semt çorbacısı sabahı dahi olsa şu her an, kimse seni benim kadar sevemez diyemem, ömrümün kalbine düşen iç sesli duasın, söylediğim her sözden bana gelen yankın içime dolan çocukluk sevincimdir…, buz tutmuş bir nehrin üstünde, kızak kayan kabansız bir çocuğun o masum ve sıcak gülücüğüsün sen, \ah...,
ve şimdi küskün küskün çöreklenir bağrıma hüzün, ki... yoksun…, yağmur kuşlarının kanatları altında koşan nefes nefese kuzuların eve dönüşünde, anne sevgisiyle öpülen ıslak başlarınca okşasın o gün görmüş saçlarını, nice bahar müjdecisi kabayel rüzgarı...,
zamanın aramıza çektiği perdeler, belki uçuşur güneyden esen kıbleyle ve duyulur huzur esen avlusunda ayak seslerimiz yine..., ki bak gözlerime, gözlerim kandil kandil kan çanağı, ah;
allahın şarkılarından bir buhur sonrası, döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp, dualarla üstünü örtmüşken insanlar, hayatla aralarındaki paravan aralanır..., ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır, ah kalbimizi kussak bedenimizden, safrası hayattır ve, sarı bir gül gibi uzanır aramıza, ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık; kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı, kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…, zahirle çevrelenmiş gözlerimin, en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde, ve bana aitsin ayrılık, aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
bahar gibiydi hava ama, dijital devrin kuzuları ne de olsa, martı kanadının yeliyle bile üşüyordular; ayaz görmüş, bağrı yufka bir babanın yüreğindeki, sızıdır aşk…, ah,
garip kalmıştım yine bu dağ başında, ki kabaran öfkemi bastırıyordu, mazlum hatırımın yıkılmışlığı her nefeste, damar damar…,
hep o hakikatin rengi siy/ah ve kâbe örtüsü kadar siy/ah, hayran ve afacan gözlerindeydi teselli hekimim, sadece, /biraz daha kavisli olabilirdi/ aşk;
hangi dinde yeri var bunun, bu transandantal bir aşkın, gizemli boyutlarındaki seyir, bilmiyorum; ama yok güzelliği aramanın sonu her inanışta, biliyorum…,
ama sen de bil ki sevgili dostum, sende bulduğum bu güzelliği ben, sonsuz seviyorum ve ölmeden önce, dünyayı içimden çıkarmak diliyorum, gözlerinde o/nu görür gibi olduğum güzellikle ah…,
sonsuzluğu sevmek benim dinim imanım, ve benim, sonsuzluğadır ayak ucuna bakan nazar berkademim…, sonsuzlukta yol almaktır ciğerimin yarası ki duasıdır kalbimin, vakit tamam dendiğinde, o mübarek menzile yürümek erenlerce; lâhavlevelâkuvveteillâbillah azığıyla, ki bu konma göçmenin ayet/el kürsîleri ertesinde, bir fatihadır aşk…, turna katarları geçer her kandilde içimden, ve yutkunarak akar içime kanat sesleri, göç mevsimi..., ah;
parmaklarım, erdemli parmaklarım yazmaktan, gün/ah/a bulandılar kaç zamandır rabıta yoksunluğundan; sınır dışı edilmiş kelimelere sığınıp, itirafçı bir şiirin ilmeği boynumda, ellerim, ki kemikli örtüsüne baktım, ha benim ha senin ellerinle, yokluğunun şehrine şiirler yazdım,
ey kıymetlim, beyaz bir kağıt elbet kırışık bir karalamaya dönüşebilir, dahası hangi yeni eskimez; en derinde akan sırdaşlık üstüne devrilmiş yazgının mürekkebi, cansız hatıralar saçabilir o beyaz kırışık kağıda...,
seslenmeyle teselli buluyorum sana hece hece, ve tozlu çayhanesinde bir iskemle, son dizemin ayak parmaklarına değerken, diyor ki iç sesim; (kim okursa bu t/aksimi, gözbebeklerinden iri siyah kayalar devrilecek üzerine)
zaten nicedir sadece çile çektirip, çağrına mütereddit halimle, vicdanını işgal altında tutuyordum…, kafesinden salıverilmiş bir güvercinin hürriyeti kadar ellerinde artık sana tahmil ettiklerimden azadlığın,
\ah, gidemedin bizden ve gidemedik senden bu sefer de, ki biz senin esirin sanırdık kendimizi, oysa asıl tutsak senmişsin bize…, uzun senelerin umuduyla vadeye bağlanmış ve bozulma sebebi ölüm dahi olmayan bir vaadle, sabâ makamında bir sabaha daha çıktık, çok şükür, ah;
