ANALİZ Artık az siyaset konuşur olduk. Bu iyiye işaret.. Ekonomi kötü ve toplum olarak aramızdaki fay hatları gittikçe derinleşiyor. Bu kötüye işaret. Ekonominin kötü oluşunun sebebi belli. Ekonomiden anlamayan ekonomistler.. Fay hatlarının derinleşmesinde din- diyanet ve siyaset etkili oluyor. Üzgünüm...Din ve Diyanet toplumu bütünleştirici ve birleştirici özelliğini kaybetti. Önemli nokta, dini düşünce ehli hadis denilen, akla değil nakle önem veren, geleneksel Sünni anlayişın, tarikat ve cemaatlerin tekeline geçti.. Diyanetin de bu doğrultuda hareket etmesi önemli faktör. Dini düşünce en donuk, en statik, dönemini yaşıyor. İnsanı, uyandırması, harekete geçirmesi, dinamizme yöneltmesi gereken din üzerine çöken bunalticı iklim nedeniyle insanları, uyuşturuyor.Dini düşüncede aydınlara ve aydınlanmaya ihtiyaç var. Siyaset anlayışımız çağ dışı. Asla demokratik ve akılcı değil. Halkın seçimi ülke gerçekleriyle örtüşmüyor. Kim daha fazla medya ve algı gücüne sahip olursa o kazanıyor. Başka bir ifade ile kim daha fazla dezenformasyon ( yalan, iftira, karalama) yapıyorsa iktidar oluyor. Partiye Genel Başkan olan birini başarısız olsa bile oradan uzaklaştırmak çok zor. Parti onun tapulu malı oluyor çünkü. Ölene kadar o delegeleri, delegeler onu seçiyor. Öldükten sonra bile bazı partilerde Genel Başkanlık babadan oğula tevarüs ediyor. Demem o ki geleneksel din ve siyaset düşüncesinden kurtulmamız gerekiyor. Dinde de siyasette de aklı, rasyonel olanı hakim kalmamız şart. Bununla birlikte ne kadar az din, ne kadar az siyaset konuşursak ülkenin birliği ve dirliği açısından o kadar yararlı oluyor. Ahmet Yavaş
CHP 'ye aferin.. Geçen, " Tarikat ve cemaatleri hafife almayın,sağdaki ve soldaki siyasi partilerin yöneticilerini onlar belirliyor." demiştim. CHP'nin dünkü Kurultay sonucuna göre bu söylemim yanlışlandı.O nedenle CHP'ye koskoca bir "aferin" diyorum . Bunun nedeni şuydu : Sağın en büyük partisi olan AKP yönetimi Sünni tarikat ve cemaatler tarafından desteklenip belirleniyordu. AKP bir kitle partisi konumunda olsa bile en önemli yanı cemaat ve tarikatlara yaslanmasıydı. Solun büyük partisi olan CHP nin yönetimi ise Alevi dernek ve cemaati tarafından dizayn ediliyordu Nitekim Kılıçdaroğlu'na desteğini açıklayan Alevi dernekleri Kılıçdaroğlu için "PİRİMİZ"?? ifadesini kullanıyordu. Sünni kesim "Padisahimiz" ifadesini pek kullanmasa da gönlünün tahtında matah bir şeymış gibi "Hilafet makamı " oturuyordu. Parti yöneticiligine sanki bir dini otorite anlamı yükleniyordu. ????Bir padişahlık ve Hanedan yönetimi gibi siyasi partilerin yönetimlerine çöken birileri kendilerine dini bir isim ve makam verilmesinden de hiç rahatsiz değildiler Oysa ülkede Atatürk'ün kurduğu bir cumhuriyet idaresi, çağdaş değerlerden benimseyip, içselleştirmeye çalıştığımız bir demokrasi değerimiz vardı. Artık, Cumhuriyetin 100. Yılında umarım ülkemiz safralarını atmaya başlayacak, lüzumsuz bagajlarından kurtulacaktır. İnsanlarimiz belli ki kötü gidişattan rahatsız olmaya başlamıştır.. Umarım, demokrasinin gereği olan ehliyet ve liyakat tüm siyasi partilerin yönetimlerine egemen olmaya başlayacaktır. Kılıçdaroğlu'nun değişimi bunun bir işaret fişeği sayılabilir. Hadi " daha erken, bir 5 yıl daha şans verelim." diyelim. Lakin başarısız olursa iyi Parti Genel Başkanı içinde aynı durum söz konusu olmalıdır. MHPLİ ler için ise yönetim değişimi lüzumlu değil elzemdir. Atatürk'ün partisi kendisine yakışanı yapmıştır. Özgür Özeli tanımam. Zaten CHP de benim partim değil. Ama CHP Genel Başkanlığına Ekrem İmamoğlu daha yakışıyor gibi idi sanki. Aman bana ne canım. Belki sevimli, güzel bir insandı. Kirli ve pasaklı bir hayat hikayesi yoktu. Erdemli bir bireydi . Ama başaramadı, iktidar olamadı. Başarısızlığının bedelini ödedi Ve Kılıçdaroğlu gitti... Darısı, yalandan başka hiçbir sermayesi olmayan, bölücülüğün, öfkenin, kindarlığın, adaletsizliğin, nepotizmin, lüksün ve İsrafın sembolü olmuş siyasi parti yöneticilerine. Ahmet Yavaş
