Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan, Gel ey Dünya harâbında yatıp gâfil olan insan. Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör Dünya, Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.
Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez, Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.
Ne müşkül hâl olur gaflette yatup hiç uyanmayıp, Ölüm vaktinde Azrâil gelince uyanan insan.
Gayril mağdubi aleyhim ne demek? “Sırâtallezîne en'amte aleyhim”: O da, peygamberlerin, sıddıkinlerin, şehitlerin ve sâlihlerin yoludur. “Gayri'l-mağdûbi aleyhim”: Gazaba uğrattığın Yahûdîlerin yoluna değil... “Veleddâllîn”: Senin doğru yolundan sapmış Hıristiyanların yoluna da değil...
86. Târık Sûresi Mekke döneminde nâzil olmuştur. 17 âyettir. Geceleyin ortaya çıkan her şeye “târık” denilir. Ünlü kişiye de mecâzî olarak bu ifade kullanılır. Karanlık câhiliye dönemini aydınlatan, sabahı müjdeleyen kişi olarak Peygamber Efendimiz de buna benzetilmiştir. Yıldızlar da geceleyin doğduklarından bu ismi almıştır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Andolsun, göğe ve Târık’a. Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin? (Bilemezsin. O, parlak ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
viraj viraj üstüne geçtiğim yollarda, etraflıca seyrederken dört yanı, içinden geçtiğim bu plato ve şu çam yaprakları üstünde gözümü alan o kar kristallerinin ışıltısı, ağırbaşlı adımlarını andırıyor ve anadolu kadar gurbet çeken bakışlarını…; ki her vaktin cehd içre, sevgili can yoldaşım senin…,
daha bir depreşiyor hasretin içimde, kendimi vurduğum kavuşma bilmez yollarda, ve sonra, zifirî karanlığın ortasında denize sığamayıp kayalıklara çarpan dalgaların köpük köpük sükûnete erişini seyrederken, ölüm geldi hatırıma ve, ecel geldiğinde de böyle yanımda olacak mısın ki telkinlerinle…, ağır soru, ah;
beyzade enderûnu halkalayan kapıların, ve zarif mavi camiinin, derin ayasofyanın, kubbeleri, kilit taşları, revakları geçiyorken gözlerimin önünden; filika kılıklı bir teknede, çağın mahyasına dizilmiş dört kandili düşünüyor ve geleceğe bakıyordum…,
bahar gibiydi hava ama, dijital devrin kuzuları ne de olsa, martı kanadının yeliyle bile üşüyordular; ayaz görmüş, bağrı yufka bir babanın yüreğindeki, sızıdır aşk…, ah,
karma karışık artık bizim mahalle, kördüğüm, ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı, elektrik akımından cereyan alan ocaklarda, çingene sarmaşığı ve sırnaşık pişkin yüzsüzlükler…, yanık kozada erdemler ve mecalsiz kelebek olmaya, tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen, kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…, ve kimse haliyle nüfusuna almıyor; sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı, yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin, ki panzehir ne mi, ah ayol o da sorulur mu, aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…, öfkelerimiz en çok kendimize olmalı, bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin, korkuyla ümit arasında durmaya muktedir, muvazene/denge, neredesin irade ve karar kılmışlık ve kıyam mukavemeti, öz disiplin, ah;
