. ... . evrenin görüp göreceği en büyük ve tek aşk-ı hakikî olan, yaradanla son elçisinin aşkı, /k/s/avruk değildir…, başa taç, yürek bezeyen ve gönle sultandır; aşk,
kimi duygular vardır, aşkımtırak ve dünya metası, gelir, geçer, yaşanır, tükenir ve biter, tek tük aşklar da vardır ki, varı yoğu baştan ayağa hasret, ve ışıltılı ilham, ve efsunlarla gelen muhabbettir…, bütün berheva olacakların üzerinden aşkın olan ve ebediyete kavuşacak aşklar bunlardır; selam olsun sana ey ölümsüz ve asrî aşk…,
bu arada; hay/hak karagözüm deyip, esma/ül hüsnadan iki güzel ismi anarak seslendiğinde hacivat arkadaşına, güya karagöz de nasıl arifane her sözü çağrışımla anlıyorsa, işte öyleyiz biz de, kendimizden gurbete düştüğümüzdeki, her ayrılıkta ve aşk; söyle hayata, bir gölge oyunundan fazlası değilsin…,
ki azizim; sen benim boş zamanlarımdın dediğin ve ben de mesai saatlerimdin dediğim günden beri yarım yamalak, kör topal bir yaşam kayıp gidiyor avuçlarımızdan, el yordamıyla geçiyor günlerimiz anlasana,
ah dünya, nasıl bir rüya bu… her gün gördüğümüz, yeniden yaşamak dediğin... anadan üryan bir yalan gibi serildi aramıza nicedir yeryüzü örtüsü...
salıncağını duaları arasında çoktan unutmuş, boşluktaki çocukluğuna bön bön kavuşamayan, bir üvey üveyik gibi, en mahrem yerleri açıkta kalmış bir maymun gibi, avcumuzdan geçen yaşam çizgisinin, üstüne savruldu alın yazısı harflerinin külü, duydun mu, yönsüzüz... kendi ömürlerimizin sahte medyumuyuz,
ah dostum, kaldır yüzündeki küflü tebessümü... ki ben gözümü açtığım her sabah cam küreme bir yaşam ekleyerek eksiliyorum, ey hayat senden... . ... .
. ... . /ah kaçırma gözlerini benden bal köpüğü; sohbetini tattım bir defa ve kalbimde bir dolunay bakışıyla, yüzünün mehtabına giden yakamozun yolunda, iki turkuaz porselen kırdım…,
bu karanlık okyanus nihayet gözlerini açtı, /ah ayın on dördüm, affet…, açlıkla terbiye oluyorum, ayyaş bir nefes gibi kokarak, sensizim, ve öyle görünüyor ki özlemiş olmalıyım…, bunca değersizlik hisli ve, kırık dökük sızım sızım, iç çekmelerimden belli,
bu, /yeniden kavuşmaya itikadı bozuk dünyanın, sevda manastırında, yokluğunun kırbaçladığı bir besteyle, içime uşşâk makamında düşen şarkısın sen, neden anlamıyorsun…,
ve ömrümü bilmem kaça bölen, zamanın ben merkezlilik kılıcının, keskin yanıyla tenime battığı yerde; gözleri dolu dolu derelerin, eğrile doğrula sapmalarıyla dolan bir gölün kıyısında, medeniyet tasavvuru demli bir yudum bir çay bile, içilemez ve zehir oldu haberin var mı, mülevves ortadoğulu kucaklaşmasından…, ve başlatma şimdi ümmet olma bilincinin, ızdırabından, böyle zırvalık sancılı kasıkların yapacağı doğumdan, nilüfer gözlü, ve asr/ı saadet bereketli bir kız evladın, dünyaya gelişini beklemek; başını suya eğip, içine akan ve cebinde sakladığı kıpırtısız susuşu sessizce derine bırakan..., cuma selamlığı beynamazlarının, mürted haline bakmadan, kadim kelama gösterdiği ihtirama benzer /ah…,
fakirane diyorum ki; bir gül dalıyla nakışlayıp aşkı…, yedi cüceli masalın, içine düşen kalbimizi, kalabalık bir meydana, yağmur dualarıyla serelim, artık bahtına ve müktesebatına ne yağarsa…, . ... .
. ... . örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin, ki panzehir ne mi, ah ayol o da sorulur mu, aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…, öfkelerimiz en çok kendimize olmalı, bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin, korkuyla ümit arasında durmaya muktedir, muvazene/denge, neredesin irade ve karar kılmışlık ve kıyam mukavemeti, öz disiplin, ah; . ... .
. ... . kapandım secdeye, yerdeki tekâvûd kalemefendisi seccademden eflatun çiçek tozları topladım, bağrıma saplanmış dalını çıkardım hüdayinabit alıcın, ve serpiştirdim tozlarını, beti benzi atmış dünyaya ve, bir dua okudum kulağına, sesim bir başka sese çarptı, tuz buz mısralar kırıntısı rüyam ah, turnam…;
keklik değil, güvercin ol diye fısıldayanım, dudağımda hep aynı şarkı, notalarını nar ağacının altına gömdüm..., yüreği kimsenin üzülmesine el vermeyen, bir yalancıyı sevdin sen…, ve varsın gedanız kendine kıysın ey maşuk, olgunlaşsın keder, çiçek yüklü dalında…, ah; . ... .
. ... . bir gece bu kadar mı nur dağları gibi gökçek ve çivit mavisi, bir yolculuk bu kadar mı hususî olur, gece neresi, çivit mavisi kim bilmiyordum, umursamıyordum, bitmek tükenmek bilmeyen yolu, can yoldaşım vardı, sırdaşım, elbistan ağıtım, kalbimde; irtibatı mütemadî yârenin hatrı hatırımdayken, uyku yokluğa kadem basmış, yön kayıp ve gaibdim…,
ezelden gelen meşkin ebedi olsa da hoş olmasa da; ve öylesi bir mahrumuyum ki, ayrılığın varlığı mümkünsüz dostun…, aşk olsun sana, öyle olsun hekimim, bilesin ki şuurum pek açık bu çivit gecede, nice evvelki geceler ve sabahlarda, öğle, ikindi ve akşamlarda olduğu gibi bilesin, bilesin ki; yüzün suyu hürmetine teveccühüm eşyaya ve çocuk ruhum muhtaç teselline, bir elma şekeri yarısı kadar, karabiberim, kâfurum, kabir kokulum… ah;
bir bardak suya atılmış ilaç gibi, eriyorum hatırana köpük köpük, hicaplı haline ve sana susuzum, bir pınarın kaynağına varmak kadar hasret kaldım dost sana,
ne zaman yüzün gelse yâdıma iklim değişiyor ve değişiyor her anlam, dünyam değişiyor, sonsuzluk iştiyakı bürüyor ruhumu, ki ne zaman ansam seni ah, tam on yedime basıyorum, tam on yedime,
erken kocamış haliyle dimdik ayakta, dalları merhamete uzanan sedir ağacım, dertli başı gölgende bak yoldaşının hemen yamacındayım ve, üstümüzde ak ak, ak ak bulutlar, bulutlar ak ak…;
ayniyyet dilindedir eş zamanlı birlikte dinlediğimiz allahın şarkıları, makam makamdır ve t\aksim t\aksim, ve nasibini mevlasından almış güftelerdir sızım sızım genzimizde sızlayan…, . ... .
. ... . turuncu ve kızıl gül yapraklarını ebeden soldurmayacak rahmet; ıslak kaldırımlara yüzükoyun serilmiş ölüleri dahi diriltebilse mesela…, ve kendinden gayrısını bilmez kibrin, mülevves göz pınarlarını kurutup, nâdim bir nefesten buğu olaydı, isli, kasvetli kodes camlarında, nolaydı…, ah;
ki yaralı retinam, işte böyleyken; bir martı kanadını bile bile, gözlerime batırmışken, yaralı retinam, refakatçi balıklar başucumda ağlarken, şaşkın sözcükler ellerimde yapış yapış ve uğultusunda yalnızlığın acemi hüznü tıka basa dolmuşken içime, dökülmez mısralara inci taneleri, yâr; yâr balların balı, kırıldı içimde bir dal, bir ağıttır ücra suskunluğum, değişen her gün ile gömülüyorum ey en sana…, ah;
tut ki daha çok seviyorum seni, burkulan içimin süreyya sürgünlerinde, acılarınla acılanmak istiyorum…,
hangi yeryüzü, gökyüzüne bakmaz… ve sanılıyor mu ki, gökyüzü de yeryüzüne meftun değildir, ah;
sırdaş yol arkadaşlarını ayıramaz zahirin bozulmuş raconları…, ve ey semavatın oyun kurucusu; cesaret ve sekînet veren bir düş yolla, bu mülevves kuluna…, ki bak saatler eşzamanlı, onbirden üçe; üçten onbire, mütemadiyen, ah; . ... .
