Bir fârisî risâleden terceme olunmuşdur: Hazret-i Süleymân “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm” bir gün, deniz kenârında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenârına ulaşdı. Sudan bir kurbağa çıkdı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü. Karıncadan sordular ki, bunun hikmeti nedir. Karınca cevâb verdi ki, bu deryânın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir taş halk etmişdir. O taşın arasında [içinde] bir kurdcağız [böcek] halk etmişdir. Beni onun rızkına sebeb etmişdir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenârına ulaşdırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbağa sûretinde yaratdığı bir meleği o rızkı benden alır, o kurdcağıza [böceğe] verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile, fasîh dil ile söyler ki; Sübhânallah ki, beni halk etdi, deniz ortasında ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümîdsiz etme!
(Mesâbîh) kitâbında, o bâbın haseninde, Amr bin Kays “radıyallahü anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Biz dünyâya gelmekde âhirleriz [sondayız]. Kıyâmet gününde, Cennete girmekde ve sâir fazîletlerde sâbıklarız [öndeyiz]. Söyliyeceğim sözler ile öğünmüyorum. İbrâhîm Halîlullah, Mûsâ Kelîmullahdır ve ben Habîbullahım. Kıyâmet günü livâ-i hamd benim elimdedir. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bana va’d etdi ümmetimin şânında ve onları üç şeyden halâs etdi. Umûmî kıtlıkdan, düşmanın temâmen helâk etmesinden, dalâlet üzerine birleşmelerinden korudu.)
(Mesâbîh)de hasen olarak nakl olunan hadîs-i şerîfin akabinde, Ebû Mâlik-el Eş’arî “radıyallahü anh” hazretlerinden nakl edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Muhakkak Allahü teâlâ azze ve celle sizi üç hasletden afv etdi.) (Mefâtih) sâhibi “rahimehullahü teâlâ” demişdir ki, (Hadîs-i şerîfde geçen hılâl kelimesi, haslet ma’nâsına gelen, “Halk” kelimesinin çoğuludur. Ya’nî Allahü teâlâ azze ve celle, ikrâm ederek, sizi üç zarardan korudu. Peygamberiniz sizin üzerinize beddüâ etmez. Yoksa, cümleniz helâk olursunuz. Ehl-i bâtıl ehl-i Hak üzerine gâlib olmaz. Türpüştî “rahimehullah” demişdir ki, buradan ehl-i hakkın temâmen ortadan silinmiyeceği, hiç olmazsa bir cemâ’atin dâimâ bulunacağı anlaşılır. Çünki, Allahü teâlâ, Resûlüne bu dîni kıyâmete kadar koruyacağına söz vermişdir [kefîl olmuşdur]. Üçüncüsü, dalâlet üzerine birleşmenizden korudu.)
(Mesâbîh) kitâbında aynı bâbda hasen hadîs olarak bildiriliyor. Habbâb bin Eret “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri nemâz kıldı ve nemâzı uzatdı. [Ya’nî uzun okuyarak kıldı.] Dediler; yâ Resûlallah! Bir nemâz kıldın ki, böyle uzun nemâz kılmamış idin. Buyurdular ki: (Evet, bu nemâz rağbet ve heybet nemâzıdır!) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmişdir: Bir nemâzdır ki, onda Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine rağbet vardır. Ya’nî Allahü teâlâ hazretlerinden korku vardır. Ya’nî hudû’ ve huşû’ vardır. Bu ümmete şunu öğretmekdedir ki, onlara bir yaramazlık [musîbet] ulaşsa, Allahü teâlâ hazretlerinden korkarak ve ona sığınarak, nemâz kılsınlar. Böylece, o zarar, Allahü teâlâ hazretlerinin fadlı ve rahmeti ile ondan gitsin. Lutf ve keremiyle maksadları hâsıl olur. (Ben Allahü teâlâ hazretlerinden, ümmetim için üç şey istedim. İkisini bana verdi. [Kendilerine] kendi nefslerinden başka düşman musallat etmemesini, umûmî kıtlık ile helâk etmemesini istedim; bana verdi. Ba’zısının ba’zısına zarar vermemesini ve katl etmemesini istedim. Bunu benden men’ etdi.)