ki azizim, kıtlıktan çıkmışçasına, kalbinin kemiklerini sıyırıyorum gıyabında, sırdaşlığın manasına söyle, açsın yüzünün peçesini ki, onu, öz/lü/yo/rum, sekerât halindeyken, hayatı yeniden sevdiren, ölümsüzlüğe öykündüren dost…, sefil bir divâne gibi, kıymetsizliğime katık edip sözlerini; bir bakır tastaki meyin son damlasına varıncaya kadar, içer gibi yudumluyorum…,
kömür gözlü, yoksul gecelere söyle, ölümün karanlığından artık kork/mu/yo/rum…,
hekimim; raylarıyla halvette yalnız bir tren gibi, boşalmış bir garın saatlerini temizliyorum gözlerimden, ki zamana söyle bilirsin, nurlu bir sabah için ballı bir uykuya da/lı/yo/rum;
ah hiçliğim, bir mülevves yol arkadaşın olarak, kıpçak süvarileri gibi, at sürüyorum keşifsizce, darda olmak nedir bilen ve gün görmüşlük pîri yüreğimle…;
hızır/ilyas tepesi şahittir bilirsin, bozuk bir gramafonun kırık iğnesi gibi, çiziyor zamanın plağını celâlli sözlerin, kestiğin raconlar ve verdiğin ayarla…,
ve ayrılığa söyle, birlikte dinlediğimiz insanlığa ağıtlarla, gökyüzünde hâlâ yıldızlar ya/nı/yor;
kadim zamanlar kervanı buhurum; ömründe bir türlü dikiş tutturamamış zayıf bir iplik gibi sabırsızım, orta mescid öğlesinde bir pazar gününde daha, sade kahvelerimizi yudumlamaya…, ve söylesin şimdi toroslar, avare sakarya ovasına, sohbetini daha nasıl, a/ra/ya/bi/li/rim;
ki vefaya inançsızlığımı yıkan, son çare tabîbim, ah;
turna katarları geçer her kandilde içimden, ve yutkunarak akar içime kanat sesleri, göç mevsimi..., ah;
uzatsam elim sanki dokunacak öteler yakınımdayken hep, lakin her bağım koptuğunda dağılıyorum senden ve yokluğunda yaşaması tuhaf kaçıyor hayatı, nicedir özlediğim hekimim…,
allahın şarkılarından bir buhur sonrası, döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp, dualarla üstünü örtmüşken insanlar, hayatla aralarındaki paravan aralanır..., ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır, ah kalbimizi kussak bedenimizden, safrası hayattır ve, sarı bir gül gibi uzanır aramıza, ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık; kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı, kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…, zahirle çevrelenmiş gözlerimin, en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde, ve bana aitsin ayrılık, aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
iki bilemedin üç günlük, güzel ve nurlu ve derin olan bir hayatı sürmek için, ömrümdeki iki kandilin sönmesinden yana mı teklifin bana ey aşk…, bunca hazin, bunca garip olmasaydı duruşun keşke, ve kapıların bu kadar sürgülü…, ah…;
hayata yan bakan bir çocuğum ben, ve sen huzur esende yanıma geldiğinde, yine yan bakıyordum hayata ki sen, yanımdaydın…, naapsaydım; seni, düzene intifadanı, ahir zamana isyan tufanı kopan yüzünü, görmese miydim…,
hay bin kunduz ya hû, ki aman, aman gittiğin yerin konumundan, bırakma ipucu aman ha aman…;
