Şövalye ruhlu birey olmak veya sürüye katılmak Bizim gibi şark toplumlarında özgür iradeli, açık fikirli ve özgüven sahibi birey olmak hakikaten çok zor bir iştir. Çünkü bu toplumlarda birey olma çabası genellikle yadırganan ve hatta “ne oldum delisi olmak” gibi algılanıp kınanan bir şeydir. Yine şark toplumlarında şövalye ruhlu birey olmak da çok zor bir iştir. Çünkü şövalye ruhluluk korkak, kaypak, yüzsüz, ahlaksız değil, son derece cesur, mert ve dürüst olmayı gerektirir. Şövalye ruhlu birey savunmasız ve aciz insanları hem korumayı hem de onlara saygı göstermeyi kendine vazife edinir. Kötülük ve acımasızlığın karşısında durmayı temel erdem bilir. Ahde vefa, söze sadakat gösterir. Şeref ve haysiyetini haleldar edecek her türlü davranıştan uzak durur. Cömert ve yardımsever olur. Kendisine yapılan iyiliği asla unutmaz. Her hâlükârda doğruluk, dürüstlük ve iyiliğin temsilcisi olur. İşte bu ruha sahip olan insan inandığı değerler namına mücadele edip didinen, bunun karşılığında hiçbir şey beklemeden, hatta kendine ait birçok şeyi feda edebilen bir kişilik ve karakter sahibidir. *** Kısacası, şövalye ruhluluk onur ve ilkeli yaşam demektir. Şövalye ruhluluk akıl ve vicdanla hareket eden irade gücü ve özgürlük demektir. Asil, adil ve anlamlı bir hayat sürmek insanı şövalye ruhlu kılar. Tek başınalık, tevazu, şükran, onur, dostluk, sadakat, dürüstlük, cesaret, adalet, cömertlik, disiplin, adanmışlık, inanç, şükran ve sevgi…. İşte bütün bunlar şövalye ruhluluğun temel vasıflarıdır. Ne var ki şark kültüründe birey, Turgay Bostan’ın ifadesiyle, tek başına bir hiçtir. Tek başına hak arayamaz. Kendi aklı ve fikri doğrultusunda söz söyleyip görüş beyan edemez. Daima bir gruba, cemaate, tarikata, şeyhe ittiba ihtiyacı duyar. Mutlaka bir referans mercii peşinde koşar. En büyük korkusu kendi sürüsünü kaybetmektir. Aradığı huzuru sürüsünde bulur. Sürü başı ne derse ve nereye giderse ona razı olur. Sürüsüyle yürür, sürüsüyle büyür. Sürüsüyle kükrer, vurur, kırar, döker. Ezberlerinin bozulmasını sevmez. Alışılmışın dışına çıkmak kendisini ürkütür. Ben oturayım, birileri benim yerime arayıp bulsun, getirsin ister. Sürüye katılanın en iyi bildiği iş gayba taş atmaktır. Bilgiyi aramak, okumak, yeni keşiflere yelken açmak onun için çok zor ve zahmetli bir iştir. Değişimden korkar. Kolay kolay hayır diyemez. Bu yüzden, yalan dolana çok ihtiyaç duyar. Korku dilini pek sever. Bu dille aklı ve hür düşünceyi katleder. Korku dili iki yüzlü davranmaya, kindarlığa, kalleşliğe, iftiraya ve fitneye sürükler. Korku diliyle şekillenen bir toplumdan ne bilim adamı ne düşünür çıkar. Bu dilin hâkim olduğu toplumsal ve kültürel vasatta eyyamcı aydınlar, nemelazımcı akademisyenler cirit atar. Şark toplumlarındaki cemaat yapılarında din çoğunlukla bireyi tahakküm altına alıp sürüye katma maksadıyla kullanılan bir baskı aracından ibarettir. Dindeki Allah’a teslimiyet emri söz konusu yapılarda Allah tarafından seçilip yetkilendirildiğine inanılan insanlara mutlak itaat ve teslimiyet olarak tercüme edilir. Yine bu yapılarda kendilerinin inandığı şeylere Allah’ın da inandığı zannedilir. Hatta Allah adına konuşulurken Allah’ı teslim almaya yeltenilir. Öte yandan, Allah’a itaat gibi kullara da itaat dinî bir vecibe hâline getirilir. İşte bu durum bireyin kendi benliğinden vazgeçip sürüye katılmasını kaçınılmaz hâle getirir. Bir insanın kendi benliğinden vazgeçmesi için onun bireysel kimliğinden ve kendine özgü farklılıklarından sıyrılması gerekir. Bunu sağlayacak en etkili yöntem, kişiyi kolektif bir kimlik içinde asimile etmektir. Kişinin kendi benliğini sürüye katmasına, geleneksel dinî gruplardaki “karizmatik lider kültü” ve “lidere mutlak itaat” anlayışı eklendiğinde ferdiyet olgusu ve fert olma şuuru buharlaşıverir. Dinî grup ve cemaatlerde karizmatik liderin “Allah dostu” olarak kabul edilmesi ve kendisine atfedilen yüksek manevi mertebesiyle ilintili çok özel güçlere ve imtiyazlara sahip olduğu düşüncesi hâkimdir. Bu düşünce Allah dostu kabul edilen lider ile Allah arasında zımnî bir özdeşlik bulunduğu vehmini üretir. Çünkü liderin Allah ile sürekli irtibat hâlinde olduğu kabul edilir. Dolayısıyla onun görüşleri “Allah’ın sözcülüğü” olarak değerlendirilir. Bu yüzden, bir dinî cemaatin müntesibi ile o cemaatin lideri arasındaki ilişkiler, Allah’ın sözcüsü ile zavallı bir kul arasındaki ilişki olarak telakki edilir. *** Hoffer’in tespitiyle, bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazır duruma getirme tekniği, o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Yani onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemek, dolayısıyla sürünün bir parçası hâline getirmektir. Bu işlem, söz konusu insanın kapalı kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla, ona hayali bir kişilik tanımak yoluyla, şimdiki zamanın küçümsenmesini ona aşılamak ve ilgisini henüz mevcut olmayan şeylere kaydırmak yoluyla, onunla gerçek arasına bir perde (öğreti) germek yoluyla, ihtiraslar enjekte ederek o kimse ile nefsi arasındaki dengeyi önlemek yoluyla yapılabilir… Dış dünyada gidecek bir yeri kalmayan ve kendisini grup dışında sudan çıkmış balık gibi algılayan cemaat üyeleri için mutlak itaat, var olmanın yegâne imkânı hâline gelir. Kişi var oluşunu sadece koşulsuz itaat ve ittibaya bağladığında sorgulama, gerçekliği sınama, duygudaşlık/empati kurma gibi becerilerin kullanımı azalır ve cemaate uyum hayattaki en önemli düstur hâline gelir. Bunun bir adım sonrasında, meczup gibi davranmak ve cinayet/katl talimatlarına harfiyen uymak işten bile değildir. Mustafa Öztürk