(Mesâbîh) kitâbında, Havz ve şefâ’at bâbında, sahîh hadîs olarak nakl olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak, benim havzımın iki ucunun arası Île ile Aden arasındaki mesâfeden uzakdır. Île bir beldedir ki bahr-i ahmer [Kızıldeniz]in Şâm tarafındadır. Oradan Adene birbuçuk aylık mikdârı yol olur. Muhakkak onun bardaklarının sayısı yıldızlardan çokdur. Bir kimse kendi havzına başkalarının develerinin girmesine nasıl mâni’ olursa, ben de ümmetimden başkalarını havzımdan men’ ederim.) Dediler, yâ Resûlallah, Siz bizi bilir misin? Buyurdular ki, (Evet, sizi bilirim. Sizin için bir alâmet olur ki, başka ümmetlerde olmaz. Siz, yüzleriniz, elleriniz ve ayaklarınız, abdestin eserinden ak [nûrlu] olduğunuz hâlde gelirsiniz.)
(Müslim şerhi)nde beyân olunmuş ki, hadîs-i şerîfde (Siz) hitâbları, bütün ümmetdir. Birincide, ehl-i Cennetin dörtde biri siz olursunuz, buyurdu. İkincide buyurdu, üçde bir olursunuz. Üçüncüde buyurdu, yarısı olursunuz. (Müslim şerhi)nde buyurdu: (İnsanlar arasında siz) hitâbı, müslimânlaradır. İnsanlardan murâd kâfirlerdir. Ba’zı rivâyetlerde, entüm (siz) yerine elmüslimûn tasrîh etmişdir (müslimânlar buyurmuşdur). Ve finnâs (insanlar) yerine fil küffâr tasrîh etmişdir (kâfirler buyurmuşdur). Selmâsî “rahimehullah” beyân etmiş ki, (Sizin bütün insanlara nisbetle, azlık bakımından durumunuz, beyâz bir öküzün üzerinde bulunan bir siyâh kıl gibidir. Bu derece az olmanıza rağmen ehl-i Cennetin yarısı olursunuz.)
(Mesâbîh) kitâbında, Îsâ aleyhisselâmın nüzûlü [gökden inmesi] bâbında, sahîh hadîs olarak bildirilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Îsâ bin Meryem “aleyhisselâm” gökden iner. Mü’minlerin emîri, hazret-i Îsâya gel bize imâm ol, der. Hazret-i Îsâ buyurur, sizin ba’zınız ba’zınız üzerine emîrsiniz.) Denildi ki, yâ Resûlallah, niçin o zemânda Allahü teâlâ müslimânlar üzerine emîri kendilerinden yapar. Buyurdular ki, (Bu ümmetin emîrlerini kendilerinden kılmak, bu ümmete ikrâmdır ve şânlarının büyüklüğündendir.)
(Ravda-tül-ülemâ) kitâbının Cum’a faslı bâbında nakl edilmişdir. Bize imâm-ı Nasr-ül Harbî üstâdı Amr bin Şu’aybdan, o babasından, o da dedesinden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bir âlem vardır ki, beydâ ve melsâdır [beyâz ve düzdür]. Gümüş gibidir. Bu dünyânın yedi büyüklüğünde ve melekler ile doludur. O şeklde ki bir iğne atsan yere düşmez. Belki meleklerin üzerine düşer. Onlardan her bir melek, elinde bir alem [bayrak] vardır ki, üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılmışdır. Her bir Cum’a gecesi toplanırlar. O alemin etrâfında Allahü tebâreke ve teâlâyı tedarru’ ederler. Ümmet-i Muhammedin selâmeti üzerine düâ ederler. Sabâh oluncaya kadar derler ki, yâ Rabbî! Ümmet-i Muhammede acı! Onlara azâb etme! Çünki, sabâh olup, kıyâmetden emîn olurlar. (Yâ Rabbî! Gusl edenleri, Cum’aya hâzırlananları afv eyle, istediklerini bağışla!) diye düâ ederler. Rivâyet eden der ki, alemlerin [bayraklarının] uzunluğu kırk fersâh olur. Düâ etdiklerinde, ağlıyarak seslerini yükseltirler. Rabbil’âlemîn onlara ne istersiniz diye buyurur. Derler ki, ümmet-i Muhammedi afv etmeni isteriz. Allahü teâlâ ve tekaddes, (onları afv etdim) buyurur.)
