma, ondan maddî ya da mânevî bir şeyler istemektir. Dua, Allah ile kul arasında bir iletişim yoludur. Aslında genel anlamıyla bütün ibadetler birer duadır. Namaz kılarak, oruç tutarak, zekât vererek, hac yaparak dua etmiş oluruz. Bunun dışında bir de daha dar ve özel anlamıyla dua vardır. Bu anlamıyla dua, kulun ihtiyacı olan şeyleri yaratıcısından istemesi, derdini ve sıkıntısını gidermesini talep etmesi, verdiği nimetler için O’na şükretmesi, O’ndan günahlarını affetmesini dilemesidir. Dua, yaratıcısı Allah’ın yüceliği, cömertliği, zenginliği ve kudreti karşısında insanın, kendi küçüklüğünü, çaresizliğini, mahrumiyetini ve âcizliğini hissedip ifade etmesinin bir şeklidir.
Allah adına kesilen kurbanın eti hiçbir şekilde israf edilmemelidir. Kesilen kurbanın etini kişi dilediği gibi kullanabilir. Ancak Peygamberimiz(s.a.s.) üçe bölünmesini tavsiye etmiştir. Bu durumda üçte biri ev halkı için ayrılır; üçte biri fakir ve ihtiyaç sahiplerine verilir; kalan üçte biri de akraba, komşu ve misafirlere ikram edilir.
Dinimize göre kurban kesen kişiler hayvana şefkatle davranmalı, ona eziyet verebilecek davranışlardan sakınmalıdır. Kurbanı bu iş için ayrılmış özel yerlerde kesmek en uygun yoldur. Kurbanı kestikten sonra her yer iyice temizlenmeli ve kurbanın kullanılmayan kısımları toprağa derince gömülmelidir. Allah rızası için bir ibadet yerine getirilirken başka insanlara rahatsızlık verilmemelidir. Hiçbir ibadet başkalarına eziyet etmeye izin vermez. Zira kurban etmek sadece bir hayvanın boğazını kesip kanını akıtmak değildir. Kurbanın oluşturduğu dayanışma ve kardeşlik duygularının olgunlaşması demektir.