sen kurban derisinden bir seccadede, ben namaz tahtasında bir derviştim, ve medine gülü çayı dolu bir kadehi yudumlarken, sen; sonsuzluğa ç/ağlayan bir ırmaktın, kaparken muhabbete gözlerini ben, kara üzüm şırasını dileyen bir sermesttim…,
ve yürüdüm takalar boyu, içine balıkların takıldığı, ağ ağ örülmüş kıyıların içinden geçtim; çırpın, çırpın çırpınarak..., ki takvimleri didik didik eden martıyım, çözdüm düğümlerini gemicilerin,
ve yürek ne zaman, ibrikten, bal şerbetli kahve köpüğünü, damla damla, yavaş yavaş usul usul, süzüm süzüm süzülerek içse…, hayat; yüksekten engine inmek gibi, aklını yitirmiş bir şelale olup köpüre köpüre ve deli kudretli bir devinimle akarak, iç telaştan azade itminana kavuşup, temkin sahibi ve ağırbaşlı bir vakarla, sekinet buluyor…,
/ah kaçırma gözlerini benden bal köpüğü; sohbetini tattım bir defa ve kalbimde bir dolunay bakışıyla, yüzünün mehtabına giden yakamozun yolunda, iki turkuaz porselen kırdım…,
bu karanlık okyanus nihayet gözlerini açtı, /ah ayın on dördüm, affet…, açlıkla terbiye oluyorum, ayyaş bir nefes gibi kokarak, sensizim, ve öyle görünüyor ki özlemiş olmalıyım…, bunca değersizlik hisli ve, kırık dökük sızım sızım, iç çekmelerimden belli,
bu, /yeniden kavuşmaya itikadı bozuk dünyanın, sevda manastırında, yokluğunun kırbaçladığı bir besteyle, içime uşşâk makamında düşen şarkısın sen, neden anlamıyorsun…,
nasıl keyifler :) sabahınıza bir kaç mısra yollamak istedim...,
çiziyorum şimdi zihnimin anlayış bekleyen açıklamalarının altını ve tutmayan hesapların dört işlemini yapmayı deniyorken, ikaz lambaları yanıyor her adım başı ve oyuncakları hayatlarımızın, alt üst alt üst alt üst etmede hayatlarımızı, ah;
yaradanın herkese uzanan ve ışıldayan kolları vardır, anladım ki; umut insanın en karmaşık güzelliğidir, peki o halde dahi, içimdeki şeytanın yollarına, kırmızı halılar seren kim…
ki sonunda tükürdüm kalbimi, ağzımda çivit mavi boya tadı, süzüldü gözyaşı gibi, dudağımın kenarından çeneme, veremli bir aşkın ağzından, gül kusması misal...,
bakışlarımı yaşama diktiğim gün, kara kuru, soğuk bir şubat öğlesi, kanadından yedi tüyü yolunmuş martının, doymuştu kalbi özgürlüğe…, kafese susamıştı..., ah,
ve kundaklayıp yazgımı bir cami avlusuna bırakamadım…, dinmek de bilmedi yasım, ki hiç mi uzanmaz irşâd/işaret ehli ellerin, kalbimin üstüne yârenim...,
nasıl ki ölüm erenler meşrebidir, ve nasıl ki merhum ve merhumeler, erlerce defnedilir…, nûr içinde yol al kabrinde sen de, faili meşhur bir menzile kurban giden, alnı kınalı ve kozmik aşk, ah;
ki giderken ben de, içine bükülen çiçek gibi küserim…, göz kapağıma göz ....... değmesin o an…, serpilsin yüreğime, ...................... köz…; aralık göğüs kafesimin ........................ kapısı, ..........içerime kar yağıyor…, ah;
sonsuzluk gibi, sonsuza kadar…, ...........................sus zamanı, ....kendini kırıştıran kumaşla kaplı, .......................................kalbim…, solgun, aşkı aşındırmış sevmekten bitkin…, ..........................yasıma el sürmeyesin, ........................ufalansın ellerinde gönlüm, ...............................üzgünüm, unut zamanı afet aşk…, ah,