(Ravda-tül-ulemâ) kitâbının aynı bâbında; Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kavl-i şerîfinde [Hicr sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde] meâlen, (Kâfirler, dünyâda hezîmet, yâhud ölüm ânında, kıyâmet azâbı vukû’unda, müslimân olmaklığı temennî ederler. Denildi ki, kâfirler Cehennemde mü’minlerin günâhkârlarını görüp, siz müslimânlar iken Cehennemdesiniz. İslâmınız size ne fâide etdi derler. Bir zemân sonra, Allahü teâlânın fadlı ve rahmeti ile o müslimânlar nârdan çıkıp, Cennete gitdiklerinde, kâfirler o vakt ne olaydı, biz de ehl-i islâmdan olaydık, derler) buyuruldu. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu ki, bu ümmetden bir tâife sırat üzerinde habs olunur. Hâlbuki, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete dâhil olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Cennete girdikden sonra, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sıratda kalan tâifenin nâr [Cehennem]dan tarafa gönderilmesini ve (Mâlik)e teslîmini emr eder.
Bir fârisî risâleden terceme olunmuşdur: Hazret-i Süleymân “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm” bir gün, deniz kenârında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenârına ulaşdı. Sudan bir kurbağa çıkdı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü. Karıncadan sordular ki, bunun hikmeti nedir. Karınca cevâb verdi ki, bu deryânın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir taş halk etmişdir. O taşın arasında [içinde] bir kurdcağız [böcek] halk etmişdir. Beni onun rızkına sebeb etmişdir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenârına ulaşdırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbağa sûretinde yaratdığı bir meleği o rızkı benden alır, o kurdcağıza [böceğe] verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile, fasîh dil ile söyler ki; Sübhânallah ki, beni halk etdi, deniz ortasında ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümîdsiz etme!
Sûre-i Enbiyânın sonunda [105.ci âyet-i kerîmesinde meâlen], (Biz Tevrâtdan sonra, Dâvüdün Zebûrunda yazdık ki, arz-ı Cennete benim sâlih kullarım vâris olur!) buyurulmakdadır. Bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde Muhyissünne İmâm-ı Begavî “rahimehullah” hazretleri (Me’âlimüt-tenzîl) kitâbında buyurmuşdur: Sa’îd bin Cübeyr “radıyallahü teâlâ anh” ve Mücâhid “rahimehullah” buyurmuşlar ki, Zebûr, gökden indirilen kitâblardandır. Zikr, ümm-ül kitâbdır; Allahü teâlâ hazretlerinin katındadır. (Bundan sonra onun zikri levh-i mahfûzda yazıldı) demekdir. Şübhesiz ki, yeryüzü sâlih kullara mîrâs bırakılır. Mücâhid dedi ki, ümmet-i Muhammed vârisdirler. Delîli, Allahü teâlâ kavl-i şerîfinde [Zümer sûresi 74.cü âyetinde meâlen], (Allahü teâlâya hamd olsun ki, bize va’dini yerine getirdi. Bizi arza [Cennete] vâris kıldı!) buyurmuşdur.
(Mesâbîh) kitâbında, o bâbın haseninde, Amr bin Kays “radıyallahü anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Biz dünyâya gelmekde âhirleriz [sondayız]. Kıyâmet gününde, Cennete girmekde ve sâir fazîletlerde sâbıklarız [öndeyiz]. Söyliyeceğim sözler ile öğünmüyorum. İbrâhîm Halîlullah, Mûsâ Kelîmullahdır ve ben Habîbullahım. Kıyâmet günü livâ-i hamd benim elimdedir. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bana va’d etdi ümmetimin şânında ve onları üç şeyden halâs etdi. Umûmî kıtlıkdan, düşmanın temâmen helâk etmesinden, dalâlet üzerine birleşmelerinden korudu.)