bir uçuk turunç güle benzer o yüzün, yakışır mı o gece gözlere hiç hüzün, eğme öyle başını yetimce ve küskün, bir nilüfer gibi açsın durgunluğuma gülüşün, ki sen bildiğim tek elbistan türküsüsün…,
kalbe doğan ve yok saydığımız, yakındaki hasretliğin malumuyla, ve içimize akan göz yaşlarıyla geçiyorken zahiri zorlayan günlerimiz, ve göz pınarlarımızdan sızan kor olmuş tek tük nemlere rağmen, içimizde taşıdığımız bu gönül ferahlığı, vuslatmış meğer yarınlardan önce yarına;
çiziyorum şimdi zihnimin anlayış bekleyen açıklamalarının altını ve tutmayan hesapların dört işlemini yapmayı deniyorken, ikaz lambaları yanıyor her adım başı ve oyuncakları hayatlarımızın, alt üst alt üst alt üst etmede hayatlarımızı, ah;
ömrümden ömrün geçer ömrüme…, ve ah ben şimdi kederliyim, kendi kendine konuşan bir deliyim, ölüyorum senden savruluşumdan, ve şu halimle, mecburum kapına dayanmaya şiirim, yürek tımarhanesinden bir serseri belle beni, bir şair bozuntusu desen de olur,
ey bütün rotalarımın sözleriyle istikamet bulduğu, sana attım demir ve varsın divânında boğulsun imlâsı kalemimin, ama sor bana neden, neden bir turuncu gülün suretiyle gelen, vuslat sabahının anısıyla böyle haşır neşirim…,
ah sevgili içim söyle bana; bu kendimden habersizlik gafletinden, beni paklasın istemezken teneşir bile, kurulduğun keder tahtında, bu yakınmasız halin ve asude memnuniyetli tavrın, hangi mukaddes kabulden gelir, söyle…,
ve zihnimde kandiller söndüğünde, kuytumdan bakınca insanlar, karınca misal, yüzümü cama yaslar izlerim onları, hayat; aynı filmi yüz milyon kez oynatır, herkes kendi yükünü taşır, sırtında aşını ve bir başınalığını kalbinde…,
pencereden bakar hislenirim, ufacık tefecik karınca insan…, hey hayat; ölüyorum an be an, ama sor bana neden, neden; iri tesbihler gibi akıp çenemde toplanır yaşlar, sabah namazından dağılan cami cemaatinin en arkasında kalmışlığım neden…,
gün ağarırken huzur esenin avlusunda, nicedir süren muhatapsız bir yaşama, sabır sebebinden yumuluyken çapaklı gözlerim; umur görmüş sesinden, nadaslı kalbime akan o kızıl ateş, ve işlerken içime gariplere has sesin, ah, ne vardı hiç doğmayaydı güneş…,
ara ki bulasın artık, yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini, kulağına fısıldasam ve bak alınma ama istanbul, nefesin anason ve uluorta döl bereketi kokuyor sokakların, egenin kucağına akıyor bakteri kominleri, gözlerimin tirilyesi, zeytinin karası, kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya, ve ha sendeki ben, ha bendeki sen din kardeşim, al sendeki beni, vur bendeki sana, karma karışık artık bizim mahalle, kördüğüm, ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı, elektrik akımından cereyan alan ocaklarda, çingene sarmaşığı ve sırnaşık pişkin yüzsüzlükler…, yanık kozada erdemler ve mecalsiz kelebek olmaya, tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen, kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…, ve kimse haliyle nüfusuna almıyor; sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı, yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin, ki panzehir ne mi, ah ayol o da sorulur mu, aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…, öfkelerimiz en çok kendimize olmalı, bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin, korkuyla ümit arasında durmaya muktedir, muvazene/denge, neredesin irade ve karar kılmışlık ve kıyam mukavemeti, öz disiplin, ah;