bulutların koltuk altlarından koyu lacivert terler damlıyor, sol gözümün kirpiğine, ki ceset kalp…; gözbebeğinin kapısında ölü bulundu,
ayrılık…; yavaş adımlarla, hızlı bir aşkın fren izlerini takip etmekte…,
oysa yaşam, parmak izi bırakmadan eldivenlerini çıkarıyor maktulüne tepeden bakarak, ve zaman durdu al işte…; bıktık artık, usandı millet, tiksindi insanlık, bu altı ok\a hainlik eden kemalistlerden, ruhu sömürgecilerde rehin mütedeyyinlerden ve genleri ipotekli devrimcilerden, tiyanşan kaçkınlarından, ve bilumum kurtarıcılık konforperestlerinden…,
ki her sevda bir veda bilirsin, affet beni, yine yalnızlığa veda zamanı…, yazarken bu şiirimsi şeyleri, kelimelerim tek tek canıma batıyor, harflerim içimin kuyusunda ağlıyor, kalbimde bir serseri mayın patlıyor, içimin labirentinde yüzün beliriyor, ve beynimin kıvrımlarında, çapalı lisanının azarları dolanıyor…, ah;
soluk tebessümlü meczup sardunyalar kollarını sarkıtmış, pencerenden…, mahcûp ve yeniden doğuş umutlu nazarım, arka bahçede güllere ikindi suyu veren muştulu ve desturlu haline ilişirken, balkonuna asıyorum utangaç gülümsemeler, evet sana bakıyorum; görmüyor gibisin, ve bana bakıyorsun görmüyorum ki gözlerim âmâ, öyle demirden bir tül var ki aramızda, yetmiyor gücüm, bertarafa…,
şehirler bir film şeridi gibi geçiyor, kilometrelerce aramızdan ve, alnımızın ortasındaki yol çizgilerini saklıyoruz birbirimizden güya…, suskunluk çizgileri/çizikleri, sakınılmış muhabbet mesafeleri…, ve tırnakları kesiliyor yollara uzuyor saçları zamanın, boşluğa;
ve uyku, telaşla fırlıyor yatağından, geç kalınmış ömürler gibi…, takâtsiz tebessümler yüzümüzde ve bu kendimizden çektiğimiz, yok bir yokturluk sanatı o/nun zahir,
hek/ hekim/ hekimim/
yine de...; yoksunluklarımıza inat sevgili hüzünbazım, adın yankılanır tekrar tekrar içimde, çağırırım seni, sensiz yetimliğime, ki bilirim, olmayacaksan da ne bugün ne de yarın, yeni hatıralarımda, o kaçırdığın bakışlarının peşinde koşmak ve utangaç yüzüne bir daha bakmak istiyorum, ah;
Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan,
Gel ey Dünya harâbında yatıp gâfil olan insan.
Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör Dünya,
Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.
Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez,
Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.
Ne müşkül hâl olur gaflette yatup hiç uyanmayıp,
Ölüm vaktinde Azrâil gelince uyanan insan.
Kararmış kalbin ey gâfil nasihat neylesin sana,
Hacerden katıdır kalbi öğüt kâr etmeyen insan.
Bu derdin çâresin bul sen elinde var iken fırsat,
Ne ıssı sonra âh u zâr edüp hayfâ diyen insan.
Niyâzî bu öğüdü sen ver evvel kendi nefsine,
Değil gayriye andan kim tuta her işiten insân.
Gayril mağdubi aleyhim ne demek?
“Sırâtallezîne en'amte aleyhim”: O da, peygamberlerin, sıddıkinlerin, şehitlerin ve sâlihlerin yoludur. “Gayri'l-mağdûbi aleyhim”: Gazaba uğrattığın Yahûdîlerin yoluna değil... “Veleddâllîn”: Senin doğru yolundan sapmış Hıristiyanların yoluna da değil...
