Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Tuna Kafkas
Tuna Kafkas

hangi yeryüzü, gökyüzüne bakmaz; ve sanılıyor mu ki gökyüzü de yeryüzüne meftun, değildir...

  • düşerge06.08.2024 - 16:24

    madem yoksun ve yoksunum artık,
    ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında,
    kapatıyorum gözlerimi…,
    bir düş daha;
    camdan bir doğum günü tabutu içinde,
    sensiz kokular burnumda tüterken,
    gardenya bahçesinde
    yedi cüceler,
    on dört gözbebeği ile,
    türlü renkte yaşlar içinde,
    ormanın derinliklerinden gelen,
    kaval sesini
    ve beni beklerken;
    yedi tepeli istanbul dahi utanıyor,
    yönsüzlüğümün şahitliğine
    ah;

    ki içimden yedi kez tekrarlayamadan
    seni sevdiğimi,
    ellerimden kayıp
    gidiverdi şahitsiz hatıralarımız;
    at kendini raylarıma,
    sahipsiz şiirler taşırım sana,
    dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,

    ve seç göğün intihar meyilli
    bulutlarından birini,
    bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın;
    bizden uzak constantineye,
    mezar olsun bu kadim ah/

  • meseleyi uzatmamak05.08.2024 - 16:07

    düş…,
    göğsümün kafesinin,
    klostrofobik yüreği,
    içerdesin…; bir başına ve yalnız,
    sıkışıyor kapakçıkların havasız,
    ya çok hızlı ya da çok yavaş atıyorsun
    ve canımı acıtıyorsun zaman zaman;
    kızıl gölün hep mi dalgalı senin…,

    üstelik dengesizsin,
    her daim yeni hastalıklar seçiyorsun
    blumia kalbim,
    ah benim bir deri, bir kemiğim…;
    kustur kendini,
    ve korundaki kuşları kızıl nehrinde,
    kanınla yıka…,

    hevesi kursağında kalmış sevdan mı var,
    penguenler nasıl saklıyorsa bağrında,
    dört aylık açlığa tahammülle,
    yavrularına mama…,
    elbet sen de bilirsin saklamasını
    vuslat açlığını,
    hem insansın ya,

    ah aşk bir heves midir…;
    ve madem,
    rengi en kırmızıya çalan kuşu sevdinse sen kalbim,
    ol şimdi pinokyo…,
    ve işte gıcırdıyor tahta kalp/
    yalancının çatısında…,

    ey aşk…;
    kalbinde sakladığın pinokyonun,
    uzayan burnu,
    verdiğin sözlere kızarıyor,
    ağlıyor tahta bir kalp
    yalandan sevicilik masallarına,
    ve
    bir çocuk gün/ah/sızlığı sığıyor
    su sızmaz aramıza,
    talan, dolan ve takladan,
    var git ve bir daha hiçlikle dahi gelme huzura,
    ve sayfamızı arala...,
    anla;

    ki bilirsin,
    masal bu ya…;
    rapunzelin saçlarını kestiler mülevvesler,
    ah evet bir donquichetteyi sevdiyse gönül,
    suç deli dumrulun muydu ey korkut dede,
    yüreğimin yel değirmenleri,
    rüzgâr çalmakta,
    esintisiz bir gökten…;

    ve ah seni seviyorum masalı,
    sevgili ve güzel kardeşim,
    aziz dostum;
    ah o gün bende,
    ben de demeseydim,
    bezm/i elest/de;
    sana yemin olsun ki,
    yitirmezdim aklımı hüdanın yollarında hiç...,
    belki ben de,

    ah deli savaşçı;
    kaybetti/n\k/ şimdi, ki;
    hafızasız bir yürek belle beni de,
    ve rapunzel,
    hadi kes artık o uzun saçlarını,
    karıştırıp masalı tam da şimdi…,
    yanlış kahramanı sevdin zira,
    mavi gözlü dev,
    tutunup saçlarına,
    çıkamaz ki pencerene...,
    devden akrobat olmaz ki,
    masal anlatma bize,

  • Demir atmak05.08.2024 - 15:11

    /ve dikişleri yeni alınmıştı,
    gökyüzünün/

    dünyanın;
    çizgili pijamasının
    beli sıkmıştı ki,
    gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
    ayırmıştı gövdesini ikiye;
    /kuzey,
    güney,
    savaş,
    sıcak,
    soğuk,
    erkek,
    kadın,
    aşk/

    dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
    yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
    her şeyi planladı, kurguladı;
    ölçtü/biçti/tarttı ve;
    /denizlerin,
    ülkelerin,
    göğün,
    toprağın,
    aşkların,
    insanların,
    hayatın/
    kenarlarına makine çekti
    ve kesti sarkan iplikleri,

    dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
    ve öyle güzel dikmişti ki
    herkesin göğünü kendine;
    /kimseye,
    bir başkasının göğündeki
    turnayı sevmek,
    hakkını tanımıyordu…,

    oysa meşk,
    dudaklarındaki
    esrarlı cigarayla,
    özerkti dünyadan/
    başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
    yürüdü;
    onun gök kubbesine,
    ve ama evet,
    dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
    ve öyle güzel dikmişti ki
    herkesin göğünü kendine/
    kimseye,
    bir başkasının göğündeki
    turnayı sevmek,
    hakkını tanımıyordu…;

    oysa mey,
    dudaklarındaki
    esrarlı cigarayla
    özerkti dünyadan
    ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
    yürüdü,
    onun gök kubbesine,
    bir izmariti çiğner gibi,
    bir leşi tepeler gibi,
    bastı başına,
    kutupları ve ekvatoruna kadar,
    kirli postalarının izini bırakarak,
    had bildirdi atmosferine,
    ah;