. ... . allahın şarkılarından bir buhur sonrası, döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp, dualarla üstünü örtmüşken insanlar, hayatla aralarındaki paravan aralanır..., ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır, ah kalbimizi kussak bedenimizden, safrası hayattır ve, sarı bir gül gibi uzanır aramıza, ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık; kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı, kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…, zahirle çevrelenmiş gözlerimin, en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde, ve bana aitsin ayrılık, aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
ah hekimim, semt çorbacısı sabahı dahi olsa şu her an, kimse seni benim kadar sevemez diyemem, ömrümün kalbine düşen iç sesli duasın, söylediğim her sözden bana gelen yankın içime dolan çocukluk sevincimdir…, buz tutmuş bir nehrin üstünde, kızak kayan kabansız bir çocuğun o masum ve sıcak gülücüğüsün sen, \ah...,
ve şimdi küskün küskün çöreklenir bağrıma hüzün, ki... yoksun…, yağmur kuşlarının kanatları altında koşan nefes nefese kuzuların eve dönüşünde, anne sevgisiyle öpülen ıslak başlarınca okşasın o gün görmüş saçlarını, nice bahar müjdecisi kabayel rüzgarı...,
zamanın aramıza çektiği perdeler, belki uçuşur güneyden esen kıbleyle ve duyulur huzur esen avlusunda ayak seslerimiz yine..., ki bak gözlerime, gözlerim kandil kandil kan çanağı, ah; . ... .
. ... . onca mülevvesliğin üstüne, kibrimin yerine tevazuyu öldürürken; adını andım…, hiç korkmadan allahtan ve utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı, yılanlardan ve korunaklarımı saran kara böceklerden sakınma ihtiyâdı duymayacak kadar mağrur ve dikey tutumluydum bilirsin, senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile, ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın, ki insanca pek insancaydı sorarsan, alemlerin özeti olmanın temsil yüklüsünden beklenecek muhabbet…, nerdesin; mesafelerin buncasını aşamazdım girmeseydin kollarıma ve şimdi, koyma kendimi özlemek yoksunluğu içinde ah nola/yâr…,
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem, ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz, bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz, hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor ve indiğim istasyonda iniyor, o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim; ve/us/ us/lu dur aklım..., her gece saat yârimde, içimde bir çiçek silkelenir; turuncu gül polenleri, duyulabilen yegâne ses olan nefesimin sığındığı genzimi yakarak…,
o cin ali koşarak saatleri geri alır, ve kendine yalan söylemeyi sever, kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…, masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde, bir şiir; cibinliğini çeker paravanın arkasında ve son dizesini yazmadan, kendine koşar yalın ayaklarıyla…, . ... .
. ... . uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni bir zuhurat gibi her seferinde aşk, ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes, yokluğun kahır, yokluğun; tenha…, ve kanatlanamadım hiç katına, uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor, kayıp nesiller jelatini açılmadan göçen nesillere ekleniyor, ah senin yüzün kuzeydoğuya, benim yüzümse güneybatıya dönük…, daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye, umutlanan gözbebeklerimiz ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…, . ... .
. ... . belki, yalnız bir sokak lambasıyım, ve acizim aydınlatmaktan karanlığımı…, belki, başı olmayan bir duvarım ve, illegal asılmış afişleri söküyorum üzerimden…, diyorum ya, alnını duvara dayamış, yalnız bir sokak lambasıyım belki..., ah;
bir körpenin peçeli yüzü kadar saklı bir hüzünle, dikine dikine gidiyorum yüreğimin ve çağın çöplük kalbine tahammül harcım değil…, gel gör ki, hale bakar mısın dediğim şu hale isyana ve ayaklanmaya hazırlıklaraysa dermansızım…, ama işte düşüyor umutvar bir gül yaprağı daha ılık bir mevsime akisler çizerek..., ah; . ... .
.
...
