. ... . amor; m o r, diye bir olgu var batının lisanında, ve karartma altında asırlardır, yine batının kendi kancıklığında…, peki o halde, artık söndürün ışıkları doğuda da madem, ki içimden geçen radyasyon, kalbimi röntgenliyor..., ve yahuda ağacı astım, kalbimin yedi stent takılmış kollarına,
/bir kelebeğin ömrü kadardı; sabırsız ve güzel erguvanın baharda, yapraklanmadan çiçeklenmesi ve sığdırabilirdi esrarlı demleri o kısa ve büyülü zamana/
bir parantezli iç ses daha işte,
ve o erguvan ağacının, mor salkımları kadar, koyuydu göz halkalarım yokluğunda…,
o halde; asıyorum kalbimi ben de zamansız, a/mor/a çalan dallarına ve erguvan tebessümüne, aşkta üstadım senin…,
ki kısa, çabuk ve hareketli, aceleci, sabrı kıt, fakat görkemli ve heybetli, ve ahir zaman baharı gibi, hemen geçmek üzre bilirsin erguvan zamanı…, ah; . ... .
. ... . ki seni gördükten sonra aylarca ağladım, nerelerdeydin diye gençliğim katledilirken, cibilliyetsiz ve şerefini yitirmiş bir yılan soyunun maktulü, gençliğimin baharı evet,
sonra; silsilenle büyülendikçe, kurudu gözyaşlarım ve siy/ah gözlerinle ısındım, lisanının mahreçleriyle soludum, duygu durumuma iyi geldin, hoş geldin...,
aşk sürükledi beni sana ve sende, kayboldum sevgili; ki lütfen bana, bir daha kendimi buldurma ömrümce, yitmiş ve sana gitmiş bir iyi insan olarak, yaşat beni, ruhum ruhuna emanet olsun…,
ki ilk ayrılığımızın şarkısıydı, büyük adam, küçük aşk…, ona da ayrılık denebilirse, sokakları yürüyen ben değildim, ki sokaklar, bende yürüyordu o terazi ikindisinde ve hiç, hiçlikle bile; kavuşmak kaygımız olmamıştı zaten, hasretindeyken…, ve lüzumsuz itibara rağbet edilmeyen, iki kelâm susuzluğuna müsekkin, mesai aralarında…, ah; . ... .
. ... . evet bir ah/sın sen, yekûnu simmsiy/ah bir ah, masumsun, ve dervişinim..., gözlerin bana derg/âh, fermanım elindeki padiş/ah,
kızıl lekesiyle bir garibe verilen kazağın, garipliği değildir; aşktan gayrısından soyunmak..., garipliği; kendi başına yaşayacak olmasındadır aşkını garibanın, buruk, münzevî ve tek...,
aşkı yordular dizelerde, yordular eziyet verdiler ona imge imge, aşk berraktır oysa bulanmaz, ve aşk uslanır bu dizeler uslanmaz, ki bilirim, aşk; dizelerle bulunmaz...,
rüzgâra boyun eğmeyen, yeşil başaklar gibi; darmadağınık ve dağ başlarındaki ağaçlar gibi tek başıma kalıyorum gittiğinde, kervan geçmez bir han oluyorum..., ah;
aşkınla ne üzgünüm ne de derbeder, sıyrıldım yaşamın yüklerinden hep birer birer, turuncu gülüm, gerisi boş, sen sağlığından ver haber; ömrüm geçiyor seninle, nerde tasa ve keder, açmış kucağını bizi bekliyor sonsuzluk; all/ah/uekber…,
ve masalın minimal beklentisi…;
madem yoksun ve yoksunum artık, ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında, kapatıyorum gözlerimi…, bir düş daha; camdan bir doğum günü tabutu içinde, sensiz kokular burnumda tüterken, gardenya bahçesinde yedi cüceler, on dört gözbebeği ile, türlü renkte yaşlar içinde, ormanın derinliklerinden gelen, kaval sesini ve beni beklerken; yedi tepeli istanbul dahi utanıyor, yönsüzlüğümün şahitliğine ah;
ki içimden yedi kez tekrarlayamadan seni sevdiğimi, ellerimden kayıp gidiverdi şahitsiz hatıralarımız; at kendini raylarıma, sahipsiz şiirler taşırım sana, dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,
ve seç göğün intihar meyilli bulutlarından birini, bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın; bizden uzak constantineye, mezar olsun bu kadim ah/ . ... .