Vasatlığın sosyolojisi Ortalama yani vasat gerçekte var olmamasına rağmen çok şey anlatır, fikir verir, tanıtır. Toplumsal vasat işte bu nedenle önemlidir, hatta çok önemlidir. Çünkü vasat toplumların rölantisidir. Bir toplumun vasatının seviyesi, o toplumun kendini inşa etmesi, yeniden üretmesi açısından oldukça belirleyicidir. Rölantisi düşük toplumlar, kendilerini daha iyi bir vasatta yeniden üretme konusunda güçlük çekerler. Bundan yıllar önce, çalıştığım bir üniversitede farklı fakültelerden öğretim üyelerinin yer aldığı bir komisyona üye olarak seçilmiştim. Komisyon haftada bir gün benim çalıştığım fakültede toplanıyordu. Mevzuata göre komisyonun çalışmalarını kolaylaştırmak için bir araştırma görevlisinin yardımcı eleman olarak atanması gerektiği söylendi. Toplantılar bizim fakültede olduğu için, benim çalıştığım birimden, görevine yakın bir zaman önce atanmış bir araştırma görevlisi meslektaşımız görevlendirildi. Bu araştırma görevlisi bütün toplantılara katıldı. Birçok asil üyeden daha fazla sürece katkıda bulundu. En önemlisi de, komisyon üyeleri üzerinde gerçekten mükemmel bir intiba uyandırdı. Hatta komisyon üyeleri kendisine duydukları saygı nedeniyle ona “siz” diye hitap ediyorlardı. Öğretim üyelerinin araştırma görevlerine “siz” şeklinde hitap etmeleri Türkiye üniversitelerinden genel olarak pek yaygın değildir. Komisyonunun son toplantısında gerekli evraklar tamamlandıktan sonra, bu evrakları idari ofise götürmek için çıktığında, öğretim üyelerinden biri bana şu soruyu sordu: “Hocam nereden buldunuz bu arkadaşı?”. Soru aslında Türkiye üniversitelerinin personel alırken kullandığı temel stratejileri ima ediyor ve arkadaşın kimin tanıdığı olduğunu ya da torpilinin kim olduğunu soruyordu üstü kapalı olarak. Ben ise “sınavla aldık hocam” diye cevap verdim. Verdiğim cevap sonrasında, komisyon üyeleri içinde kahkaha atanlar oldu. Benim yanıtım sahiciydi. Araştırma görevlisi meslektaşımızın sınavında ben de jüri üyesi olarak bulunmuştum. Yazılı ve sözlü sınavlardaki performansı, sunduğu dosya ve referans mektupları üzerinden neredeyse iki gün jüri üyeleri olarak aramızda tartıştıktan sonra karar vermiştik. Söz konusu araştırma görevlisi adayını hiçbirimiz önceden tanımıyorduk. Kararlarımızda dışarıdan da hiçbir etki söz konusu değildi. Bütün bunları komisyon üyelerine de anlattım. Soruyu soran meslektaşım biraz mahcup oldu. Diğerlerinin içinde de anlattıklarıma inanamayanlar olduğunu tahmin edebiliyordum. Ama anlattıklarımın satısı satırına doğru olduğunu tekrar vurguladım. Gerçekten öyleydi. Sınava katılanlar içinde asgari koşulları sağlayan üç kişi olduğunu ve bunlar içinde en kalitelisinin o olduğunu da vurguladım. Toplantı dağılırken komisyon üyelerinin anlattıklarım konusunda artık ikna olduklarını düşündüm. Ama onları ikna edenin benim anlattıklarımdan çok araştırma görevlisi meslektaşımın komisyon toplantıları boyunca gösterdiği performans olduğuna da adım gibi eminim. Yıllarca Türkiye’nin farklı üniversitelerinden çalıştım. Üstelik bu üniversitelerde hâkim olan siyasi hegemonya birbirlerinden çok farklıydı. Ancak hepsinde ortak olan bir şey vardı: Atamalarda liyakat genellikle temel öncelik değildi. Ben beşeri çalışmalar alanındanım. Elbette bu işlerin örneğin tıpta, mühendislikte nasıl işlediğini bilemem. Ancak beşeri alanlarda kötü bir doktorun veya kötü bir mühendisin insan hayatına mal olabileceği gibi bir temel endişe de söz konusu değildir genelde. Kötü sosyolojiden, eksik felsefeden, yamuk antropolojiden kim ölmüş! Zihniyet böyle işler ne yazık. Bu alanlar kendi toplumsal ikincilliklerini biraz da kendileri üretmişlerdir. Kadroları öncelikle liyakate değil de başka kriterlere göre doldurulmuş kurumlarda da dersler yapılıyor elbet. Araştırmalar sonuçlanıyor. Jüriler toplanıyor. Tezler savunuluyor. Makaleler, kitaplar yazılıyor. Yani eninde sonunda üniversiter makine çalışıyor. Mevcut yapının da bir rölantisi yok değil. Ama bir de şöyle düşünün: Daha kaliteli olan Ali dururken alınan Veli, CV’si daha iyi olan Zeynep dururken tercih edilen Ayşe üniversitenin ve daha genelde de ülkenin rölantisini düşürüyor mu, arttırıyor mu? Bu tür tutumların ülkenin genel vasatını, yani ortalamasını orta ve uzun vadede etkilememesi mümkün olabilir mi? En başta söylemiştim. Her vasat, ortalama aslında hipotetiktir demiştim. Yani vasatın gerçek anlamıyla var olmadığını vurgulamıştım. Ancak vasatın, ortalamanın temsil gücünün de altını çizmiştim. Kuşaklar boyu bu şekilde yapılanmış kurumların vasatlık üretmeleri de asla bir tesadüf değildir. Kimi toplumların kişi başına 75 bin dolar gayri safi mili hâsıla ürettiği bir dünyada, sözünü ettiğim rölantideki ülkelerin ancak 7 bin 500 dolar üretebilmelerine fazla şaşırmamak lazım...