(Mesâbîh)de hasen olarak nakl olunan hadîs-i şerîfin akabinde, Ebû Mâlik-el Eş’arî “radıyallahü anh” hazretlerinden nakl edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Muhakkak Allahü teâlâ azze ve celle sizi üç hasletden afv etdi.) (Mefâtih) sâhibi “rahimehullahü teâlâ” demişdir ki, (Hadîs-i şerîfde geçen hılâl kelimesi, haslet ma’nâsına gelen, “Halk” kelimesinin çoğuludur. Ya’nî Allahü teâlâ azze ve celle, ikrâm ederek, sizi üç zarardan korudu. Peygamberiniz sizin üzerinize beddüâ etmez. Yoksa, cümleniz helâk olursunuz. Ehl-i bâtıl ehl-i Hak üzerine gâlib olmaz. Türpüştî “rahimehullah” demişdir ki, buradan ehl-i hakkın temâmen ortadan silinmiyeceği, hiç olmazsa bir cemâ’atin dâimâ bulunacağı anlaşılır. Çünki, Allahü teâlâ, Resûlüne bu dîni kıyâmete kadar koruyacağına söz vermişdir [kefîl olmuşdur]. Üçüncüsü, dalâlet üzerine birleşmenizden korudu.)
(Mesâbîh) kitâbında aynı bâbda hasen hadîs olarak bildiriliyor. Habbâb bin Eret “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri nemâz kıldı ve nemâzı uzatdı. [Ya’nî uzun okuyarak kıldı.] Dediler; yâ Resûlallah! Bir nemâz kıldın ki, böyle uzun nemâz kılmamış idin. Buyurdular ki: (Evet, bu nemâz rağbet ve heybet nemâzıdır!) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmişdir: Bir nemâzdır ki, onda Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine rağbet vardır. Ya’nî Allahü teâlâ hazretlerinden korku vardır. Ya’nî hudû’ ve huşû’ vardır. Bu ümmete şunu öğretmekdedir ki, onlara bir yaramazlık [musîbet] ulaşsa, Allahü teâlâ hazretlerinden korkarak ve ona sığınarak, nemâz kılsınlar. Böylece, o zarar, Allahü teâlâ hazretlerinin fadlı ve rahmeti ile ondan gitsin. Lutf ve keremiyle maksadları hâsıl olur. (Ben Allahü teâlâ hazretlerinden, ümmetim için üç şey istedim. İkisini bana verdi. [Kendilerine] kendi nefslerinden başka düşman musallat etmemesini, umûmî kıtlık ile helâk etmemesini istedim; bana verdi. Ba’zısının ba’zısına zarar vermemesini ve katl etmemesini istedim. Bunu benden men’ etdi.)
(Mesâbîh) kitâbında, Havz ve şefâ’at bâbında, sahîh hadîs olarak nakl olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak, benim havzımın iki ucunun arası Île ile Aden arasındaki mesâfeden uzakdır. Île bir beldedir ki bahr-i ahmer [Kızıldeniz]in Şâm tarafındadır. Oradan Adene birbuçuk aylık mikdârı yol olur. Muhakkak onun bardaklarının sayısı yıldızlardan çokdur. Bir kimse kendi havzına başkalarının develerinin girmesine nasıl mâni’ olursa, ben de ümmetimden başkalarını havzımdan men’ ederim.) Dediler, yâ Resûlallah, Siz bizi bilir misin? Buyurdular ki, (Evet, sizi bilirim. Sizin için bir alâmet olur ki, başka ümmetlerde olmaz. Siz, yüzleriniz, elleriniz ve ayaklarınız, abdestin eserinden ak [nûrlu] olduğunuz hâlde gelirsiniz.)