. ... . evet bir ah/sın sen, yekûnu simmsiy/ah bir ah, masumsun, ve dervişinim..., gözlerin bana derg/âh, fermanım elindeki padiş/ah,
kızıl lekesiyle bir garibe verilen kazağın, garipliği değildir; aşktan gayrısından soyunmak..., garipliği; kendi başına yaşayacak olmasındadır aşkını garibanın, buruk, münzevî ve tek...,
aşkı yordular dizelerde, yordular eziyet verdiler ona imge imge, aşk berraktır oysa bulanmaz, ve aşk uslanır bu dizeler uslanmaz, ki bilirim, aşk; dizelerle bulunmaz...,
rüzgâra boyun eğmeyen, yeşil başaklar gibi; darmadağınık ve dağ başlarındaki ağaçlar gibi tek başıma kalıyorum gittiğinde, kervan geçmez bir han oluyorum..., ah;
aşkınla ne üzgünüm ne de derbeder, sıyrıldım yaşamın yüklerinden hep birer birer, turuncu gülüm, gerisi boş, sen sağlığından ver haber; ömrüm geçiyor seninle, nerde tasa ve keder, açmış kucağını bizi bekliyor sonsuzluk; all/ah/uekber…,
ve masalın minimal beklentisi…;
madem yoksun ve yoksunum artık, ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında, kapatıyorum gözlerimi…, bir düş daha; camdan bir doğum günü tabutu içinde, sensiz kokular burnumda tüterken, gardenya bahçesinde yedi cüceler, on dört gözbebeği ile, türlü renkte yaşlar içinde, ormanın derinliklerinden gelen, kaval sesini ve beni beklerken; yedi tepeli istanbul dahi utanıyor, yönsüzlüğümün şahitliğine ah;
ki içimden yedi kez tekrarlayamadan seni sevdiğimi, ellerimden kayıp gidiverdi şahitsiz hatıralarımız; at kendini raylarıma, sahipsiz şiirler taşırım sana, dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,
ve seç göğün intihar meyilli bulutlarından birini, bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın; bizden uzak constantineye, mezar olsun bu kadim ah/
ki seni gördükten sonra aylarca ağladım, nerelerdeydin diye gençliğim katledilirken, cibilliyetsiz ve şerefini yitirmiş bir yılan soyunun maktulü, gençliğimin baharı evet,
sonra; silsilenle büyülendikçe, kurudu gözyaşlarım ve siy/ah gözlerinle ısındım, lisanının mahreçleriyle soludum, duygu durumuma iyi geldin, hoş geldin...,
aşk sürükledi beni sana ve sende, kayboldum sevgili; ki lütfen bana, bir daha kendimi buldurma ömrümce, yitmiş ve sana gitmiş bir iyi insan olarak, yaşat beni, ruhum ruhuna emanet olsun…,
ki ilk ayrılığımızın şarkısıydı, büyük adam, küçük aşk…, ona da ayrılık denebilirse, sokakları yürüyen ben değildim, ki sokaklar, bende yürüyordu o terazi ikindisinde ve hiç, hiçlikle bile; kavuşmak kaygımız olmamıştı zaten, hasretindeyken…, ve lüzumsuz itibara rağbet edilmeyen, iki kelâm susuzluğuna müsekkin, mesai aralarında…, ah; . ... .
. ... . adını hecele süreyyanın, ve kaç asırdır suskunusun sen mo/na/li/sa…,
ki sen anadolu gırtlaklı bir kayyumsun, kimse senin gibi söyleyemezken, öyle doğal gelir ki sana çağırmak adımı, ve gırtlağından süzülen sesine ömrümü feda etmek istemem de keza bana…,
sen; elmacık kemiklerinden akan eflatun ırmakların çakıl taşları ile, üç taş oynayan…, ihramı iç/inde mütemadî bir umrede, yalınayak seyy/ah/sın, ve çocuk yürekli bir çukurova bozlağına her veda edişimle çoğalan, aşkın salyalarından tiksinmeyen ben,
kalbinin ılık suyunda, gurbet garipliğimi saklarken, pişkin bir vefasızlıkla…, buyurgan nefsimin, yüreğine attığı tırnak izlerinin, tahammülle bağışlayanısın…, ah;
çektirdiğim arsız çilelerin çilekeşi, ki sen gece yarısı uykundan uyanıp, yumulu gözlerinle, mısralarına heceler seçen sevdalısın…, esirgeme benden de, merhametle bakan gözlerini desem, kederli nazarlarını önüne düşürürsün, bahtı gibi kömür gözlüm, ay ışığına yakılmış bir sonat gibi, sarıl bana ey aşk, sarıl ve yarama dokun…, ki soğuk bir su içsem uzakta yâr üşür..., ve bir mektupsun o/ndan, duadan ötesin..., ah; . ... .