Sayın Diyanet İşleri Başkanı...! Başkanlığınıza bağlı İmam ve müezzinlerinize evvel emirde ezanı güzel okumayı öğretin. Kötü bir okuyuşla insanları dinden soğutmayın. Bunu yapamayacaksanız merkezi sistemle güzel ezan okuyanın okumasını sağlayınız. Görevlilerin, mikrofonu sonuna kadar açarak insanları, yaşlıları, bebekleri rahatsız etmesini engelleyiniz. İnsanları, Allah'a ibadete çağıran ezan kimseye bir eziyet aracı olmamalıdır. Hani huzur İslamda idi...? Ahmet Yavaş
Dostlar.. Gittikçe yavaşlıyor, gittikçe yaşlanıyoruz. Baharın kapımızı çalmasına rağmen sevincimiz buruk, umudumuz kırık. Ben, yaşlandıkça yaşadığım toplumu olumlu olumsuz yönleri ile geniş planda daha iyi tanımaya başladım. Hiçte hayalimdeki gibi, kitaplarda yazdığı, şiirlere konu olduğu gibi değilmişiz. Abartmışım. Karşımda maddi ve manevi iklimi çölleşen bir ülke duruyor. Toplumsal çürüme ise ileri boyutlarda. Korkak iki yüzlü, çıkarcı, cahil, kaderci, ahlaksız insan profili sarmış dört bir yanımızı. İyi birine denk gelirsek şükrediyoruz. Yiğitlik , mertlik, adamlık göç eylemiş bu topraklardan. İnsanlar dava ve yol arkadaşım dediklerini namertçe uyuşturucu satıcılarına vurdurtuyorlar. Ve babalar, ölen evlatları için beklediği adalet gerçekleşmeyince kahrından ölüyorlar. Dostlar... Cumhuriyetle birlikte Atatürk'ün iyi bir toplum inşa etme çabasına rağmen bunu başaramadık. Osmanlıdan başlayan batılılaşma, çağdaş milletler seviyesine ulaşabilme çabamızı sonlandırdık. Şimdi Orta doğu toplumu olmaya evriliyoruz. İşin garip tarafı gittikçe millet olma vasfımızı da kaybediyoruz Kabileye, cemaate, sürüye dönüşüyoruz. Birey olmak, vatandaş olmak mı..? Geçiniz efendim.. "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur." özdeyişi ters yüz oldu. Siyaset madrabazları öylesine ayrıştırıp , böldü ki bizi nerede ise Türkün Türk' ten, bizim bizden başka düşmanımız kalmadı. Elbette iyi, güzel, yiğit insanlar vardır bu ülkede ve onlar başımızın tacıdır. Gel gör ki görünür değiller, yoklar meydanlarda. Hava puslu ve ağır... Sen durma, bağır, çağır...???? Ahmet Yavaş
Bu siyaset insanın bazen aklını başından alıyor, onu zavallı ve gülünç duruma düşürüyor. Nasıl mı diyeceksiniz:? HATIRLAYIN.. . Önceki yerel seçimlerde İstanbul'u kaybedeceğini anlayan AKPLİ gruplar seçim gecesi Twitter da" BEN iZLEDİM, BİLİYORUM.." Allah'ı usulsüzlük ve kayırmacılık yapmaya çağırarak şöyle dualar ediyorlardı: "Allahım yardım etsin .Oyları değiştirsin. Aradaki farkı kapatsın, inşallah.."?? Eyyyy AKP AşıklarıI?? aklınızda olsun. Tüm bireysel ve toplumsal ilişkilerde Allah adildir. Asla nepotizim (kayırmacılık) ve torpil yapmaz. Nitekim kendinizi yunmuş, yıkanmış, dindar, mütedeyyin görmenize, afranıza, tafranıza rağmen 31 Mart seçimlerinde hezimete ugrayıp yenildiniz. Milletten tokadi yeyince kibriniz yerle bir oldu. Kininiz içinize akıp sizi zehirledi. Böylece Allah milletin eliyle cezanızi verdi. Umarım bu durum size büyük bir ders olur, Kendinize bir çeki düzen verirsiniz. Umarim, aslında dünyevi bir güç devşirme işi olan siyaseti dine alet etmezsiniz. İnsanların ibadet ettigi camilere, eğitim yeri olan okullara, kışlaya siyaseti sokmazsiniz. Allahın dinini (Nas) kendi politikalarınız için dolgu malzemesi olarak kullanmazsınız. Bu arada zafer kazanmıs gibi havalara giren seküler mahallenin temsicileri, yani CHP liler..!! Seçimlerde alınan sonucu romantik bir şekilde kendi eseriniz olarak görmeyin. Bu sonuçta başta emekliler olmak üzere Türk Milliyetçisi ülkücülerin büyük dahli vardır. Sevdalısi oldukları ülkeleri icin liderlerine rağmen en dogru olanı yapmıslar, adaletsizligi, hukuksuzluğu aliskanlık haline getiren iktidara en sert uyarıyı CHP ye oy vererek gerçeklestirmışlerdir. Sonuç olarak demem o ki: Muhafazakar mahallenin güzel insanları..! Lütfen, alışkanlık haline getirdiğiniz dualarınızda Allah'ı adaletsizliğe çağırma işinden vazgeçin. O sizin partinizin atadığı, hakiminiz, Adalet Bakanınız, Yüksek Seçim Kurulu Başkanınız, reisinizin bürokratı değil. O adildir...Sadece sizin değil alemlerin ve tüm insanlığın Rabbidir. Lütfen. Ahmet yavaş
Bu siyaset insanın bazen aklını başından alıyor, onu zavallı ve gülünç duruma düşürüyor. Nasıl mı diyeceksiniz:? HATIRLAYIN.. . Önceki yerel seçimlerde İstanbul'u kaybedeceğini anlayan AKPLİ gruplar seçim gecesi Twitter da" BEN iZLEDİM, BİLİYORUM.." Allah'ı usulsüzlük ve kayırmacılık yapmaya çağırarak şöyle dualar ediyorlardı: "Allahım yardım etsin .Oyları değiştirsin. Aradaki farkı kapatsın, inşallah.."