ve öyleyse sizlerde duyun ulan, müstafiyim artık bu, hayata pantolonun paçasından bakan magandaların, ve akşam sofrasına bir arada oturamayan aileliği kütükte kalmışların ve aşkını vatanı bilmeyen, gözdelik ve ikbal peşindeki dilberlerin davasından, ah;
ruh adam, osmaniyeden muallimus öğretmeni tanıyorsun ve, buradaki "av"dan yorulmadın mı kardeşim... utanmıyor musun; atsızdan alınmış rumuzla, bu filimlere antin kuntin işlere, artık bi veda etsen diyorum...
evlatları ve yakınları sevgisiz bir ihtiyar kadının, bayram sabahında sevince zorlanmış gözleri gibi nemlisin ve mazidesin…, ve bir tüketim tapınağı mescidi kadar, havasız ve sümmet/tedariksin sen aşk…;
sağ yanından süzülen gün ışığının, saçlarında ışıldadığı bir güz günü, çerçeveledim yüzünü ki, bir boz kazak küheylanın, gözyaşı düşmesin diye tek yeryüzüne…,
kıyamadım sana evet gene aşk, sesinle ürperir bedenim, bakınamam o an etrafıma ve çözülürüm sesinle, ki düğüm düğüm dünyanın uğultularını, susturan sesindir bana ve, sesindedir içimi dolduran pediatri kokulu nefes,
adımladığım kaldırım taşları üzerinde, buz tutmuş su birikintisi çatlağı kadar kırılgansın sen aşk…, erisen bile; suya dönsen bile ne çıkar, görünenden çok, görünmez yanları olan bir buzdağısın sen…,
içlerine işleyen ayazda, bağrı başı açık kalan gariplerin, ısınmayı bekleyen tenlerine vurup üstüne doğarken etkisiz kalan bir kış güneşi gibi yükseldin sen gökyüzünde madem, usul usul da kaybol şimdi artık aşk…,
ki; kanlı gözyaşlarıyla, uyudum ve düşümde, hep o nar ağacı…, öylece bana bakar, dallarını gözlerimden ayırmadan, hep o kederli nar ağacı…,
küçüldüm rüyaya ve; içine girdim, gördüğüm en güzel bahçeydi…, eğildim, yerde bir eflatun ayrılığın çiçek tozları, eflatun çiçek tozları her yer, nar çiçeğim; senden mi süzüldü eflatun çiçek tozları söyle…,
ve uyandım; kara boşlukta dönen, rengi bozulmaya yüz tutmuş, meymenetsiz bir dünya…,
. ... . kum saatinin bir yanı sen/bir yanı ben, akarken zaman ince taneleriyle, yörüngemizdeydi dünya da sanki…,
gel gör ki neyleyim, o demle eş zamanlı, şu yağmalanmış dünyanın sahipsiz caddelerinde, önce adanmış, sonra ihaleci ve en sonunda da her şeye müsa/it olan haramzade kahpelerce, henüz tomurcuklanmış turuncu ve kızıl güllerin dalları ve hayatın baharındaki gençliğin yarınlara umutları kırılıyordu,
ki şimdi, umutsuz terkide, nasıl düşürmem yüzümü, mazlumları çığ gibi artan bu çağın, yürek dağlayan, kan merkezi kapılarında, ah; . ... .
. ... . ah; aşk…, yüreklerimizin buzulunda, kızakla kayan bir çocuğun, hırkasına sakladığı çekiç ile kırmasıydı buzu…,
ve kulaç attık farklı iklimlerin soğuğuna ve, şimdi titriyoruz tir\tir, ayrılık deyince..., ki ayrılık, yüzümün atlasına sinen, çam kokusu ile, kar tebessümleriydi…, . ... .
ve öyleyse sizlerde duyun ulan,
müstafiyim artık bu,
hayata pantolonun paçasından bakan magandaların,
ve akşam sofrasına bir arada oturamayan
aileliği kütükte kalmışların ve
aşkını vatanı bilmeyen,
gözdelik ve ikbal peşindeki
dilberlerin davasından,
ah;
ruh adam, osmaniyeden muallimus öğretmeni tanıyorsun ve, buradaki "av"dan yorulmadın mı kardeşim... utanmıyor musun; atsızdan alınmış rumuzla, bu filimlere antin kuntin işlere, artık bi veda etsen diyorum...
şekispirden alıntı sükseleri mükseleri nedir showlar filan filan,
ne halin varsa gör ya,
neyse...
bütün yapraklar kahverengidir;
ve, gökyüzü gri,
yürüyüşe çıktım
bir kış gününde...
.
...