. ... . oysa mey, dudaklarındaki esrarlı cigarayla özerkti dünyadan ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla; yürüdü, onun gök kubbesine, bir izmariti çiğner gibi, bir leşi tepeler gibi, bastı başına, kutupları ve ekvatoruna kadar, kirli postalarının izini bırakarak, had bildirdi atmosferine, ah;
öyle çok seviyorum ki seni, öyle çok, sensin benim gökyüzüm ve süreyya yıldızım, yön duygum, iç görüm…,
ne diyordum; /ve, çaldı dünyanın makasını /ve, kesti sevdalı parmaklarıyla /ve, söktü iplikleri…;
öyle çok seviyorum ki seni, öyle çok; sensin benim güzel ve zarif turnam, ve yoktu, zahirin ne çizgisi, /ne sınırı, ne de minimal bir raconu, ah;
kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü, akarız ki birbirine…, ve kanarsın; sen, bende bakan okyanus gözlerime, ve bir hekim tebessümüne ben de…;
XII aşk nerdesin, bıraktığın yerde kalamadım ki ben, acaba ne haldesin, gittiğin yerde misin ki sen…,
sürgüne uğramış aşkın, hatırında bir yâr vardır, gurbetidir yârinin olmadığı her mekân meftûnun, zaman solgun, küskün ve ölgündür sürekli, ve donakalır zaman, bozkırın güz güneşi altında, hep;
gidin bulutlar akdeniz sahillerine, aşkın yurduna, su serpin yangın yeri kömür gözlü pîrin yüreğine, rahmet yüklü hava kütlesi, sende yerinde kal ki, iri ve ılık yağmurumla, her iklimden azâdım artık…,
gözlerinin uçurumuna bakmayı göze aldım, o havasına güven olmaz kentin kış günü, üşümüyordum ve çıkıp iniyordum koşarak, o kaldırımları kırık dökük sokağın yokuşundan…, ne geçmişte gözüm vardı, ne de gelecekte; sağanak bir rahmet içime işliyordu, ve baygındım, ah;
/ve dikişleri yeni alınmıştı, gökyüzünün/
dünyanın; çizgili pijamasının beli sıkmıştı ki, gevşek bir don lastiği ile değiştirip, ayırmıştı gövdesini ikiye; /kuzey, güney, savaş, sıcak, soğuk, erkek, kadın, aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki, yoktu tahammülü hiç dağınıklığa, her şeyi planladı, kurguladı; ölçtü/biçti/tarttı ve; /denizlerin, ülkelerin, göğün, toprağın, aşkların, insanların, hayatın/ kenarlarına makine çekti ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki, ve öyle güzel dikmişti ki herkesin göğünü kendine; /kimseye, bir başkasının göğündeki turnayı sevmek, hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk, dudaklarındaki esrarlı cigarayla, özerkti dünyadan/ başına buyruk ihtilâl adımlarıyla, yürüdü; onun gök kubbesine, ve ama evet, dünyanın öyle usta elleri vardı ki, ve öyle güzel dikmişti ki herkesin göğünü kendine/ kimseye, bir başkasının göğündeki turnayı sevmek, hakkını tanımıyordu…; . ... .