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı yürek kapılarını kapayan dijital çığ, siber koru, karın örttüğü köz değil mi…, bu nasıl krizantemdir kardeşim; incinmişliğimi daha nereye kadar, kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli; çocuksun sen öyle mi, peki her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf, ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…, ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler, ve her türlü tövbenin yüz karası…, sözünden dönenin önde gidenlerine râm, kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi..., yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler, gözlerimi mesken tutmuş…, vakitsiz ecel gibi buruşmuş, yalandan güz ve alaycı yüzler, mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi, beri gel sen de, tek sevdiğin babanla beraber can yücel, sevdiğim kadar sevilirim öyle mi, salağın en salağı, buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi, istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere akdeniz kokusunun dahi…, çukulatadan beklene dursun seretonin, harman yerindeki yanık tenin yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma, öyle mi…, tabi tabi bekleyelim, sirkecideki han hamallarının sırtındaki, küfe ip izlerinin helali olan, ayran aşı kadar, içimize aş olacak ha…, emekçilerin emekleri;
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor, kayıp nesiller jelatini açılmadan göçen nesillere ekleniyor, ah senin yüzün kuzeydoğuya, benim yüzümse güneybatıya dönük…, daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye, umutlanan gözbebeklerimiz ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de, tutmaz oldun ellerimizden, ve gülmüyorsun artık, bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize, oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın, kovulduk mu kapından yani söyle; merhameti, merhametlilerin en merhametlisinden, ilhamla almış aşk..,
geçen kimi bir çift gün olur ki, kimse bilmez kaç seneye tekâ/bül eder derkene, heceyi /bul olacakken /bül yapmak, katil bir devriğin dil cinayetinin neticesidir, ve habil/ kardeşi değil maktulüdür kabilin, ki celladına aşıklar okur yazar olabilseydi hakikatte, içinde tekâ/bul geçen cümleleri, komik bulur muydu hiç,
ve şimdi bu sorunun cevabını ise muhtemelen ikimizde biliyoruz aziz dostum, bir ömre, bir nesle bedel olur bazen; aşk…,
demiyorum ki bu aşkın vicdan muhasebesinin, hesap hareketlerini analiz etmek, harcınız değildir sizin, aşkın mevzuatını fasıl fasıl sizden biriktirdim, biraz şımartılmıştım yalnızca tarafınızdan hocam, o kadar, ve biliniz ki kabahatim, başımı taştan taşa vurdukça, kalp ağrımı ne yapsam ne yapsam, dindirememek oldu, muallim; aşk…,
semt çorbacısı sabahı dahi olsa şu her an,
kimse seni benim kadar sevemez diyemem,
ömrümün kalbine düşen iç sesli duasın,
söylediğim her sözden bana gelen yankın
içime dolan çocukluk sevincimdir…,
buz tutmuş bir nehrin üstünde,
kızak kayan kabansız bir çocuğun
o masum ve sıcak gülücüğüsün sen,
\ah...,
ve şimdi küskün küskün çöreklenir
bağrıma hüzün, ki... yoksun…,
yağmur kuşlarının kanatları altında koşan
nefes nefese kuzuların eve dönüşünde,
anne sevgisiyle öpülen ıslak başlarınca
okşasın o gün görmüş saçlarını, nice
bahar müjdecisi kabayel rüzgarı...,
zamanın aramıza çektiği perdeler,
belki uçuşur güneyden esen kıbleyle
ve duyulur huzur esen avlusunda
ayak seslerimiz yine...,
ki bak gözlerime, gözlerim
kandil kandil kan çanağı,
ah;
allahın şarkılarından bir buhur sonrası,
döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp,
dualarla üstünü örtmüşken insanlar,
hayatla aralarındaki paravan aralanır...,
ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır,
ah kalbimizi kussak bedenimizden,
safrası hayattır ve,
sarı bir gül gibi uzanır aramıza,
ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık;
kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize
unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı,
kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…,
zahirle çevrelenmiş gözlerimin,
en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde,