?? Eyyyy AKP AşıklarıI?? aklınızda olsun. Tüm bireysel ve toplumsal ilişkilerde Allah adildir. Asla nepotizim (kayırmacılık) ve torpil yapmaz. Nitekim kendinizi yunmuş, yıkanmış, dindar, mütedeyyin görmenize, afranıza, tafranıza rağmen 31 Mart seçimlerinde hezimete ugrayıp yenildiniz. Milletten tokadi yeyince kibriniz yerle bir oldu. Kininiz içinize akıp sizi zehirledi. Böylece Allah milletin eliyle cezanızi verdi. Umarım bu durum size büyük bir ders olur, Kendinize bir çeki düzen verirsiniz. Umarim, aslında dünyevi bir güç devşirme işi olan siyaseti dine alet etmezsiniz. İnsanların ibadet ettigi camilere, eğitim yeri olan okullara, kışlaya siyaseti sokmazsiniz. Allahın dinini (Nas) kendi politikalarınız için dolgu malzemesi olarak kullanmazsınız. Bu arada zafer kazanmıs gibi havalara giren seküler mahallenin temsicileri, yani CHP liler..!! Seçimlerde alınan sonucu romantik bir şekilde kendi eseriniz olarak görmeyin. Bu sonuçta başta emekliler olmak üzere Türk Milliyetçisi ülkücülerin büyük dahli vardır. Sevdalısi oldukları ülkeleri icin liderlerine rağmen en dogru olanı yapmıslar, adaletsizligi, hukuksuzluğu aliskanlık haline getiren iktidara en sert uyarıyı CHP ye oy vererek gerçeklestirmışlerdir. Sonuç olarak demem o ki: Muhafazakar mahallenin güzel insanları..! Lütfen, alışkanlık haline getirdiğiniz dualarınızda Allah'ı adaletsizliğe çağırma işinden vazgeçin. O sizin partinizin atadığı, hakiminiz, Adalet Bakanınız, Yüksek Seçim Kurulu Başkanınız, reisinizin bürokratı değil. O adildir...Sadece sizin değil alemlerin ve tüm insanlığın Rabbidir. Lütfen. Ahmet yavaş
????Dostlar...???????? Dinginliğin peşine düştüm. İhtiyacım var çünkü dinliğe. Huzura mutluluğa.Bu nedenle kafamın içindeki çöplerden, fazlalıklardan kurtulmam gerekiyor. Nedir onlar.? Kurtulmam gereken çöplerin, fazlalıklarin başında kendi kendime yarattığım korku ve endişelerim geliyor. Kendimin, haklarımın çocuklarımın, sevdiklerimin, çevremin, ülkemin geleceği endişeleri... Bu endişeleri gidermek, mutlu bir gelecek için çözüm arayışına giriyorsun. Bunun sonucunda ideolojilere ve o ideolojileri aparat sayan siyasete bulaşıyorsun. Güç ve çıkar elde etme , zenginleşme aracı olarak olarak dizayn edilen makyevelist, pis bir siyaset anlaÿışı sizi kendinizden ediyor. En ideal düşüncelerinizi kirletip, bir çöp yığını haline getiriyor. Siyasetçi takımının yanlışlarını savunmaya, aymazliklarına ortak olmaya ve salaklıklarına kılıf uydurmaya başlıyorsunuz. Tanımadığınız birileri yüzünden tanıdıklarınızı üzüyorsunuz. Din, ezan, bayrak, milliyetçilik gibi değerler siyasetin dolgu malzemesi olup çıkıyor. Haksızlık, kayırmacılık denen adaletsizlik karşısında susup, yutkunuyorsunuz ......... Bundan sonra siyaset denen çöpten kendimi arındırmaya karar verdim.Hiçbir partiye aidiyetim yoktur. Hiçbir siyasiye sempatim ve ilgim kalmamıştır. Sivil Müslüman olduğum gibi artık sivil Türk Milliyetçisiyim. .......... Kendimi ve Face duvarımı siyasete kapatıyorum.Zihnimi baş belası bu çöpten arındırıyorum. Sanat, edebiyat, şiir, müzik, sevgi, aşk ve muhabbet uğraşı alanım olacaktır...!! Oh be...Şükür.. Ahmet Yavaş
Kendimizi, herkese çekidüzen vermekle görevli din jandarması veya zaptiyesi olarak olarak görmemiz kibirli dindarlık hastalığını doğurur. Bu tür dindarlık, çatışmacı ve kavgacı dindarlıktır. Bir başkası bizim gibi inanmıyor veya düşünmüyorsa kendi tercihidir. O tercihe saygı duyabilmek insanca bir tutumdur. Bırakalım herkes inancını eksik veya tam bildiği gibi yaşasın. Biz inandığımız dini başkalarına değil kendimize çeki düzen vermek, kendimizi inşa ve tamamlamak için kullanalım. Lütfen..
(İKRA) OKUMAK, BİLMEK Dostlar... Müslümanlar ve tüm İnsanlar Allah'ın "oku" emrinin muhatabıdır. İnsan, okumayı bilmiyorsa " okuyabilmeyi" yani okur yazarlığı okuyacaktır. Okuyup yazıyorsa 3 şeyi okuyacaktır. 1.Kur'anı. 2.İnsanı. 3.Kainatı. 1. İnsanın Kuranı okuması, Allah'ı tanıması ve onun buyruklarını bilmesi açısından önemlidir. Kuran okumanın olmazsa olmaz şartı anlayarak okumaktir. Kişi, Arap alfabesini biliyorsa anlamıyla birlikte Arapça okuyacaktır. Arap Alfabesini bilmiyorsa Türkçe meal ya da tefsirler kanalıyla Kur'an okuyacaktır. Tefsir ya da meal okumayı eleştirenleri ciddiye almayıniz.Anlamadığına ibadet eden insandan hayır gelmez. Allah, "Rabbül alemin yani tüm evrenin ve insanların Rabbidir. Sadece Arapların Rabbi, dili ise Arapça degildir. O, konuşulan bütün dilleri bilir.Kuranı Arapça göndermesinin sebebi elçisini onların arasından seçmiş olmasındandır İnsanlar, Allah'ın gönderdiği ve sorumlu olduğu mesajları ilk elden ve doğrudan Kur'andan öğrenecektir. 2.İnsanı okumak. İnsanın önce kendisini, sonra diger insanları okumasıdır. İnsanın kendini okuması biyolojik ve psikolojik olarak kendini tanıması ve bilmesidir. Kendini bilen Rabbini de bilir. 3.Kainatı okumak. Bu okumanın içerisine evrenle ilgili her türlü bilimsel, bilgi girer.Fizik, kimya, biyoloji astronomi gibi deneyse bilgileri okumak ve bilmek insanın sorumlulugundadır. KURAN OKUMAK NE KADAR FARZ İSE İNSANI VE KAİNATI OKUMAK DA O KADAR FARZDIR. Kimse Tefsir, Hadis, Siyer gibi dini ilimleri farz hükmünde sayıp Fizik , Kimya, biyoloji gibi beşeri ilimleri yok hükmünde sayamaz. Allah'ı tanımak, onun buyruklarinı okuyup, bilmek için Kur'an okumak ne kadar önemli ise Allah'ın yarattığı insanı ve kainatı okumak, tanımak ve bilmek de o kadar önemlidir. Okumak, bilmek dedigimiz şeyin adı ilimdir, bilgidir.Bilgi, ilim öğrenmek ise zamana kayıtlı olmayıp, Hz. Peygamberin ifadesiyle ömür boyu, yani "Beşikten mezara" kadardır. Sonuç olarak hayat dediğimiz yolculuğun amacı Yaradanı, (Kur'anı )onun yaratmış olduğu insanı ve kainatı okumaktır.Bu üç okumayla birlikte insan bilen varlık olacak ve yaratık olmaktan çıkıp insanlaşacaktır. Bu insan denen varlık insanlar arasında barışı inşa ederek kardeşlik toplumu kuracak, dünyayı daha yaşanabilir hale getirecektir.Aksi insanın ve insanlığın sonu, kıyameti olacaktır. İyilikle kalınız. Ahmet Yavaş
ANALİZ
Artık az siyaset konuşur olduk.
Bu iyiye işaret..