. ... . ki azizim, kıtlıktan çıkmışçasına, kalbinin kemiklerini sıyırıyorum gıyabında, sırdaşlığın manasına söyle, açsın yüzünün peçesini ki, onu, öz/lü/yo/rum, sekerât halindeyken, hayatı yeniden sevdiren, ölümsüzlüğe öykündüren dost…, sefil bir divâne gibi, kıymetsizliğime katık edip sözlerini; bir bakır tastaki meyin son damlasına varıncaya kadar, içer gibi yudumluyorum…,
kömür gözlü, yoksul gecelere söyle, ölümün karanlığından artık kork/mu/yo/rum…,
hekimim; raylarıyla halvette yalnız bir tren gibi, boşalmış bir garın saatlerini temizliyorum gözlerimden, ki zamana söyle bilirsin, nurlu bir sabah için ballı bir uykuya da/lı/yo/rum;
ah hiçliğim, bir mülevves yol arkadaşın olarak, kıpçak süvarileri gibi, at sürüyorum keşifsizce, darda olmak nedir bilen ve gün görmüşlük pîri yüreğimle…;
hızır/ilyas tepesi şahittir bilirsin, bozuk bir gramafonun kırık iğnesi gibi, çiziyor zamanın plağını celâlli sözlerin, kestiğin raconlar ve verdiğin ayarla…,
ve ayrılığa söyle, birlikte dinlediğimiz insanlığa ağıtlarla, gökyüzünde hâlâ yıldızlar ya/nı/yor;
kadim zamanlar kervanı buhurum; ömründe bir türlü dikiş tutturamamış zayıf bir iplik gibi sabırsızım, orta mescid öğlesinde bir pazar gününde daha, sade kahvelerimizi yudumlamaya…, ve söylesin şimdi toroslar, avare sakarya ovasına, sohbetini daha nasıl, a/ra/ya/bi/li/rim;
ki vefaya inançsızlığımı yıkan, son çare tabîbim, ah; ---...---...---...
.
...
.
amor;
m
o
r,
diye bir olgu var batının lisanında,
ve karartma altında asırlardır,
yine batının kendi kancıklığında…,
peki o halde,
artık söndürün ışıkları doğuda da madem,
ki içimden geçen radyasyon,
kalbimi röntgenliyor...,
ve yahuda ağacı astım,
kalbimin yedi stent takılmış kollarına,
/bir kelebeğin ömrü kadardı;
sabırsız ve güzel erguvanın baharda,
yapraklanmadan çiçeklenmesi
ve sığdırabilirdi esrarlı demleri
o kısa ve büyülü zamana/
bir parantezli iç ses daha işte,
ve o erguvan ağacının,
mor salkımları kadar,
koyuydu göz halkalarım
yokluğunda…,
o halde;
asıyorum kalbimi
ben de zamansız,
a/mor/a çalan dallarına
ve erguvan tebessümüne,
aşkta üstadım senin…,
ki kısa,
çabuk ve hareketli,
aceleci, sabrı kıt,
fakat görkemli ve heybetli,
ve ahir zaman baharı gibi,
hemen geçmek üzre
bilirsin erguvan zamanı…,
ah;
.
...
.
.
...
.
güzel kardeşim,
sevdayı bilir misin…,
var mıdır çekmişliğin…,
o halde ağlamayı da bilirsin...,
hayat, sunulmuş bir armağan mıdır
kullara tamamen acaba,
ve acaba kalbimdeki dönme dolap durdu da,
başladı mı dönmeye atlıkarınca,
bak dostum,
ömrüne vurduğun kilit kadar özgürsün
ve aşkın kadar prangalısın gerçek hayata
unutma, ki tutsaklığınca yudumluyorsun
sevdayı…,
.
...
.
.
...
.
ki seni gördükten sonra aylarca ağladım,
nerelerdeydin diye gençliğim katledilirken,
cibilliyetsiz ve şerefini yitirmiş
bir yılan soyunun maktulü,
gençliğimin baharı evet,
sonra;
silsilenle büyülendikçe,
kurudu gözyaşlarım
ve siy/ah gözlerinle ısındım,
lisanının mahreçleriyle soludum,
duygu durumuma iyi geldin,
hoş geldin...,
aşk sürükledi beni sana
ve sende, kayboldum sevgili;
ki lütfen bana,
bir daha kendimi buldurma ömrümce,
yitmiş ve sana gitmiş bir iyi insan olarak,
yaşat beni,
ruhum ruhuna emanet olsun…,
ki ilk ayrılığımızın şarkısıydı,
büyük adam, küçük aşk…,
ona da ayrılık denebilirse,
sokakları yürüyen ben değildim,
ki sokaklar,
bende yürüyordu o terazi ikindisinde
ve hiç,
hiçlikle bile;
kavuşmak kaygımız olmamıştı zaten,
hasretindeyken…,
ve lüzumsuz itibara rağbet edilmeyen,
iki kelâm susuzluğuna müsekkin,
mesai aralarında…,
ah;
.
