:) insanların duvarlara aşık olup, sanal mecralara günaydın dediği çağlara geldik... ne hazin... yolun sonunda olmak... ve yapay zeka ve kripto hayatlara merhaba demek...
küfürü hüner sayanların emmisi, beri gel sen de, tek sevdiğin babanla beraber can yücel, sevdiğim kadar sevilirim öyle mi, salağın en salağı, buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi, istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere akdeniz kokusunun dahi…, çukulatadan beklene dursun seretonin, harman yerindeki yanık tenin yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma, öyle mi…, tabi tabi bekleyelim, sirkecideki han hamallarının sırtındaki, küfe ip izlerinin helali olan, ayran aşı kadar, içimize aş olacak ha…, emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık, yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini, kulağına fısıldasam ve bak alınma ama istanbul, nefesin anason ve uluorta döl bereketi kokuyor, egenin kucağına akıyor bakteri kominleri, gözlerimin tirilyesi, zeytinin karası, kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya, ve ha sendeki ben, ha bendeki sen din kardeşim, al sendeki beni, vur bendeki sana, karma karışık artık bizim mahalle, kördüğüm, ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı, elektrik akımından cereyan alan ocaklarda, çingene sarmaşığı ve sırnaşık pişkin yüzsüzlükler…, yanık kozada erdemler ve mecalsiz kelebek olmaya, tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen, kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…, ve kimse haliyle nüfusuna almıyor; sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı, yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin, ki panzehir ne mi, ah ayol o da sorulur mu, aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…, öfkelerimiz en çok kendimize olmalı, bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin, korkuyla ümit arasında durmaya muktedir, muvazene/denge, neredesin irade ve karar kılmışlık ve kıyam mukavemeti, öz disiplin, ah;
ah sen de; üzümler kadar beyaz ellerin için derken, üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin tatlı bağ bozumu telaşesini, külahıma anlat pablo neruda, anlat anlat hacet deflerini; ki metal kırpıntısı ve kalıptan/tornadan çıkmış, tek tipleşen kalpler taşlaşa ve pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın, reyhanîden destur almış bir gurbetçinin; ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı yürek kapılarını kapayan dijital çığ, siber koru, karın örttüğü büyük apdest değil mi…, bu nasıl krizantemdir kardeşim; incinmişliğimi daha nereye kadar, kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli; çocuksun sen öyle mi, peki her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf, ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…, ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler, ve her türlü tövbenin yüz karası…, sözünden dönenin önde gidenlerine râm, kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi..., yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler, gözlerimi mesken tutmuş…, vakitsiz ecel gibi buruşmuş, yalandan güz ve alaycı yüzler, mevsimsiz göçler,
ah sen de; üzümler kadar beyaz ellerin için derken, üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin tatlı bağ bozumu telaşesini, külahıma anlat pablo neruda, anlat anlat hacet deflerini; ki metal kırpıntısı ve kalıptan/tornadan çıkmış, tek tipleşen kalpler taşlaşa ve pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın, reyhanîden destur almış bir gurbetçinin; ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı yürek kapılarını kapayan dijital çığ, siber koru, karın örttüğü büyük apdest değil mi…, bu nasıl krizantemdir kardeşim; incinmişliğimi daha nereye kadar, kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli; çocuksun sen öyle mi, peki her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf, ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…, ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler, ve her türlü tövbenin yüz karası…, sözünden dönenin önde gidenlerine râm, kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi..., yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler, gözlerimi mesken tutmuş…, vakitsiz ecel gibi buruşmuş, yalandan güz ve alaycı yüzler, mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi, beri gel sen de, tek sevdiğin babanla beraber can yücel, sevdiğim kadar sevilirim öyle mi, salağın en salağı, buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi, istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere akdeniz kokusunun dahi…, çukulatadan beklene dursun seretonin, harman yerindeki yanık tenin yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma, öyle mi…, tabi tabi bekleyelim, sirkecideki han hamallarının sırtındaki, küfe ip izlerinin helali olan, ayran aşı kadar, içimize aş olacak ha…, emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık, yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini, kulağına fısıldasam ve bak alınma ama istanbul, nefesin anason ve uluorta döl bereketi kokuyor, egenin kucağına akıyor bakteri kominleri, gözlerimin tirilyesi, zeytinin karası, kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya, ve ha sendeki ben, ha bendeki sen din kardeşim, al sendeki beni, vur bendeki sana, karma karışık artık bizim mahalle, kördüğüm, ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı, elektrik akımından cereyan alan ocaklarda, çingene sarmaşığı ve sırnaşık pişkin yüzsüzlükler…, yanık kozada erdemler ve mecalsiz kelebek olmaya, tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen, kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…, ve kimse haliyle nüfusuna almıyor; sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı, yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin, ki panzehir ne mi, ah ayol o da sorulur mu, aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…, öfkelerimiz en çok kendimize olmalı, bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin, korkuyla ümit arasında durmaya muktedir, muvazene/denge, neredesin irade ve karar kılmışlık ve kıyam mukavemeti, öz disiplin, ah;
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem, ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz, bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz, hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor ve indiğim istasyonda iniyor, o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim; ve/us/ us/lu dur aklım..., her gece saat yârimde, içimde bir çiçek silkelenir ve turuncu gül polenleri…, duyulabilen yegâne ses olan nefesimin sığındığı genzimi yakarak,
o cin ali koşarak saatleri geri alır, ve kendine yalan söylemeyi sever, kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…, masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde, bir şiir; cibinliğini çeker paravanın arkasında ve son dizesini yazmadan, kendine koşar yalın ayaklarıyla…,
ki yazgıları ortak ve bir noktaya bakan gözlerde, hani; karları erimeye yüz tutmuş bir korunun, ağaç dalları arasından süzülen o solgun gün ışığı hüzmesi altındaki, kamaşıklıkla, kırk yamalı paltosuna bürünmüş ve, yuva sıcaklığından geçmiş bir evsizin, bağrı yufkalığınca, üşümek ister dizeler…,
sonra; sayıklamalar kesilir/ayıklanır düşün o hayra yoracak yerleri, geriye kalan kâbuslarından…, her gece saat yârimde, usulca sarılıp kendime her mahluk gibi, içimdeki hep aynı afacan kul iştiyakıyla, uyuya kalırım, acaba bu gece mi vuslat, sorusu kalbimde…,
beşer idrakinin üstünde kocaman ve geniş asuman katları, açar her garip gibi bana da kapılarını; her an ilk an, her an ilk olur...,
her gece saat yârimi gösterdiğinde, yüzümden nöbetçi bir bulut geçer zoraki gülümseyerek, sedir üstündeki eski bir şilteye uzanır gibi sarılırım kendime ve, kendimden başka kimim var farkındalığına, dolaş ha/sarmaş… ha/dolaş..., ne kendime kıyabilirim, ne de beni bana mutlak terk etmeyenin, beni sevdiği gibi, o/nu sevebilirim…,
amenna ve eyvallah da, yok işte benim neyleyim, tuzu kuru ve hırpalanmamış ve yaslandığı istinâd duvarı nizamî ve el/itlerden himaye görmüş, kitapsız mütedeyyin bir yüreğim...,
XXIV lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin, kanat çırpmaya çalışıyordu ki, çapalı bir rüzgar sardı her yanını, artık kanatlarını alabildiğine açmış ve süzülüyordu maviliklerde, gözle görülemeyecek kadar yukarılarda; ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü, o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin, ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki, ne ezalar ne cefalar çekti, ne acılara katlandı; keder elinde, tabiatında var bu senin farklı olamazsın, ki can yakmaya elbette taksirlisin, ama gel gör ki, yanmadan bilinmezsin sen, kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni bir zuhurat gibi her seferinde aşk, ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes, yokluğun kahır, yokluğun; tenha…, ve kanatlanamadım hiç katına, uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor, kayıp nesiller jelatini açılmadan göçen nesillere ekleniyor, ah senin yüzün kuzeydoğuya, benim yüzümse güneybatıya dönük…, daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye, umutlanan gözbebeklerimiz ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de, tutmaz oldun ellerimizden, ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize, oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın, kovulduk mu kapından yani söyle; merhameti, merhametlilerin en merhametlisinden, ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne, kibrimin yerine tevazuyu öldürürken; adını andım…, hiç korkmadan allahtan ve utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı, yılanlardan ve korunaklarımı saran kara böceklerden sakınma ihtiyâdı duymayacak kadar mağrur ve dikey tutumluydum bilirsin, senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile, ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın, ki insanca pek insancaydı sorarsan, alemlerin özeti olmanın temsil yüklüsünden beklenecek muhabbet…, nerdesin; mesafelerin buncasını aşamazdım girmeseydin kollarıma ve şimdi, koyma kendimi özlemek yoksunluğu içinde ah nola/yâr…,
XXIV lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin, kanat çırpmaya çalışıyordu ki, çapalı bir rüzgar sardı her yanını, artık kanatlarını alabildiğine açmış ve süzülüyordu maviliklerde, gözle görülemeyecek kadar yukarılarda; ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü, o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin, ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki, ne ezalar ne cefalar çekti, ne acılara katlandı; keder elinde, tabiatında var bu senin farklı olamazsın, ki can yakmaya elbette taksirlisin, ama gel gör ki, yanmadan bilinmezsin sen, kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni bir zuhurat gibi her seferinde aşk, ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes, yokluğun kahır, yokluğun; tenha…, ve kanatlanamadım hiç katına, uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor, kayıp nesiller jelatini açılmadan göçen nesillere ekleniyor, ah senin yüzün kuzeydoğuya, benim yüzümse güneybatıya dönük…, daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye, umutlanan gözbebeklerimiz ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de, tutmaz oldun ellerimizden, ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize, oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın, kovulduk mu kapından yani söyle; merhameti, merhametlilerin en merhametlisinden, ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne, kibrimin yerine tevazuyu öldürürken; adını andım…, hiç korkmadan allahtan ve utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı, yılanlardan ve korunaklarımı saran kara böceklerden sakınma ihtiyâdı duymayacak kadar mağrur ve dikey tutumluydum bilirsin, senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile, ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın, ki insanca pek insancaydı sorarsan, alemlerin özeti olmanın temsil yüklüsünden beklenecek muhabbet…, nerdesin; mesafelerin buncasını aşamazdım girmeseydin kollarıma ve şimdi, koyma kendimi özlemek yoksunluğu içinde ah nola/yâr…,
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem, ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz, bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz, hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor ve indiğim istasyonda iniyor, o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim; ve/us/ us/lu dur aklım..., her gece saat yârimde, içimde bir çiçek silkelenir ve turuncu gül polenleri…, duyulabilen yegâne ses olan nefesimin sığındığı genzimi yakarak,
o cin ali koşarak saatleri geri alır, ve kendine yalan söylemeyi sever, kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…, masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde, bir şiir; cibinliğini çeker paravanın arkasında ve son dizesini yazmadan, kendine koşar yalın ayaklarıyla…,
ki yazgıları ortak ve bir noktaya bakan gözlerde, hani; karları erimeye yüz tutmuş bir korunun, ağaç dalları arasından süzülen o solgun gün ışığı hüzmesi altındaki, kamaşıklıkla, kırk yamalı paltosuna bürünmüş ve, yuva sıcaklığından geçmiş bir evsizin, bağrı yufkalığınca, üşümek ister dizeler…,
sonra; sayıklamalar kesilir/ayıklanır düşün o hayra yoracak yerleri, geriye kalan kâbuslarından…, her gece saat yârimde, usulca sarılıp kendime her mahluk gibi, içimdeki hep aynı afacan kul iştiyakıyla, uyuya kalırım, acaba bu gece mi vuslat, sorusu kalbimde…,
beşer idrakinin üstünde kocaman ve geniş asuman katları, açar her garip gibi bana da kapılarını; her an ilk an, her an ilk olur...,
her gece saat yârimi gösterdiğinde, yüzümden nöbetçi bir bulut geçer zoraki gülümseyerek, sedir üstündeki eski bir şilteye uzanır gibi sarılırım kendime ve, kendimden başka kimim var farkındalığına, dolaş ha/sarmaş… ha/dolaş..., ne kendime kıyabilirim, ne de beni bana mutlak terk etmeyenin, beni sevdiği gibi, o/nu sevebilirim…,