.
evrenin görüp göreceği en büyük
ve tek aşk-ı hakikî olan,
yaradanla son elçisinin aşkı,
/k/s/avruk değildir…,
başa taç, yürek bezeyen ve
gönle sultandır; aşk,
kimi duygular vardır,
aşkımtırak ve dünya metası,
gelir, geçer, yaşanır, tükenir ve biter,
tek tük aşklar da vardır ki,
varı yoğu baştan ayağa hasret,
ve ışıltılı ilham,
ve efsunlarla gelen muhabbettir…,
bütün berheva olacakların üzerinden
aşkın olan ve ebediyete kavuşacak aşklar
bunlardır; selam olsun sana ey ölümsüz
ve asrî aşk…,
bu arada; hay/hak karagözüm deyip,
esma/ül hüsnadan iki güzel ismi anarak
seslendiğinde hacivat arkadaşına,
güya karagöz de nasıl arifane
her sözü çağrışımla anlıyorsa,
işte öyleyiz biz de,
kendimizden gurbete düştüğümüzdeki,
her ayrılıkta ve
aşk; söyle hayata,
bir gölge oyunundan fazlası değilsin…,
ki azizim;
sen benim boş zamanlarımdın dediğin
ve ben de mesai saatlerimdin dediğim
günden beri yarım yamalak, kör topal
bir yaşam kayıp gidiyor avuçlarımızdan,
el yordamıyla geçiyor günlerimiz anlasana,
ah dünya, nasıl bir rüya bu…
her gün gördüğümüz,
yeniden yaşamak dediğin...
anadan üryan bir yalan gibi serildi aramıza
nicedir yeryüzü örtüsü...
salıncağını duaları arasında çoktan unutmuş,
boşluktaki çocukluğuna bön bön kavuşamayan,
bir üvey üveyik gibi,
en mahrem yerleri açıkta kalmış bir maymun gibi,
avcumuzdan geçen yaşam çizgisinin,
üstüne savruldu alın yazısı harflerinin külü,
duydun mu, yönsüzüz...
kendi ömürlerimizin sahte medyumuyuz,
ah dostum,
kaldır yüzündeki küflü tebessümü...
ki ben gözümü açtığım her sabah
cam küreme bir yaşam ekleyerek
eksiliyorum, ey hayat senden...
.
...
.
.
...
.
/ah kaçırma gözlerini benden
bal köpüğü; sohbetini tattım bir defa
ve kalbimde bir dolunay bakışıyla,
yüzünün mehtabına giden yakamozun yolunda,
iki turkuaz porselen kırdım…,
bu karanlık okyanus
nihayet gözlerini açtı,
/ah ayın on dördüm,
affet…,
açlıkla terbiye oluyorum,
ayyaş bir nefes gibi kokarak,
sensizim,
ve öyle görünüyor ki özlemiş olmalıyım…,
bunca değersizlik hisli ve,
kırık dökük sızım sızım,
iç çekmelerimden belli,
bu, /yeniden kavuşmaya itikadı bozuk dünyanın,
sevda manastırında,
yokluğunun kırbaçladığı bir besteyle,
içime uşşâk makamında düşen şarkısın sen,
neden anlamıyorsun…,
ve ömrümü bilmem kaça bölen,
zamanın ben merkezlilik kılıcının,
keskin yanıyla tenime battığı yerde;
gözleri dolu dolu derelerin,
eğrile doğrula sapmalarıyla dolan bir gölün kıyısında,
medeniyet tasavvuru demli bir yudum bir çay bile,
içilemez ve zehir oldu haberin var mı,
mülevves ortadoğulu kucaklaşmasından…,
ve başlatma şimdi ümmet olma bilincinin,
ızdırabından,
böyle zırvalık sancılı kasıkların yapacağı doğumdan,
nilüfer gözlü,
ve asr/ı saadet bereketli bir kız evladın,
dünyaya gelişini beklemek;
başını suya eğip, içine akan
ve cebinde sakladığı kıpırtısız susuşu
sessizce derine bırakan...,
cuma selamlığı beynamazlarının,
mürted haline bakmadan,
kadim kelama gösterdiği ihtirama benzer
/ah…,
fakirane diyorum ki;
bir gül dalıyla nakışlayıp aşkı…,
yedi cüceli masalın,
içine düşen kalbimizi,
kalabalık bir meydana,
yağmur dualarıyla serelim,
artık bahtına
ve müktesebatına ne yağarsa…,
.