...
.
.
...
.
evet bir ah/sın sen,
yekûnu simmsiy/ah bir ah,
masumsun,
ve dervişinim...,
gözlerin bana derg/âh,
fermanım elindeki padiş/ah,
kızıl lekesiyle bir garibe verilen kazağın,
garipliği değildir;
aşktan gayrısından soyunmak...,
garipliği;
kendi başına yaşayacak olmasındadır aşkını
garibanın,
buruk, münzevî ve tek...,
aşkı yordular dizelerde, yordular
eziyet verdiler ona imge imge,
aşk berraktır oysa bulanmaz,
ve aşk uslanır bu dizeler uslanmaz,
ki bilirim, aşk;
dizelerle bulunmaz...,
rüzgâra boyun eğmeyen,
yeşil başaklar gibi; darmadağınık ve
dağ başlarındaki ağaçlar gibi
tek başıma kalıyorum gittiğinde,
kervan geçmez bir han oluyorum...,
ah;
aşkınla ne üzgünüm ne de derbeder,
sıyrıldım yaşamın yüklerinden hep birer birer,
turuncu gülüm,
gerisi boş,
sen sağlığından ver haber;
ömrüm geçiyor seninle,
nerde tasa ve keder,
açmış kucağını bizi bekliyor sonsuzluk;
all/ah/uekber…,
ve masalın minimal beklentisi…;
madem yoksun ve yoksunum artık,
ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında,
kapatıyorum gözlerimi…,
bir düş daha;
camdan bir doğum günü tabutu içinde,
sensiz kokular burnumda tüterken,
gardenya bahçesinde
yedi cüceler,
on dört gözbebeği ile,
türlü renkte yaşlar içinde,
ormanın derinliklerinden gelen,
kaval sesini
ve beni beklerken;
yedi tepeli istanbul dahi utanıyor,
yönsüzlüğümün şahitliğine
ah;
ki içimden yedi kez tekrarlayamadan
seni sevdiğimi,
ellerimden kayıp
gidiverdi şahitsiz hatıralarımız;
at kendini raylarıma,
sahipsiz şiirler taşırım sana,
dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,
ve seç göğün intihar meyilli
bulutlarından birini,
bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın;
bizden uzak constantineye,
mezar olsun bu kadim ah/
.
...
.
.
...
.
evet bir ah/sın sen,
yekûnu simmsiy/ah bir ah,
masumsun,
ve dervişinim...,
gözlerin bana derg/âh,
fermanım elindeki padiş/ah,
kızıl lekesiyle bir garibe verilen kazağın,
garipliği değildir;
aşktan gayrısından soyunmak...,
garipliği;
kendi başına yaşayacak olmasındadır aşkını
garibanın,
buruk, münzevî ve tek...,
aşkı yordular dizelerde, yordular
eziyet verdiler ona imge imge,
aşk berraktır oysa bulanmaz,
ve aşk uslanır bu dizeler uslanmaz,
ki bilirim, aşk;
dizelerle bulunmaz...,
rüzgâra boyun eğmeyen,
yeşil başaklar gibi; darmadağınık ve
dağ başlarındaki ağaçlar gibi
tek başıma kalıyorum gittiğinde,
kervan geçmez bir han oluyorum...,
ah;
aşkınla ne üzgünüm ne de derbeder,
sıyrıldım yaşamın yüklerinden hep birer birer,
turuncu gülüm,
gerisi boş,
sen sağlığından ver haber;
ömrüm geçiyor seninle,
nerde tasa ve keder,
açmış kucağını bizi bekliyor sonsuzluk;
all/ah/uekber…,
ve masalın minimal beklentisi…;
madem yoksun ve yoksunum artık,
ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında,
kapatıyorum gözlerimi…,
bir düş daha;
camdan bir doğum günü tabutu içinde,
sensiz kokular burnumda tüterken,
gardenya bahçesinde
yedi cüceler,
on dört gözbebeği ile,
türlü renkte yaşlar içinde,
ormanın derinliklerinden gelen,
kaval sesini
ve beni beklerken;