altında kaldığını sandığın çığın, ne denli nefesinle eriyip giden, kar tanecikleri olduğunu görerek, ov o karlarla, aşkın narkozu altında, uyuşturduğun vicdanını arkadaşım ki; daima yan çıktığımız benliğe vedamız, bir yeni selama merhaba olsun…, ve, hiç muhabbetten aciz kalmasın hayatlarımız;
ki bilirsin, ellerimize tutuşturulmuş avuntular ve oyuncakların hiçbiri tesellimiz olmadı…, zaaflara vedalar nasuh mertliğinde, merhabalarsa, diriltici kılabiliyorsa anlamlı;
şu beyanlarım deklarasyonum olsun ki insanlığa, vardığım menzillerden biri de ey yâren, aşkta talepsiz olmaktı…; ama biliyorum, içgörünün tebliğini; benliği bilmek isteğidir kavuran o meşhur ben/i…, ve hakikatine ermek istemektir yakıcı olan özünde, ortadaki tüm medeniyet mefkûrelerinde, oysa marifet eriyebilmek emelidir zerrelikte…, ve tepeden tırnağa niyaza değer olan da budur, anlıyor musun dilimi…,
ki dingin bir gölün sularında, nazlı nazlı süzülerek yüzen bir kuğu zarafetiyle, geldin ömrüme sen hekimlerin hekimi…,
bakışlarım bulanıktı, ve derinliğini su sarmaşıkları sarmıştı, sense yok diyordun gözlerime bakarak böyle bir renk, yok…;
üzerine yağmur çiseleyen bir eski zaman bedestenindeydim, idrakime iyi gelecek şifalı bitkiler, eczalar arıyordum aktar aktar; sen garibin sırtındaki mintan ile yoksulun sofrasındaki çorbanın buğusu kadar azizsin hekimim;
ve aşk, bacak kadar çocuksun hep/hep oyuncaksız, gurebanın doğum günü kadar münzevi ve ölüm anı gibi tenha gelensin sen, kabukta yara; külde kor aşk…,
okyanuslar altındaki mercanların su yüzüne çıkan inlemeleri kadardı halime şikayetim, suskun ve kırgındım en çok da kendime…, ve kuruyordu yaprak yaprak bahar gözümde, lisansız kalmıştım ve sürgüne yollanmış bir sicili bozuktum,
paha biçilmez meskenlerde süren feri geçmiş şömine hayatlarda, o isli camdan ışıyan cılız alev, ne kadar aydınlık verebilirdi yavan ilgili bireylerin odalarına, bu hangi devirde görülmüş, sanalı hakikatli bir firdevs…,
yatağına alabildiğine kırgın ve suyu zehir akan bir nehrin arsız dereleri yoldan çıkmışken, en kritik dönemecinde hayat bağrımda ecinnîler reçetesi bir muska gibi taşınırken, ruhu ve cismi ayrı yönlere aksak bir keklikken ben ve, göğün kirpiklerinin metanol yağmur kıymıklarına sımsıkı sarılmış zifîr gecenin ağarmasını öylece beklerken, ki göğüs kafesim uzlaşmasızken bütün kandillerin söndüğü bu çağla, ve yaşama sevinci özünün çekildiği, olgunluk evresi tenhalığında, inzivasına bigâne bir zavallıyken, mülevves yürek patikasından, meçhuller uçurumuna müflisçe yol hazırlığı yapa dururken; çırpınıyordu gözlerimde varlığına iknasız tuzlu bir deniz akmamak için ummanına senin, saklı illiyyunum;
ki bir yandan yalvar yakar ve fakat ne istediğini bilmez halde huzuruna çıkarken alemlerin rabbinin, ve çağrısı tamam olmuşken…; eski bir seccadenin yorgun alnını öpüyordu hükümsüzlüğüm…
ki kalbim, şiir çöplüğüm ah; ne çok yazılmış, ve yazılmamış dizelerim,
şimdi ayak seslerinizi dinleyip, sonra kapansam kanayan dizlerinize ve aşkı yazdıran elleri öpsem şimdi, öpebilsem…,
ki üstünü örttüğüm her acım, bir gece yarısı üstü açık kalan bilincin altını üstüne getiren hırsızken...,
içim; alt çekmecenin en çıfıt tıkılmışı ve ucu saçak saçak suda yüzen bir halat gibi, kocamış kutsal balıkların geçtiği yosun tutmuş yoldayken içim…, bir düşkün silueti yansır aynada bana bakan; bana…,