amenna ve eyvallah da, yok işte benim neyleyim, tuzu kuru ve hırpalanmamış ve yaslandığı istinâd duvarı nizamî ve el/itlerden himaye görmüş, kitapsız mütedeyyin bir yüreğim...,
ah sen de; üzümler kadar beyaz ellerin için derken, üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin tatlı bağ bozumu telaşesini, külahıma anlat pablo neruda, anlat anlat hacet deflerini; ki metal kırpıntısı ve kalıptan/tornadan çıkmış, tek tipleşen kalpler taşlaşa ve pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın, reyhanîden destur almış bir gurbetçinin; ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı yürek kapılarını kapayan dijital çığ, siber koru, karın örttüğü büyük apdest değil mi…, bu nasıl krizantemdir kardeşim; incinmişliğimi daha nereye kadar, kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli; çocuksun sen öyle mi, peki her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf, ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…, ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler, ve her türlü tövbenin yüz karası…, sözünden dönenin önde gidenlerine râm, kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi..., yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler, gözlerimi mesken tutmuş…, vakitsiz ecel gibi buruşmuş, yalandan güz ve alaycı yüzler, mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi, beri gel sen de, tek sevdiğin babanla beraber can yücel, sevdiğim kadar sevilirim öyle mi, salağın en salağı, buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi, istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere akdeniz kokusunun dahi…, çukulatadan beklene dursun seretonin, harman yerindeki yanık tenin yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma, öyle mi…, tabi tabi bekleyelim, sirkecideki han hamallarının sırtındaki, küfe ip izlerinin helali olan, ayran aşı kadar, içimize aş olacak ha…, emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık, yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini, kulağına fısıldasam ve bak alınma ama istanbul, nefesin anason ve uluorta döl bereketi kokuyor, egenin kucağına akıyor bakteri kominleri, gözlerimin tirilyesi, zeytinin karası, kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya, ve ha sendeki ben, ha bendeki sen din kardeşim, al sendeki beni, vur bendeki sana, karma karışık artık bizim mahalle, kördüğüm, ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı, elektrik akımından cereyan alan ocaklarda, çingene sarmaşığı ve sırnaşık pişkin yüzsüzlükler…, yanık kozada erdemler ve mecalsiz kelebek olmaya, tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen, kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…, ve kimse haliyle nüfusuna almıyor; sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı, yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin, ki panzehir ne mi, ah ayol o da sorulur mu, aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…, öfkelerimiz en çok kendimize olmalı, bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin, korkuyla ümit arasında durmaya muktedir, muvazene/denge, neredesin irade ve karar kılmışlık ve kıyam mukavemeti, öz disiplin, ah;
:) insanların duvarlara aşık olup, sanal mecralara günaydın dediği çağlara geldik... ne hazin... yolun sonunda olmak... ve yapay zeka ve kripto hayatlara merhaba demek...
küfürü hüner sayanların emmisi,
beri gel sen de,
tek sevdiğin babanla beraber can yücel,
sevdiğim kadar sevilirim öyle mi,
salağın en salağı,
buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi,
istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere
akdeniz kokusunun dahi…,
çukulatadan beklene dursun seretonin,
harman yerindeki yanık tenin
yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma,
öyle mi…,
tabi tabi bekleyelim,
sirkecideki han hamallarının sırtındaki,
küfe ip izlerinin helali olan,
ayran aşı kadar,
içimize aş olacak ha…,
emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık,
yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini,
kulağına fısıldasam
ve bak alınma ama istanbul,
nefesin anason ve uluorta
döl bereketi kokuyor,
egenin kucağına akıyor bakteri kominleri,
gözlerimin tirilyesi,
zeytinin karası,
kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya,
ve ha sendeki ben,
ha bendeki sen din kardeşim,
al sendeki beni,
vur bendeki sana,
karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
ah sen de;
üzümler kadar beyaz ellerin için derken,
üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin
tatlı bağ bozumu telaşesini,
külahıma anlat pablo neruda,
anlat anlat hacet deflerini;
ki metal kırpıntısı ve
kalıptan/tornadan çıkmış,
tek tipleşen kalpler taşlaşa ve
pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın,
