Şimdi anladım ki; avutucu bir zamanın eşiğindeyim. Sözlerimi sakındım, edemedim düşlere salınanları… Gün kapandı, duygular sündü. Ben yazmaya verdim kendimi. Tıpkı bugünkü gibi. Ama o zaman eşiğindeydim her şeyin. Şimdiyse içindeyim zamanın. Burada, benim sarsılmaz sığınağım olan bu evde bu bahçede önce toprak gelir aklınıza, sonra rüzgarı… Bağlardan gelen hışırtılar… Asmaların gölgesinden seyre daldığınız gökyüzü çekip alır içine sizi… Kavuşma zamanını en çok hissettirendir burası. Burada, varmak istediğiniz her kıyı aynı mesafededir… Bir yerden bir yere taşamazsınız.
Burası özlemdir, yaşanmış ve yaşanacak her şeye. BİR GECE VAKTİ
Zamanı dönüştüren bir bakışın tutulması benimkisi. Çıkıp buraya geldiğim her mevsimde kiraz ağacımın altında yaşama düşüncesinin kapılarını açarım önüme. Hangisinden girmem gerektiğine bakarım. Çünkü karşımda duran dönüşmenin labirentleridir. Eşikteyimdir hep. Selamlarım da öyle, sohbetlerim de. Duru bir mevsimde; insanların çekildiği, zamanın süzülüp günün en kısa anlarına teslim olduğu bir günde çıkıp geldim. Ömrümün yarısını buldu bu serüven. Tutkuyla örülen zamanlar silinmiş akıp ‘’geçen zaman’’a dönüşmüştü. Hep bu evde yazdım, okudum, düşündüm
Ve piyanomla Ve kiraz ağacımla hep birlikte. BİR GECE VAKTİ
Bir sesle uyandım sabaha Boşta bir yanım Unutturmuştun kendini Sanırdım ki, yalnızca ölümdür sonsuzluk Oysa şimdi ayrılığın da bir sonsuzluk olduğunu öğretiyorsun bana. Bu daha ağır ölmekten, daha zor ölmekten. Çıkıp gidiyorum. Bütün kapılarını açık bırakarak hayatın. Dönüş izlerini de siliyorum Unutuyorum geçilen yerlerin adlarını Her güne yeniden başlamak istiyorum. Çıkıp gidiyorum bilmediğim kentlere. Ardına düşüp, kendi sesimin renginin yansılarını göreyim. Bunun bir yara olduğunu düşündüm hep Kanayan ve hiçbir zaman kapanmayan. BİR GECE VAKTİ
YÜREK SUSKUNU Bunu seninle keşfettim, anlamadın hiç. Sustun sana doğru yürüdükçe. Keşfettikçe, gidilen dönülen yolları, Çıkmaz sokaklara sürdün beni. Bakışlarını yabancılaştırdın Başka sesler, başka sözler atlasın oldu. Sustun… Sustukça çoğaldım seninle. Anlamadın bunu. Sınırının sınırsızlığında yaşamayı seçtin. Düşündükçe seni sınırlar ötesinde; Gene yüzün dökük, için sancılı Başka bir göğün altında Yüreğin yargılıyor beni insafsızca. BİR GECE VAKTİ
Acı depreşiyor içimde Susunca sen. Kederleniyorum bensizliği kanıksadığın için Susunca sen Kopuyorum yaşadıklarımdan. Hayatın bir yüzü soğuyor, Sessiz sedasız kalınca sen. Biriktirmişsin kopuş çığlığını. Susman bunu anlatıyor, Söz etmemen ‘’git’’ çağrısı gibi geliyor bana
Burada bir yerde duruyor sesim… Yazarken onu dinler gibiyim. Burada izi var gözlerimin Bakınca bunu görüyor gibiyim. İçimde genişleyen zamanı görüyorum burada. Çıkıp, yürümek O içsel yolculuğumun renklerini Ve
Kaybettiğim seni bulmak istiyorum burada. BİR GECE VAKTİ