YURDUMUN GÜZEL İNSANLARI Sizi çok seviyorum… lakin kızıyorum da çoğu kez. Mehdi bekleyenleriniz var... Sürekli bir kurtarıcı peşindesiniz. Namaz kılan, Kur’an okuyabilen her siyasiye üst derecede dini bir etiket yapıştırıyorsunuz. Bu nedenle hiç sevimli değilsiniz. Birey olmayı, kendi kendine yetmeyi sevmemeniz, çoğu kez aklınızı kiraya vermeniz üzüyor beni Biliyorsunuz…. Rabbimiz bize hidayet rehberi bir peygamber gönderdi zaten. Hz. Muhammed dışında niye bir Mehdi arayalım ki…? Hz. Peygamber dışında Mehdi bekleyenler size kötü haber vereyim. Boşuna beklemeyin, mehdiniz gelmeyecekmiş. "Geldim, ben Mehdiyim" diyenlerin hali, düzeni zaten hiç yok. İyi bir insan bile değiller. Kimi şirket, kimi banka kuruyor. Devasa güce ve zenginliğe sahip. Kimi siyasilerden oy karşılığında müritlerine devlet makamı devşiriyor… Kimi ihtilal yapıp devleti ele geçirmeye çalışıyor. Televizyon kurup orada karı kız oynatan mehdiler bile var... Gelenler buysa geleceği söylenen mehdilerin halini siz düşünün artık. … Apokrif ( uydurma) hadislerin peşine takılıp, parlayan her siyasiye mehdi falan demeyin. Adamlar gaza gelince kendini dünyanın merkezi olarak görüyor… Bakın, Mehdi hidayete ulaştıran demektir. Size dini güzelce anlatan, hidayete ve doğruya ulaşmanıza katkı sağlayan her din adamı veya din bilgini mehdidir. Sayısı binlercedir. Din tüccarı, din mafyası üç kağıtçılara Mehdi güzellemesi yapmayın lütfen… Kullanışlı insan olmayın… Hoş değil. Ahmet Yavaş
BİR KAHVENİN 40 YIL HATIRI VAR MIŞ” Üsküdarlı Bilge Yusuf ile Rum balıkçı Stelyo'nun dostluk hikâyesidir bu.. 1895 Eminönü Yemiş İskelesi’nde balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti; " -Bre Yusuf!.. Herkese benden okkalı bir kahve, ama şurada oturan Rum palikaryasına yok!... Ona, kahvem de akçem de haramdır" der.. Bilge Yusuf kahveleri ikram eder; bir kahve de Palikarya Stelyo’nun önüne koyar... Zabit adeta kükrer: " - Ben, ona haramdır demedim mi Yusuf?!.." Bilge Yusuf, hiç istifini bozmaz. " -Komutan, o kahve benden, ona da helaldir.." der... Stelyo minnetle bakar Yusuf'a... Sene 1905 olur, Samos ( Sisam ) arasında Rum isyanı başlar... Damat Ferit Paşa adaya asker çıkarır... Bilge Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak ilk çatışmada esir düşer... 2 yıl yatar Samos zindanlarında... 2 yıl sonunda Rum çeteciler, esir pazarında satışa çıkarır Yusuf'u... Mezatda “5 para!... 7 para!..” sesleri arasından bir ses yükselir; " -O Türk’e benden 5 kuruş, hemen alıyorum..." Sessizlik hakim olur.. Rum alır Yusuf'u arabasına, köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur, döner Yusuf'a; " -Serbestsin Bilge Yusuf " der... Yusuf inanamaz duruma, Rum’un ellerine kapanır; " -Beyim, kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın?.." der... Rum döner Yusuf'a; " -Ben balıkçı Stelyo.." der... Yusuf çözemez durumu, adamı tanımaz bile... Rum, uzun uzun anlatır. 12 yıl öncesine, Yemiş iskelesine döner, detaylarıyla o günü anlatır ve " -İşte ben, bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo benim.." der. Gözyaşları sel olur... Sarmaş dolaş olurlar... Stelyo, Yusuf'u, kaçak yoldan İstanbul'a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder... Her yıl birbirlerini ziyaret ederler. Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına, torunlarına anlatırlar dostluklarını ve "-Bir kahvenin 40 yıl hatırı var.. " derler.
Bursa’nın en çok ekmek satan fırınlarından birinin sahibiyim. Her gün satılan binlerce ekmek diyebilirim. İçeri giren çok olur ekmek ister, genelde veririz bedava diye alır gider. Üst kattayım, kameralara bakmaktayım. Bir abla var, ilk defa karşılaşmaktayım. Kapının önünde 10 dk. oldu, bir sağa bir sola dolanıp durdu. Kuyumcu olsak hırsız sanki bizi soyacak. Ama ne öyle bir hali var, ne de akılsız değil ya fırını soyacak kadar. Baktım ki içeri gireceği yok. İndim aşağıya, geçtim tam karşısına : Ablacığım bir şeye mi baktın? dedim. Yok abi, rahatsız ettim sizi, hayırlı işler dedi ve yola doğru ilerledi. Elini tutan minik kız çocuğu çekiştiriyor: Anne ne olur gitmeyelim, diyordu . Seslendim ablaya: Kardeşim bana bir bakarmısın? Duymamış gibi yaptı, ama ikinci de durdu ve dönüp baktı. ‘’Ablacım dedim vaktin varsa buyurun içeriye. Konuşmadı, çocuğunun yüzüne baktı başını salladı, dükkanıma adım attı. Bak abla dedim. Bizim bu dükkana çok ekmek almaya gelen olur, parasız alırlar. Biliyorum bazen de beni kandırıyorlar. Ama olsun diyorum, ben bunun bereketi ile binlerce satıyorum. Ama dikkat ettim sen üç defa döndün kapıdan tam içeri girecekken. Var mı ihtiyaç? Ne olur varsa söyle. Çaylarda geldi o arada, işaret ettim ve istedim masaya simit ve poğçada. Önce yiyin sonra konuşalım dedim. O çocuğun ve ablanın çiğnemeden, ağzındaki bitmeden tekrar ısırışlarına şahitlik ettim. Aç kardeşim bunlar, böyle mi yer aç olmasalar. Abla bir nefes aldı, ikinciye gelen çaydan yudumladı ve başladı anlatmaya : Abi, dün eşim eve bir kadın getirdi. Terk edin hemen burayı dedi. Evden çıktığımda saat gece ikiye gelmekteydi. Önce bir otobüs durağında oturduk. Sonra baktım ki başımıza bir hal gelecek, bir karton bulduk ve Emirsultan Mezarlığı’nda uyuduk. Tamam da beş kuruş vermedi ki adam bana. Çıktık işte bir mont ve küçük bir çantayla. Acıktık tabii sabah olunca. Ama beş kuruş yok ki yanımda. Bir akrabam var ama o da çok uzakta. 20-30 TL lazım ki gideyim yanına. Telefonumu da vermedi, satacak besbelli. Arayamadım da kimseyi. Acıkınca da, kızım da elimden tutup senin fırının önünde durunca, girmedim içeriye istemeye utandım . Bak nasıl gülüyor evladım, karnı doydu diye. Sevindirdin ikimizi de. Allah razı olsun, bu dükkanın hep müşteri ile dolsun, dedi. Annem vefat etmişti geçen hafta. Oturuyordu 21 yıldır alt katımda. Aklıma orası geldi bir an da. Hem boş, hem de eşyalı. Şimdi götürsem eve bu ablayı hanım ne der acaba? Anlattım ablaya. Burada çalışmak istermisin dedim? çocuğun ile gel hem karnını doyur hem de yardım et . Zaten başka çaresi de yoktu. Öyle sevindi ki, ayağa kalktı elimi öpmek istedi. Eşimi aradım, o da çok sevindi. Ben gelip onları araba ile alayım hemen dedi. Üç aydır abla iş saatinde yanımda, akşam alt katımızda. Çok mutlular kızıyla. Kira almıyoruz, faturaları biz ödüyoruz, evladımız yok onun kızını evlat gibi seviyoruz. Bugün baktım, bir kadına iki ekmek verdi. Parasını istemedi. Sonra çantasından para alıp kasaya bırakıverdi. O da birine iyilik yapmak istemişti. Sesimi çıkarmadım. Görmemiş gibi yaptım. Ellerimi açıp Allah’a sonsuz şükrettim, bunca yıl sonra bana bir kardeş ve evlat yolladığı için teşekkür ettim... S.Nur uslu