reyhanîden destur almış bir gurbetçinin;
ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı
yürek kapılarını kapayan dijital çığ,
siber koru,
karın örttüğü büyük apdest değil mi…,
bu nasıl krizantemdir kardeşim;
incinmişliğimi daha nereye kadar,
kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli;
çocuksun sen öyle mi, peki
her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf,
ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…,
ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler,
ve her türlü tövbenin yüz karası…,
sözünden dönenin önde gidenlerine râm,
kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını
ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi...,
yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler,
gözlerimi mesken tutmuş…,
vakitsiz ecel gibi buruşmuş,
yalandan güz ve alaycı yüzler,
mevsimsiz göçler,
ah sen de;
üzümler kadar beyaz ellerin için derken,
üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin
tatlı bağ bozumu telaşesini,
külahıma anlat pablo neruda,
anlat anlat hacet deflerini;
ki metal kırpıntısı ve
kalıptan/tornadan çıkmış,
tek tipleşen kalpler taşlaşa ve
pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın,
reyhanîden destur almış bir gurbetçinin;
ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı
yürek kapılarını kapayan dijital çığ,
siber koru,
karın örttüğü büyük apdest değil mi…,
bu nasıl krizantemdir kardeşim;
incinmişliğimi daha nereye kadar,
kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli;
çocuksun sen öyle mi, peki
her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf,
ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…,
ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler,
ve her türlü tövbenin yüz karası…,
sözünden dönenin önde gidenlerine râm,
kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını
ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi...,
yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler,
gözlerimi mesken tutmuş…,
vakitsiz ecel gibi buruşmuş,
yalandan güz ve alaycı yüzler,
mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi,
beri gel sen de,
tek sevdiğin babanla beraber can yücel,
sevdiğim kadar sevilirim öyle mi,
salağın en salağı,
buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi,
istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere
akdeniz kokusunun dahi…,
çukulatadan beklene dursun seretonin,
harman yerindeki yanık tenin
yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma,
öyle mi…,
tabi tabi bekleyelim,
sirkecideki han hamallarının sırtındaki,
küfe ip izlerinin helali olan,
ayran aşı kadar,
içimize aş olacak ha…,
emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık,
yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini,
kulağına fısıldasam
ve bak alınma ama istanbul,
nefesin anason ve uluorta
döl bereketi kokuyor,
egenin kucağına akıyor bakteri kominleri,
gözlerimin tirilyesi,
zeytinin karası,
kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya,
ve ha sendeki ben,
ha bendeki sen din kardeşim,
al sendeki beni,
vur bendeki sana,
karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem,
ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz,
bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz,
hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor
ve indiğim istasyonda iniyor,
o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim;
ve/us/
us/lu dur aklım...,
her gece saat yârimde,
içimde bir çiçek silkelenir
ve turuncu gül polenleri…,
duyulabilen yegâne ses olan nefesimin
sığındığı genzimi yakarak,
o cin ali koşarak saatleri geri alır,
ve kendine yalan söylemeyi sever,
kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…,
masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde,
bir şiir;
cibinliğini çeker paravanın arkasında
ve son dizesini yazmadan,
kendine koşar yalın ayaklarıyla…,
ki yazgıları ortak ve bir noktaya bakan gözlerde,
hani; karları erimeye yüz tutmuş bir korunun,
ağaç dalları arasından süzülen
o solgun gün ışığı hüzmesi altındaki,
kamaşıklıkla,
kırk yamalı paltosuna bürünmüş ve,
yuva sıcaklığından geçmiş bir evsizin,
bağrı yufkalığınca,
üşümek ister dizeler…,
sonra;
sayıklamalar kesilir/ayıklanır
düşün o hayra yoracak yerleri,
geriye kalan kâbuslarından…,
her gece saat yârimde,
usulca sarılıp kendime
her mahluk gibi,
içimdeki hep aynı afacan kul iştiyakıyla,
uyuya kalırım,
acaba bu gece mi vuslat,
sorusu kalbimde…,
beşer idrakinin üstünde kocaman
ve geniş asuman katları,
açar her garip gibi bana da kapılarını;
her an ilk an,
her an ilk olur...,
her gece saat yârimi gösterdiğinde,
yüzümden nöbetçi bir bulut geçer
zoraki gülümseyerek,
