"1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü... Ziba ile Muhammed üniversite yıllarında tanışmış, uzun süren bir arkadaşlık döneminden sonra yeni evlenmiş bir çifttir... Muhammed, sığır ticaretiyle uğraşmakta, Ziba ise bir özel hastanede hemşirelik yapmaktadır. Bir aylık evli çift, balayına çıkma planları yapmaktadırlar... Muhammed, bütün formaliteleri yerine getirerek esine ve kendisine on beş günlük bir balayı programı hazırlar... Ve özel otomobilleriyle balaylarını geçirmek için Benderabbas şehrine hareket ederler... Ziba ile Muhammed yaklaşık 600 km lık bir yol katederler. İran devrim muhafızları Pasdar'lar kara yolu üzerinde araçları durdurarak kimlik kontrolü yapmaktadırlar. Ziba ile Muhammed'in araçlarını da durdururlar. Ziba'dan evlilik cüzdanı istenir. Ziba çantasını karıştırır, valizlerine bakınır ama evlilik cüzdanı yoktur. Cüzdanı evde unutmuştur. Muhammed yeni evli olduklarını ve balayına gittiklerini devrim muhafızlarına anlatmaya çalışır.. Devrim kuralları kesindir. Evlilik cüzdanı olmayan kadın erkeğin yanında bulunuyor ise fahişedir. Cezalandırılmalıdır. Ziba ile Muhammed evli olduklarina dair yeminler eder... Yalvarırlar... Nafile, Ziba Karakola götürülüp fahişe suçundan seri mahkemeye çıkartılacaktır. Muhammed, "Evlerinin 600 km uzakta olduğunu müsade ederlerse karısıyla gidip evlilik cüzdanını getireceğini" söyler. Devrim muhafızları Ziba'yi bırakmaz. "Evlilik cüzdanını getir kadını götür.." denir.. Muhammed Evlilik cüzdanlarını almak için geri döner... Şoke olmuştur. Biran evvel eve gitmeli cüzdanı getirip karısını kurtarmalıdır.. Yollar uzadıkça uzar, viraja suratli giren Muhammed direksiyon hakimiyetini kaybederek yol kenarındaki uçuruma yuvarlanır.. Kazadan üç-dört saat sonra, Muhammet ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır.. Muhammed yoğun bakımda ölüm ile yaşam arasında gidip gelmektedir... On beş gün şuursuzca yatar. Kendine geldiğinde ilk Ziba'yi sorar. Kabus bitmemiştir. Ziba canilerin elinde kalmıştır. "Cüzdanı götürüp karımı kurtarmalıyım..." der. Bu düşüncelerle hastaneden kaçar. Evine gider... Evlilik cüzdanlarını alır... Ziba'yı alıkoyan karakola gider... -"Ziba nerde?... Evlilik cüzdanımı getirdim. Karımı serbest bırakın." Buz gibi bir cevap alır.... "-Seni bir hafta bekledik gelmeyince, kaçtığını düşündük, bu kadının fahişe olduğunu kabul ettik ve astık...." Ziba'nin morgdaki cesedini Muhammed'e verirler... (1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü ) Alıntı.
BEN Mİ......? 1- Kendimi sadece “Müslüman” olarak niteler, bu sıfatımın önüne herhangi bir mezhep, tarikat, cemaat vb. bir oluşum ismi kullanmayı inancıma hakaret kabul ederim! 2- Kişilerin benimsedikleri her türden dini inanış, felsefi veya siyasi görüşü alt kimlik, “insanlığı” ise üst kimlik telakki ederek, insan olmayı başarabilenlerin alt kimliklerine takılıp kalmam! 3- İnsanın kendi tercihi olmayarak sahip olduğu “ırkını” yok saymasını da, üstünlük aracı görmesini de ontolojik bir sapma olarak görür, evrensel ahlaki/fıtrî değerlerle çatışmadığı sürece giyim-kuşam, örf ve adetler vs. bağlamında Türk’ün Türk gibi, Arap’ın Arap gibi yaşamasının ilahi iradeye muvafık olacağına inanırım! 4- “İnsan” olmadan “Müslüman” olunamayacağından hareketle, fertlerle ilişkilerimizde (hukuki, ticari, komşuluk, arkadaşlık vs…) yerdekilerin bizden razı olacağı insanî-ahlâkî tutumu sergileyemediğimiz sürece Göktekinin bizden hoşnut olmayacağına içtenlikle inanırım! 5- Bu zaviyeden bakıldığında; benim nazarımda insanların saygınlığını, Yaratan’a karşı tuttukları oruç, Kâbe'ye yaptıkları seyahat, kıldıkları namaz veya çektikleri tesbihat değil, yaratılana karşı gösterdikleri insanî tavırlar belirler! 6- Putperestliğin “şahısperestlik” olduğu ve Allah’ın her bir insanı birey olarak akıl ve muhakeme gücüyle yaratmış olduğundan hareketle, sıfatı ne olursa olsun (hacı, hoca, şeyh, mürşit, kutp, gavs, lider, kâinat imamı vs.) kerameti kendinden menkul yarı tanrılara kayıtsız şartsız itaat etmeyi yaratılış kodlarıma ihanet kabul ederim! 7- Kimsenin Yaratan’dan daha merhametli olamayacağının da ötesinde, Allah’ın ilahlık yetkilerine müdahale ve adam kayırmacılık (torpil) anlamına geleceğinden dolayı gerek dünya gerekse ahret hayatım için Allah’la arama aracılar (şefaatçiler) koymayı itikadî bir sapma olarak değerlendiririm! 