...
.
.
...
.
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
.
...
.
.
...
.
kapandım secdeye,
yerdeki tekâvûd kalemefendisi seccademden
eflatun çiçek tozları topladım,
bağrıma saplanmış dalını çıkardım hüdayinabit alıcın,
ve serpiştirdim tozlarını,
beti benzi atmış dünyaya ve,
bir dua okudum kulağına,
sesim bir başka sese çarptı,
tuz buz mısralar kırıntısı rüyam ah,
turnam…;
keklik değil, güvercin ol diye fısıldayanım,
dudağımda hep aynı şarkı,
notalarını nar ağacının altına gömdüm...,
yüreği kimsenin üzülmesine el vermeyen,
bir yalancıyı sevdin sen…,
ve varsın gedanız kendine kıysın ey maşuk,
olgunlaşsın keder, çiçek yüklü dalında…,
ah;
.
...
.
.
...
.
bir gece bu kadar mı nur dağları gibi gökçek
ve çivit mavisi,
bir yolculuk bu kadar mı hususî olur,
gece neresi, çivit mavisi kim bilmiyordum,
umursamıyordum, bitmek tükenmek bilmeyen yolu,
can yoldaşım vardı, sırdaşım, elbistan ağıtım,
kalbimde;
irtibatı mütemadî yârenin hatrı hatırımdayken,
uyku yokluğa kadem basmış, yön kayıp
ve gaibdim…,
ezelden gelen meşkin ebedi
olsa da hoş olmasa da;
ve öylesi bir mahrumuyum ki,
ayrılığın varlığı mümkünsüz dostun…,
aşk olsun sana, öyle olsun hekimim,
bilesin ki şuurum pek açık bu çivit gecede,
nice evvelki geceler ve sabahlarda,
öğle, ikindi ve akşamlarda
olduğu gibi bilesin,
bilesin ki;
yüzün suyu hürmetine teveccühüm eşyaya
ve çocuk ruhum muhtaç teselline,
bir elma şekeri yarısı kadar,
karabiberim, kâfurum, kabir kokulum…
ah;
bir bardak suya atılmış ilaç gibi,
eriyorum hatırana köpük köpük,
hicaplı haline ve sana susuzum,
bir pınarın kaynağına varmak kadar
hasret kaldım dost sana,
ne zaman yüzün gelse yâdıma
iklim değişiyor ve değişiyor her anlam,
dünyam değişiyor, sonsuzluk
iştiyakı bürüyor ruhumu,
ki ne zaman ansam seni ah,
tam on yedime basıyorum,
tam on yedime,
erken kocamış haliyle dimdik ayakta,
dalları merhamete uzanan
sedir ağacım,
dertli başı gölgende bak yoldaşının
hemen yamacındayım ve,
üstümüzde ak ak, ak ak bulutlar,
bulutlar ak ak…;
ayniyyet dilindedir eş zamanlı
birlikte dinlediğimiz allahın şarkıları,
makam makamdır ve t\aksim t\aksim,
ve nasibini mevlasından almış güftelerdir
sızım sızım genzimizde sızlayan…,
.
...
.
.
...
.
turuncu ve kızıl gül yapraklarını
ebeden soldurmayacak rahmet;
ıslak kaldırımlara
yüzükoyun serilmiş ölüleri dahi
diriltebilse mesela…,
ve kendinden gayrısını bilmez kibrin,
mülevves göz pınarlarını kurutup,
nâdim bir nefesten buğu olaydı,
isli,
kasvetli kodes camlarında,
nolaydı…,
ah;
ki yaralı retinam,
işte böyleyken;
bir martı kanadını bile bile,
gözlerime batırmışken,
yaralı retinam,
refakatçi balıklar başucumda ağlarken,
şaşkın sözcükler
ellerimde yapış yapış
ve uğultusunda yalnızlığın
acemi hüznü
tıka basa dolmuşken içime,
dökülmez mısralara inci taneleri, yâr;
yâr balların balı,
kırıldı içimde bir dal,
bir ağıttır ücra suskunluğum,
değişen her gün ile
gömülüyorum ey en sana…,
ah;
tut ki daha çok seviyorum seni,
burkulan içimin süreyya sürgünlerinde,
acılarınla acılanmak istiyorum…,
hangi yeryüzü, gökyüzüne bakmaz…
ve sanılıyor mu ki,
gökyüzü de yeryüzüne meftun değildir,
ah;
sırdaş yol arkadaşlarını ayıramaz
zahirin bozulmuş raconları…,
ve ey semavatın oyun kurucusu;
cesaret ve sekînet veren bir düş yolla,
bu mülevves kuluna…,
ki bak saatler eşzamanlı,
onbirden üçe;
üçten onbire,
mütemadiyen,
ah;
.