86. Târık Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 17 âyettir. Geceleyin ortaya çıkan her şeye “târık” denilir. Ünlü kişiye de mecâzî olarak bu ifade kullanılır. Karanlık câhiliye dönemini aydınlatan, sabahı müjdeleyen kişi olarak Peygamber Efendimiz de buna benzetilmiştir. Yıldızlar da geceleyin doğduklarından bu ismi almıştır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Andolsun, göğe ve Târık’a. Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin? (Bilemezsin. O, parlak ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
viraj viraj üstüne geçtiğim yollarda,
etraflıca seyrederken dört yanı,
içinden geçtiğim bu plato
ve şu çam yaprakları üstünde gözümü alan
o kar kristallerinin ışıltısı,
ağırbaşlı adımlarını andırıyor ve
anadolu kadar gurbet çeken bakışlarını…;
ki her vaktin cehd içre,
sevgili can yoldaşım senin…,
daha bir depreşiyor hasretin içimde,
kendimi vurduğum kavuşma bilmez yollarda,
ve sonra, zifirî karanlığın ortasında
denize sığamayıp kayalıklara çarpan dalgaların
köpük köpük sükûnete erişini seyrederken,
ölüm geldi hatırıma ve,
ecel geldiğinde de böyle yanımda
olacak mısın ki telkinlerinle…,
ağır soru,
ah;
beyzade enderûnu halkalayan kapıların,
ve zarif mavi camiinin,
derin ayasofyanın,
kubbeleri, kilit taşları, revakları geçiyorken
gözlerimin önünden;
filika kılıklı bir teknede,
çağın mahyasına dizilmiş dört kandili düşünüyor
ve geleceğe bakıyordum…,
bahar gibiydi hava ama,
dijital devrin kuzuları ne de olsa,
martı kanadının yeliyle bile üşüyordular;
ayaz görmüş,
bağrı yufka bir babanın yüreğindeki,
sızıdır aşk…,
ah,
karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
dini kültür bilip, ahlaka da bilgi diyenin cibilliyetini rahmetli neyzen tevfike havale ediyorum...
ki azizim,
kıtlıktan çıkmışçasına,
kalbinin kemiklerini sıyırıyorum gıyabında,
sırdaşlığın manasına söyle,
açsın yüzünün peçesini ki,
onu,
öz/lü/yo/rum,
sekerât halindeyken,
hayatı yeniden sevdiren,
ölümsüzlüğe öykündüren dost…,
sefil bir divâne gibi,
kıymetsizliğime katık edip
sözlerini;
bir bakır tastaki meyin son damlasına varıncaya kadar,
içer gibi yudumluyorum…,
kömür gözlü,
yoksul gecelere söyle,
ölümün karanlığından artık
kork/mu/yo/rum…,
hekimim;
raylarıyla halvette yalnız bir tren gibi,
boşalmış bir garın saatlerini
temizliyorum gözlerimden,
ki zamana söyle
bilirsin,
nurlu bir sabah için ballı bir uykuya
da/lı/yo/rum;
ah hiçliğim,
bir mülevves yol arkadaşın olarak,
kıpçak süvarileri gibi,
at sürüyorum keşifsizce,
darda olmak nedir bilen ve
gün görmüşlük pîri yüreğimle…;
yağmura söyle,
yokluğunda,
duaların akmakta hastane
cam/la/rın/dan…,
hızır/ilyas tepesi şahittir bilirsin,
bozuk bir gramafonun kırık iğnesi gibi,
çiziyor zamanın plağını
celâlli sözlerin,
kestiğin raconlar ve verdiğin ayarla…,
ve ayrılığa söyle,
birlikte dinlediğimiz insanlığa ağıtlarla,
gökyüzünde hâlâ yıldızlar
ya/nı/yor;
kadim zamanlar kervanı buhurum;
ömründe bir türlü dikiş tutturamamış
zayıf bir iplik gibi sabırsızım,
orta mescid öğlesinde
bir pazar gününde daha,
sade kahvelerimizi yudumlamaya…,
ve söylesin şimdi toroslar,
avare sakarya ovasına,
sohbetini daha nasıl,
a/ra/ya/bi/li/rim;
ki vefaya inançsızlığımı yıkan,
son çare tabîbim,
ah;
turna katarları geçer her kandilde içimden,
ve yutkunarak akar içime kanat sesleri,
göç mevsimi...,
ah;
uzatsam elim sanki dokunacak
öteler yakınımdayken hep, lakin
