İçimizde şeytan var... Can kırıkları var. Nefret var, yalanlar var... Bir yanımız bizi çoktan terk etmiş, kaçıyor... Melankoli ve hüsran var... Keşke bazı geceler hiç sabah olmasa... ve hakikat olan hiçbir şey bana yabancı değildir...
gel gör ki neyleyim, şu yağmalanmış dünyanın sahipsiz caddelerinde, önce adanmış, sonra ihaleci ve en sonunda da her şeye müsa/it olan haramzade kahpelerce, henüz tomurcuklanmış turuncu ve kızıl güllerin dalları ve hayatın baharındaki gençliğin yarınlara umutları kırılıyordu, .... ... .
oysa yaşam, parmak izi bırakmadan eldivenlerini çıkarıyor maktulüne tepeden bakarak, ve zaman durdu al işte…; bıktık artık, usandı millet, tiksindi insanlık, bu altı ok\a hainlik eden kemalistlerden, ruhu sömürgecilerde rehin mütedeyyinlerden ve genleri ipotekli devrimcilerden, tiyanşan kaçkınlarından, ve bilumum kurtarıcılık konforperestlerinden…,
ki her sevda bir veda bilirsin, affet beni, yine yalnızlığa veda zamanı…, yazarken bu şiirimsi şeyleri, kelimelerim tek tek canıma batıyor, harflerim içimin kuyusunda ağlıyor, kalbimde bir serseri mayın patlıyor, içimin labirentinde yüzün beliriyor, ve beynimin kıvrımlarında, çapalı lisanının azarları dolanıyor…, ah; ... .. .
ana başa taç imiş..., her derde ilaç imiş; bir evlat pîr olsa da, anaya muhtaç imiş... muhammed ali aktekin...
bir insanın ilk mürşidinin anası olduğu bahsinde bu beyti zikrediyor hoca evet... dolayısıyla, mürşid diye el alınanın vasıflarından birine işaret ediyor...
ah paytak penguenim; bir igloda bekliyorum seni..., aklıma daha dahiyane bir fikir gelmediği için…, üzgünüm, sevgili; istedim ki uzak olsun herkesten ve puslu, bizim gibi kurt huylu, ve yalnızca bize ait…,
aydınlıkta da karanlıkta da hayata dair birçok sır, lapa lapa yağıyorken üzerimize; kirpiklerimin buz saçakları çözülüyor ve saplanır mı dersin düşüp, böyle bir pazar gününde, alçakların, namertlerin, kahpelerin tam alnının çatına,
nasıl sevdiğimi bilirsin dünyanın, uzamış derviş beyazı sakallarının kaplamasını yeryüzünü…, ki esasen bunun izdüşümüdür nur yüzlü gök…,
bunca zaman sonra yüzleşmek, belki dedim; belki, ama hep nafile kancıklarla...,
saklanırız bizde saydam buzlar ardına paytak paytak yürüyen penguenim, üşüyen kalbine sular serperek gel artık, kopuyor bir parçası daha buz dağının bak yine, ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
İçimizde şeytan var... Can kırıkları var. Nefret var, yalanlar var... Bir yanımız bizi çoktan terk etmiş, kaçıyor... Melankoli ve hüsran var... Keşke bazı geceler hiç sabah olmasa... ve hakikat olan hiçbir şey bana yabancı değildir...
gel gör ki neyleyim,
şu yağmalanmış dünyanın sahipsiz caddelerinde,
önce adanmış, sonra ihaleci ve
en sonunda da her şeye müsa/it olan
haramzade kahpelerce,
henüz tomurcuklanmış
turuncu ve kızıl güllerin dalları
ve hayatın baharındaki gençliğin yarınlara umutları
kırılıyordu,
....
...