...
.
.
...
.
allahın şarkılarından bir buhur sonrası,
döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp,
dualarla üstünü örtmüşken insanlar,
hayatla aralarındaki paravan aralanır...,
ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır,
ah kalbimizi kussak bedenimizden,
safrası hayattır ve,
sarı bir gül gibi uzanır aramıza,
ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık;
kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize
unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı,
kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…,
zahirle çevrelenmiş gözlerimin,
en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde,
ve bana aitsin ayrılık,
aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
ah hekimim,
semt çorbacısı sabahı dahi olsa şu her an,
kimse seni benim kadar sevemez diyemem,
ömrümün kalbine düşen iç sesli duasın,
söylediğim her sözden bana gelen yankın
içime dolan çocukluk sevincimdir…,
buz tutmuş bir nehrin üstünde,
kızak kayan kabansız bir çocuğun
o masum ve sıcak gülücüğüsün sen,
\ah...,
ve şimdi küskün küskün çöreklenir
bağrıma hüzün, ki... yoksun…,
yağmur kuşlarının kanatları altında koşan
nefes nefese kuzuların eve dönüşünde,
anne sevgisiyle öpülen ıslak başlarınca
okşasın o gün görmüş saçlarını, nice
bahar müjdecisi kabayel rüzgarı...,
zamanın aramıza çektiği perdeler,
belki uçuşur güneyden esen kıbleyle
ve duyulur huzur esen avlusunda
ayak seslerimiz yine...,
ki bak gözlerime, gözlerim
kandil kandil kan çanağı,
ah;
.
...
.
.
...
.
onca mülevvesliğin üstüne,
kibrimin yerine tevazuyu öldürürken;
adını andım…,
hiç korkmadan allahtan ve
utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı,
yılanlardan ve korunaklarımı saran
kara böceklerden sakınma ihtiyâdı
duymayacak kadar mağrur ve
dikey tutumluydum bilirsin,
senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile,
ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın,
ki insanca pek insancaydı sorarsan,
alemlerin özeti olmanın temsil
yüklüsünden beklenecek muhabbet…,
nerdesin;
mesafelerin buncasını aşamazdım
girmeseydin kollarıma ve şimdi,
koyma kendimi özlemek yoksunluğu
içinde ah nola/yâr…,
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem,
ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz,
bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz,
hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor
ve indiğim istasyonda iniyor,
o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim;
ve/us/
us/lu dur aklım...,
her gece saat yârimde,
içimde bir çiçek silkelenir;
turuncu gül polenleri,
duyulabilen yegâne ses olan nefesimin
sığındığı genzimi yakarak…,
o cin ali koşarak saatleri geri alır,
ve kendine yalan söylemeyi sever,
kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…,
masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde,
bir şiir;
cibinliğini çeker paravanın arkasında
ve son dizesini yazmadan,
kendine koşar yalın ayaklarıyla…,
.
...
.
.
...
.
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni
bir zuhurat gibi her seferinde aşk,
ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes,
yokluğun kahır, yokluğun; tenha…,
ve kanatlanamadım hiç katına,
uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
.
...
.
.
...
.
belki, yalnız bir sokak lambasıyım,
ve acizim aydınlatmaktan karanlığımı…,
belki, başı olmayan bir duvarım ve,
illegal asılmış afişleri söküyorum üzerimden…,
diyorum ya, alnını duvara dayamış,
yalnız bir sokak lambasıyım belki...,
ah;
bir körpenin peçeli yüzü kadar saklı bir hüzünle,
dikine dikine gidiyorum yüreğimin
ve çağın çöplük kalbine tahammül harcım değil…,
gel gör ki,
hale bakar mısın dediğim şu hale isyana ve
ayaklanmaya hazırlıklaraysa
dermansızım…,
ama işte düşüyor umutvar bir gül yaprağı daha
ılık bir mevsime akisler çizerek...,
ah;
.
...
.