yedi tepeli istanbul dahi utanıyor,
yönsüzlüğümün şahitliğine
ah;
ki içimden yedi kez tekrarlayamadan
seni sevdiğimi,
ellerimden kayıp
gidiverdi şahitsiz hatıralarımız;
at kendini raylarıma,
sahipsiz şiirler taşırım sana,
dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,
ve seç göğün intihar meyilli
bulutlarından birini,
bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın;
bizden uzak constantineye,
mezar olsun bu kadim ah/
ki seni gördükten sonra aylarca ağladım,
nerelerdeydin diye gençliğim katledilirken,
cibilliyetsiz ve şerefini yitirmiş
bir yılan soyunun maktulü,
gençliğimin baharı evet,
sonra;
silsilenle büyülendikçe,
kurudu gözyaşlarım
ve siy/ah gözlerinle ısındım,
lisanının mahreçleriyle soludum,
duygu durumuma iyi geldin,
hoş geldin...,
aşk sürükledi beni sana
ve sende, kayboldum sevgili;
ki lütfen bana,
bir daha kendimi buldurma ömrümce,
yitmiş ve sana gitmiş bir iyi insan olarak,
yaşat beni,
ruhum ruhuna emanet olsun…,
ki ilk ayrılığımızın şarkısıydı,
büyük adam, küçük aşk…,
ona da ayrılık denebilirse,
sokakları yürüyen ben değildim,
ki sokaklar,
bende yürüyordu o terazi ikindisinde
ve hiç,
hiçlikle bile;
kavuşmak kaygımız olmamıştı zaten,
hasretindeyken…,
ve lüzumsuz itibara rağbet edilmeyen,
iki kelâm susuzluğuna müsekkin,
mesai aralarında…,
ah;
.
...
.
.
...
.
adını hecele süreyyanın,
ve kaç asırdır suskunusun sen mo/na/li/sa…,
ki sen anadolu gırtlaklı bir kayyumsun,
kimse senin gibi söyleyemezken,
öyle doğal gelir ki sana çağırmak adımı,
ve gırtlağından süzülen sesine
ömrümü feda etmek istemem de keza bana…,
sen;
elmacık kemiklerinden akan
eflatun ırmakların çakıl taşları ile,
üç taş oynayan…,
ihramı iç/inde mütemadî bir umrede,
yalınayak seyy/ah/sın,
ve
çocuk yürekli bir çukurova bozlağına
her veda edişimle çoğalan,
aşkın salyalarından tiksinmeyen
ben,
kalbinin ılık suyunda,
gurbet garipliğimi saklarken,
pişkin bir vefasızlıkla…,
buyurgan nefsimin,
yüreğine attığı tırnak izlerinin,
tahammülle bağışlayanısın…,
ah;
çektirdiğim arsız çilelerin çilekeşi,
ki sen gece yarısı uykundan uyanıp,
yumulu gözlerinle,
mısralarına heceler seçen sevdalısın…,
esirgeme benden de,
merhametle bakan gözlerini desem,
kederli nazarlarını önüne düşürürsün,
bahtı gibi kömür gözlüm,
ay ışığına yakılmış bir sonat gibi,
sarıl bana ey aşk,
sarıl ve yarama dokun…,
ki soğuk bir su içsem uzakta yâr üşür...,
ve
bir mektupsun o/ndan,
duadan ötesin...,
ah;
.
...
.
GÖNÜL ÇALAMAZSAN AŞKIN SAZINI
Gönül çalamazsan aşkın sazını,
Ne perdeye dokun, ne teli incit.
Eğer çekemezsen gülün nazını,
Ne dikene dokun, ne gülü incit.
Bülbülü dinle ki gelesin cuşa,
Karganın namesi gider mi hoşa?
Meyvesiz ağacı sallama boşa,
Ne yaprağını dök, ne dalı incit.
Bekle dost kapısın sadık kul isen,
Gönüller tamir et ehl-i dil isen,
Sevda sahrasında Mecnun değilsen
Ne Leyla'yı çağır, ne çölü incit.
Gel haktan ayrılma, Hakk'ı seversen,
Nefsini ıslah et er oğlu ersen,
Hüdai incinir inciten dersen,
Ne kimseden incin, ne eli incit.
Aşık Hüdai
( 1940 - 2001 )
.
...
.