ve bana aitsin ayrılık,
aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
bahar gibiydi hava ama,
dijital devrin kuzuları ne de olsa,
martı kanadının yeliyle bile üşüyordular;
ayaz görmüş,
bağrı yufka bir babanın yüreğindeki,
sızıdır aşk…,
ah,
garip kalmıştım yine bu dağ başında,
ki kabaran öfkemi bastırıyordu, mazlum
hatırımın yıkılmışlığı her nefeste,
damar damar…,
hep o hakikatin rengi siy/ah
ve kâbe örtüsü kadar siy/ah,
hayran ve afacan gözlerindeydi teselli hekimim,
sadece, /biraz daha kavisli olabilirdi/
aşk;
hangi dinde yeri var bunun,
bu transandantal bir aşkın,
gizemli boyutlarındaki seyir, bilmiyorum;
ama yok güzelliği aramanın sonu
her inanışta,
biliyorum…,
ama sen de bil ki sevgili dostum,
sende bulduğum bu güzelliği ben,
sonsuz seviyorum ve ölmeden önce,
dünyayı içimden çıkarmak diliyorum,
gözlerinde o/nu görür gibi olduğum
güzellikle ah…,
sonsuzluğu sevmek benim dinim imanım,
ve benim, sonsuzluğadır ayak ucuna bakan
nazar berkademim…,
sonsuzlukta yol almaktır ciğerimin yarası
ki duasıdır kalbimin,
vakit tamam dendiğinde,
o mübarek menzile
yürümek erenlerce;
lâhavlevelâkuvveteillâbillah azığıyla,
ki bu konma göçmenin ayet/el kürsîleri
ertesinde, bir fatihadır aşk…,
turna katarları geçer her kandilde içimden,
ve yutkunarak akar içime kanat sesleri,
göç mevsimi...,
ah;
parmaklarım,
erdemli parmaklarım yazmaktan,
gün/ah/a bulandılar kaç zamandır
rabıta yoksunluğundan;
sınır dışı edilmiş kelimelere sığınıp,
itirafçı bir şiirin ilmeği boynumda,
ellerim,
ki kemikli örtüsüne baktım,
ha benim ha senin ellerinle,
yokluğunun şehrine şiirler yazdım,
ey kıymetlim,
beyaz bir kağıt elbet
kırışık bir karalamaya dönüşebilir,
dahası hangi yeni eskimez;
en derinde akan sırdaşlık üstüne
devrilmiş yazgının mürekkebi,
cansız hatıralar saçabilir
o beyaz kırışık kağıda...,
seslenmeyle teselli buluyorum
sana hece hece,
ve tozlu çayhanesinde bir iskemle,
son dizemin ayak parmaklarına değerken,
diyor ki iç sesim;
(kim okursa bu t/aksimi,
gözbebeklerinden iri siyah kayalar
devrilecek üzerine)
zaten nicedir sadece çile çektirip,
çağrına mütereddit halimle,
vicdanını işgal altında tutuyordum…,
kafesinden salıverilmiş bir güvercinin
hürriyeti kadar ellerinde artık
sana tahmil ettiklerimden azadlığın,
\ah, gidemedin bizden
ve gidemedik senden bu sefer de,
ki biz senin esirin sanırdık kendimizi,
oysa asıl tutsak senmişsin bize…,
uzun senelerin umuduyla vadeye bağlanmış
ve bozulma sebebi ölüm dahi olmayan bir vaadle,
sabâ makamında bir sabaha daha çıktık,
çok şükür,
ah;
bir uçuk turunç güle benzer o yüzün,
yakışır mı o gece gözlere hiç hüzün,
eğme öyle başını yetimce ve küskün,
bir nilüfer gibi açsın durgunluğuma gülüşün,
ki sen bildiğim tek elbistan türküsüsün…,
kalbe doğan ve yok saydığımız,
yakındaki hasretliğin malumuyla,
ve içimize akan göz yaşlarıyla geçiyorken
zahiri zorlayan günlerimiz,
ve göz pınarlarımızdan sızan
kor olmuş tek tük nemlere rağmen,
içimizde taşıdığımız bu gönül ferahlığı,
vuslatmış meğer yarınlardan önce yarına;
çiziyorum şimdi zihnimin anlayış bekleyen
açıklamalarının altını ve tutmayan hesapların
dört işlemini yapmayı deniyorken,
ikaz lambaları yanıyor her adım başı
ve oyuncakları hayatlarımızın,
alt üst alt üst alt üst etmede hayatlarımızı,
ah;
ömrümden ömrün geçer ömrüme…,
ve ah ben şimdi kederliyim,
kendi kendine konuşan bir deliyim,
ölüyorum senden savruluşumdan,
ve şu halimle,
mecburum kapına dayanmaya şiirim,
yürek tımarhanesinden bir serseri belle beni,
bir şair bozuntusu desen de olur,
ey bütün rotalarımın
sözleriyle istikamet bulduğu,
sana attım demir
ve varsın divânında boğulsun imlâsı kalemimin,
ama sor bana neden,
neden bir turuncu gülün suretiyle gelen,
vuslat sabahının anısıyla böyle haşır neşirim…,
ah sevgili içim söyle bana;
bu kendimden habersizlik gafletinden,