8- Hiçbir kimsenin hiçbir inancı kabul etmeye zorlanamayacağı gibi, hakaret ve küfür içermediği sürece düşüncelerime karşı çıkılmasını insani olgunlukla karşılarım. Zira bilirim ki, “Bârikâ-i hakikat müsâdeme-i efkârdan doğar!” 9- Doğruların insanlığın ortak değerleri, yanlışların ise yine insanlığın ortak sorunları olduğu ilkesinden ve sadece ölülerin ve delilerin fikirlerinde sabit kalacağından hareketle, doğru kimden gelirse gelsin idrak edebildiğim oranda düşüncelerimi değiştirir ve doğruyu kabul ederim. Çünkü ben fikirlerimin kölesi değil efendisiyim! 10- Düşünmeden bilgi sahibi, bilgi sahibi olmadan da fikir sahibi olunamayacağı muhakkaktır. Bildiğim konularda konuşmayı, bilmediğim konularda ise susmayı ERDEMLİLİK kabul ederim! -a.doğantemur-
Kendimizi, herkese çekidüzen vermekle görevli din jandarması veya zaptiyesi olarak olarak görmemiz kibirli dindarlık hastalığını doğurur. Bu tür dindarlık, çatışmacı ve kavgacı dindarlıktır. Bir başkası bizim gibi inanmıyor veya düşünmüyorsa kendi tercihidir. O tercihe saygı duyabilmek insanca bir tutumdur. Bırakalım herkes inancını eksik veya tam bildiği gibi yaşasın. Biz inandığımız dini başkalarına değil kendimize çeki düzen vermek, kendimizi inşa ve tamamlamak için kullanalım. Lütfen..
Kendimizi, herkese çekidüzen vermekle görevli din jandarması veya zaptiyesi olarak olarak görmemiz kibirli dindarlık hastalığını doğurur. Bu tür dindarlık, çatışmacı ve kavgacı dindarlıktır. Bir başkası bizim gibi inanmıyor veya düşünmüyorsa kendi tercihidir. O tercihe saygı duyabilmek insanca bir tutumdur. Bırakalım herkes inancını eksik veya tam bildiği gibi yaşasın. Biz inandığımız dini başkalarına değil kendimize çeki düzen vermek, kendimizi inşa ve tamamlamak için kullanalım. Lütfen..
ÖĞRENCİM BİR GÜZEL İNSAN... Geçmişte, Develi Kız Meslek lisesinde ögretmeni olduğum Hemşire Suzan Yılmaz Eroğlu adlı ögrencimin Face duvarını inceledim. Kaliteli ve güzeldi . Onun sayfasında paylaştığım yazımi sizlerle de paylaşmak istedim. "Suzan, Sayfanı inceledim. Gördüğüm o ki, kendini, emekli de olsan mesleğine, insanlarımıza adamışsın. Tebrik ediyorum. Dahası gurur duydum seninle. İnsanları yaşatmak, sağlıklarını korumalarına yardımcı olmak için çaba gösteriyorsun. Sayfan sağlık öğütleriyle dolu. Sevgi ve merhamet dolu kocaman bir yüreğinin olması ne güzel. İnsanların cıkarları nedeniyle birbirini çiğnedığı bir dünyada erdemli bir insan olarak yaşama gayretin ne hoş.. Hz. Peygamber" İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır." buyuruyor.O nedenle sen Allah elçisinin övdüğü hayırlı bir insansın. Seninle yollarımızın öğretmen ve öğrenci olarak kesişmesi harika. Seni yetiştiren anne ve babaya kocaman alkışlar. Lütfen, insana, cana dokunmaya devam et.Hakkın rızası tam da buradadır. Rabbim yolunu açık ve aydınlık kılsın. İyi ki varsın. Rabbım güzel bir ömür versin." Ahmet Yavaş
DİN ANLAYIŞIM Din anlayışım dinden anladığım şeydir. Vahyin aklım ile yorumlanmasından ibarettir. Bu anlayış dinin kendisi değil onun yorumundan ibarettir. Gönderdiği mesajlarda Allah'ın muradının ne olabileceği konusunda akıl yürütmektir. Bilgiye ulaşma yolları farklı olabildiği gibi hakikate, doğruya ulaşma yolları da farklı olabilir. Dini hakikatlere ulaşma da böyledir. Doğruya ve hakikate ulaşma insanın bilgisi ve aklı ile doğru orantılıdır. Doğru dini anlayışa vahiy ve akıl ile ulaşılır. Bu yolları kullandığımızda ulaştığımız dini anlayışın tek dini doğru olduğunu söylemek başka görüşleri din dışı saymak dini fanatizmdir. Dini fanatizmin sonu tekfirciliktir. Yani başka görüşleri küfür, o görüş sahiplerini kafir sayıp, dinin dışına itmektir. Doğru dini anlayışın sadece kendisininkinin olduğunu savunmak dinin sahibi olduğunu savunmaktır, hakikat tekelciliğidir. Unutulmamalıdır ki her çağda, her insan dinde doğruya ulaşma çabası gösterebilir ve bu konuda hata ya da doğru yapabilir. Yanılgısızlık Allah'a aittir. Mesela 7. Asırda yaşayan bir din düşünürü vahyin yorumlanmasında hata yapabildiği gibi, 2024 yılında yaşayan bir düşünür doğruya ulaşabilir. 