sedir üstündeki eski bir şilteye uzanır gibi
sarılırım kendime ve,
kendimden başka kimim var farkındalığına,
dolaş ha/sarmaş… ha/dolaş...,
ne kendime kıyabilirim,
ne de beni bana mutlak terk etmeyenin,
beni sevdiği gibi, o/nu sevebilirim…,
amenna ve eyvallah da,
yok işte benim neyleyim,
tuzu kuru ve hırpalanmamış
ve yaslandığı istinâd duvarı nizamî
ve el/itlerden himaye görmüş,
kitapsız mütedeyyin bir yüreğim...,
XXIV
lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin,
kanat çırpmaya çalışıyordu ki,
çapalı bir rüzgar sardı her yanını,
artık kanatlarını alabildiğine açmış
ve süzülüyordu maviliklerde,
gözle görülemeyecek kadar yukarılarda;
ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü,
o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin,
ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki,
ne ezalar ne cefalar çekti,
ne acılara katlandı; keder elinde,
tabiatında var bu senin farklı olamazsın,
ki can yakmaya elbette taksirlisin,
ama gel gör ki,
yanmadan bilinmezsin sen,
kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni
bir zuhurat gibi her seferinde aşk,
ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes,
yokluğun kahır, yokluğun; tenha…,
ve kanatlanamadım hiç katına,
uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de,
tutmaz oldun ellerimizden,
ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize,
oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın,
kovulduk mu kapından yani söyle;
merhameti, merhametlilerin
en merhametlisinden,
ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne,
kibrimin yerine tevazuyu öldürürken;
adını andım…,
hiç korkmadan allahtan ve
utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı,
yılanlardan ve korunaklarımı saran
kara böceklerden sakınma ihtiyâdı
duymayacak kadar mağrur ve
dikey tutumluydum bilirsin,
senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile,
ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın,
ki insanca pek insancaydı sorarsan,
alemlerin özeti olmanın temsil
yüklüsünden beklenecek muhabbet…,
nerdesin;
mesafelerin buncasını aşamazdım
girmeseydin kollarıma ve şimdi,
koyma kendimi özlemek yoksunluğu
içinde ah nola/yâr…,
XXIV
lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin,
kanat çırpmaya çalışıyordu ki,
çapalı bir rüzgar sardı her yanını,
artık kanatlarını alabildiğine açmış
ve süzülüyordu maviliklerde,
gözle görülemeyecek kadar yukarılarda;
ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü,
o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin,
ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki,
ne ezalar ne cefalar çekti,
ne acılara katlandı; keder elinde,
tabiatında var bu senin farklı olamazsın,
ki can yakmaya elbette taksirlisin,
ama gel gör ki,
yanmadan bilinmezsin sen,
kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni
bir zuhurat gibi her seferinde aşk,
ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes,
yokluğun kahır, yokluğun; tenha…,
ve kanatlanamadım hiç katına,
uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de,
tutmaz oldun ellerimizden,
ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize,
oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın,
kovulduk mu kapından yani söyle;
merhameti, merhametlilerin
en merhametlisinden,
ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne,
kibrimin yerine tevazuyu öldürürken;
adını andım…,
hiç korkmadan allahtan ve
utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı,
yılanlardan ve korunaklarımı saran
kara böceklerden sakınma ihtiyâdı
duymayacak kadar mağrur ve
dikey tutumluydum bilirsin,
senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile,
ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın,
ki insanca pek insancaydı sorarsan,
alemlerin özeti olmanın temsil
yüklüsünden beklenecek muhabbet…,
nerdesin;
mesafelerin buncasını aşamazdım
girmeseydin kollarıma ve şimdi,
koyma kendimi özlemek yoksunluğu
içinde ah nola/yâr…,
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem,
ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz,
bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz,
hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor
ve indiğim istasyonda iniyor,
o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim;
ve/us/
us/lu dur aklım...,
her gece saat yârimde,
içimde bir çiçek silkelenir
ve turuncu gül polenleri…,
duyulabilen yegâne ses olan nefesimin
sığındığı genzimi yakarak,
o cin ali koşarak saatleri geri alır,
ve kendine yalan söylemeyi sever,
kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…,
masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde,
bir şiir;
cibinliğini çeker paravanın arkasında
ve son dizesini yazmadan,