ve ağlayan bir tebessümü, brunonun sabîsine yamayan rüya çöplüğüm; ne çok görülmüş ve hayal meyal tasalı kâbuslarım, bir sırdaş adı sayıklıyor şimdi dilsiz dudaklarım…,
ey rabbim, yolda kalmış susuzların imdadına koşar yardımın ve, anımsaması imkansız bir rüyada, muhabbete verilmiş bir sadaka olur kalbim..., ah;
elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur, ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur, yüzü kırış kırış bir adam erik toplar, bir nine eriği tuza banar, kalbi; yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul, kabristan ziyaretinden çıkar…,
düş buya, bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin, anacığım şiir yazar, ki garipsenmesin; böylesi özlemek ve böylesi sevmek…,
bir dağ ardındaki cevizin, en erişilmez dalına, as uykunu kalplerin tabîbi, tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına…,
ey aşk; soylu sevdalara yakışmaz yalandan kefen giymeler, varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak, nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın, gül bahçelerinde sağnak sağnak, ah;
boyu dahi orta yollu, bal lisanlı, serzâkir, aç bir martı kadar utangaç, müstağni ve delişmen, güleç yüzlü, gül yüzlü ve, efkârlı bir göçebe konak ateşinin közlerine inat; başına buyruk o heybetli erciyesin, doruğundan gelen kar suları kadar, coşkulu ve vefa alemi ruhlu ve, bir dergâh asudeliğindeki vadi kuytularında şırıldayıp duran, buz gibi ve içimi doyumsuz, kendiyle halvette akan, bir ince nakışlı keder deresi…, ve sevdalı süreyya gözlerin ışıltısını, ne yıldızlardan, ne aydan, ne de güneşten aldığı, bir çift buğulu, ve lapis lazuli gözde; bütün bildiklerini unutan ve, aşkı kendinde kayboluş bilen kalbiyle, bu yanık anız tarlası yüreğe ve nadasa bırakılmış gariban bir gönle, çisil çisil ve ansızın yağan bir rahmet olan, can/an;
her hevesi boğazında düğüm düğüm, ser verilip sır verilmemiş, tedaviye cevap vermeyeceği belli bir maraza düçârlığın burukluğu ve, hicivli bir gülümsemenin yüzü maskelediği, yalnızca; her rastladığı insanın gözlerindeki derinliğe bakabilecek, o temiz yüreklilerin farkına varabilecekleri, ve böylesine içine düşülmüş dermansız haliyle, hayatındaki hayatların verdiği mukavemetle nefeslerini sürdürebilen, dünyalar garibi ve içine kapanık, ve fakat yedi kat semaya açık, dildâr ve dostunun mihmânı özge bir hayat sırtında, sendeleyip duran ve yıkılmamak için, umut bağlayıp tutunduğu avuntuların, bir bir çözülüp dağıldığı ve terk ettiği dipsizlikte, ıssız ve kör karanlıkta kalmışlığına yanmaktan da malûl, pusulası kayıp…, perişan göz pınarları kurumuş, gücenik ve suskun bir can/a,
ve mayası ikiz tabiatlı keklikle güvercin, hem bozkır, hem harman yeri kokar…, \iyigeliyorgönülyarasınadenizdenesenrüzgar\
kanatları birbirine dikili, ha keklik/güvercin, ha turna/martı, atmaca olamadıktan sonra, ne ayrılık türküsü söyleyebilir, ne de uçuşur göğe sarmaş/dolaş…, ve \iyigelmiyordurgunluğumapiyanonuntuşları\
gökte bir bulut ağlar turnasına, çöplükte muhabbet kırıntısı can çekişir martıya, kan kaybediyorum kanadımdan ve hızlıca düşüyorum, düşerken bile uçmayı düşlüyorum, ve \budefaölümdenkorkmuyorum\ ah;
sen kurban derisinden bir seccadede,