7. ve 8. asırda yaşamış din bilginlerini yanılmaz kabul edip , görüşlerini, onlara izafe edilen mezheplerden birini dini konularda tek referans olarak görmek mezhep fanatizmidir. Onlar insansa ve düşünüyorsa 21. asırda yaşayan bizler de insanız ve düşünüyoruz. Onlar yanılmışsa biz de yanılabilir, ya da onlar gibi doğrulara , belki onlardan daha doğru düşüncelere ulaşabiliriz. Bu bir dini düşünce dinamizmidir. Yeter ki fanatizme kaymayalım Kahrolasıca Fanatizm her türlü şiddet ve geriliğin sebebidir. Allah'ın gönderdiği mesajlar, yazlı metinler çağın gelişmiş aklı ile her gün, her an yeniden yorumlanmalıdır. Hakikat tekelciliğine girilmeden, farklı görüşlere saygı çerçevesinde doğruya ve hakikate ulaşma çabası sürdürülmelidir. Ulaşılan doğru ve hakikatler, çağın ruhuna uygun, insanı ve insanlığı tatmin ve mutlu eden, ona huzur getiren doğrular ve hakikatler olmalıdır.. Ahmet Yavaş
Tanrı inancım. Benim Tanrım, varlığı kendinden olan, var olmak için başka bir varlığa ihtiyaç duymayandır. En yüce ve en büyuktür. O evrenin yaratıcısı ve sahibidir. O ilktir, ilk sebeptir. Varlıklar aleminin var edilişinin sebep ve nedenlerinin ilkidir. Benim Tanrım tektir. Eşi ve benzeri yoktur. Ne dünyada, ne de ahirette ortak kabul etmez. Yardım ve şefaat ancak ondandır. Başka birinden şefaat dilemem. O her dili bilir, her dilde yapılan duayı isitir, her halden anlar. En çokta yürekten edilen dileklerin cevabını, karşıliğını verir. Yalnız ona ibadet eder, yalnız onun önünde eğilir, yalnız ona sığınır, ondan yardım dilerim. Aracı yoktur aramızda. Çünkü kimse sığamaz aramıza. Bana şahdamarımdan yakındır o. İbadetim onunla görüşme ve buluşmadır. Dertlerimi ona açar, çözemediğim sıkıntilarım için yardım talep ederim. O adildir. Benden adil olmamı ister. Torpil ve kayırmasi yoktur. Bütün canlıların rızıklarının kaynağıdır. Tüm insanların çalışmasının, aklını kullanmasının karşılığını ayırım yapmaksızın verir. Sevgi ve merhametin kaynağıdır. İnsanlar arasında sevgi ve merhametin, kardeşliğin yayılmasinı ister. Gönderdiği elçileri ve kitaplarıyla insanlaşma sürecimize rehberlik eder. Kaldıramayacağımız yükü bize yüklemez. Sonsuz merhamet sahibir. Okumamızı, bilgi sahibi olmamızı ister. O nedenle Kuranı, insanı ve kainatı okumayı emreder. Dünyayı daha yaşanılır kılma, medeniyetler kurma, barış ve kardeşlik toplumu inşa etme sorumluluğunu insana yükler. Esirgeyenim, bağışlayanımdır O. Beni insan olarak yarattığı, muhteşem bir dünyayı bana sunduğu için şükürler olsun ona. Amin... Ahmet Yavaş
ÖNEMLİ "Türkiye halkı muhafazakâr dindar kesiminden seküler laik kesimine kadar “toplum” olmaktan çok, “cemaat” vasfı taşıdığından, her iki kesimin mahallesinde de “siyasi ve ideolojik kabullerden sapma”ya karşı hoşgörü ve tolerans minimal düzeydedir." Yani dindar kesimde de, laik ve seküler kesimde de mahalle sınırlarını korumak, karşı mahalleye olan kin ve öfkeyi canlı ve diri tutmak esastır. İktidar gücünü ele geçirince görev karşı mahalleyi ezmek, devletin kaynaklarından kendi sol veya sağ cemaatinin yararlanmasını sağlamaktır. Sağ veya sol cemaatte "adanmışlık" esastır.. Eğer dindar kesimden iseniz kendinizi inandığınız dini değerlerin askeri, zaptiyesi olarak görürsünüz. Bu değerlerin zafere ulaşması için gerekirse kanınız bile akabilir. Oysa dinin kurucusu Allah C.C "Hicr suresinde "Zikri (Kuranı biz indirdik, onu muhafaza edecek biziz." buyurmaktadır. Bu ayete rağmen dindar kesimde çoğu insan dini koruma konusunda kendisine durumdan vazife çıkarır. Bir dinin veya bir düşüncenin askeri zaptiyesi olur. Bu iş bizim için en büyük kahramanlıktır. Biz adanmış insanlarız. Rahat, huzur, barış, esenlik bizi bozar. Dinin zaferi...? için gerekirse kanımız akabilir. Ya da Sol düşüncenin ülkede egemen olması için bir devrimci olarak ölebiliriz, öldürebiliriz.(!) Ölen de öldüren de kendi insanımızmış, komşumuz, akrabamızmış hiç fark etmez; birbirimizin canına kast eder, sokakları birbirimize dar ederiz.?? Yolundan gittiğimiz Peygamberimiz şiddeti, terörü yasaklasa da, kanımızı birbirimize haram kılsa da, onun din zaptiyeliğini yapmak, 1400 sene sonra da olsa bizim için idealist bir tutumdur. ??Öyle ya biz olmadan Allah kendi dinini koruyabilir mi..? Ancak bizim sayemizde onun dini ayakta kalabilir. Durumdan vazife çıkarıp kardeşçe barış içinde yaşamak, kalkınmak varken birbirimizi yemek güzeldir. Hayır, hayır değildir. Elbette ironi yapıyorum. Elbette birbirimize katlanarak barış içinde yaşamalıyız. ülkeyi germek, savaş naraları atmak, ademoğlunun dilini koparmaya çalışmak günahtır. ülkeye yazık etmektir. Zaten hayat pahalılığı, zamlar, açlık, yoksulluk, işsizlik altında kıvranan ülkeye...Yazık, çok yazık Mustafa Öztürk