Ekonomi kötü ve toplum olarak aramızdaki fay hatları gittikçe derinleşiyor.
Bu kötüye işaret.
Ekonominin kötü oluşunun sebebi belli. Ekonomiden anlamayan ekonomistler..
Fay hatlarının derinleşmesinde din- diyanet ve siyaset etkili oluyor.
Üzgünüm...Din ve Diyanet toplumu bütünleştirici ve birleştirici özelliğini kaybetti.
Önemli nokta, dini düşünce ehli hadis denilen, akla değil nakle önem veren, geleneksel Sünni anlayişın, tarikat ve cemaatlerin tekeline geçti.. Diyanetin de bu doğrultuda hareket etmesi önemli faktör.
Dini düşünce en donuk, en statik, dönemini yaşıyor. İnsanı, uyandırması, harekete geçirmesi, dinamizme yöneltmesi gereken din üzerine çöken bunalticı iklim nedeniyle insanları, uyuşturuyor.Dini düşüncede aydınlara ve aydınlanmaya ihtiyaç var.
Siyaset anlayışımız çağ dışı. Asla demokratik ve akılcı değil. Halkın seçimi
ülke gerçekleriyle örtüşmüyor. Kim daha fazla medya ve algı gücüne sahip olursa o kazanıyor. Başka bir ifade ile kim daha fazla dezenformasyon ( yalan, iftira, karalama) yapıyorsa iktidar oluyor.
Partiye Genel Başkan olan birini başarısız olsa bile oradan uzaklaştırmak çok zor. Parti onun tapulu malı oluyor çünkü. Ölene kadar o delegeleri, delegeler onu seçiyor. Öldükten sonra bile bazı partilerde Genel Başkanlık babadan oğula tevarüs ediyor.
Demem o ki geleneksel din ve siyaset düşüncesinden kurtulmamız gerekiyor. Dinde de siyasette de aklı, rasyonel olanı hakim kalmamız şart.
Bununla birlikte ne kadar az din,
ne kadar az siyaset konuşursak ülkenin birliği ve dirliği açısından o kadar yararlı oluyor.
Ahmet Yavaş
CHP 'ye aferin..
Geçen, " Tarikat ve cemaatleri hafife almayın,sağdaki ve soldaki siyasi partilerin yöneticilerini onlar belirliyor." demiştim.
CHP'nin dünkü Kurultay sonucuna göre bu söylemim yanlışlandı.O nedenle CHP'ye koskoca bir "aferin" diyorum .
Bunun nedeni şuydu :
Sağın en büyük partisi olan AKP yönetimi Sünni tarikat ve cemaatler tarafından desteklenip belirleniyordu. AKP bir kitle partisi konumunda olsa bile en önemli yanı cemaat ve tarikatlara yaslanmasıydı.
Solun büyük partisi olan CHP nin yönetimi ise Alevi dernek ve cemaati tarafından dizayn ediliyordu Nitekim Kılıçdaroğlu'na desteğini açıklayan Alevi dernekleri Kılıçdaroğlu için "PİRİMİZ"?? ifadesini kullanıyordu.
Sünni kesim "Padisahimiz" ifadesini pek kullanmasa da gönlünün tahtında matah bir şeymış gibi "Hilafet makamı " oturuyordu.
Parti yöneticiligine sanki bir dini otorite anlamı yükleniyordu. ????Bir padişahlık ve Hanedan yönetimi gibi siyasi partilerin yönetimlerine çöken birileri kendilerine dini bir isim ve makam verilmesinden de hiç rahatsiz değildiler
Oysa ülkede Atatürk'ün kurduğu bir cumhuriyet idaresi, çağdaş değerlerden benimseyip, içselleştirmeye çalıştığımız bir demokrasi değerimiz vardı.
Artık, Cumhuriyetin 100. Yılında umarım ülkemiz safralarını atmaya başlayacak, lüzumsuz bagajlarından kurtulacaktır.
İnsanlarimiz belli ki kötü gidişattan rahatsız olmaya başlamıştır.. Umarım, demokrasinin gereği olan ehliyet ve liyakat tüm siyasi partilerin yönetimlerine egemen olmaya başlayacaktır.
Kılıçdaroğlu'nun değişimi bunun bir işaret fişeği sayılabilir. Hadi " daha erken, bir 5 yıl daha şans verelim." diyelim. Lakin başarısız olursa iyi Parti Genel Başkanı içinde aynı durum söz konusu olmalıdır. MHPLİ ler için ise yönetim değişimi lüzumlu değil elzemdir.
Atatürk'ün partisi kendisine yakışanı yapmıştır. Özgür Özeli tanımam. Zaten CHP de benim partim değil. Ama CHP Genel Başkanlığına Ekrem İmamoğlu daha yakışıyor gibi idi sanki.
Aman bana ne canım.
Belki sevimli, güzel bir insandı. Kirli ve pasaklı bir hayat hikayesi yoktu. Erdemli bir bireydi . Ama başaramadı, iktidar olamadı. Başarısızlığının bedelini ödedi
Ve Kılıçdaroğlu gitti...
Darısı, yalandan başka hiçbir sermayesi olmayan, bölücülüğün, öfkenin, kindarlığın, adaletsizliğin, nepotizmin, lüksün ve İsrafın sembolü olmuş siyasi parti yöneticilerine.
Ahmet Yavaş
Vasatlığın sosyolojisi
Ortalama yani vasat gerçekte var olmamasına rağmen çok şey anlatır, fikir verir, tanıtır. Toplumsal vasat işte bu nedenle önemlidir, hatta çok önemlidir. Çünkü vasat toplumların rölantisidir. Bir toplumun vasatının seviyesi, o toplumun kendini inşa etmesi, yeniden üretmesi açısından oldukça belirleyicidir. Rölantisi düşük toplumlar, kendilerini daha iyi bir vasatta yeniden üretme konusunda güçlük çekerler.