her bağım koptuğunda dağılıyorum senden
ve yokluğunda yaşaması tuhaf kaçıyor hayatı,
nicedir özlediğim hekimim…,
allahın şarkılarından bir buhur sonrası,
döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp,
dualarla üstünü örtmüşken insanlar,
hayatla aralarındaki paravan aralanır...,
ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır,
ah kalbimizi kussak bedenimizden,
safrası hayattır ve,
sarı bir gül gibi uzanır aramıza,
ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık;
kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize
unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı,
kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…,
zahirle çevrelenmiş gözlerimin,
en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde,
ve bana aitsin ayrılık,
aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
iki bilemedin üç günlük,
güzel ve nurlu ve derin olan bir hayatı sürmek için,
ömrümdeki iki kandilin sönmesinden yana mı teklifin
bana ey aşk…,
bunca hazin,
bunca garip olmasaydı duruşun keşke,
ve kapıların bu kadar sürgülü…,
ah…;
hayata yan bakan bir çocuğum ben,
ve sen huzur esende yanıma geldiğinde,
yine yan bakıyordum hayata ki
sen, yanımdaydın…,
naapsaydım;
seni,
düzene intifadanı,
ahir zamana isyan tufanı kopan yüzünü,
görmese miydim…,
hay bin kunduz ya hû,
ki aman,
aman gittiğin yerin konumundan,
bırakma ipucu aman ha aman…;
bulutların koltuk altlarından
koyu lacivert terler damlıyor,
sol gözümün kirpiğine,
ki ceset kalp…;
gözbebeğinin kapısında
ölü bulundu,
ayrılık…;
yavaş adımlarla,
hızlı bir aşkın fren izlerini
takip etmekte…,
oysa yaşam,
parmak izi bırakmadan
eldivenlerini çıkarıyor
maktulüne tepeden bakarak,
ve zaman durdu al işte…;
bıktık artık, usandı millet, tiksindi insanlık,
bu altı ok\a hainlik eden kemalistlerden,
ruhu sömürgecilerde rehin mütedeyyinlerden ve
genleri ipotekli devrimcilerden,
tiyanşan kaçkınlarından,
ve
bilumum kurtarıcılık konforperestlerinden…,
ki her sevda bir veda bilirsin,
affet beni,
yine yalnızlığa veda zamanı…,
yazarken bu şiirimsi şeyleri,
kelimelerim tek tek canıma batıyor,
harflerim içimin kuyusunda ağlıyor,
kalbimde bir serseri mayın patlıyor,
içimin labirentinde yüzün beliriyor,
ve beynimin kıvrımlarında,
çapalı lisanının azarları dolanıyor…,
ah;
soluk tebessümlü meczup sardunyalar
kollarını sarkıtmış,
pencerenden…,
mahcûp ve yeniden doğuş umutlu nazarım,
arka bahçede güllere ikindi suyu veren
muştulu ve desturlu haline ilişirken,
balkonuna asıyorum utangaç gülümsemeler,
evet sana bakıyorum;
görmüyor gibisin,
ve bana bakıyorsun görmüyorum
ki gözlerim âmâ,
öyle demirden bir tül var ki aramızda,
yetmiyor gücüm,
bertarafa…,
şehirler bir film şeridi gibi geçiyor,
kilometrelerce aramızdan ve,
alnımızın ortasındaki yol çizgilerini saklıyoruz
birbirimizden güya…,
suskunluk çizgileri/çizikleri,
sakınılmış muhabbet mesafeleri…,
ve tırnakları kesiliyor yollara
uzuyor saçları zamanın,
boşluğa;
ve uyku,
telaşla fırlıyor yatağından,
geç kalınmış ömürler gibi…,
takâtsiz tebessümler yüzümüzde
ve bu kendimizden çektiğimiz,
yok bir yokturluk sanatı o/nun zahir,
hek/
hekim/
hekimim/
yine de...;
yoksunluklarımıza inat
sevgili hüzünbazım,
adın yankılanır tekrar tekrar içimde,
çağırırım seni,
sensiz yetimliğime,
ki bilirim,
olmayacaksan da ne bugün ne de yarın,
yeni hatıralarımda,
o kaçırdığın bakışlarının peşinde koşmak
ve utangaç yüzüne bir daha bakmak
istiyorum,
ah;