Devlet, Temel Haklar ve Milliyetçilik. Birey olarak, temel insan haklarının kullanılması konusunda 70 li yıllarda sahip olduğum "devletin haklarını ve onun biricikliğini önceleyen, devleti adeta kutsayan anlayışı " terk ettim.. Bu anlayış değişikliğini kendimi değiştirme ve geliştirme sürecinin bir parçası olarak görüyorum. Düşüncelerimin etiketi bana ait olduğuna göre dilediğim düşüncemi dilediğim zaman değiştirebilirim. Bunun"çark etme" lafıyla alakası yoktur. Devlet, insanın olduğu yerde ancak vardır ve anlamlıdır. Kutsal olan, insan yaratılmaktan kaynaklanan yaşamak, düşünmek, ifade etmek, inanmak, hak aramak, itiraz etmek, kınamak gibi tabii haklarımızdır. Güvenli yaşamak, gelismek ve kalkınmak için kurduğumuz devlet kutsal değildir. En harika devlet temel insan haklarının özgürce kullanılabildiği devlettir. Demokratik bir ülke olduğumuz iddiasında isek bu ülkenin vatandaşı olmaktan kaynaklanan demokratik haklarımızı mutlaka kullanabilmeliyiz. Birilerinin, milliyetçilik adına, bireyi öteleyen, devleti kutsayan, temel özgürlükler karşıtı, yasakçı bir anlayışa sahip çıkmalarını yadırgıyorum. Bu anlayış devleti fetiş, devleti yöneteni Tanrı haline getirir. Türk Milliyetçiliğinin, milletin egemenligine, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlügüne dayanan demokrasinin ilkeleriyle asla çelişmediğini kabul ediyorum. Son yıllarda, adeta bir Ortadoğu ülkesine dönüşen güzel memleketimin bagajlarından kurtularak aynı zamanda gelişmeyi beraberinde getiren bir değişimi gercekleştirmesinin önemli olduğuna inanıyorum.. Ahmet Yavaş
LİDERLİK, ÖNDERLİK, KAHRAMANLIK Zihnimizde, hayallerimizde yaşattığımız liderler, önderler ve kahramanlar genelde ölümsüzdür. Onlara taşımadıkları özellikleri de yükleriz çoğu kes. Böylece efsaneleşir, dokunulmaz hale gelirler. Gerçek hayatta yaşamayan kahramanlarımızın, önderlerimizin zihnimizde ölmesini asla istemeyiz. Hele gerçek hayatta yaşayanlarımızın ölmesini hiç...Onlara ölümsüzlük yakışır. Benim de hayalimde yaşattığım kahramanlarım var. Liderlerim, önderlerim oldu. Onları erişilmez ve biricik kılarak kendimi kahramanlarımla, önderlerimle yıllarca oyaladım. Bazılarından şimdi öfke ile bahsediyorum..?? Kim ve ne oldukları önemli değil. Kahraman işte. Bazen onlar için salakça kavga ettiğim bile olmuştur.. Bu sabah itibarıyla hayalimde yaşattığım çoğu rahmana kavuşmuş kahramanlarımı, önderlerimi öldürmeye karar verdim. ??Gerçek hayatta zaten yok idiler, zaten ölmüşlerdi. Neden mi öldürüyorum..? Çok yaşlandılar belki. Belki modaları geçti. Belki de benim hayallerimin iklimi değişti. Üstelik zihnimde çok fazla yer işgal ediyorlar. Oysa ben orasını biraz boşatmak, yeni kahramanlara yeni liderlere yer açmak istiyorum. Yani kahraman, önder güncellemesi yapmak.?? Arayışım yeni önder ve kahramanlara yönelik. Biliyorum.. Lider, önder markette mal arar gibi aranıp bulunmaz. Sandıkta lider seçilmez. Lider dediğimiz doğar, lider doğulur. Şu an Türkiye'de liderlerin doğmasına izin verilmiyor. Engelleri kaldırmak gerekli. En önemli engel mevcut önder ve lider dediklerimiz... Liderlerimiz, yaşlansa da, miyadı dolsa da onu zihnimizde öldürüp, yenisine yer açamıyoruz. Beşere olağan üstü bir misyon yükleyince tanrılaşıyor her hal. İnsan tanrısından kolay kolay vazgeçemiyor. Demem o ki insanların önünü açalım. Bırakalım yeni liderler doğsun. Gerçek bir lider doğarsa, toplumu peşinden sürükler ve bir ihtimal toplum kendi üzerindeki ölü toprağını atar ve canlanır. Ben de o yeni liderin varlığı ile mutlu olurum. İyilikle kalın Ahmet Yavaş
"1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü...
Ziba ile Muhammed üniversite yıllarında tanışmış, uzun süren bir arkadaşlık döneminden sonra yeni evlenmiş bir çifttir...