    öyle çok seviyorum ki seni,
    öyle çok,
    sensin benim gökyüzüm
    ve süreyya yıldızım,
    yön duygum,
    iç görüm…,

    ne diyordum;
    /ve,
    çaldı dünyanın makasını
    /ve,
    kesti sevdalı parmaklarıyla
    /ve,
    söktü iplikleri…;

    öyle çok seviyorum ki seni,
    öyle çok;
    sensin benim güzel ve zarif turnam,
    ve yoktu,
    zahirin ne çizgisi,
    /ne sınırı,
    ne de minimal bir raconu,
    ah;

    kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
    akarız ki birbirine…,
    ve kanarsın;
    sen, bende bakan okyanus gözlerime,
    ve bir hekim tebessümüne
    ben de…;

    ah sevgili marjinalim,
    boğuluyo/rum,
    ki rotasız gemi,
    ma/ss/mavi ummanına
    atıyor demir…,
    ah;

  • tekke05.08.2024 - 15:07

    bir şehirden başka bir şehre geçerken,
    bir şiir; yoğun bir şiir bulantısı,
    içimde dövünürken engellenmenin yasına,
    ve kalbimin dik merdivenlerinde,
    tökezleyip düşerken bir yumak olup
    zihnimin labirentlerinden, konardı
    kuş sesleri duaya duran parmaklarıma…,

    çok geçmedi ki,
    küstü bütün kuşlar kendi cıvıltılarına
    ve kustular içime sessizliklerini,

    sonra,
    çöktü üstüme bir rehavet musallatı,
    kendi lisanım türkçeye sarıldım sımsıkı,
    ve alfabeden bir harf koştu imdadıma,
    piyanonun onuncu tuşu misal…;

    sevdim işte…,
    sevdim bile bile bu teatral sonu,
    kadife bordo perdeler açılır ve kapanır;
    yara gibi…,

    sonra,
    hep aynı köpüren şelalenin sesi,
    sürekli o termal nehir yakıcılığı ve,
    kalbimin aşka köleliğine işaret
    keder küpesi parıldar,

    söylesene kalemim;
    sahibine ulaşır mı sesim…,
    beni daha ne kadar,
    ne kadar daha üzebilir,
    içimde köpüren çağlayan ah,
    durmaksızın ağlayan...,

    ve kendinden kaçan bir soysuzun,
    ne çocuğu olduğunun,
    nasıl ve ne önemi olabilir…,
    ki düştükleri hendekte,
    baktım, baktım;
    göremedim yüzlerini,

    eğildim, yaklaştım, anlamaya çalıştım,
    yüzümü kıbleye döndüm,
    sordum mütemadi terbiyecim olan rabbime,
    nasıl bir körüm ben…,

    gözlerimden bir halat attım sonra,
    sözlerine mevlanın...,
    kıldan ince sırat köprüsü,
    ve ağladıkça gözyaşlarıyla,
    göz kamaştırıcı olur insan…,

    ellerimi gezdirdim kim bilir
    kaç mushafta…,
    tutundum divaneliğin sarhoşluğuna
    aklıma bir daha kavuşmamacasına,
    baktım, baktım;
    göremedim yüzünü cemiyetin,
    ve dokundum boşluğa,

    nafile;
    yoktu gözlerim yüzümde,
    meğer çift hendekliydi hendese,
    şimdi dedim ağlasam,
    gözyaşlarım olur mu acep,
    bir harabât tekkesinin,
    ayak yolu eşiğine mermer...,
    ah;

  • mahrum05.08.2024 - 13:05

    İlâhi Cennet evine,
    Girenlerden eyle bizi,
    Varub anda Cemâlini,
    Görenlerden eyle bizi.