.
oysa yaşam,
parmak izi bırakmadan
eldivenlerini çıkarıyor
maktulüne tepeden bakarak,
ve zaman durdu al işte…;
bıktık artık, usandı millet, tiksindi insanlık,
bu altı ok\a hainlik eden kemalistlerden,
ruhu sömürgecilerde rehin mütedeyyinlerden ve
genleri ipotekli devrimcilerden,
tiyanşan kaçkınlarından,
ve
bilumum kurtarıcılık konforperestlerinden…,
ki her sevda bir veda bilirsin,
affet beni,
yine yalnızlığa veda zamanı…,
yazarken bu şiirimsi şeyleri,
kelimelerim tek tek canıma batıyor,
harflerim içimin kuyusunda ağlıyor,
kalbimde bir serseri mayın patlıyor,
içimin labirentinde yüzün beliriyor,
ve beynimin kıvrımlarında,
çapalı lisanının azarları dolanıyor…,
ah;
...
..
.
Ey dost senin aşkın odu, ciğerim pare baş kılar,
Aşkından yanar yüreğim, yandığım bana hoş gelir.
Aşkın oduna yandığım, ağlamak oldu güldüğüm,
Dost sana zarı kıldığım, münkirlere savaş gelir.
Söyler isem sözüm savaş, söylemezsem ciğerim baş,
Cihan dolu olur kalleş, her birinden bir taş gelir.
Gör nice taşlar atılır, dost için başlar tutulur,
Gelir gönüle batılır, halimize haldaş gelir.
Bizim halimizden bilen, kimdir aşka münkir olan,
Bizim sevdiğimiz Hak’tır, bu halka göz ve kaş gelir.
Nice sultanlar aciz olur bu aşkın elinden,
Her kim bu yola düşerse, o bu yola yavaş gelir.
Erenler buna kalmadı, vardı yoluna durmadı,
Hakk’ı gerçek sevenlere, cümle alem kardeş gelir.
Miskin Yunus bil özünü, dosta açıp şu gözünü,
Hangi burçtan bakar isen, o sultana güneş gelir.
Yunus Emre
dil devrimine bakış açısı bir aydın için turnusol kağıdıdır... haktan yana mı batıldan yana mı olduğuna dair... nokta...
allâh nedir deyince gâfil, allâh deyip hamuş olur dil... muallim naci... akıl biliyor ki var bir allâh, mahiyeti anlaşılmıyor âh...
hayatın manası üç yerde hakkıyla anlaşılır; aşk ile birleşen ümidde, vecd ile yapılan ibadette ve yeri yurdu unutturan seyahatte... nureddin topçu
ana başa taç imiş..., her derde ilaç imiş; bir evlat pîr olsa da, anaya muhtaç imiş... muhammed ali aktekin...
bir insanın ilk mürşidinin anası olduğu bahsinde bu beyti zikrediyor hoca evet... dolayısıyla, mürşid diye el alınanın vasıflarından birine işaret ediyor...
sen yârini bîhaber mi sandın..., yoksa seni; terk eder mi, sandın...
ah paytak penguenim;
bir igloda bekliyorum seni...,
aklıma daha dahiyane bir fikir
gelmediği için…,
üzgünüm, sevgili;
istedim ki uzak olsun herkesten
ve puslu,
bizim gibi kurt huylu,
ve yalnızca bize ait…,
aydınlıkta da karanlıkta da
hayata dair birçok sır,
lapa lapa yağıyorken üzerimize;
kirpiklerimin buz saçakları çözülüyor ve
saplanır mı dersin düşüp,
böyle bir pazar gününde,
alçakların, namertlerin, kahpelerin
tam alnının çatına,
nasıl sevdiğimi bilirsin dünyanın,
uzamış derviş beyazı sakallarının
kaplamasını yeryüzünü…,
ki esasen bunun izdüşümüdür
nur yüzlü gök…,
bunca zaman sonra yüzleşmek,
belki dedim; belki,
ama hep nafile kancıklarla...,
saklanırız bizde saydam buzlar ardına
paytak paytak yürüyen penguenim,
üşüyen kalbine sular serperek gel artık,
kopuyor bir parçası daha buz dağının bak yine,
ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;