Muhammed, sığır ticaretiyle uğraşmakta,
Ziba ise bir özel hastanede hemşirelik yapmaktadır.
Bir aylık evli çift,
balayına çıkma planları yapmaktadırlar...
Muhammed, bütün formaliteleri yerine getirerek esine ve kendisine on beş günlük bir balayı programı hazırlar...
Ve özel otomobilleriyle balaylarını geçirmek için Benderabbas şehrine
hareket ederler...
Ziba ile Muhammed yaklaşık 600 km lık bir yol katederler.
İran devrim muhafızları Pasdar'lar kara yolu üzerinde araçları durdurarak
kimlik kontrolü yapmaktadırlar.
Ziba ile Muhammed'in araçlarını da
durdururlar.
Ziba'dan evlilik cüzdanı istenir. Ziba çantasını karıştırır, valizlerine bakınır ama evlilik cüzdanı yoktur.
Cüzdanı evde unutmuştur.
Muhammed yeni evli olduklarını ve balayına gittiklerini devrim muhafızlarına
anlatmaya çalışır..
Devrim kuralları kesindir.
Evlilik cüzdanı olmayan kadın erkeğin yanında bulunuyor ise fahişedir. Cezalandırılmalıdır.
Ziba ile Muhammed evli olduklarina dair yeminler eder...
Yalvarırlar...
Nafile, Ziba Karakola götürülüp fahişe suçundan seri mahkemeye çıkartılacaktır.
Muhammed, "Evlerinin 600 km uzakta olduğunu müsade ederlerse karısıyla gidip evlilik cüzdanını getireceğini" söyler.
Devrim muhafızları Ziba'yi bırakmaz.
"Evlilik cüzdanını getir kadını götür.." denir..
Muhammed Evlilik cüzdanlarını almak için geri döner...
Şoke olmuştur.
Biran evvel eve gitmeli cüzdanı getirip karısını kurtarmalıdır..
Yollar uzadıkça
uzar, viraja suratli giren Muhammed direksiyon hakimiyetini kaybederek
yol kenarındaki uçuruma yuvarlanır..
Kazadan üç-dört saat sonra,
Muhammet ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır..
Muhammed yoğun bakımda ölüm ile yaşam arasında gidip gelmektedir...
On beş gün şuursuzca yatar.
Kendine geldiğinde ilk Ziba'yi sorar. Kabus bitmemiştir.
Ziba canilerin elinde kalmıştır.
"Cüzdanı götürüp karımı kurtarmalıyım..." der.
Bu düşüncelerle hastaneden kaçar.
Evine gider...
Evlilik cüzdanlarını alır...
Ziba'yı alıkoyan karakola
gider...
-"Ziba nerde?... Evlilik cüzdanımı getirdim. Karımı serbest bırakın."
Buz gibi bir cevap alır....
"-Seni bir hafta bekledik gelmeyince, kaçtığını düşündük, bu kadının fahişe olduğunu kabul ettik ve astık...."
Ziba'nin morgdaki cesedini Muhammed'e verirler...
(1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü )
Alıntı.
BEN Mİ......?
1- Kendimi sadece “Müslüman” olarak niteler, bu sıfatımın önüne herhangi bir mezhep, tarikat, cemaat vb. bir oluşum ismi kullanmayı inancıma hakaret kabul ederim!
2- Kişilerin benimsedikleri her türden dini inanış, felsefi veya siyasi görüşü alt kimlik, “insanlığı” ise üst kimlik telakki ederek, insan olmayı başarabilenlerin alt kimliklerine takılıp kalmam!
3- İnsanın kendi tercihi olmayarak sahip olduğu “ırkını” yok saymasını da, üstünlük aracı görmesini de ontolojik bir sapma olarak görür, evrensel ahlaki/fıtrî değerlerle çatışmadığı sürece giyim-kuşam, örf ve adetler vs. bağlamında Türk’ün Türk gibi, Arap’ın Arap gibi yaşamasının ilahi iradeye muvafık olacağına inanırım!
4- “İnsan” olmadan “Müslüman” olunamayacağından hareketle, fertlerle ilişkilerimizde (hukuki, ticari, komşuluk, arkadaşlık vs…) yerdekilerin bizden razı olacağı insanî-ahlâkî tutumu sergileyemediğimiz sürece Göktekinin bizden hoşnut olmayacağına içtenlikle inanırım!
5- Bu zaviyeden bakıldığında; benim nazarımda insanların saygınlığını, Yaratan’a karşı tuttukları oruç, Kâbe'ye yaptıkları seyahat, kıldıkları namaz veya çektikleri tesbihat değil, yaratılana karşı gösterdikleri insanî tavırlar belirler!
6- Putperestliğin “şahısperestlik” olduğu ve Allah’ın her bir insanı birey olarak akıl ve muhakeme gücüyle yaratmış olduğundan hareketle, sıfatı ne olursa olsun (hacı, hoca, şeyh, mürşit, kutp, gavs, lider, kâinat imamı vs.) kerameti kendinden menkul yarı tanrılara kayıtsız şartsız itaat etmeyi yaratılış kodlarıma ihanet kabul ederim!
7- Kimsenin Yaratan’dan daha merhametli olamayacağının da ötesinde, Allah’ın ilahlık yetkilerine müdahale ve adam kayırmacılık (torpil) anlamına geleceğinden dolayı gerek dünya gerekse ahret hayatım için Allah’la arama aracılar (şefaatçiler) koymayı itikadî bir sapma olarak değerlendiririm!