Bundan yıllar önce, çalıştığım bir üniversitede farklı fakültelerden öğretim üyelerinin yer aldığı bir komisyona üye olarak seçilmiştim. Komisyon haftada bir gün benim çalıştığım fakültede toplanıyordu. Mevzuata göre komisyonun çalışmalarını kolaylaştırmak için bir araştırma görevlisinin yardımcı eleman olarak atanması gerektiği söylendi. Toplantılar bizim fakültede olduğu için, benim çalıştığım birimden, görevine yakın bir zaman önce atanmış bir araştırma görevlisi meslektaşımız görevlendirildi. Bu araştırma görevlisi bütün toplantılara katıldı. Birçok asil üyeden daha fazla sürece katkıda bulundu. En önemlisi de, komisyon üyeleri üzerinde gerçekten mükemmel bir intiba uyandırdı. Hatta komisyon üyeleri kendisine duydukları saygı nedeniyle ona “siz” diye hitap ediyorlardı. Öğretim üyelerinin araştırma görevlerine “siz” şeklinde hitap etmeleri Türkiye üniversitelerinden genel olarak pek yaygın değildir. Komisyonunun son toplantısında gerekli evraklar tamamlandıktan sonra, bu evrakları idari ofise götürmek için çıktığında, öğretim üyelerinden biri bana şu soruyu sordu: “Hocam nereden buldunuz bu arkadaşı?”.
Soru aslında Türkiye üniversitelerinin personel alırken kullandığı temel stratejileri ima ediyor ve arkadaşın kimin tanıdığı olduğunu ya da torpilinin kim olduğunu soruyordu üstü kapalı olarak. Ben ise “sınavla aldık hocam” diye cevap verdim. Verdiğim cevap sonrasında, komisyon üyeleri içinde kahkaha atanlar oldu.
Benim yanıtım sahiciydi. Araştırma görevlisi meslektaşımızın sınavında ben de jüri üyesi olarak bulunmuştum. Yazılı ve sözlü sınavlardaki performansı, sunduğu dosya ve referans mektupları üzerinden neredeyse iki gün jüri üyeleri olarak aramızda tartıştıktan sonra karar vermiştik. Söz konusu araştırma görevlisi adayını hiçbirimiz önceden tanımıyorduk. Kararlarımızda dışarıdan da hiçbir etki söz konusu değildi. Bütün bunları komisyon üyelerine de anlattım. Soruyu soran meslektaşım biraz mahcup oldu. Diğerlerinin içinde de anlattıklarıma inanamayanlar olduğunu tahmin edebiliyordum. Ama anlattıklarımın satısı satırına doğru olduğunu tekrar vurguladım. Gerçekten öyleydi. Sınava katılanlar içinde asgari koşulları sağlayan üç kişi olduğunu ve bunlar içinde en kalitelisinin o olduğunu da vurguladım. Toplantı dağılırken komisyon üyelerinin anlattıklarım konusunda artık ikna olduklarını düşündüm. Ama onları ikna edenin benim anlattıklarımdan çok araştırma görevlisi meslektaşımın komisyon toplantıları boyunca gösterdiği performans olduğuna da adım gibi eminim.
Yıllarca Türkiye’nin farklı üniversitelerinden çalıştım. Üstelik bu üniversitelerde hâkim olan siyasi hegemonya birbirlerinden çok farklıydı. Ancak hepsinde ortak olan bir şey vardı: Atamalarda liyakat genellikle temel öncelik değildi. Ben beşeri çalışmalar alanındanım. Elbette bu işlerin örneğin tıpta, mühendislikte nasıl işlediğini bilemem. Ancak beşeri alanlarda kötü bir doktorun veya kötü bir mühendisin insan hayatına mal olabileceği gibi bir temel endişe de söz konusu değildir genelde. Kötü sosyolojiden, eksik felsefeden, yamuk antropolojiden kim ölmüş! Zihniyet böyle işler ne yazık. Bu alanlar kendi toplumsal ikincilliklerini biraz da kendileri üretmişlerdir.
Kadroları öncelikle liyakate değil de başka kriterlere göre doldurulmuş kurumlarda da dersler yapılıyor elbet. Araştırmalar sonuçlanıyor. Jüriler toplanıyor. Tezler savunuluyor. Makaleler, kitaplar yazılıyor. Yani eninde sonunda üniversiter makine çalışıyor. Mevcut yapının da bir rölantisi yok değil. Ama bir de şöyle düşünün: Daha kaliteli olan Ali dururken alınan Veli, CV’si daha iyi olan Zeynep dururken tercih edilen Ayşe üniversitenin ve daha genelde de ülkenin rölantisini düşürüyor mu, arttırıyor mu? Bu tür tutumların ülkenin genel vasatını, yani ortalamasını orta ve uzun vadede etkilememesi mümkün olabilir mi?
En başta söylemiştim. Her vasat, ortalama aslında hipotetiktir demiştim. Yani vasatın gerçek anlamıyla var olmadığını vurgulamıştım. Ancak vasatın, ortalamanın temsil gücünün de altını çizmiştim. Kuşaklar boyu bu şekilde yapılanmış kurumların vasatlık üretmeleri de asla bir tesadüf değildir. Kimi toplumların kişi başına 75 bin dolar gayri safi mili hâsıla ürettiği bir dünyada, sözünü ettiğim rölantideki ülkelerin ancak 7 bin 500 dolar üretebilmelerine fazla şaşırmamak lazım...
Sayın Diyanet İşleri Başkanı...!
Başkanlığınıza bağlı İmam ve müezzinlerinize evvel emirde ezanı güzel okumayı öğretin. Kötü bir okuyuşla insanları dinden soğutmayın. Bunu yapamayacaksanız merkezi sistemle güzel ezan okuyanın okumasını sağlayınız. Görevlilerin, mikrofonu sonuna kadar açarak insanları, yaşlıları, bebekleri rahatsız etmesini engelleyiniz. İnsanları, Allah'a ibadete çağıran ezan kimseye bir eziyet aracı olmamalıdır.
Hani huzur İslamda idi...?
Ahmet Yavaş
Dostlar..
Gittikçe yavaşlıyor, gittikçe yaşlanıyoruz. Baharın kapımızı çalmasına rağmen sevincimiz buruk, umudumuz kırık.
Ben, yaşlandıkça yaşadığım toplumu olumlu olumsuz yönleri ile geniş planda daha iyi tanımaya başladım. Hiçte hayalimdeki gibi, kitaplarda yazdığı, şiirlere konu olduğu gibi değilmişiz. Abartmışım.
Karşımda maddi ve manevi iklimi çölleşen bir ülke duruyor. Toplumsal çürüme ise ileri boyutlarda. Korkak iki yüzlü, çıkarcı, cahil, kaderci, ahlaksız insan profili sarmış dört bir yanımızı. İyi birine denk gelirsek şükrediyoruz.
Yiğitlik , mertlik, adamlık göç eylemiş bu topraklardan. İnsanlar dava ve yol arkadaşım dediklerini namertçe uyuşturucu satıcılarına vurdurtuyorlar. Ve babalar, ölen evlatları için beklediği adalet gerçekleşmeyince kahrından ölüyorlar.