beni paklasın istemezken teneşir bile,
kurulduğun keder tahtında,
bu yakınmasız halin ve
asude memnuniyetli tavrın,
hangi mukaddes kabulden gelir,
söyle…,
ve zihnimde kandiller söndüğünde,
kuytumdan bakınca insanlar,
karınca misal,
yüzümü cama yaslar izlerim onları,
hayat;
aynı filmi yüz milyon kez oynatır,
herkes kendi yükünü taşır,
sırtında aşını ve bir başınalığını kalbinde…,
pencereden bakar hislenirim,
ufacık tefecik karınca insan…,
hey hayat;
ölüyorum an be an,
ama sor bana neden,
neden;
iri tesbihler gibi akıp çenemde toplanır yaşlar,
sabah namazından dağılan cami cemaatinin
en arkasında kalmışlığım neden…,
gün ağarırken huzur esenin avlusunda,
nicedir süren muhatapsız bir yaşama,
sabır sebebinden yumuluyken çapaklı gözlerim;
umur görmüş sesinden,
nadaslı kalbime akan o kızıl ateş,
ve işlerken içime gariplere has sesin,
ah,
ne vardı hiç doğmayaydı güneş…,
ara ki bulasın artık,
yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini,
kulağına fısıldasam
ve bak alınma ama istanbul,
nefesin anason ve uluorta
döl bereketi kokuyor sokakların,
egenin kucağına akıyor bakteri kominleri,
gözlerimin tirilyesi,
zeytinin karası,
kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya,
ve ha sendeki ben,
ha bendeki sen din kardeşim,
al sendeki beni,
vur bendeki sana,
karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı
yürek kapılarını kapayan dijital çığ,
siber koru,
karın örttüğü köz değil mi…,
bu nasıl krizantemdir kardeşim;
incinmişliğimi daha nereye kadar,
kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli;
çocuksun sen öyle mi, peki
her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf,
ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…,
ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler,
ve her türlü tövbenin yüz karası…,
sözünden dönenin önde gidenlerine râm,
kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını
ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi...,
yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler,
gözlerimi mesken tutmuş…,
vakitsiz ecel gibi buruşmuş,
yalandan güz ve alaycı yüzler,
mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi,
beri gel sen de,
tek sevdiğin babanla beraber can yücel,
sevdiğim kadar sevilirim öyle mi,
salağın en salağı,
buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi,
istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere
akdeniz kokusunun dahi…,
çukulatadan beklene dursun seretonin,
harman yerindeki yanık tenin
yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma,
öyle mi…,
tabi tabi bekleyelim,
sirkecideki han hamallarının sırtındaki,
küfe ip izlerinin helali olan,
ayran aşı kadar,
içimize aş olacak ha…,
emekçilerin emekleri;
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de,
tutmaz oldun ellerimizden,
ve gülmüyorsun artık,
bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize,
oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın,
kovulduk mu kapından yani söyle;
merhameti, merhametlilerin
en merhametlisinden,
ilhamla almış aşk..,
geçen kimi bir çift gün olur ki,
kimse bilmez kaç seneye tekâ/bül eder derkene,
heceyi /bul olacakken /bül yapmak,
katil bir devriğin dil cinayetinin neticesidir,
ve habil/ kardeşi değil maktulüdür kabilin,
ki celladına aşıklar okur yazar olabilseydi hakikatte,
içinde tekâ/bul geçen cümleleri,
komik bulur muydu hiç,
ve şimdi bu sorunun cevabını ise
muhtemelen ikimizde biliyoruz aziz dostum,
bir ömre,
bir nesle bedel olur bazen; aşk…,
demiyorum ki bu aşkın vicdan muhasebesinin,
hesap hareketlerini analiz etmek,
harcınız değildir sizin,
aşkın mevzuatını fasıl fasıl sizden biriktirdim,
biraz şımartılmıştım yalnızca tarafınızdan hocam,
o kadar,
ve biliniz ki kabahatim,
başımı taştan taşa vurdukça,
kalp ağrımı ne yapsam ne yapsam,
dindirememek oldu,
muallim; aşk…,