(Müslim şerhi)nde beyân olunmuş ki, hadîs-i şerîfde (Siz) hitâbları, bütün ümmetdir. Birincide, ehl-i Cennetin dörtde biri siz olursunuz, buyurdu. İkincide buyurdu, üçde bir olursunuz. Üçüncüde buyurdu, yarısı olursunuz. (Müslim şerhi)nde buyurdu: (İnsanlar arasında siz) hitâbı, müslimânlaradır. İnsanlardan murâd kâfirlerdir. Ba’zı rivâyetlerde, entüm (siz) yerine elmüslimûn tasrîh etmişdir (müslimânlar buyurmuşdur). Ve finnâs (insanlar) yerine fil küffâr tasrîh etmişdir (kâfirler buyurmuşdur). Selmâsî “rahimehullah” beyân etmiş ki, (Sizin bütün insanlara nisbetle, azlık bakımından durumunuz, beyâz bir öküzün üzerinde bulunan bir siyâh kıl gibidir. Bu derece az olmanıza rağmen ehl-i Cennetin yarısı olursunuz.)
(Mesâbîh) kitâbında, Îsâ aleyhisselâmın nüzûlü [gökden inmesi] bâbında, sahîh hadîs olarak bildirilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Îsâ bin Meryem “aleyhisselâm” gökden iner. Mü’minlerin emîri, hazret-i Îsâya gel bize imâm ol, der. Hazret-i Îsâ buyurur, sizin ba’zınız ba’zınız üzerine emîrsiniz.) Denildi ki, yâ Resûlallah, niçin o zemânda Allahü teâlâ müslimânlar üzerine emîri kendilerinden yapar. Buyurdular ki, (Bu ümmetin emîrlerini kendilerinden kılmak, bu ümmete ikrâmdır ve şânlarının büyüklüğündendir.)
(Ravda-tül-ülemâ) kitâbının Cum’a faslı bâbında nakl edilmişdir. Bize imâm-ı Nasr-ül Harbî üstâdı Amr bin Şu’aybdan, o babasından, o da dedesinden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bir âlem vardır ki, beydâ ve melsâdır [beyâz ve düzdür]. Gümüş gibidir. Bu dünyânın yedi büyüklüğünde ve melekler ile doludur. O şeklde ki bir iğne atsan yere düşmez. Belki meleklerin üzerine düşer. Onlardan her bir melek, elinde bir alem [bayrak] vardır ki, üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılmışdır. Her bir Cum’a gecesi toplanırlar. O alemin etrâfında Allahü tebâreke ve teâlâyı tedarru’ ederler. Ümmet-i Muhammedin selâmeti üzerine düâ ederler. Sabâh oluncaya kadar derler ki, yâ Rabbî! Ümmet-i Muhammede acı! Onlara azâb etme! Çünki, sabâh olup, kıyâmetden emîn olurlar. (Yâ Rabbî! Gusl edenleri, Cum’aya hâzırlananları afv eyle, istediklerini bağışla!) diye düâ ederler. Rivâyet eden der ki, alemlerin [bayraklarının] uzunluğu kırk fersâh olur. Düâ etdiklerinde, ağlıyarak seslerini yükseltirler. Rabbil’âlemîn onlara ne istersiniz diye buyurur. Derler ki, ümmet-i Muhammedi afv etmeni isteriz. Allahü teâlâ ve tekaddes, (onları afv etdim) buyurur.)
(Ravda-tül-ulemâ) kitâbının aynı bâbında; Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kavl-i şerîfinde [Hicr sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde] meâlen, (Kâfirler, dünyâda hezîmet, yâhud ölüm ânında, kıyâmet azâbı vukû’unda, müslimân olmaklığı temennî ederler. Denildi ki, kâfirler Cehennemde mü’minlerin günâhkârlarını görüp, siz müslimânlar iken Cehennemdesiniz. İslâmınız size ne fâide etdi derler. Bir zemân sonra, Allahü teâlânın fadlı ve rahmeti ile o müslimânlar nârdan çıkıp, Cennete gitdiklerinde, kâfirler o vakt ne olaydı, biz de ehl-i islâmdan olaydık, derler) buyuruldu. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu ki, bu ümmetden bir tâife sırat üzerinde habs olunur. Hâlbuki, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete dâhil olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Cennete girdikden sonra, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sıratda kalan tâifenin nâr [Cehennem]dan tarafa gönderilmesini ve (Mâlik)e teslîmini emr eder.