8- Hiçbir kimsenin hiçbir inancı kabul etmeye zorlanamayacağı gibi, hakaret ve küfür içermediği sürece düşüncelerime karşı çıkılmasını insani olgunlukla karşılarım. Zira bilirim ki, “Bârikâ-i hakikat müsâdeme-i efkârdan doğar!”
9- Doğruların insanlığın ortak değerleri, yanlışların ise yine insanlığın ortak sorunları olduğu ilkesinden ve sadece ölülerin ve delilerin fikirlerinde sabit kalacağından hareketle, doğru kimden gelirse gelsin idrak edebildiğim oranda düşüncelerimi değiştirir ve doğruyu kabul ederim. Çünkü ben fikirlerimin kölesi değil efendisiyim!
10- Düşünmeden bilgi sahibi, bilgi sahibi olmadan da fikir sahibi olunamayacağı muhakkaktır. Bildiğim konularda konuşmayı, bilmediğim konularda ise susmayı ERDEMLİLİK kabul ederim!
-a.doğantemur-
Kendimizi, herkese çekidüzen vermekle görevli din jandarması veya zaptiyesi olarak olarak görmemiz kibirli dindarlık hastalığını doğurur. Bu tür dindarlık, çatışmacı ve kavgacı dindarlıktır. Bir başkası bizim gibi inanmıyor veya düşünmüyorsa kendi tercihidir. O tercihe saygı duyabilmek insanca bir tutumdur. Bırakalım herkes inancını eksik veya tam bildiği gibi yaşasın. Biz inandığımız dini başkalarına değil kendimize çeki düzen vermek, kendimizi inşa ve tamamlamak için kullanalım. Lütfen..
Ahmet Yavaş..
Kendimizi, herkese çekidüzen vermekle görevli din jandarması veya zaptiyesi olarak olarak görmemiz kibirli dindarlık hastalığını doğurur. Bu tür dindarlık, çatışmacı ve kavgacı dindarlıktır. Bir başkası bizim gibi inanmıyor veya düşünmüyorsa kendi tercihidir. O tercihe saygı duyabilmek insanca bir tutumdur. Bırakalım herkes inancını eksik veya tam bildiği gibi yaşasın. Biz inandığımız dini başkalarına değil kendimize çeki düzen vermek, kendimizi inşa ve tamamlamak için kullanalım. Lütfen..
Ahmet Yavaş..
ÖĞRENCİM BİR GÜZEL İNSAN...
Geçmişte, Develi Kız Meslek lisesinde ögretmeni olduğum Hemşire Suzan Yılmaz Eroğlu adlı ögrencimin Face duvarını inceledim. Kaliteli ve güzeldi . Onun sayfasında paylaştığım yazımi sizlerle de paylaşmak istedim.
"Suzan,
Sayfanı inceledim. Gördüğüm o ki, kendini, emekli de olsan mesleğine, insanlarımıza adamışsın. Tebrik ediyorum.
Dahası gurur duydum seninle. İnsanları yaşatmak, sağlıklarını korumalarına yardımcı olmak için çaba gösteriyorsun. Sayfan sağlık öğütleriyle dolu.
Sevgi ve merhamet dolu kocaman bir yüreğinin olması ne güzel. İnsanların cıkarları nedeniyle birbirini çiğnedığı bir dünyada erdemli bir insan olarak yaşama gayretin ne hoş..
Hz. Peygamber" İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır." buyuruyor.O nedenle sen Allah elçisinin övdüğü hayırlı bir insansın.
Seninle yollarımızın öğretmen ve öğrenci olarak kesişmesi harika. Seni yetiştiren anne ve babaya kocaman alkışlar.
Lütfen, insana, cana dokunmaya devam et.Hakkın rızası tam da buradadır. Rabbim yolunu açık ve aydınlık kılsın.
İyi ki varsın.
Rabbım güzel bir ömür versin."
Ahmet Yavaş
DİN ANLAYIŞIM
Din anlayışım dinden anladığım şeydir. Vahyin aklım ile yorumlanmasından ibarettir.
Bu anlayış dinin kendisi değil onun yorumundan ibarettir. Gönderdiği mesajlarda Allah'ın muradının ne olabileceği konusunda akıl yürütmektir.
Bilgiye ulaşma yolları farklı olabildiği gibi hakikate, doğruya ulaşma yolları da farklı olabilir. Dini hakikatlere ulaşma da böyledir. Doğruya ve hakikate ulaşma insanın bilgisi ve aklı ile doğru orantılıdır. Doğru dini anlayışa vahiy ve akıl ile ulaşılır. Bu yolları kullandığımızda ulaştığımız dini anlayışın tek dini doğru olduğunu söylemek başka görüşleri din dışı saymak dini fanatizmdir. Dini fanatizmin sonu tekfirciliktir. Yani başka görüşleri küfür, o görüş sahiplerini kafir sayıp, dinin dışına itmektir.
Doğru dini anlayışın sadece kendisininkinin olduğunu savunmak dinin sahibi olduğunu savunmaktır, hakikat tekelciliğidir. Unutulmamalıdır ki her çağda, her insan dinde doğruya ulaşma çabası gösterebilir ve bu konuda hata ya da doğru yapabilir. Yanılgısızlık Allah'a aittir.
Mesela 7. Asırda yaşayan bir din düşünürü vahyin yorumlanmasında hata yapabildiği gibi, 2024 yılında yaşayan bir düşünür doğruya ulaşabilir.