HAYAT GÜZELDİR • Bir c¸ocugˆun ayakkabısı denize du¨s¸er, kaybolur. Sahilde kumların u¨zerine s¸o¨yle yazar.. “ Bu deniz hırsızdır." Biraz o¨tede bir balıkc¸ı agˆına yakalanmıs¸ c¸ok miktarda balıgˆı kıyıya c¸eker ve kumlara s¸o¨yle yazar.. “ Bu deniz co¨merttir." Bir genc¸ denizde bogˆulur.. Acılı, agˆıt yakan annesi kumlara s¸o¨yle yazar.. “ Bu deniz katildir." I·htiyar bir balıkc¸ı koca bir inci barındıran istiridye c¸ıkarır denizden ve kumlara s¸o¨yle yazar.. “ Bu denizin go¨nlu¨ c¸ok zengindir." Bir dalga gelir, sahilde yazılı tu¨m yazıları siler. Deniz su¨kunet ve hus¸u ic¸inde seslenir; Egˆer deniz olmak istiyorsan bas¸kalarının so¨ylediklerine c¸ok da o¨nem vermeyeceksin! ... Şunu Asla Unutmayın ; Hayattan " Azar " Yedim Diye Üzülmeyin, " Fırça Darbesi Almadan Resim Yapılmıyor " ALINTI
SAKIN ÖĞRETMENLERE GÜVENMEYİN!!! Belki de pandemi sürecinde okul ve ÖĞRETMENİN önemini çok daha iyi anladık... Eğer hem kendileri hem de ülkemiz adına çocuklarınızın ERDEMLİ BİRER İNSAN olarak hayatta yerlerini almalarını istiyor ve gerçekten bunun kaygısını çekiyorsanız onları yalnızca öğretmenlere emanet etmekle asla yetinmeyin. Çünkü onların zihinlerinde silinmez izler bırakan İLK ÖĞRETMENLERİ sizlersiniz. Ne mi yapabilirsiniz? Mesela çocuklarınızla birlikteyken; 1- Asla yalan söylemeyin! 2- Kutsal değerlerimiz başta olmak üzere kesinlikle küfretmeyin ve sövgü içerikli kelimeler kullanmayın! 3- İnsanlarla ilişkilerinizde olabildiğince kibar olun ve nazik bir dil kullanın! 4- Yapamayacağınız bir şeyi vaat etmeyin, söz vermişseniz mutlaka yerine getirin, getiremiyorsanız sebebini ona açıklayın! 5- Komşularınızı her ne şekilde olursa olsun rahatsız edici davranışlardan olabildiğince kaçının, öyle ki alt kat komşunuzun balkonuna yediğiniz bir çekirdeğin kabuğu bile düşmüşse mutlaka özür dileyerek helallik alın! 6- Birlikte sokakta yürürken densizlerin yere sigara izmariti veya herhangi bir çöp attıklarını gördüğünüzde bu yapılanın kamuya zarar vermekten dolayı kul hakkı ve iğrenç bir davranış olduğunu çocuklarınıza anlatın! 7- Arabanızla seyahat ederken yediğiniz meyve ve gıdaların kabuklarını pencereden yola fırlatmayın ve bunu yapanların insanlığa ihanet ettiklerini hatırlatın! 8- Yine aracınızla kırmızı ışıkta beklerken veya seyir halindeyken bir başkasının yol hakkını ihlal edebilme uğruna sağdan soldan haksız dalışlar yapmayın ve bu yapanların insanlık suçu işlediklerini söyleyin! 9- Herhangi bir iş veya alışveriş için ekmek kuyruğunda dahi olsanız sizden bir saniye bile önce gelmiş birisinin önüne geçmeye çalışmayın ve bu hareketin diğer insana saygısızlık olacağını çocuklarınıza hatırlatın! 10- Okulda haksız not almaya alışan bir insanın büyüdüğünde haksız kazanç edinebileceğini, arkadaşının veya devletin küçük de olsa herhangi bir malına zarar vermeyi önemsemeyenin büyüdüğünde sokakları ateşe vermekten çekinmeyen bir canavara dönüşeceğini hatırlatın lütfen! 11- Ve son olarak; ukalalığın “HAK ARAMAK”, saygısızlığın “ÖZGÜVEN”, terbiyesizliğin “ÖZGÜR TAKILMAK”, tembelliğin “HAYATIN TADINI ÇIKARMAK”, ilkesizliğin “SPONTANE YAŞAMAK” olmadığını sık sık hatırlatın onlara! Neden mi? Çünkü tertemiz bir fıtratla yaratılığı halde tüm bu çirkinlikleri yaşam tarzı haline getiren günümüzün insan görünümlü canavarları tüm bunları annelerinin karnında değil büyüklerine bakarak öğrendiler. “Bir neslin kaderini bir evvelki nesil tayin eder” der Konfüçyüs. O halde bizden sonraki neslin geleceğini karartmayalım olmaz mı? Söylemekten dilimde tüy bitti “İNSAN OLMADAN MÜSLÜMAN OLUNMAZ!” Adem Doğantemur...
Cahillere bilgi notu.. Türkiye Türklerindir. Kılıcının ve bileğinin gücüyle bu ülkeyi kendisine vatan yapmıştır. Kimliği üst kimliktir. Tüm farklı kimlikler bu üst kimlik altında özgürce yaşayabilir. Türk milletini yaşatma ve onu yüceltme ülküsüne TÜRKÇÜLÜK denir. Asla ırkçılıkla alakası yoktur. Türkçülük bir medeniyetin inşa çabasıdır. Oğuz Kağan dan başlayan binlerce yıllık bir geçmişi vardır. Türklerin kurduğu vatanda, Türk bayrağının dalgalandığı bir ülkede Türkçülük bölücülük değil ortak paydada, üst kimlikte buluşmaktır. Türk kimliğinin dışında başka bir kimliğin ülkeye egemen kılınması çalışması bölücülüktür.. Böyle biline...! Ahmet Yavas
DOSTLAR.. Geçtiğimiz iki yıl dünyanın gerçek sahibi Tanrı'nın aymazlıklarımızın bedelini kendi kendimize ödettirdiği yıl oldu. Güzelce yaşasınlar diye bize sunduğu muhteşem dünyamızı çok kötü kullandık.?? Gökyüzümüzü, yeryüzümüzü, denizlerimizi, ırmaklarımızı kirlettik, ormanlarımızı yağmalayıp, yaktık.?? Evrenin sahibi, akl etmeyi ve bilimi emrederek gelişmeyi, dünyadan daha güzel yararlanmamızı istediğinde biz bunu çok güzel yaptık. Müthiş bir bilim ve teknoloji medeniyeti kurduk. İnsanlık olarak refahın zirvesine ulaştık. Bir şeyi unuttuk. Bilimin yanına dinin merhamet, sevgi ve ahlakını koyamadık. Bencilleştik, kibirlendik, kirlendik. ?? İnsanlar olarak gücümüz arttıkça dünyayı sadece kendimize ait zannettik. Başka canlıları yok saydık. Farklı insanları ötekileştirdik. Onları, sömürmeye, köleleştirmeye çalıştık.Onların zenginliklerini yağmaladık. Bunu sağlamak için modern silahlar geliştirdik. Atom bombasıyla kendi insan kardeşlerimizi yok ettik. Yeryüzünü yaşanmaz hale getirdik.?? Şimdi, kimimiz nükleer silahların güvencesinde hırs ve iştahlarımızı sürekli biliyoruz.. Kimimiz bu silahların ölümcül korkusu altında sinmiş bir halde yaşıyoruz. Dünyamızdaki sokak kabadayılarının racon kesmesini ürperti ile izliyoruz. Oysa Yüce Tanrı, sevgiyi, merhameti temel alan bir "KARDEŞLİK TOPLUMU" kurmamız istedi. Barış içinde yaşamamızı emretti. İnsanın insanın kurdu olmadığını yaratılışta eşleri olduğunu bildirdi. Bilimin yanına sevgiyi ve merhameti koymamızı istedi. İnsanı evrenin merkezinde yer alan en değerli varlık olarak belirledi. ?????? Yüce Tanrı, iyi, doğru ve güzel olanı yeryüzünün öğretmenleri olan peygamberleriyle bize öğretti. Bize ilahi mesajlar gönderdi. Birbirimizi sevmeyi birbirimizle kardeş olmayı, birbirimize sarılmayı, empatiyi, yardım etmeyi salık verdi. ?? Din sahiplerine tevhide sarılmayı, şirke bulaşmamayı emretti. Dinlemedik, Tanrı ile aramıza aracılar soktuk. Onun vadettiği güzelliklere ulaşmak için şeyhleri, gavsları, mehdileri aracı kıldık. Bize şahdamarımızdan yakın olanı, sonsuz olanı unuttuk, fani olan din ve umut tacirlerine, suya attığımız paralara, ağaçlara astığımız bez parçalarına bel bağladık.?? Sonunda ibadet yerlerine, camilerimize bile gidemedik, cemaatle namaz kılmaz hale geldik. Araya şeytan girmesin diye sıklaştırdığımız saflarımızın arasına şeytan değil Corona girdi. Kerametine inandığımız şeyhimizin minicik bir