ben namaz tahtasında bir derviştim,
ve medine gülü çayı dolu bir kadehi yudumlarken,
sen; sonsuzluğa ç/ağlayan bir ırmaktın,
kaparken muhabbete gözlerini ben,
kara üzüm şırasını dileyen bir sermesttim…,
ve yürüdüm takalar boyu,
içine balıkların takıldığı,
ağ ağ örülmüş kıyıların içinden geçtim;
çırpın, çırpın çırpınarak...,
ki takvimleri didik didik eden martıyım,
çözdüm düğümlerini gemicilerin,
ve yürek ne zaman,
ibrikten,
bal şerbetli kahve köpüğünü,
damla damla, yavaş yavaş
usul usul,
süzüm süzüm süzülerek içse…,
hayat;
yüksekten engine inmek gibi,
aklını yitirmiş bir şelale olup köpüre köpüre
ve deli kudretli bir devinimle akarak,
iç telaştan azade itminana kavuşup,
temkin sahibi ve ağırbaşlı bir vakarla,
sekinet buluyor…,
/ah kaçırma gözlerini benden
bal köpüğü; sohbetini tattım bir defa
ve kalbimde bir dolunay bakışıyla,
yüzünün mehtabına giden yakamozun yolunda,
iki turkuaz porselen kırdım…,
bu karanlık okyanus
nihayet gözlerini açtı,
/ah ayın on dördüm,
affet…,
açlıkla terbiye oluyorum,
ayyaş bir nefes gibi kokarak,
sensizim,
ve öyle görünüyor ki özlemiş olmalıyım…,
bunca değersizlik hisli ve,
kırık dökük sızım sızım,
iç çekmelerimden belli,
bu, /yeniden kavuşmaya itikadı bozuk dünyanın,
sevda manastırında,
yokluğunun kırbaçladığı bir besteyle,
içime uşşâk makamında düşen şarkısın sen,
neden anlamıyorsun…,
nasıl keyifler :)
sabahınıza bir kaç mısra yollamak istedim...,
çiziyorum şimdi zihnimin anlayış bekleyen
açıklamalarının altını ve tutmayan hesapların
dört işlemini yapmayı deniyorken,
ikaz lambaları yanıyor her adım başı
ve oyuncakları hayatlarımızın,
alt üst alt üst alt üst etmede hayatlarımızı,
ah;
yaradanın herkese uzanan ve
ışıldayan kolları vardır,
anladım ki;
umut insanın en karmaşık güzelliğidir,
peki o halde dahi,
içimdeki şeytanın yollarına,
kırmızı halılar seren kim…
ki sonunda tükürdüm kalbimi,
ağzımda çivit mavi boya tadı,
süzüldü gözyaşı gibi,
dudağımın kenarından çeneme,
veremli bir aşkın ağzından,
gül kusması misal...,
bakışlarımı yaşama diktiğim gün,
kara kuru,
soğuk bir şubat öğlesi,
kanadından yedi tüyü yolunmuş martının,
doymuştu kalbi özgürlüğe…,
kafese susamıştı...,
ah,
ve kundaklayıp yazgımı
bir cami avlusuna bırakamadım…,
dinmek de bilmedi yasım,
ki hiç mi uzanmaz irşâd/işaret ehli ellerin,
kalbimin üstüne yârenim...,
nasıl ki ölüm erenler meşrebidir,
ve nasıl ki merhum ve merhumeler,
erlerce defnedilir…,
nûr içinde yol al kabrinde sen de,
faili meşhur bir menzile kurban giden,
alnı kınalı ve kozmik aşk,
ah;
ki giderken ben de,
içine
bükülen
çiçek gibi
küserim…,
göz kapağıma göz
....... değmesin o an…,
serpilsin yüreğime,
...................... köz…;
aralık göğüs kafesimin
........................ kapısı,
..........içerime kar yağıyor…,
ah;
sonsuzluk gibi,
sonsuza kadar…,
...........................sus zamanı,
....kendini kırıştıran kumaşla kaplı,
.......................................kalbim…,
solgun,
aşkı aşındırmış sevmekten bitkin…,
..........................yasıma el sürmeyesin,
........................ufalansın ellerinde gönlüm,
...............................üzgünüm,
unut zamanı
afet aşk…,
ah,
altında kaldığını sandığın çığın,
ne denli nefesinle eriyip giden,
kar tanecikleri olduğunu görerek,