Buluşma çizgisini aştım. Aldatıcı söz yitirdi anlamını. Burada gezinen, durup eylenen zamanın taşıyıcı rengine dönük yolculuktur senin için sağaltıcı olan. Bak, orada ezgilenen bir dünya durup bekliyor seni. Ara yer, ara zaman… Unutulmuş ses gibi sana! Sınırları aşmak için öte yere geçmekten başka bir yolun da yok. Edilen sözlerin nasılsa karşılığı yok. Avutucu zamanı sil bakışlarından. Kendimi kapattığım yerden çıkınca görüyorum bunu. Şimdi’nin ötesinde durmak da biraz böyle. Kendi içinde çağrısını yitirenin ardına düşmenin bir anlamı yok. Dengenin nerede biçimlendiğini görmek için o yakıcı olanı yaşamak gerek. Başka yolu yok, alıp gidiyorum bunu. Yokluğunu işle kalbime, Ve acınla
Sarıp sarmaladığım, kokusunu tenimde benleştirdiğim bedeninin kıvrımlarında geziniyordum düşüncelerimde de… Geçimsiz zamanlara dert olan bakışlardan kurtaramadım kendimi. Görmezden geldim sandılar. Bakmamışım demek ki, içteki yolculuktan alamamıştım kendimi. Sıkışıp kalmışlık değildi bu. Avutucu zaman burada da çıkmıştı karşıma. Sözel dünyanın izleri yansıtıcı olmuştur hep. Çünkü zamanın farklı yüzlerini görme yolculuğumda baktıklarım, bilincimde yer edenler, belleğimde taşıdıklarım zamanla birer taşıyıcı olarak gelip benimle buluştular. Hayatın solan, dinen, esriyen, epriyen yanlarına buradan bakacaktı. Renkler, desenler… Zamanın çağıran sesi olarak her yerde karşısına çıkıyordu. Şimdi burada, bütün renlerin soluk, hayatın solgun durduğu yerde, içinin sıkıntısını dağıtacak bir sesin
Sanrılı gün, serin bir yalnızlıkla buluşturmuştu sizi. Bilge bir kadınla yüz yüze gelmenin güveniyle. Yıllar önce davet edildiğin o dağ evini anımsıyordun. Bir köşede yanan şöminede çıtırdayan odunların sesi, ardıç ağacının saldığı koku… Camın buğulanması, yağmurun getirdiği uğultu, çayın o müthiş tadı, gecenizin başlama noktası olmuştu. Sevgisiz bir hayatın çekilemeyeceğinden söz ediyordu. Sen susuyordun. Yalnız, bir başına kalmışlığının hüznü sinmişti her yana Neden çay, alkol almıyorsun diyor sessizliğine. Oysa; hayata hep uyanık bakmak geliyor içimden diyemiyordun Pusarık havanın boğuntusuna aldırdığın yok. Dağılan çözülen hayatların sanrısını sağaltmaya çalışıyordun. Dışarıda deli gibi yağıyordu yağmur, içerisi sıcak, içim daraldı bir an önce çıkmalıyım dedim Sevgisiz bu evden kendi
Kapılar kapandı. Dışardan gelen uğultu dindi. Şimdi zamansız bir mevsimdeyim. Sonsuzluğun dilini anlamak için acılı günün pencerelerini açmak gerekiyor gökyüzüne. Kendimi kapattığım bu odada bir hüzün, kendi başına bırakılmışlığın sözcükleri gelip buluyor beni. Ötede olup bitenlere kapalıyım bu sabah! ‘’Gelmeyiniz, yokum!’’ dercesine bir eda bürünmüş bakışlarıma. Unutulmuşluğun diliyle konuşuyorum şimdi Sen sonsuzluğun diliyle konuşuyorsun. Acının kederli bakışlarıyla süzüyorsun beni.
Ölüm bir çığlık gibi hayatı kuşattı mı övgüleyici sözler boşuna. BİR GECE VAKTİ.
İÇİNDEYİM ZAMANIN
Şimdi anladım ki; avutucu bir zamanın eşiğindeyim. Sözlerimi sakındım, edemedim düşlere salınanları…
Gün kapandı, duygular sündü.
Ben yazmaya verdim kendimi.
Tıpkı bugünkü gibi.
Ama o zaman eşiğindeydim her şeyin.