virüs karşısında ne kadar çaresiz kaldığını gördük. Görkemlice, bir kibir abidesi olarak inşa ettiğimiz camilerimize uzaktan bakar olduk. Sürekli sarıldığımız anne ve babamıza, kardeşlerimize, dostlarımıza sarılamaz olduk. Bir araya geldiğimiz dostlarımızdan ayrıldık, birbirimizle buluşup bir çay içemez, sohbet edemez olduk. Sokağımıza, bahçemize bile çıkamaz olduk. Alıştığımız güzelliklere hasret kaldık. ?????? Bu ne yaman ceza, ne yaman musibettir. Dileğim odur ki, yeni yıl aklımızı başımıza devşirmemiz için vesile olur inşallah. Önce insan olmanın yüce erdemine ulaşalım. Allah'ın yarattığı canlıların özellikle insan kardeşlerimizin değerini bilelim. Onları ötekileştirmeden, aşağılamadan, incitmeden, ayağına basmadan onlarla birlikte yaşamanın yollarını arayalım. Lütfen, Sahip olduğumuz eski güzelliklere yeniden kavuşalım. Yeni bir anlayışla dünyamızı güzelleştirelim. Savaşı değil, barışı yüceltelim. Kini, kavgayı, öfkeyi değil sevgi, saygı ve hoşgörüyü çoğaltalım. Evrenimizi bozmadan, hor kullanmadan, kıymetini bilerek birlikte, kardeşçe ve mutlu olarak yaşayalım. Yeni yılınızı yeniden tebrik ediyorum.?????????? Ahmet Yavaş
???????????Günaydın.???????? Her şeye rağmen neşeliyim. Her şeye rağmen mutlu. Dertlere, telaşelere, sıkıntılara rağmen. Aylarca evde kapalı kalmama, hayattan sürgün edilmeme rağmen. İçim kıpır kıpır. Sevinçli ve keyifliyim. Sağolsun ihmal etmedi güneş bugün de doğmayı. İşte gök yüzünde gülümsüyor bana . Asık suratlı, gülmeyi unutmuş komşu kadını bile bugün gülüyor. Çocuklar mı..? Onların işi zaten gülmek. Bu kelebekte nerden çıktı. ? Hayata kanat çırpan. Serçeler karşı ağaçlarda cıvıl cıvıl. Güvercinler aşk peşinde. Bademler çiçeğe durmakta. Kediler koşturmakta. Oraya, buraya savrulmuş çöplere gözlerimi kapadım. İnadına açan çiçeklerde gözüm. Özgürce yeşeren çimenlerde. Hafiften soğuk bir rüzgar esiyor. Pandemiyi, dertleri, sıkıntıları, korkuları, kuşkuları o rüzgara saldım. Alıp götürdü. Günaydın hayat, günaydın gökyüzü.. Günaydın güzel insanlar. Günaydın güzel dostlar....????????????
, ???? BEN BÖYLE DEMOKRASİYİ SEVMİYORUM. Demokrasinin gereği olan seçme ve seçilme işi bazen demokrasiden soğutuyor beni. Hukukun üstünlüğü, insan hakları çoğulculuk, adalet, ahlak gibi diğer evrensel değerlerin üstünü örttüğümüz veya cılkını çıkarttığımız gibi seçme ve seçilme işinin de içine ettik. ?? Mazallah bir adem, genel başkan veya başbakan seçilmeyi görsün kıçı tutkalla yapıştırılmış gibi ..Onu koltuğundan sökmek mümkün olmuyor.. Parti içi demokrasi imiş, delege imiş, kongre imiş hepsi hikaye. Partiyi ele geçiren kişi delegeleri seçiyor, delegeler de onu. Ebedi genel başkansınız artık. Siz ölseniz bile oğullarınız sürdürür saltanatınızı.?? Bir de iyi nutuk atıyor, imamların, tarikat ve cemaatlerin desteğini almışsanız adeta kutsal bir kimliğe bürünüyorsunuz. Her türlü olumsuzluğa, yoksulluğa, işsizliğe, ülkenin geri gitmesine, enflasyonun patlamasına rağmen " erenlerin vardır bir bildiği" çıkarımı ile kutsanıyorsunuz ve sizi kimse yıkamıyor.Dahası din adamları kendilerinin rey verdiği partiye rey vermenin bir iman işi olduğunu, başka bi siyasi partiyi tercih ederek ahiretlerini tehlikeye atmamalarını söyleyebiliyorlar.?? 4 yılda bir diye kararlaştırılan seçim, şartlar değişiyor, istekler kabarıyor ve her yıl yapılan bir seçime dönüşüyor. Bedeli trilyonları bulan bir sürü masraf, bir sürü israf. Seçmen profilimiz genel de çok cahil ve eğitimsiz. Bırakın dünyadan haberdar olmayı kendi ülkesini bile tanımıyor. Rey verdiği partinin programından kesinlikle haberi yok Parti genel Başkanı milletvekilini listesini hazırlıyor seçmeni onaylıyor. Ağam tanımıyor bile seçtiği milletvekilini. Hanım beyinin verdiği partiye, adam şeyhinin dediği yere oyunu veriyor. Oh ne güzel demokrasi...! Oy vermede en az lise mezunu olma şartına iyice inanmaya başladım. Aksi takdirde eğiitimsiz ve cahil insan sürülerinin tercihinin sonucuna yıllarca katlanacağız. Oyun kalitesi olmayınca seçilenin de kalitesi olmuyor.?? Ya o seçimlerdeki kirliliklere ne dersiniz: Birbirine hakaretler, iftira atmalar, teröristlikle suçlamalar.?? .. gibi söz, duygu ve düşünce kirlilikleri. Her tarafa saçılan afiş, pankart, yazı... gibi görüntü kirlilikleri. . En çok ta megafonlardan yayılan, bizi yerimizden hoplatan marşlı, şarkılı gürültü kirliliği canımızı yakıyor. Ya ekranlardaki kirliliği ne dersiniz..?. Ekran kirliliği çok fena. Kakafoninin dibini buluyoruz.?? Uffff. Sevmediğiniz, onaylamadığınız bir lideri aynı anda bütün tv. kanallarında izlemenin dayanılmaz işkencesi. Haber proğramları ayrı bir çeşni....Muktedirleri savunmaya teşne kadrolu troller, rektörler, dekanlar, sözde fikir adamları, hukukçular. Birbirini dinlemeyen, gerçekleri örtmek için yalan söyleyen, falanca lidere yalakalık için 4 takla atan zavallılar guruhu.?? Kendinizi kuşatılmış hissediyorsunuz. Birileri cendereye almış, sıkıyor sizi. Bir yere gidemiyorsunuz, bir yere kaçamıyorsunuz. Ülke sizin ülkeniz. Seviyorsunuz, gerekirse uğruna ölüyorsunuz. Nereye gideceksiniz ki..? Neylersiniz...? Oturup ağlarsınız..???? Yok yok. Demokrasi bu olmamalı. Ben böyle demokrasiyi sevmiyorum. Ahmet Yavaş
Şövalye ruhlu birey olmak veya sürüye katılmak
Bizim gibi şark toplumlarında özgür iradeli, açık fikirli ve özgüven sahibi birey olmak hakikaten çok zor bir iştir. Çünkü bu toplumlarda birey olma çabası genellikle yadırganan ve hatta “ne oldum delisi olmak” gibi algılanıp kınanan bir şeydir. Yine şark toplumlarında şövalye ruhlu birey olmak da çok zor bir iştir. Çünkü şövalye ruhluluk korkak, kaypak, yüzsüz, ahlaksız değil, son derece cesur, mert ve dürüst olmayı gerektirir. Şövalye ruhlu birey savunmasız ve aciz insanları hem korumayı hem de onlara saygı göstermeyi kendine vazife edinir. Kötülük ve acımasızlığın karşısında durmayı temel erdem bilir. Ahde vefa, söze sadakat gösterir. Şeref ve haysiyetini haleldar edecek her türlü davranıştan uzak durur. Cömert ve yardımsever olur. Kendisine yapılan iyiliği asla unutmaz. Her hâlükârda doğruluk, dürüstlük ve iyiliğin temsilcisi olur. İşte bu ruha sahip olan insan inandığı değerler namına mücadele edip didinen, bunun karşılığında hiçbir şey beklemeden, hatta kendine ait birçok şeyi feda edebilen bir kişilik ve karakter sahibidir.