.
bıktık artık, usandı millet, tiksindi insanlık,
bu altı ok\a hainlik eden kemalistlerden,
ruhu sömürgecilerde rehin mütedeyyinlerden ve
genleri ipotekli devrimcilerden,
tiyanşan kaçkınlarından,
ve
bilumum kurtarıcılık konforperestlerinden…,
.
...
.
bu eli tutan tutar, tutmayan; yumruk haline geldiğini görür...
evlatları ve yakınları sevgisiz bir ihtiyar kadının,
bayram sabahında sevince zorlanmış
gözleri gibi nemlisin ve mazidesin…,
ve bir tüketim tapınağı mescidi kadar,
havasız ve sümmet/tedariksin sen aşk…;
sağ yanından süzülen gün ışığının,
saçlarında ışıldadığı bir güz günü,
çerçeveledim yüzünü ki,
bir boz kazak küheylanın,
gözyaşı düşmesin diye tek
yeryüzüne…,
kıyamadım sana evet gene aşk,
sesinle ürperir bedenim,
bakınamam o an etrafıma ve çözülürüm sesinle,
ki düğüm düğüm dünyanın uğultularını,
susturan sesindir bana ve,
sesindedir içimi dolduran pediatri kokulu nefes,
adımladığım kaldırım taşları üzerinde,
buz tutmuş su birikintisi çatlağı kadar
kırılgansın sen aşk…,
erisen bile; suya dönsen bile ne çıkar,
görünenden çok,
görünmez yanları olan bir buzdağısın sen…,
içlerine işleyen ayazda,
bağrı başı açık kalan gariplerin,
ısınmayı bekleyen tenlerine vurup
üstüne doğarken etkisiz kalan
bir kış güneşi gibi yükseldin sen gökyüzünde madem,
usul usul da kaybol şimdi artık aşk…,
ki; kanlı gözyaşlarıyla,
uyudum ve düşümde,
hep o nar ağacı…,
öylece bana bakar,
dallarını gözlerimden ayırmadan,
hep o kederli nar ağacı…,
küçüldüm rüyaya ve;
içine girdim,
gördüğüm en güzel bahçeydi…,
eğildim, yerde bir eflatun ayrılığın çiçek tozları,
eflatun çiçek tozları her yer,
nar çiçeğim;
senden mi süzüldü
eflatun çiçek tozları söyle…,
ve uyandım;
kara boşlukta dönen,
rengi bozulmaya yüz tutmuş,
meymenetsiz bir dünya…,
Tende canım canda cananımdır Allah Hû diyen
Dilde sırrım sırda sübhanımdır Allah Hû diyen
Dest-i Kudretle yazılmış yüzüne ayât-ı Hâk
Gönlümün tahtında sultanımdır Allah Hû diyen
Cümle azadan gelir zikr-i "Ene'l Hak" nâresi
Cism içinde zâr ü efganımdır Allah Hû diyen
Yere göğe sığmayan bir mü'minin kalbindedir
Katrenin içinde ummanımdır Allah Hû diyen
Kisve-i tenden muarrâ seyreder bu gökleri
Çark uran Abdâl-ı uryânımdır Allah Hû diyen
Her kişiye kendinden akreb olan dost zâtıdır
Ey Niyazi dilde mihmanımdır Allah Hû diyen
HE
vurma kazmayı
ferhaaat
he'nin iki gözü iki çeşme
aaahhh
dağın içinde ne var ki
güm güm öter
ya senin içinde ne var
ferhat
ejderha bakışlı he'nin
iki gözü iki çeşme
ve ayaklar altında yamyassı
kasrında şirin de böyle ağlıyor
ferhaaat
.
...
.
kum saatinin bir yanı sen/bir yanı ben,
akarken zaman ince taneleriyle,
yörüngemizdeydi dünya da sanki…,
gel gör ki neyleyim,
o demle eş zamanlı,
şu yağmalanmış dünyanın sahipsiz caddelerinde,
önce adanmış, sonra ihaleci ve
en sonunda da her şeye müsa/it olan
haramzade kahpelerce,
henüz tomurcuklanmış
turuncu ve kızıl güllerin dalları
ve hayatın baharındaki gençliğin yarınlara umutları
kırılıyordu,
ki şimdi,
umutsuz terkide,
nasıl düşürmem yüzümü,
mazlumları çığ gibi artan bu çağın,
yürek dağlayan,
kan merkezi kapılarında,
ah;
.
...
.
.
...
.
ah;
aşk…,
yüreklerimizin buzulunda,
kızakla kayan bir çocuğun,
hırkasına sakladığı çekiç ile kırmasıydı buzu…,
ve kulaç attık farklı iklimlerin soğuğuna ve,
şimdi titriyoruz tir\tir, ayrılık deyince...,
ki ayrılık,
yüzümün atlasına sinen,
çam kokusu ile,
kar tebessümleriydi…,
.
...
.