Dostlar...
Cumhuriyetle birlikte Atatürk'ün iyi bir toplum inşa etme çabasına rağmen bunu başaramadık. Osmanlıdan başlayan batılılaşma, çağdaş milletler seviyesine ulaşabilme çabamızı sonlandırdık. Şimdi Orta doğu toplumu olmaya evriliyoruz.
İşin garip tarafı gittikçe millet olma vasfımızı da kaybediyoruz Kabileye, cemaate, sürüye dönüşüyoruz. Birey olmak, vatandaş olmak mı..? Geçiniz efendim..
"Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur." özdeyişi ters yüz oldu. Siyaset madrabazları öylesine ayrıştırıp , böldü ki bizi nerede ise Türkün Türk' ten, bizim bizden başka düşmanımız kalmadı.
Elbette iyi, güzel, yiğit insanlar vardır bu ülkede ve onlar başımızın tacıdır. Gel gör ki görünür değiller, yoklar meydanlarda.
Hava puslu ve ağır...
Sen durma, bağır, çağır...????
Ahmet Yavaş
Bu siyaset insanın bazen aklını başından alıyor, onu zavallı ve gülünç duruma düşürüyor.
Nasıl mı diyeceksiniz:?
HATIRLAYIN.. .
Önceki yerel seçimlerde İstanbul'u kaybedeceğini anlayan AKPLİ gruplar seçim gecesi Twitter da" BEN iZLEDİM, BİLİYORUM.." Allah'ı usulsüzlük ve kayırmacılık yapmaya çağırarak şöyle dualar ediyorlardı:
"Allahım yardım etsin .Oyları değiştirsin. Aradaki farkı kapatsın, inşallah.."??
Eyyyy AKP AşıklarıI?? aklınızda olsun. Tüm bireysel ve toplumsal ilişkilerde Allah adildir.
Asla nepotizim (kayırmacılık) ve torpil yapmaz.
Nitekim kendinizi yunmuş, yıkanmış, dindar, mütedeyyin görmenize, afranıza, tafranıza
rağmen 31 Mart seçimlerinde hezimete ugrayıp yenildiniz. Milletten tokadi yeyince kibriniz yerle bir oldu. Kininiz içinize akıp sizi zehirledi. Böylece Allah milletin eliyle cezanızi verdi.
Umarım bu durum size büyük bir ders olur, Kendinize bir çeki düzen verirsiniz.
Umarim, aslında dünyevi bir güç devşirme işi olan siyaseti dine alet etmezsiniz.
İnsanların ibadet ettigi camilere, eğitim yeri olan okullara, kışlaya siyaseti sokmazsiniz.
Allahın dinini (Nas) kendi politikalarınız için dolgu malzemesi olarak kullanmazsınız.
Bu arada zafer kazanmıs gibi havalara giren seküler mahallenin temsicileri, yani CHP liler..!!
Seçimlerde alınan sonucu romantik bir şekilde kendi eseriniz olarak görmeyin. Bu sonuçta başta emekliler olmak üzere Türk Milliyetçisi ülkücülerin büyük dahli vardır. Sevdalısi oldukları ülkeleri icin liderlerine rağmen en dogru olanı yapmıslar, adaletsizligi, hukuksuzluğu aliskanlık haline getiren iktidara en sert uyarıyı CHP ye oy vererek gerçeklestirmışlerdir.
Sonuç olarak demem o ki:
Muhafazakar mahallenin güzel insanları..!
Lütfen, alışkanlık haline getirdiğiniz dualarınızda Allah'ı adaletsizliğe çağırma işinden vazgeçin.
O sizin partinizin atadığı, hakiminiz, Adalet Bakanınız, Yüksek Seçim Kurulu Başkanınız, reisinizin bürokratı değil.
O adildir...Sadece sizin değil alemlerin ve tüm insanlığın Rabbidir.
Lütfen.
Ahmet yavaş
Bu siyaset insanın bazen aklını başından alıyor, onu zavallı ve gülünç duruma düşürüyor.
Nasıl mı diyeceksiniz:?
HATIRLAYIN.. .
Önceki yerel seçimlerde İstanbul'u kaybedeceğini anlayan AKPLİ gruplar seçim gecesi Twitter da" BEN iZLEDİM, BİLİYORUM.." Allah'ı usulsüzlük ve kayırmacılık yapmaya çağırarak şöyle dualar ediyorlardı:
"Allahım yardım etsin .Oyları değiştirsin. Aradaki farkı kapatsın, inşallah.."??
Eyyyy AKP AşıklarıI?? aklınızda olsun. Tüm bireysel ve toplumsal ilişkilerde Allah adildir.
Asla nepotizim (kayırmacılık) ve torpil yapmaz.
Nitekim kendinizi yunmuş, yıkanmış, dindar, mütedeyyin görmenize, afranıza, tafranıza
rağmen 31 Mart seçimlerinde hezimete ugrayıp yenildiniz. Milletten tokadi yeyince kibriniz yerle bir oldu. Kininiz içinize akıp sizi zehirledi. Böylece Allah milletin eliyle cezanızi verdi.
Umarım bu durum size büyük bir ders olur, Kendinize bir çeki düzen verirsiniz.
Umarim, aslında dünyevi bir güç devşirme işi olan siyaseti dine alet etmezsiniz.
İnsanların ibadet ettigi camilere, eğitim yeri olan okullara, kışlaya siyaseti sokmazsiniz.
Allahın dinini (Nas) kendi politikalarınız için dolgu malzemesi olarak kullanmazsınız.
Bu arada zafer kazanmıs gibi havalara giren seküler mahallenin temsicileri, yani CHP liler..!!
Seçimlerde alınan sonucu romantik bir şekilde kendi eseriniz olarak görmeyin. Bu sonuçta başta emekliler olmak üzere Türk Milliyetçisi ülkücülerin büyük dahli vardır. Sevdalısi oldukları ülkeleri icin liderlerine rağmen en dogru olanı yapmıslar, adaletsizligi, hukuksuzluğu aliskanlık haline getiren iktidara en sert uyarıyı CHP ye oy vererek gerçeklestirmışlerdir.
Sonuç olarak demem o ki:
Muhafazakar mahallenin güzel insanları..!
Lütfen, alışkanlık haline getirdiğiniz dualarınızda Allah'ı adaletsizliğe çağırma işinden vazgeçin.