***
Kısacası, şövalye ruhluluk onur ve ilkeli yaşam demektir. Şövalye ruhluluk akıl ve vicdanla hareket eden irade gücü ve özgürlük demektir. Asil, adil ve anlamlı bir hayat sürmek insanı şövalye ruhlu kılar. Tek başınalık, tevazu, şükran, onur, dostluk, sadakat, dürüstlük, cesaret, adalet, cömertlik, disiplin, adanmışlık, inanç, şükran ve sevgi…. İşte bütün bunlar şövalye ruhluluğun temel vasıflarıdır. Ne var ki şark kültüründe birey, Turgay Bostan’ın ifadesiyle, tek başına bir hiçtir. Tek başına hak arayamaz. Kendi aklı ve fikri doğrultusunda söz söyleyip görüş beyan edemez. Daima bir gruba, cemaate, tarikata, şeyhe ittiba ihtiyacı duyar. Mutlaka bir referans mercii peşinde koşar. En büyük korkusu kendi sürüsünü kaybetmektir. Aradığı huzuru sürüsünde bulur. Sürü başı ne derse ve nereye giderse ona razı olur. Sürüsüyle yürür, sürüsüyle büyür. Sürüsüyle kükrer, vurur, kırar, döker. Ezberlerinin bozulmasını sevmez. Alışılmışın dışına çıkmak kendisini ürkütür. Ben oturayım, birileri benim yerime arayıp bulsun, getirsin ister. Sürüye katılanın en iyi bildiği iş gayba taş atmaktır. Bilgiyi aramak, okumak, yeni keşiflere yelken açmak onun için çok zor ve zahmetli bir iştir. Değişimden korkar. Kolay kolay hayır diyemez. Bu yüzden, yalan dolana çok ihtiyaç duyar. Korku dilini pek sever. Bu dille aklı ve hür düşünceyi katleder. Korku dili iki yüzlü davranmaya, kindarlığa, kalleşliğe, iftiraya ve fitneye sürükler. Korku diliyle şekillenen bir toplumdan ne bilim adamı ne düşünür çıkar. Bu dilin hâkim olduğu toplumsal ve kültürel vasatta eyyamcı aydınlar, nemelazımcı akademisyenler cirit atar.
Şark toplumlarındaki cemaat yapılarında din çoğunlukla bireyi tahakküm altına alıp sürüye katma maksadıyla kullanılan bir baskı aracından ibarettir. Dindeki Allah’a teslimiyet emri söz konusu yapılarda Allah tarafından seçilip yetkilendirildiğine inanılan insanlara mutlak itaat ve teslimiyet olarak tercüme edilir. Yine bu yapılarda kendilerinin inandığı şeylere Allah’ın da inandığı zannedilir. Hatta Allah adına konuşulurken Allah’ı teslim almaya yeltenilir. Öte yandan, Allah’a itaat gibi kullara da itaat dinî bir vecibe hâline getirilir. İşte bu durum bireyin kendi benliğinden vazgeçip sürüye katılmasını kaçınılmaz hâle getirir. Bir insanın kendi benliğinden vazgeçmesi için onun bireysel kimliğinden ve kendine özgü farklılıklarından sıyrılması gerekir. Bunu sağlayacak en etkili yöntem, kişiyi kolektif bir kimlik içinde asimile etmektir. Kişinin kendi benliğini sürüye katmasına, geleneksel dinî gruplardaki “karizmatik lider kültü” ve “lidere mutlak itaat” anlayışı eklendiğinde ferdiyet olgusu ve fert olma şuuru buharlaşıverir. Dinî grup ve cemaatlerde karizmatik liderin “Allah dostu” olarak kabul edilmesi ve kendisine atfedilen yüksek manevi mertebesiyle ilintili çok özel güçlere ve imtiyazlara sahip olduğu düşüncesi hâkimdir. Bu düşünce Allah dostu kabul edilen lider ile Allah arasında zımnî bir özdeşlik bulunduğu vehmini üretir. Çünkü liderin Allah ile sürekli irtibat hâlinde olduğu kabul edilir. Dolayısıyla onun görüşleri “Allah’ın sözcülüğü” olarak değerlendirilir. Bu yüzden, bir dinî cemaatin müntesibi ile o cemaatin lideri arasındaki ilişkiler, Allah’ın sözcüsü ile zavallı bir kul arasındaki ilişki olarak telakki edilir.
***
Hoffer’in tespitiyle, bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazır duruma getirme tekniği, o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Yani onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemek, dolayısıyla sürünün bir parçası hâline getirmektir. Bu işlem, söz konusu insanın kapalı kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla, ona hayali bir kişilik tanımak yoluyla, şimdiki zamanın küçümsenmesini ona aşılamak ve ilgisini henüz mevcut olmayan şeylere kaydırmak yoluyla, onunla gerçek arasına bir perde (öğreti) germek yoluyla, ihtiraslar enjekte ederek o kimse ile nefsi arasındaki dengeyi önlemek yoluyla yapılabilir… Dış dünyada gidecek bir yeri kalmayan ve kendisini grup dışında sudan çıkmış balık gibi algılayan cemaat üyeleri için mutlak itaat, var olmanın yegâne imkânı hâline gelir. Kişi var oluşunu sadece koşulsuz itaat ve ittibaya bağladığında sorgulama, gerçekliği sınama, duygudaşlık/empati kurma gibi becerilerin kullanımı azalır ve cemaate uyum hayattaki en önemli düstur hâline gelir. Bunun bir adım sonrasında, meczup gibi davranmak ve cinayet/katl talimatlarına harfiyen uymak işten bile değildir.
Mustafa Öztürk
YURDUMUN GÜZEL İNSANLARI
Sizi çok seviyorum…
lakin kızıyorum da çoğu kez.
Mehdi bekleyenleriniz var...
Sürekli bir kurtarıcı peşindesiniz.
Namaz kılan, Kur’an okuyabilen her siyasiye üst derecede dini bir etiket yapıştırıyorsunuz.
Bu nedenle hiç sevimli değilsiniz.
Birey olmayı, kendi kendine yetmeyi sevmemeniz, çoğu kez aklınızı kiraya vermeniz üzüyor beni
Biliyorsunuz….
Rabbimiz bize hidayet rehberi bir peygamber gönderdi zaten.
Hz. Muhammed dışında niye bir Mehdi arayalım ki…?
Hz. Peygamber dışında Mehdi bekleyenler size kötü haber vereyim.
Boşuna beklemeyin, mehdiniz gelmeyecekmiş.
"Geldim, ben Mehdiyim" diyenlerin hali, düzeni zaten hiç yok. İyi bir insan bile değiller.
Kimi şirket, kimi banka kuruyor. Devasa güce ve zenginliğe sahip.