ov o karlarla,
aşkın narkozu altında,
uyuşturduğun vicdanını arkadaşım ki;
daima yan çıktığımız benliğe vedamız,
bir yeni selama merhaba olsun…,
ve,
hiç muhabbetten aciz kalmasın hayatlarımız;
ki bilirsin,
ellerimize tutuşturulmuş avuntular
ve oyuncakların hiçbiri tesellimiz olmadı…,
zaaflara vedalar nasuh mertliğinde,
merhabalarsa, diriltici kılabiliyorsa anlamlı;
şu beyanlarım deklarasyonum olsun ki insanlığa,
vardığım menzillerden biri de ey yâren,
aşkta talepsiz olmaktı…;
ama biliyorum,
içgörünün tebliğini;
benliği bilmek isteğidir kavuran o meşhur ben/i…,
ve hakikatine ermek istemektir yakıcı olan özünde,
ortadaki tüm medeniyet mefkûrelerinde,
oysa marifet eriyebilmek emelidir zerrelikte…,
ve tepeden tırnağa niyaza değer olan da budur,
anlıyor musun dilimi…,
ki dingin bir gölün sularında,
nazlı nazlı süzülerek yüzen
bir kuğu zarafetiyle,
geldin ömrüme sen hekimlerin hekimi…,
bakışlarım bulanıktı,
ve derinliğini su sarmaşıkları sarmıştı,
sense yok diyordun gözlerime bakarak
böyle bir renk, yok…;
üzerine yağmur çiseleyen
bir eski zaman bedestenindeydim,
idrakime iyi gelecek şifalı bitkiler,
eczalar arıyordum aktar aktar;
sen garibin sırtındaki mintan ile
yoksulun sofrasındaki çorbanın
buğusu kadar azizsin hekimim;
ve aşk, bacak kadar çocuksun
hep/hep oyuncaksız,
gurebanın doğum günü kadar münzevi
ve ölüm anı gibi tenha gelensin sen,
kabukta yara; külde kor aşk…,
okyanuslar altındaki mercanların
su yüzüne çıkan inlemeleri kadardı
halime şikayetim, suskun ve kırgındım
en çok da kendime…,
ve kuruyordu yaprak yaprak bahar gözümde,
lisansız kalmıştım ve sürgüne yollanmış
bir sicili bozuktum,
paha biçilmez meskenlerde süren
feri geçmiş şömine hayatlarda,
o isli camdan ışıyan cılız alev,
ne kadar aydınlık verebilirdi
yavan ilgili bireylerin odalarına,
bu hangi devirde görülmüş,
sanalı hakikatli bir firdevs…,
yatağına alabildiğine kırgın
ve suyu zehir akan bir nehrin
arsız dereleri yoldan çıkmışken,
en kritik dönemecinde hayat
bağrımda ecinnîler reçetesi
bir muska gibi taşınırken,
ruhu ve cismi ayrı yönlere
aksak bir keklikken ben ve,
göğün kirpiklerinin metanol
yağmur kıymıklarına sımsıkı
sarılmış zifîr gecenin ağarmasını
öylece beklerken,
ki göğüs kafesim uzlaşmasızken
bütün kandillerin söndüğü bu çağla,
ve yaşama sevinci özünün çekildiği,
olgunluk evresi tenhalığında,
inzivasına bigâne bir zavallıyken,
mülevves yürek patikasından,
meçhuller uçurumuna müflisçe
yol hazırlığı yapa dururken;
çırpınıyordu gözlerimde varlığına
iknasız tuzlu bir deniz akmamak için
ummanına senin, saklı
illiyyunum;
ki bir yandan yalvar yakar
ve fakat ne istediğini bilmez halde
huzuruna çıkarken alemlerin rabbinin,
ve çağrısı tamam olmuşken…;
eski bir seccadenin yorgun alnını
öpüyordu hükümsüzlüğüm…
ki kalbim,
şiir çöplüğüm ah;
ne çok yazılmış,
ve yazılmamış dizelerim,
şimdi ayak seslerinizi dinleyip,
sonra kapansam kanayan dizlerinize
ve aşkı yazdıran elleri öpsem şimdi,
öpebilsem…,
ki üstünü örttüğüm her acım,
bir gece yarısı üstü açık kalan
bilincin altını üstüne getiren
hırsızken...,
içim;
alt çekmecenin en çıfıt tıkılmışı
ve ucu saçak saçak suda yüzen
bir halat gibi,
kocamış kutsal balıkların geçtiği
yosun tutmuş yoldayken içim…,
bir düşkün silueti yansır