7. ve 8. asırda yaşamış din bilginlerini yanılmaz kabul edip , görüşlerini, onlara izafe edilen mezheplerden birini dini konularda tek referans olarak görmek mezhep fanatizmidir. Onlar insansa ve düşünüyorsa 21. asırda yaşayan bizler de insanız ve düşünüyoruz. Onlar yanılmışsa biz de yanılabilir, ya da onlar gibi doğrulara , belki onlardan daha doğru düşüncelere ulaşabiliriz. Bu bir dini düşünce dinamizmidir. Yeter ki fanatizme kaymayalım
Kahrolasıca Fanatizm her türlü şiddet ve geriliğin sebebidir.
Allah'ın gönderdiği mesajlar, yazlı metinler çağın gelişmiş aklı ile her gün, her an yeniden yorumlanmalıdır. Hakikat tekelciliğine girilmeden, farklı görüşlere saygı çerçevesinde doğruya ve hakikate ulaşma çabası sürdürülmelidir. Ulaşılan doğru ve hakikatler, çağın ruhuna uygun, insanı ve insanlığı tatmin ve mutlu eden, ona huzur getiren doğrular ve hakikatler olmalıdır..
Ahmet Yavaş
Tanrı inancım.
Benim Tanrım, varlığı kendinden olan, var olmak için başka bir varlığa ihtiyaç duymayandır. En yüce ve en büyuktür.
O evrenin yaratıcısı ve sahibidir. O ilktir, ilk sebeptir. Varlıklar aleminin var edilişinin sebep ve nedenlerinin ilkidir.
Benim Tanrım tektir. Eşi ve benzeri yoktur. Ne dünyada, ne de ahirette ortak kabul etmez.
Yardım ve şefaat ancak ondandır. Başka birinden şefaat dilemem.
O her dili bilir, her dilde yapılan duayı isitir, her halden anlar. En çokta yürekten edilen dileklerin cevabını, karşıliğını verir.
Yalnız ona ibadet eder, yalnız onun önünde eğilir, yalnız ona sığınır, ondan yardım dilerim.
Aracı yoktur aramızda. Çünkü kimse sığamaz aramıza. Bana şahdamarımdan yakındır o.
İbadetim onunla görüşme ve buluşmadır. Dertlerimi ona açar, çözemediğim sıkıntilarım için yardım talep ederim.
O adildir. Benden adil olmamı ister. Torpil ve kayırmasi yoktur. Bütün canlıların rızıklarının kaynağıdır. Tüm insanların çalışmasının, aklını kullanmasının karşılığını ayırım yapmaksızın verir.
Sevgi ve merhametin kaynağıdır. İnsanlar arasında sevgi ve merhametin, kardeşliğin yayılmasinı ister. Gönderdiği elçileri ve kitaplarıyla insanlaşma sürecimize rehberlik eder.
Kaldıramayacağımız yükü bize yüklemez. Sonsuz merhamet sahibir.
Okumamızı, bilgi sahibi olmamızı ister. O nedenle Kuranı, insanı ve kainatı okumayı emreder. Dünyayı daha yaşanılır kılma, medeniyetler kurma, barış ve kardeşlik toplumu inşa etme sorumluluğunu insana yükler.
Esirgeyenim, bağışlayanımdır O.
Beni insan olarak yarattığı, muhteşem bir dünyayı bana sunduğu için şükürler olsun ona.
Amin...
Ahmet Yavaş
ÖNEMLİ
"Türkiye halkı muhafazakâr dindar kesiminden seküler laik kesimine kadar “toplum” olmaktan çok, “cemaat” vasfı taşıdığından, her iki kesimin mahallesinde de “siyasi ve ideolojik kabullerden sapma”ya karşı hoşgörü ve tolerans minimal düzeydedir."
Yani dindar kesimde de, laik ve seküler kesimde de mahalle sınırlarını korumak, karşı mahalleye olan kin ve öfkeyi canlı ve diri tutmak esastır. İktidar gücünü ele geçirince görev karşı mahalleyi ezmek, devletin kaynaklarından kendi sol veya sağ cemaatinin yararlanmasını sağlamaktır.
Sağ veya sol cemaatte "adanmışlık" esastır.. Eğer dindar kesimden iseniz kendinizi inandığınız dini değerlerin askeri, zaptiyesi olarak görürsünüz. Bu değerlerin zafere ulaşması için gerekirse kanınız bile akabilir.
Oysa dinin kurucusu Allah C.C "Hicr suresinde "Zikri (Kuranı biz indirdik, onu muhafaza edecek biziz." buyurmaktadır. Bu ayete rağmen dindar kesimde çoğu insan dini koruma konusunda kendisine durumdan vazife çıkarır. Bir dinin veya bir düşüncenin askeri zaptiyesi olur. Bu iş bizim için en büyük kahramanlıktır. Biz adanmış insanlarız. Rahat, huzur, barış, esenlik bizi bozar.
Dinin zaferi...? için gerekirse kanımız akabilir. Ya da Sol düşüncenin ülkede egemen olması için bir devrimci olarak ölebiliriz, öldürebiliriz.(!) Ölen de öldüren de kendi insanımızmış, komşumuz, akrabamızmış hiç fark etmez; birbirimizin canına kast eder, sokakları birbirimize dar ederiz.??