    Mahşerde halk ola hayran
    Çok yürekler ola püryan
    Arşın gölgesinde seyrân
    Edenlerden eyle bizi

    Ya Hâyy-u Ya Kayyum Sâmed
    İhsânına yoktur aded,
    Firdevs Cenneti'nde ebed,
    Kalanlardan eyle bizi

    Şu dünyanın cefâsı çok,
    Kimi aç gezer, kimi tok,
    Ol Mizânda sevâbı çok,
    Gelenlerden eyle bizi

    Bakma Dünyâ'nın vârına,
    Düşüb dâim Hak yoluna,
    Ber'âtını sağ eline,
    Alanlardan eyle bizi

    Mü'minlere rahmet ola
    Münafıklar mahrum kala
    Yunus eder doğru yola
    Gidenlerden eyle bizi

  • erguvani05.08.2024 - 12:51

    amor;
    m
    o
    r,
    diye bir olgu var batının lisanında,
    ve karartma altında asırlardır,
    yine batının kendi kancıklığında…,
    peki o halde,
    artık söndürün ışıkları doğuda da madem,
    ki içimden geçen radyasyon,
    kalbimi röntgenliyor...,
    ve yahuda ağacı astım,
    kalbimin yedi stent takılmış kollarına,

    /bir kelebeğin ömrü kadardı;
    sabırsız ve güzel erguvanın baharda,
    yapraklanmadan çiçeklenmesi
    ve sığdırabilirdi esrarlı demleri
    o kısa ve büyülü zamana/

    bir parantezli iç ses daha işte,

    ve o erguvan ağacının,
    mor salkımları kadar,
    koyuydu göz halkalarım
    yokluğunda…,

    o halde;
    asıyorum kalbimi
    ben de zamansız,
    a/mor/a çalan dallarına
    ve erguvan tebessümüne,
    aşkta üstadım senin…,

    ki kısa,
    çabuk ve hareketli,
    aceleci, sabrı kıt,
    fakat görkemli ve heybetli,
    ve ahir zaman baharı gibi,
    hemen geçmek üzre
    bilirsin erguvan zamanı…,
    ah;

  • Gül Güncesi05.08.2024 - 12:37

    aşan bilir karlı dağın ardını,
    çeken bilir ayrılığın derdini,
    bülbül kaça aldın aman;
    gülün narhını...
    gül alıp satmanın aman,
    zamanı değil...

    sivas yöresi

  • serbest kürsü05.08.2024 - 01:41

    sözün sahibini de yazmaya elin varmadı zahir bay çiftçi... mesleksiz şair ismet emmi evet... korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak derneği başkanımız doğru :)

  • bir doğruyu söyleyip, bir yanlışın üstünü örtmek04.08.2024 - 15:44

    Yaşlı bir adam genç bir adamla tanışır ve şöyle sorar:
    “-Beni hatırlıyor musun? “
    Ve yaşlı adam hayır dedi.
    Sonra genç adam öğrencim olduğunu söyler, ve öğretmen sorar:
    “-Hayatta ne iş yaparsın, ne iş yaparsın? “
    Genç adam cevap verir:
    “-Şey, öğretmen oldum. “
    “Ah, ne kadar iyi, benim gibi mi? ”
    Yaşlı adama sorar.
    “Şey, evet.
    Aslında öğretmen oldum çünkü bana kendin gibi olmam için ilham verdin... “
    Meraklı yaşlı adam genç adama saat kaçta öğretmen olmaya karar verdiğini soruyor.
    Ve genç adam ona şu hikayeyi anlattı:
    “Bir gün, bir arkadaşım, aynı zamanda bir öğrenci, güzel bir saatle geldi, ben de onu istediğime karar verdim.
    Çaldım, cebinden çıkardım.
    Kısa bir süre sonra arkadaşım saatinin kaybolduğunu fark etti ve hemen sen olan öğretmenimize şikayet etti.
    Sonra sınıfa hitaben
    ‘Bu öğrencinin saati bugün ders sırasında çalındı.
    Kim çaldıysa geri versin lütfen... ‘
    Geri vermedim çünkü vermek istemedim.
    Kapıyı kapattın ve hepimize ayağa kalkıp bir daire oluşturmamızı söyledin.
    Saat bulunana kadar ceplerimizi teker teker arayacaktınız.
    Oysaki sen bize göz yum dedin, çünkü sadece gözlerimiz kapalı olsa saatini ararsın.
    Biz talimatları yerine getirdik.
    Cepten cebe gittin, cebimi karıştırdığında saati buldun ve aldın. Herkesin cebini karıştırıp durdun, işin bitince de aç gözlerini dedin.
    Saat bizde... ‘
    Beni ispiyonlamadın ve bu bölümden hiç bahsetmedin.
    Saati kimin çaldığını da hiç söylemedin.
    O gün onurumu sonsuza kadar kurtardın.
    Hayatımın en utanç verici günüydü.
    Ama bugün aynı zamanda hırsız, kötü insan vs olmamaya karar verdiğim gün. Bana ahlak dersi vermek için ne bir şey söyledin, ne de beni azarladın, ne de bir kenara aldın.
    Mesajını açıkça aldım.
    Sayenizde gerçek bir eğitmenin ne yapması gerektiğini anladım.
    Bu bölümü hatırlıyor musunuz, Profesör?
    Yaşlı profösör demiş, ‘Evet herkesin cebinde aradığım çalıntı saatin durumu hatırlıyorum’ Ben seni hatırlamadım, çünkü ben de bakarken gözlerimi yumdum... ‘

  • nefret ettiklerim04.08.2024 - 15:30

    iki şeyden nefret ediyorum; dindar cahilden ve, imasız alimden... aliya izzetbegoviç