kendine koşar yalın ayaklarıyla…,
ki yazgıları ortak ve bir noktaya bakan gözlerde,
hani; karları erimeye yüz tutmuş bir korunun,
ağaç dalları arasından süzülen
o solgun gün ışığı hüzmesi altındaki,
kamaşıklıkla,
kırk yamalı paltosuna bürünmüş ve,
yuva sıcaklığından geçmiş bir evsizin,
bağrı yufkalığınca,
üşümek ister dizeler…,
sonra;
sayıklamalar kesilir/ayıklanır
düşün o hayra yoracak yerleri,
geriye kalan kâbuslarından…,
her gece saat yârimde,
usulca sarılıp kendime
her mahluk gibi,
içimdeki hep aynı afacan kul iştiyakıyla,
uyuya kalırım,
acaba bu gece mi vuslat,
sorusu kalbimde…,
beşer idrakinin üstünde kocaman
ve geniş asuman katları,
açar her garip gibi bana da kapılarını;
her an ilk an,
her an ilk olur...,
her gece saat yârimi gösterdiğinde,
yüzümden nöbetçi bir bulut geçer
zoraki gülümseyerek,
sedir üstündeki eski bir şilteye uzanır gibi
sarılırım kendime ve,
kendimden başka kimim var farkındalığına,
dolaş ha/sarmaş… ha/dolaş...,
ne kendime kıyabilirim,
ne de beni bana mutlak terk etmeyenin,
beni sevdiği gibi, o/nu sevebilirim…,
amenna ve eyvallah da,
yok işte benim neyleyim,
tuzu kuru ve hırpalanmamış
ve yaslandığı istinâd duvarı nizamî
ve el/itlerden himaye görmüş,
kitapsız mütedeyyin bir yüreğim...,
ah sen de;
üzümler kadar beyaz ellerin için derken,
üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin
tatlı bağ bozumu telaşesini,
külahıma anlat pablo neruda,
anlat anlat hacet deflerini;
ki metal kırpıntısı ve
kalıptan/tornadan çıkmış,
tek tipleşen kalpler taşlaşa ve
pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın,
reyhanîden destur almış bir gurbetçinin;
ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı
yürek kapılarını kapayan dijital çığ,
siber koru,
karın örttüğü büyük apdest değil mi…,
bu nasıl krizantemdir kardeşim;
incinmişliğimi daha nereye kadar,
kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli;
çocuksun sen öyle mi, peki
her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf,
ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…,
ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler,
ve her türlü tövbenin yüz karası…,
sözünden dönenin önde gidenlerine râm,
kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını
ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi...,
yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler,
gözlerimi mesken tutmuş…,
vakitsiz ecel gibi buruşmuş,
yalandan güz ve alaycı yüzler,
mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi,
beri gel sen de,
tek sevdiğin babanla beraber can yücel,
sevdiğim kadar sevilirim öyle mi,
salağın en salağı,
buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi,
istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere
akdeniz kokusunun dahi…,
çukulatadan beklene dursun seretonin,
harman yerindeki yanık tenin
yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma,
öyle mi…,
tabi tabi bekleyelim,
sirkecideki han hamallarının sırtındaki,
küfe ip izlerinin helali olan,
ayran aşı kadar,
içimize aş olacak ha…,
emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık,
yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini,
kulağına fısıldasam
ve bak alınma ama istanbul,
nefesin anason ve uluorta
döl bereketi kokuyor,
egenin kucağına akıyor bakteri kominleri,
gözlerimin tirilyesi,
zeytinin karası,
kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya,
ve ha sendeki ben,
ha bendeki sen din kardeşim,
al sendeki beni,
vur bendeki sana,
karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
Hak yoluna gidenlerin
Asa olsam ellerine
Er pir vasfın edenlerin
Kurban olsam dillerine
Torunuyuz bir dedenin
Tohumuyuz bir bedenin
Münkir ile ceng edenin
Silah olsam ellerine
Bir üstada olsam çırak
Bir olurdu yakın ırak
Kemiğimi yapsa tarak
Yâr zülfünün tellerine
Bir kâmilin yolun tutsam
Aşk oduna yanıp tütsem
Bülbül gibi feryat etsem
Muhabbetin güllerine
Vücudumu kavursalar
Yönüm yâre çevirseler
Harman gibi savursalar
Muhabbetin yellerine
Seyranî kaldır parmağın
Vaktidir Hakka durmağın
Deryaya akan ırmağın
Katre olsam sellerine
OECD verilerine göre, Türkiye’deki yetişkinlerin %40’ı okuduğu en basit metni bile anlayamıyor.
Bu veriye göre, Türkiye’deki yetişkinlerin %85’i ile bir tartışmaya girmenin anlamı yok. Zira sizin fikrinizi anlayabilecek seviyede değiller.
Yine aynı şekilde, entelektüel bir metni anlayıp çözebilecek yahut bir konuda araştırma yapabilecek Türk yetişkinlerinin oranı %3.
İşin içine kanıta dayalı argümanları değerlendirebilmek ve karşıt görüşlere bakarak bir sentez yapabilmek girince bu oran %1’in altında.
Yani Twitter’da neden yazdıklarımız anlaşılmıyor diyorsanız, sebebi bu.
tuna boylarına, Türk düşlerinin diyarına selam olsun,