Şimdiyse içindeyim zamanın. Burada, benim sarsılmaz sığınağım olan bu evde bu bahçede önce toprak gelir aklınıza, sonra rüzgarı…
Bağlardan gelen hışırtılar…
Asmaların gölgesinden seyre daldığınız gökyüzü çekip alır içine sizi…
Kavuşma zamanını en çok hissettirendir burası.
Burada, varmak istediğiniz her kıyı aynı mesafededir…
Bir yerden bir yere taşamazsınız.
Burası özlemdir, yaşanmış ve yaşanacak her şeye. BİR GECE VAKTİ
KİRAZ AĞACIM, PİYANOM VE BEN
Zamanı dönüştüren bir bakışın tutulması benimkisi. Çıkıp buraya geldiğim her mevsimde kiraz ağacımın altında yaşama düşüncesinin kapılarını açarım önüme. Hangisinden girmem gerektiğine bakarım. Çünkü karşımda duran dönüşmenin labirentleridir.
Eşikteyimdir hep.
Selamlarım da öyle, sohbetlerim de.
Duru bir mevsimde; insanların çekildiği, zamanın süzülüp günün en kısa anlarına teslim olduğu bir günde çıkıp geldim.
Ömrümün yarısını buldu bu serüven.
Tutkuyla örülen zamanlar silinmiş akıp ‘’geçen zaman’’a dönüşmüştü.
Hep bu evde yazdım, okudum, düşündüm
Ve piyanomla
Ve kiraz ağacımla hep birlikte. BİR GECE VAKTİ
BU YÜZDEN SEVMELERİM HEP YARIM KALDI
Bir sesle uyandım sabaha
Boşta bir yanım
Unutturmuştun kendini
Sanırdım ki, yalnızca ölümdür sonsuzluk
Oysa şimdi ayrılığın da bir sonsuzluk olduğunu öğretiyorsun bana.
Bu daha ağır ölmekten, daha zor ölmekten.
Çıkıp gidiyorum.
Bütün kapılarını açık bırakarak hayatın.
Dönüş izlerini de siliyorum
Unutuyorum geçilen yerlerin adlarını
Her güne yeniden başlamak istiyorum.
Çıkıp gidiyorum bilmediğim kentlere.
Ardına düşüp, kendi sesimin renginin yansılarını göreyim.
Bunun bir yara olduğunu düşündüm hep
Kanayan ve hiçbir zaman kapanmayan. BİR GECE VAKTİ
YÜREK SUSKUNU
Bunu seninle keşfettim, anlamadın hiç.
Sustun sana doğru yürüdükçe.
Keşfettikçe, gidilen dönülen yolları,
Çıkmaz sokaklara sürdün beni.
Bakışlarını yabancılaştırdın
Başka sesler, başka sözler atlasın oldu.
Sustun…
Sustukça çoğaldım seninle.
Anlamadın bunu.
Sınırının sınırsızlığında yaşamayı seçtin.
Düşündükçe seni sınırlar ötesinde;
Gene yüzün dökük, için sancılı
Başka bir göğün altında
Yüreğin yargılıyor beni insafsızca. BİR GECE VAKTİ
SUSMA
Acı depreşiyor içimde
Susunca sen.
Kederleniyorum bensizliği kanıksadığın için
Susunca sen
Kopuyorum yaşadıklarımdan.
Hayatın bir yüzü soğuyor,
Sessiz sedasız kalınca sen.
Biriktirmişsin kopuş çığlığını.
Susman bunu anlatıyor,
Söz etmemen ‘’git’’ çağrısı gibi geliyor bana
Susunca Sen. BİR GECE VAKTİ
SICAK GÜNEŞ ALTINDA
Burada bir yerde duruyor sesim…
Yazarken onu dinler gibiyim.
Burada izi var gözlerimin
Bakınca bunu görüyor gibiyim.
İçimde genişleyen zamanı görüyorum burada.
Çıkıp, yürümek
O içsel yolculuğumun renklerini
Ve
Kaybettiğim seni bulmak istiyorum burada. BİR GECE VAKTİ
VE ACINLA SAĞILT BENİ
Buluşma çizgisini aştım.
Aldatıcı söz yitirdi anlamını.