Kimi siyasilerden oy karşılığında müritlerine devlet makamı devşiriyor… Kimi ihtilal yapıp devleti ele geçirmeye çalışıyor.
Televizyon kurup orada karı kız oynatan mehdiler bile var...
Gelenler buysa geleceği söylenen mehdilerin halini siz düşünün artık. …
Apokrif ( uydurma) hadislerin peşine takılıp, parlayan her siyasiye mehdi falan demeyin. Adamlar gaza gelince kendini dünyanın merkezi olarak görüyor…
Bakın, Mehdi hidayete ulaştıran demektir. Size dini güzelce anlatan, hidayete ve doğruya ulaşmanıza katkı sağlayan her din adamı veya din bilgini mehdidir. Sayısı binlercedir.
Din tüccarı, din mafyası üç kağıtçılara Mehdi güzellemesi yapmayın lütfen…
Kullanışlı insan olmayın…
Hoş değil.
Ahmet Yavaş
BİR KAHVENİN 40 YIL HATIRI VAR MIŞ”
Üsküdarlı Bilge Yusuf ile Rum balıkçı Stelyo'nun dostluk hikâyesidir bu..
1895 Eminönü Yemiş İskelesi’nde balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti;
" -Bre Yusuf!.. Herkese benden okkalı bir kahve, ama şurada oturan Rum palikaryasına yok!... Ona, kahvem de akçem de haramdır" der..
Bilge Yusuf kahveleri ikram eder; bir kahve de Palikarya Stelyo’nun önüne koyar...
Zabit adeta kükrer:
" - Ben, ona haramdır demedim mi Yusuf?!.."
Bilge Yusuf, hiç istifini bozmaz.
" -Komutan, o kahve benden, ona da helaldir.." der...
Stelyo minnetle bakar Yusuf'a...
Sene 1905 olur, Samos ( Sisam ) arasında Rum isyanı başlar...
Damat Ferit Paşa adaya asker çıkarır...
Bilge Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak ilk çatışmada esir düşer...
2 yıl yatar Samos zindanlarında...
2 yıl sonunda Rum çeteciler, esir pazarında satışa çıkarır Yusuf'u...
Mezatda “5 para!... 7 para!..” sesleri arasından bir ses yükselir;
" -O Türk’e benden 5 kuruş, hemen alıyorum..."
Sessizlik hakim olur.. Rum alır Yusuf'u arabasına, köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur, döner Yusuf'a;
" -Serbestsin Bilge Yusuf " der...
Yusuf inanamaz duruma, Rum’un ellerine kapanır;
" -Beyim, kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın?.." der...
Rum döner Yusuf'a;
" -Ben balıkçı Stelyo.." der...
Yusuf çözemez durumu, adamı tanımaz bile...
Rum, uzun uzun anlatır. 12 yıl öncesine, Yemiş iskelesine döner, detaylarıyla o günü anlatır ve
" -İşte ben, bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo benim.." der.
Gözyaşları sel olur... Sarmaş dolaş olurlar...
Stelyo, Yusuf'u, kaçak yoldan İstanbul'a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder...
Her yıl birbirlerini ziyaret ederler. Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına, torunlarına anlatırlar dostluklarını ve
"-Bir kahvenin 40 yıl hatırı var.. " derler.
Bursa’nın en çok ekmek satan fırınlarından birinin sahibiyim.
Her gün satılan binlerce ekmek diyebilirim.
İçeri giren çok olur ekmek ister, genelde veririz bedava diye alır gider.
Üst kattayım, kameralara bakmaktayım.
Bir abla var, ilk defa karşılaşmaktayım. Kapının önünde 10 dk. oldu, bir sağa bir sola dolanıp durdu.
Kuyumcu olsak hırsız sanki bizi soyacak.
Ama ne öyle bir hali var, ne de akılsız değil ya fırını soyacak kadar.
Baktım ki içeri gireceği yok.
İndim aşağıya, geçtim tam karşısına : Ablacığım bir şeye mi baktın? dedim.
Yok abi, rahatsız ettim sizi, hayırlı işler dedi ve yola doğru ilerledi.
Elini tutan minik kız çocuğu çekiştiriyor: Anne ne olur gitmeyelim, diyordu .
Seslendim ablaya:
Kardeşim bana bir bakarmısın?
Duymamış gibi yaptı, ama ikinci de durdu ve dönüp baktı.
‘’Ablacım dedim vaktin varsa buyurun içeriye.
Konuşmadı, çocuğunun yüzüne baktı başını salladı, dükkanıma adım attı.
Bak abla dedim.
Bizim bu dükkana çok ekmek almaya gelen olur, parasız alırlar. Biliyorum bazen de beni kandırıyorlar.
Ama olsun diyorum, ben bunun bereketi ile binlerce satıyorum.
Ama dikkat ettim sen üç defa döndün kapıdan tam içeri girecekken. Var mı ihtiyaç?
Ne olur varsa söyle.
Çaylarda geldi o arada, işaret ettim ve istedim masaya simit ve poğçada.
Önce yiyin sonra konuşalım dedim.
O çocuğun ve ablanın çiğnemeden, ağzındaki bitmeden tekrar ısırışlarına şahitlik ettim.
Aç kardeşim bunlar, böyle mi yer aç olmasalar.
Abla bir nefes aldı, ikinciye gelen çaydan yudumladı ve başladı anlatmaya :
Abi, dün eşim eve bir kadın getirdi.
Terk edin hemen burayı dedi.
Evden çıktığımda saat gece ikiye gelmekteydi.
Önce bir otobüs durağında oturduk. Sonra baktım ki başımıza bir hal gelecek, bir karton bulduk ve Emirsultan Mezarlığı’nda uyuduk.
Tamam da beş kuruş vermedi ki adam bana. Çıktık işte bir mont ve küçük bir çantayla.
Acıktık tabii sabah olunca.
Ama beş kuruş yok ki yanımda.
Bir akrabam var ama o da çok uzakta.
20-30 TL lazım ki gideyim yanına. Telefonumu da vermedi, satacak besbelli. Arayamadım da kimseyi.
Acıkınca da, kızım da elimden tutup senin fırının önünde durunca, girmedim içeriye istemeye utandım .
Bak nasıl gülüyor evladım, karnı doydu diye. Sevindirdin ikimizi de.
Allah razı olsun, bu dükkanın hep müşteri ile dolsun, dedi.
Annem vefat etmişti geçen hafta. Oturuyordu 21 yıldır alt katımda.
Aklıma orası geldi bir an da.
Hem boş, hem de eşyalı.
Şimdi götürsem eve bu ablayı hanım ne der acaba?
Anlattım ablaya.
Burada çalışmak istermisin dedim? çocuğun ile gel hem karnını doyur hem de yardım et .
Zaten başka çaresi de yoktu. Öyle sevindi ki, ayağa kalktı elimi öpmek istedi.
Eşimi aradım, o da çok sevindi.
Ben gelip onları araba ile alayım hemen dedi.
Üç aydır abla iş saatinde yanımda, akşam alt katımızda.
Çok mutlular kızıyla. Kira almıyoruz, faturaları biz ödüyoruz, evladımız yok onun kızını evlat gibi seviyoruz.
Bugün baktım, bir kadına iki ekmek verdi. Parasını istemedi.
Sonra çantasından para alıp kasaya bırakıverdi.
O da birine iyilik yapmak istemişti. Sesimi çıkarmadım. Görmemiş gibi yaptım.
Ellerimi açıp Allah’a sonsuz şükrettim, bunca yıl sonra bana bir kardeş ve evlat yolladığı için teşekkür ettim...
S.Nur uslu
HAYAT GÜZELDİR
• Bir c¸ocugˆun ayakkabısı denize du¨s¸er, kaybolur. Sahilde kumların u¨zerine s¸o¨yle yazar.. “ Bu deniz hırsızdır."
Biraz o¨tede bir balıkc¸ı agˆına yakalanmıs¸ c¸ok miktarda balıgˆı kıyıya c¸eker ve kumlara s¸o¨yle yazar.. “ Bu deniz co¨merttir."