aynada bana bakan; bana…,
ve ağlayan bir tebessümü,
brunonun sabîsine yamayan
rüya çöplüğüm;
ne çok görülmüş ve
hayal meyal tasalı kâbuslarım,
bir sırdaş adı sayıklıyor şimdi
dilsiz dudaklarım…,
ey rabbim,
yolda kalmış susuzların
imdadına koşar yardımın ve,
anımsaması imkansız bir rüyada,
muhabbete verilmiş bir sadaka
olur kalbim...,
ah;
elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur,
ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur,
yüzü kırış kırış bir adam erik toplar,
bir nine eriği tuza banar,
kalbi;
yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul,
kabristan ziyaretinden çıkar…,
düş buya,
bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin,
anacığım şiir yazar,
ki garipsenmesin;
böylesi özlemek ve
böylesi sevmek…,
bir dağ ardındaki cevizin,
en erişilmez dalına,
as uykunu kalplerin tabîbi,
tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına…,
ey aşk;
soylu sevdalara yakışmaz
yalandan kefen giymeler,
varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak,
nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın,
gül bahçelerinde sağnak sağnak,
ah;
boyu dahi orta yollu, bal lisanlı, serzâkir,
aç bir martı kadar utangaç, müstağni ve delişmen,
güleç yüzlü, gül yüzlü ve,
efkârlı bir göçebe konak ateşinin közlerine inat;
başına buyruk o heybetli erciyesin,
doruğundan gelen kar suları kadar,
coşkulu ve vefa alemi ruhlu ve,
bir dergâh asudeliğindeki
vadi kuytularında şırıldayıp duran,
buz gibi ve içimi doyumsuz,
kendiyle halvette akan,
bir ince nakışlı keder deresi…,
ve sevdalı süreyya gözlerin ışıltısını,
ne yıldızlardan, ne aydan, ne de güneşten aldığı,
bir çift buğulu, ve lapis lazuli gözde;
bütün bildiklerini unutan ve,
aşkı kendinde kayboluş bilen kalbiyle,
bu yanık anız tarlası yüreğe
ve nadasa bırakılmış gariban bir gönle,
çisil çisil ve ansızın yağan
bir rahmet olan,
can/an;
her hevesi boğazında düğüm düğüm,
ser verilip sır verilmemiş,
tedaviye cevap vermeyeceği belli
bir maraza düçârlığın burukluğu ve,
hicivli bir gülümsemenin yüzü maskelediği,
yalnızca;
her rastladığı insanın gözlerindeki
derinliğe bakabilecek,
o temiz yüreklilerin farkına varabilecekleri,
ve böylesine içine düşülmüş
dermansız haliyle,
hayatındaki hayatların verdiği
mukavemetle nefeslerini sürdürebilen,
dünyalar garibi ve içine kapanık,
ve fakat yedi kat semaya açık,
dildâr ve dostunun mihmânı
özge bir hayat sırtında,
sendeleyip duran ve yıkılmamak için,
umut bağlayıp tutunduğu avuntuların,
bir bir çözülüp dağıldığı ve terk ettiği dipsizlikte,
ıssız ve kör karanlıkta kalmışlığına
yanmaktan da malûl,
pusulası kayıp…,
perişan göz pınarları kurumuş,
gücenik ve suskun bir
can/a,
hüdâ katından yollanan ilahî bir tesellidir,
ah;
ve mayası ikiz tabiatlı keklikle güvercin,
hem bozkır, hem harman yeri kokar…,
\iyigeliyorgönülyarasınadenizdenesenrüzgar\
kanatları birbirine dikili,
ha keklik/güvercin, ha turna/martı,
atmaca olamadıktan sonra,
ne ayrılık türküsü söyleyebilir,
ne de uçuşur göğe sarmaş/dolaş…,
ve \iyigelmiyordurgunluğumapiyanonuntuşları\
gökte bir bulut ağlar turnasına,
çöplükte muhabbet kırıntısı
can çekişir martıya,
kan kaybediyorum kanadımdan
ve hızlıca düşüyorum,
düşerken bile uçmayı düşlüyorum,
ve \budefaölümdenkorkmuyorum\
ah;