Yolundan gittiğimiz Peygamberimiz şiddeti, terörü yasaklasa da, kanımızı birbirimize haram kılsa da, onun din zaptiyeliğini yapmak, 1400 sene sonra da olsa bizim için idealist bir tutumdur. ??Öyle ya biz olmadan Allah kendi dinini koruyabilir mi..? Ancak bizim sayemizde onun dini ayakta kalabilir. Durumdan vazife çıkarıp kardeşçe barış içinde yaşamak, kalkınmak varken birbirimizi yemek güzeldir.
Hayır, hayır değildir. Elbette ironi yapıyorum. Elbette birbirimize katlanarak barış içinde yaşamalıyız. ülkeyi germek, savaş naraları atmak, ademoğlunun dilini koparmaya çalışmak günahtır. ülkeye yazık etmektir. Zaten hayat pahalılığı, zamlar, açlık, yoksulluk, işsizlik altında kıvranan ülkeye...Yazık, çok yazık
Mustafa Öztürk
Devlet, Temel Haklar ve Milliyetçilik.
Birey olarak, temel insan haklarının kullanılması konusunda 70 li yıllarda sahip olduğum "devletin haklarını ve onun biricikliğini önceleyen, devleti adeta kutsayan anlayışı " terk ettim.. Bu anlayış değişikliğini kendimi değiştirme ve geliştirme sürecinin bir parçası olarak görüyorum. Düşüncelerimin etiketi bana ait olduğuna göre dilediğim düşüncemi dilediğim zaman değiştirebilirim. Bunun"çark etme" lafıyla alakası yoktur.
Devlet, insanın olduğu yerde ancak vardır ve anlamlıdır. Kutsal olan, insan yaratılmaktan kaynaklanan yaşamak, düşünmek, ifade etmek, inanmak, hak aramak, itiraz etmek, kınamak gibi tabii haklarımızdır. Güvenli yaşamak, gelismek ve kalkınmak için kurduğumuz devlet kutsal değildir. En harika devlet temel insan haklarının özgürce kullanılabildiği devlettir.
Demokratik bir ülke olduğumuz iddiasında isek bu ülkenin vatandaşı olmaktan kaynaklanan demokratik haklarımızı mutlaka kullanabilmeliyiz.
Birilerinin, milliyetçilik adına, bireyi öteleyen, devleti kutsayan, temel özgürlükler karşıtı, yasakçı bir anlayışa sahip çıkmalarını yadırgıyorum. Bu anlayış devleti fetiş, devleti yöneteni Tanrı haline getirir. Türk Milliyetçiliğinin, milletin egemenligine, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlügüne dayanan demokrasinin ilkeleriyle asla çelişmediğini kabul ediyorum.
Son yıllarda, adeta bir Ortadoğu ülkesine dönüşen güzel memleketimin bagajlarından kurtularak aynı zamanda gelişmeyi beraberinde getiren bir değişimi gercekleştirmesinin önemli olduğuna inanıyorum..
Ahmet Yavaş
LİDERLİK, ÖNDERLİK, KAHRAMANLIK
Zihnimizde, hayallerimizde yaşattığımız liderler, önderler ve kahramanlar genelde ölümsüzdür. Onlara taşımadıkları özellikleri de yükleriz çoğu kes. Böylece efsaneleşir, dokunulmaz hale gelirler. Gerçek hayatta yaşamayan kahramanlarımızın, önderlerimizin zihnimizde ölmesini asla istemeyiz. Hele gerçek hayatta yaşayanlarımızın ölmesini hiç...Onlara ölümsüzlük yakışır.
Benim de hayalimde yaşattığım kahramanlarım var. Liderlerim, önderlerim oldu. Onları erişilmez ve biricik kılarak kendimi kahramanlarımla, önderlerimle yıllarca oyaladım. Bazılarından şimdi öfke ile bahsediyorum..??
Kim ve ne oldukları önemli değil. Kahraman işte. Bazen onlar için salakça kavga ettiğim bile olmuştur..
Bu sabah itibarıyla hayalimde yaşattığım çoğu rahmana kavuşmuş kahramanlarımı, önderlerimi öldürmeye karar verdim. ??Gerçek hayatta zaten yok idiler, zaten ölmüşlerdi.
Neden mi öldürüyorum..? Çok yaşlandılar belki. Belki modaları geçti. Belki de benim hayallerimin iklimi değişti.
Üstelik zihnimde çok fazla yer işgal ediyorlar. Oysa ben orasını biraz boşatmak, yeni kahramanlara yeni liderlere yer açmak istiyorum. Yani kahraman, önder güncellemesi yapmak.??
Arayışım yeni önder ve kahramanlara yönelik. Biliyorum.. Lider, önder markette mal arar gibi aranıp bulunmaz. Sandıkta lider seçilmez. Lider dediğimiz doğar, lider doğulur.
Şu an Türkiye'de liderlerin doğmasına izin verilmiyor. Engelleri kaldırmak gerekli. En önemli engel mevcut önder ve lider dediklerimiz... Liderlerimiz, yaşlansa da, miyadı dolsa da onu zihnimizde öldürüp, yenisine yer açamıyoruz. Beşere olağan üstü bir misyon yükleyince tanrılaşıyor her hal. İnsan tanrısından kolay kolay vazgeçemiyor.
Demem o ki insanların önünü açalım. Bırakalım yeni liderler doğsun. Gerçek bir lider doğarsa, toplumu peşinden sürükler ve bir ihtimal toplum kendi üzerindeki ölü toprağını atar ve canlanır.
Ben de o yeni liderin varlığı ile mutlu olurum.
İyilikle kalın
Ahmet Yavaş