Bir genc¸ denizde bogˆulur..
Acılı, agˆıt yakan annesi kumlara s¸o¨yle yazar.. “ Bu deniz katildir."
I·htiyar bir balıkc¸ı koca bir inci barındıran istiridye c¸ıkarır denizden ve kumlara s¸o¨yle yazar.. “ Bu denizin go¨nlu¨ c¸ok zengindir."
Bir dalga gelir, sahilde yazılı tu¨m yazıları siler. Deniz su¨kunet ve hus¸u ic¸inde seslenir;
Egˆer deniz olmak istiyorsan bas¸kalarının so¨ylediklerine c¸ok da o¨nem vermeyeceksin! ...
Şunu Asla Unutmayın ;
Hayattan " Azar " Yedim Diye Üzülmeyin,
" Fırça Darbesi Almadan Resim Yapılmıyor "
ALINTI
SAKIN ÖĞRETMENLERE GÜVENMEYİN!!!
Belki de pandemi sürecinde okul ve ÖĞRETMENİN önemini çok daha iyi anladık...
Eğer hem kendileri hem de ülkemiz adına çocuklarınızın ERDEMLİ BİRER İNSAN olarak hayatta yerlerini almalarını istiyor ve gerçekten bunun kaygısını çekiyorsanız onları yalnızca öğretmenlere emanet etmekle asla yetinmeyin.
Çünkü onların zihinlerinde silinmez izler bırakan İLK ÖĞRETMENLERİ sizlersiniz. Ne mi yapabilirsiniz? Mesela çocuklarınızla birlikteyken;
1- Asla yalan söylemeyin!
2- Kutsal değerlerimiz başta olmak üzere kesinlikle küfretmeyin ve sövgü içerikli kelimeler kullanmayın!
3- İnsanlarla ilişkilerinizde olabildiğince kibar olun ve nazik bir dil kullanın!
4- Yapamayacağınız bir şeyi vaat etmeyin, söz vermişseniz mutlaka yerine getirin, getiremiyorsanız sebebini ona açıklayın!
5- Komşularınızı her ne şekilde olursa olsun rahatsız edici davranışlardan olabildiğince kaçının, öyle ki alt kat komşunuzun balkonuna yediğiniz bir çekirdeğin kabuğu bile düşmüşse mutlaka özür dileyerek helallik alın!
6- Birlikte sokakta yürürken densizlerin yere sigara izmariti veya herhangi bir çöp attıklarını gördüğünüzde bu yapılanın kamuya zarar vermekten dolayı kul hakkı ve iğrenç bir davranış olduğunu çocuklarınıza anlatın!
7- Arabanızla seyahat ederken yediğiniz meyve ve gıdaların kabuklarını pencereden yola fırlatmayın ve bunu yapanların insanlığa ihanet ettiklerini hatırlatın!
8- Yine aracınızla kırmızı ışıkta beklerken veya seyir halindeyken bir başkasının yol hakkını ihlal edebilme uğruna sağdan soldan haksız dalışlar yapmayın ve bu yapanların insanlık suçu işlediklerini söyleyin!
9- Herhangi bir iş veya alışveriş için ekmek kuyruğunda dahi olsanız sizden bir saniye bile önce gelmiş birisinin önüne geçmeye çalışmayın ve bu hareketin diğer insana saygısızlık olacağını çocuklarınıza hatırlatın!
10- Okulda haksız not almaya alışan bir insanın büyüdüğünde haksız kazanç edinebileceğini, arkadaşının veya devletin küçük de olsa herhangi bir malına zarar vermeyi önemsemeyenin büyüdüğünde sokakları ateşe vermekten çekinmeyen bir canavara dönüşeceğini hatırlatın lütfen!
11- Ve son olarak; ukalalığın “HAK ARAMAK”, saygısızlığın “ÖZGÜVEN”, terbiyesizliğin “ÖZGÜR TAKILMAK”, tembelliğin “HAYATIN TADINI ÇIKARMAK”, ilkesizliğin “SPONTANE YAŞAMAK” olmadığını sık sık hatırlatın onlara!
Neden mi? Çünkü tertemiz bir fıtratla yaratılığı halde tüm bu çirkinlikleri yaşam tarzı haline getiren günümüzün insan görünümlü canavarları tüm bunları annelerinin karnında değil büyüklerine bakarak öğrendiler. “Bir neslin kaderini bir evvelki nesil tayin eder” der Konfüçyüs. O halde bizden sonraki neslin geleceğini karartmayalım olmaz mı? Söylemekten dilimde tüy bitti “İNSAN OLMADAN MÜSLÜMAN OLUNMAZ!”
Adem Doğantemur...
Cahillere bilgi notu..
Türkiye Türklerindir.
Kılıcının ve bileğinin gücüyle bu ülkeyi kendisine vatan yapmıştır.
Kimliği üst kimliktir.
Tüm farklı kimlikler bu üst kimlik altında özgürce yaşayabilir.
Türk milletini yaşatma ve onu yüceltme ülküsüne TÜRKÇÜLÜK denir. Asla ırkçılıkla alakası yoktur.
Türkçülük bir medeniyetin inşa çabasıdır. Oğuz Kağan dan başlayan binlerce yıllık bir geçmişi vardır. Türklerin kurduğu vatanda, Türk bayrağının dalgalandığı bir ülkede Türkçülük bölücülük değil ortak paydada, üst kimlikte buluşmaktır.
Türk kimliğinin dışında başka bir kimliğin ülkeye egemen kılınması çalışması bölücülüktür.. Böyle biline...!
Ahmet Yavas
DOSTLAR..
Geçtiğimiz iki yıl dünyanın gerçek sahibi Tanrı'nın aymazlıklarımızın bedelini kendi kendimize ödettirdiği yıl oldu.
Güzelce yaşasınlar diye bize sunduğu muhteşem dünyamızı çok kötü kullandık.?? Gökyüzümüzü, yeryüzümüzü, denizlerimizi, ırmaklarımızı kirlettik, ormanlarımızı yağmalayıp, yaktık.??
Evrenin sahibi, akl etmeyi ve bilimi emrederek gelişmeyi, dünyadan daha güzel yararlanmamızı istediğinde biz bunu çok güzel yaptık. Müthiş bir bilim ve teknoloji medeniyeti kurduk. İnsanlık olarak refahın zirvesine ulaştık. Bir şeyi unuttuk. Bilimin yanına dinin merhamet, sevgi ve ahlakını koyamadık. Bencilleştik, kibirlendik, kirlendik. ??
İnsanlar olarak gücümüz arttıkça dünyayı sadece kendimize ait zannettik. Başka canlıları yok saydık. Farklı insanları ötekileştirdik. Onları, sömürmeye, köleleştirmeye çalıştık.Onların zenginliklerini yağmaladık. Bunu sağlamak için modern silahlar geliştirdik. Atom bombasıyla kendi insan kardeşlerimizi yok ettik. Yeryüzünü yaşanmaz hale getirdik.??
Şimdi, kimimiz nükleer silahların güvencesinde hırs ve iştahlarımızı sürekli biliyoruz..
Kimimiz bu silahların ölümcül korkusu altında sinmiş bir halde yaşıyoruz. Dünyamızdaki sokak kabadayılarının racon kesmesini ürperti ile izliyoruz.
Oysa Yüce Tanrı, sevgiyi, merhameti temel alan bir "KARDEŞLİK TOPLUMU" kurmamız istedi. Barış içinde yaşamamızı emretti. İnsanın insanın kurdu olmadığını yaratılışta eşleri olduğunu bildirdi. Bilimin yanına sevgiyi ve merhameti koymamızı istedi. İnsanı evrenin merkezinde yer alan en değerli varlık olarak belirledi. ??????
Yüce Tanrı, iyi, doğru ve güzel olanı yeryüzünün öğretmenleri olan peygamberleriyle bize öğretti. Bize ilahi mesajlar gönderdi. Birbirimizi sevmeyi birbirimizle kardeş olmayı, birbirimize sarılmayı, empatiyi, yardım etmeyi salık verdi. ??