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok,
sensin benim gökyüzüm
ve süreyya yıldızım,
yön duygum,
iç görüm…,
ne diyordum;
/ve,
çaldı dünyanın makasını
/ve,
kesti sevdalı parmaklarıyla
/ve,
söktü iplikleri…;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok;
sensin benim güzel ve zarif turnam,
ve yoktu,
zahirin ne çizgisi,
/ne sınırı,
ne de minimal bir raconu,
ah;
kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
akarız ki birbirine…,
ve kanarsın;
sen, bende bakan okyanus gözlerime,
ve bir hekim tebessümüne
ben de…;
ah sevgili marjinalim,
boğuluyo/rum,
ki rotasız gemi,
ma/ss/mavi ummanına
atıyor demir…,
ah;
---...---...---...
XII
aşk nerdesin,
bıraktığın yerde kalamadım ki ben,
acaba ne haldesin,
gittiğin yerde misin ki sen…,
sürgüne uğramış aşkın,
hatırında bir yâr vardır,
gurbetidir yârinin olmadığı her mekân meftûnun,
zaman solgun, küskün ve ölgündür sürekli,
ve donakalır zaman,
bozkırın güz güneşi altında, hep;
gidin bulutlar akdeniz sahillerine,
aşkın yurduna,
su serpin yangın yeri kömür gözlü pîrin yüreğine,
rahmet yüklü hava kütlesi,
sende yerinde kal
ki,
iri ve ılık yağmurumla,
her iklimden azâdım artık…,
gözlerinin uçurumuna bakmayı göze aldım,
o havasına güven olmaz kentin kış günü,
üşümüyordum ve çıkıp iniyordum koşarak,
o kaldırımları kırık dökük sokağın yokuşundan…,
ne geçmişte gözüm vardı, ne de gelecekte;
sağanak bir rahmet içime işliyordu,
ve baygındım,
ah;
/ve dikişleri yeni alınmıştı,
gökyüzünün/
dünyanın;
çizgili pijamasının
beli sıkmıştı ki,
gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
ayırmıştı gövdesini ikiye;
/kuzey,
güney,
savaş,
sıcak,
soğuk,
erkek,
kadın,
aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
her şeyi planladı, kurguladı;
ölçtü/biçti/tarttı ve;
/denizlerin,
ülkelerin,
göğün,
toprağın,
aşkların,
insanların,
hayatın/
kenarlarına makine çekti
ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine;
/kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
.
...
.
.
...
.
ki azizim,
kıtlıktan çıkmışçasına,
kalbinin kemiklerini sıyırıyorum gıyabında,
sırdaşlığın manasına söyle,
açsın yüzünün peçesini ki,
onu,
öz/lü/yo/rum,
sekerât halindeyken,
hayatı yeniden sevdiren,
ölümsüzlüğe öykündüren dost…,
sefil bir divâne gibi,
kıymetsizliğime katık edip
sözlerini;
bir bakır tastaki meyin son damlasına varıncaya kadar,
içer gibi yudumluyorum…,
kömür gözlü,
yoksul gecelere söyle,
ölümün karanlığından artık
kork/mu/yo/rum…,
hekimim;
raylarıyla halvette yalnız bir tren gibi,
boşalmış bir garın saatlerini
temizliyorum gözlerimden,
ki zamana söyle
bilirsin,
nurlu bir sabah için ballı bir uykuya
da/lı/yo/rum;
ah hiçliğim,
bir mülevves yol arkadaşın olarak,
kıpçak süvarileri gibi,
at sürüyorum keşifsizce,
darda olmak nedir bilen ve
gün görmüşlük pîri yüreğimle…;
yağmura söyle,
yokluğunda,
duaların akmakta hastane
cam/la/rın/dan…,
hızır/ilyas tepesi şahittir bilirsin,
bozuk bir gramafonun kırık iğnesi gibi,
çiziyor zamanın plağını
celâlli sözlerin,
kestiğin raconlar ve verdiğin ayarla…,
ve ayrılığa söyle,
birlikte dinlediğimiz insanlığa ağıtlarla,
gökyüzünde hâlâ yıldızlar
ya/nı/yor;
kadim zamanlar kervanı buhurum;
ömründe bir türlü dikiş tutturamamış
zayıf bir iplik gibi sabırsızım,
orta mescid öğlesinde
bir pazar gününde daha,
sade kahvelerimizi yudumlamaya…,
ve söylesin şimdi toroslar,
avare sakarya ovasına,
sohbetini daha nasıl,
a/ra/ya/bi/li/rim;
ki vefaya inançsızlığımı yıkan,
son çare tabîbim,
ah;
---...---...---...