Burada gezinen, durup eylenen zamanın taşıyıcı rengine dönük yolculuktur senin için sağaltıcı olan.
Bak, orada ezgilenen bir dünya durup bekliyor seni.
Ara yer, ara zaman… Unutulmuş ses gibi sana!
Sınırları aşmak için öte yere geçmekten başka bir yolun da yok.
Edilen sözlerin nasılsa karşılığı yok.
Avutucu zamanı sil bakışlarından.
Kendimi kapattığım yerden çıkınca görüyorum bunu.
Şimdi’nin ötesinde durmak da biraz böyle.
Kendi içinde çağrısını yitirenin ardına düşmenin bir anlamı yok.
Dengenin nerede biçimlendiğini görmek için o yakıcı olanı yaşamak gerek.
Başka yolu yok, alıp gidiyorum bunu.
Yokluğunu işle kalbime,
Ve acınla
Sağalt beni… BİR GECE VAKTİ
ARAYIŞINDAYDI BAKIŞLARI…
Sarıp sarmaladığım, kokusunu tenimde benleştirdiğim bedeninin kıvrımlarında geziniyordum düşüncelerimde de…
Geçimsiz zamanlara dert olan bakışlardan kurtaramadım kendimi. Görmezden geldim sandılar. Bakmamışım demek ki, içteki yolculuktan alamamıştım kendimi. Sıkışıp kalmışlık değildi bu.
Avutucu zaman burada da çıkmıştı karşıma.
Sözel dünyanın izleri yansıtıcı olmuştur hep. Çünkü zamanın farklı yüzlerini görme yolculuğumda baktıklarım, bilincimde yer edenler, belleğimde taşıdıklarım zamanla birer taşıyıcı olarak gelip benimle buluştular.
Hayatın solan, dinen, esriyen, epriyen yanlarına buradan bakacaktı.
Renkler, desenler… Zamanın çağıran sesi olarak
her yerde karşısına çıkıyordu. Şimdi burada,
bütün renlerin soluk, hayatın solgun durduğu
yerde, içinin sıkıntısını dağıtacak bir sesin
arayışındaydı bakışları… BİR GECE VAKTİ
Sanrılı gün, serin bir yalnızlıkla buluşturmuştu sizi. Bilge bir kadınla yüz yüze gelmenin güveniyle. Yıllar önce davet edildiğin o dağ evini anımsıyordun.
Bir köşede yanan şöminede çıtırdayan odunların sesi, ardıç ağacının saldığı koku…
Camın buğulanması, yağmurun getirdiği uğultu, çayın o müthiş tadı, gecenizin başlama noktası olmuştu.
Sevgisiz bir hayatın çekilemeyeceğinden söz ediyordu.
Sen susuyordun.
Yalnız, bir başına kalmışlığının hüznü sinmişti her yana
Neden çay, alkol almıyorsun diyor sessizliğine.
Oysa; hayata hep uyanık bakmak geliyor içimden diyemiyordun
Pusarık havanın boğuntusuna aldırdığın yok. Dağılan çözülen hayatların sanrısını sağaltmaya çalışıyordun.
Dışarıda deli gibi yağıyordu yağmur, içerisi sıcak, içim daraldı bir an önce çıkmalıyım dedim
Sevgisiz bu evden kendi
Yalnızlığıma… BİR GECE VAKTİ
Kapılar kapandı.
Dışardan gelen uğultu dindi. Şimdi zamansız bir mevsimdeyim. Sonsuzluğun dilini anlamak için acılı günün pencerelerini açmak gerekiyor gökyüzüne.
Kendimi kapattığım bu odada bir hüzün, kendi başına bırakılmışlığın sözcükleri gelip buluyor beni. Ötede olup bitenlere kapalıyım bu sabah! ‘’Gelmeyiniz, yokum!’’ dercesine bir eda bürünmüş bakışlarıma.
Unutulmuşluğun diliyle konuşuyorum şimdi
Sen sonsuzluğun diliyle konuşuyorsun.
Acının kederli bakışlarıyla süzüyorsun beni.
Ölüm bir çığlık gibi hayatı kuşattı mı övgüleyici sözler boşuna. BİR GECE VAKTİ.