Din sahiplerine tevhide sarılmayı, şirke bulaşmamayı emretti. Dinlemedik, Tanrı ile aramıza aracılar soktuk. Onun vadettiği güzelliklere ulaşmak için şeyhleri, gavsları, mehdileri aracı kıldık. Bize şahdamarımızdan yakın olanı, sonsuz olanı unuttuk, fani olan din ve umut tacirlerine, suya attığımız paralara, ağaçlara astığımız bez parçalarına bel bağladık.??
Sonunda ibadet yerlerine, camilerimize bile gidemedik, cemaatle namaz kılmaz hale geldik. Araya şeytan girmesin diye sıklaştırdığımız saflarımızın arasına şeytan değil Corona girdi. Kerametine inandığımız şeyhimizin minicik bir virüs karşısında ne kadar çaresiz kaldığını gördük. Görkemlice, bir kibir abidesi olarak inşa ettiğimiz camilerimize uzaktan bakar olduk.
Sürekli sarıldığımız anne ve babamıza, kardeşlerimize, dostlarımıza sarılamaz olduk. Bir araya geldiğimiz dostlarımızdan ayrıldık, birbirimizle buluşup bir çay içemez, sohbet edemez olduk. Sokağımıza, bahçemize bile çıkamaz olduk. Alıştığımız güzelliklere hasret kaldık. ??????
Bu ne yaman ceza, ne yaman musibettir.
Dileğim odur ki, yeni yıl aklımızı başımıza devşirmemiz için vesile olur inşallah. Önce insan olmanın yüce erdemine ulaşalım. Allah'ın yarattığı canlıların özellikle insan kardeşlerimizin değerini bilelim. Onları ötekileştirmeden, aşağılamadan, incitmeden, ayağına basmadan onlarla birlikte yaşamanın yollarını arayalım.
Lütfen,
Sahip olduğumuz eski güzelliklere yeniden kavuşalım. Yeni bir anlayışla dünyamızı güzelleştirelim. Savaşı değil, barışı yüceltelim. Kini, kavgayı, öfkeyi değil sevgi, saygı ve hoşgörüyü çoğaltalım.
Evrenimizi bozmadan, hor kullanmadan, kıymetini bilerek birlikte, kardeşçe ve mutlu olarak yaşayalım.
Yeni yılınızı yeniden tebrik ediyorum.??????????
Ahmet Yavaş
???????????Günaydın.????????
Her şeye rağmen neşeliyim. Her şeye rağmen mutlu.
Dertlere, telaşelere, sıkıntılara rağmen.
Aylarca evde kapalı kalmama, hayattan sürgün edilmeme rağmen. İçim kıpır kıpır. Sevinçli ve keyifliyim.
Sağolsun ihmal etmedi güneş bugün de doğmayı. İşte gök yüzünde gülümsüyor bana .
Asık suratlı, gülmeyi unutmuş komşu kadını bile bugün gülüyor. Çocuklar mı..? Onların işi zaten gülmek.
Bu kelebekte nerden çıktı. ? Hayata kanat çırpan.
Serçeler karşı ağaçlarda cıvıl cıvıl.
Güvercinler aşk peşinde.
Bademler çiçeğe durmakta. Kediler koşturmakta.
Oraya, buraya savrulmuş çöplere gözlerimi kapadım.
İnadına açan çiçeklerde gözüm. Özgürce yeşeren çimenlerde.
Hafiften soğuk bir rüzgar esiyor.
Pandemiyi, dertleri, sıkıntıları, korkuları, kuşkuları o rüzgara saldım. Alıp götürdü.
Günaydın hayat, günaydın gökyüzü..
Günaydın güzel insanlar.
Günaydın güzel dostlar....????????????
, ???? BEN BÖYLE DEMOKRASİYİ SEVMİYORUM.
Demokrasinin gereği olan seçme ve seçilme işi
bazen demokrasiden soğutuyor beni.
Hukukun üstünlüğü, insan hakları çoğulculuk, adalet, ahlak gibi diğer evrensel değerlerin üstünü örttüğümüz veya cılkını çıkarttığımız gibi seçme ve seçilme işinin de içine ettik. ??
Mazallah bir adem, genel başkan veya başbakan seçilmeyi görsün kıçı tutkalla yapıştırılmış gibi ..Onu koltuğundan sökmek mümkün olmuyor..
Parti içi demokrasi imiş, delege imiş, kongre imiş hepsi hikaye.
Partiyi ele geçiren kişi delegeleri seçiyor, delegeler de onu. Ebedi genel başkansınız artık. Siz ölseniz bile oğullarınız sürdürür saltanatınızı.??
Bir de iyi nutuk atıyor, imamların, tarikat ve cemaatlerin desteğini almışsanız adeta kutsal bir kimliğe bürünüyorsunuz. Her türlü olumsuzluğa, yoksulluğa, işsizliğe, ülkenin geri gitmesine, enflasyonun patlamasına rağmen " erenlerin vardır bir bildiği" çıkarımı ile kutsanıyorsunuz ve sizi kimse yıkamıyor.Dahası din adamları kendilerinin rey verdiği partiye rey vermenin bir iman işi olduğunu, başka bi siyasi partiyi tercih ederek ahiretlerini tehlikeye atmamalarını söyleyebiliyorlar.??
4 yılda bir diye kararlaştırılan seçim, şartlar değişiyor, istekler kabarıyor ve her yıl yapılan bir seçime dönüşüyor. Bedeli trilyonları bulan bir sürü masraf, bir sürü israf.
Seçmen profilimiz genel de çok cahil ve eğitimsiz. Bırakın dünyadan haberdar olmayı kendi ülkesini bile tanımıyor. Rey verdiği partinin programından kesinlikle haberi yok Parti genel Başkanı milletvekilini listesini hazırlıyor seçmeni onaylıyor. Ağam tanımıyor bile seçtiği milletvekilini. Hanım beyinin verdiği partiye, adam şeyhinin dediği yere oyunu veriyor.
Oh ne güzel demokrasi...!
Oy vermede en az lise mezunu olma şartına iyice inanmaya başladım. Aksi takdirde eğiitimsiz ve cahil insan sürülerinin tercihinin sonucuna yıllarca katlanacağız. Oyun kalitesi olmayınca seçilenin de kalitesi olmuyor.??
Ya o seçimlerdeki kirliliklere ne dersiniz:
Birbirine hakaretler, iftira atmalar, teröristlikle suçlamalar.?? .. gibi söz, duygu ve düşünce kirlilikleri.
Her tarafa saçılan afiş, pankart, yazı... gibi görüntü kirlilikleri. .
En çok ta megafonlardan yayılan, bizi yerimizden hoplatan marşlı, şarkılı gürültü kirliliği canımızı yakıyor.
Ya ekranlardaki kirliliği ne dersiniz..?. Ekran kirliliği çok fena. Kakafoninin dibini buluyoruz.??
Uffff. Sevmediğiniz, onaylamadığınız bir lideri aynı anda bütün tv. kanallarında izlemenin dayanılmaz işkencesi.
Haber proğramları ayrı bir çeşni....Muktedirleri savunmaya teşne kadrolu troller, rektörler, dekanlar, sözde fikir adamları, hukukçular.
Birbirini dinlemeyen, gerçekleri örtmek için yalan söyleyen, falanca lidere yalakalık için 4 takla atan zavallılar guruhu.??
Kendinizi kuşatılmış hissediyorsunuz. Birileri cendereye almış, sıkıyor sizi. Bir yere gidemiyorsunuz, bir yere kaçamıyorsunuz. Ülke sizin ülkeniz. Seviyorsunuz, gerekirse uğruna ölüyorsunuz. Nereye gideceksiniz ki..?
Neylersiniz...?
Oturup ağlarsınız..????
Yok yok. Demokrasi bu olmamalı. Ben böyle demokrasiyi sevmiyorum.
Ahmet Yavaş