O sizin partinizin atadığı, hakiminiz, Adalet Bakanınız, Yüksek Seçim Kurulu Başkanınız, reisinizin bürokratı değil.
O adildir...Sadece sizin değil alemlerin ve tüm insanlığın Rabbidir.
Lütfen.
Ahmet yavaş
????Dostlar...????????
Dinginliğin peşine düştüm. İhtiyacım var çünkü dinliğe. Huzura mutluluğa.Bu nedenle kafamın içindeki çöplerden, fazlalıklardan kurtulmam gerekiyor.
Nedir onlar.?
Kurtulmam gereken çöplerin, fazlalıklarin başında kendi kendime yarattığım korku ve endişelerim geliyor.
Kendimin, haklarımın çocuklarımın, sevdiklerimin, çevremin, ülkemin geleceği endişeleri...
Bu endişeleri gidermek, mutlu bir gelecek için çözüm arayışına giriyorsun. Bunun sonucunda ideolojilere ve o ideolojileri aparat sayan siyasete bulaşıyorsun.
Güç ve çıkar elde etme , zenginleşme aracı olarak olarak dizayn edilen makyevelist, pis bir siyaset anlaÿışı sizi kendinizden ediyor. En ideal düşüncelerinizi kirletip, bir çöp yığını haline getiriyor.
Siyasetçi takımının yanlışlarını savunmaya, aymazliklarına ortak olmaya ve salaklıklarına kılıf uydurmaya başlıyorsunuz.
Tanımadığınız birileri yüzünden tanıdıklarınızı üzüyorsunuz. Din, ezan, bayrak, milliyetçilik gibi değerler siyasetin dolgu malzemesi olup çıkıyor.
Haksızlık, kayırmacılık denen adaletsizlik karşısında susup, yutkunuyorsunuz
.........
Bundan sonra siyaset denen çöpten kendimi arındırmaya karar verdim.Hiçbir partiye aidiyetim yoktur. Hiçbir siyasiye sempatim ve ilgim kalmamıştır. Sivil Müslüman olduğum gibi artık sivil Türk Milliyetçisiyim.
..........
Kendimi ve Face duvarımı siyasete kapatıyorum.Zihnimi baş belası bu çöpten arındırıyorum.
Sanat, edebiyat, şiir, müzik, sevgi, aşk ve muhabbet uğraşı alanım olacaktır...!!
Oh be...Şükür..
Ahmet Yavaş
Kendimizi, herkese çekidüzen vermekle görevli din jandarması veya zaptiyesi olarak olarak görmemiz kibirli dindarlık hastalığını doğurur. Bu tür dindarlık, çatışmacı ve kavgacı dindarlıktır. Bir başkası bizim gibi inanmıyor veya düşünmüyorsa kendi tercihidir. O tercihe saygı duyabilmek insanca bir tutumdur. Bırakalım herkes inancını eksik veya tam bildiği gibi yaşasın. Biz inandığımız dini başkalarına değil kendimize çeki düzen vermek, kendimizi inşa ve tamamlamak için kullanalım. Lütfen..
(İKRA)
OKUMAK, BİLMEK
Dostlar...
Müslümanlar ve tüm İnsanlar Allah'ın "oku" emrinin muhatabıdır. İnsan, okumayı bilmiyorsa " okuyabilmeyi" yani okur yazarlığı okuyacaktır.
Okuyup yazıyorsa 3 şeyi okuyacaktır.
1.Kur'anı.
2.İnsanı.
3.Kainatı.
1. İnsanın Kuranı okuması, Allah'ı tanıması ve onun buyruklarını bilmesi açısından önemlidir.
Kuran okumanın olmazsa olmaz şartı anlayarak okumaktir.
Kişi, Arap alfabesini biliyorsa anlamıyla birlikte Arapça okuyacaktır. Arap Alfabesini bilmiyorsa Türkçe meal ya da tefsirler kanalıyla Kur'an okuyacaktır. Tefsir ya da meal okumayı eleştirenleri ciddiye almayıniz.Anlamadığına ibadet eden insandan hayır gelmez.
Allah, "Rabbül alemin yani tüm evrenin ve insanların Rabbidir. Sadece Arapların Rabbi, dili ise Arapça degildir. O, konuşulan bütün dilleri bilir.Kuranı Arapça göndermesinin sebebi elçisini onların arasından seçmiş olmasındandır
İnsanlar, Allah'ın gönderdiği ve sorumlu olduğu mesajları ilk elden ve doğrudan Kur'andan öğrenecektir.
2.İnsanı okumak. İnsanın önce kendisini, sonra diger insanları okumasıdır. İnsanın kendini okuması biyolojik ve psikolojik olarak kendini tanıması ve bilmesidir. Kendini bilen Rabbini de bilir.
3.Kainatı okumak. Bu okumanın içerisine evrenle ilgili her türlü bilimsel, bilgi girer.Fizik, kimya, biyoloji astronomi gibi deneyse bilgileri okumak ve bilmek insanın sorumlulugundadır. KURAN OKUMAK NE KADAR FARZ İSE İNSANI VE KAİNATI OKUMAK DA O KADAR FARZDIR.
Kimse Tefsir, Hadis, Siyer gibi dini ilimleri farz hükmünde sayıp Fizik , Kimya, biyoloji gibi beşeri ilimleri yok hükmünde sayamaz.
Allah'ı tanımak, onun buyruklarinı okuyup, bilmek için Kur'an okumak ne kadar önemli ise Allah'ın yarattığı insanı ve kainatı okumak, tanımak ve bilmek de o kadar önemlidir.
Okumak, bilmek dedigimiz şeyin adı ilimdir, bilgidir.Bilgi, ilim öğrenmek ise zamana kayıtlı olmayıp, Hz. Peygamberin ifadesiyle ömür boyu, yani "Beşikten mezara" kadardır.
Sonuç olarak hayat dediğimiz yolculuğun amacı Yaradanı, (Kur'anı )onun yaratmış olduğu insanı ve kainatı okumaktır.Bu üç okumayla birlikte insan bilen varlık olacak ve yaratık olmaktan çıkıp insanlaşacaktır. Bu insan denen varlık insanlar arasında barışı inşa ederek kardeşlik toplumu kuracak, dünyayı daha yaşanabilir hale getirecektir.Aksi insanın ve insanlığın sonu, kıyameti olacaktır.
İyilikle kalınız.
Ahmet Yavaş