Kalkıp gitmek istedi bir an. Yönsüzlüğün dili yoktu burada. Her bir im, ses, renk, koku bu yerin adı, yolun yönüydü. Kimsesizdi, Bir yere ait değildi, Yalnızdı, Yalnızlığı bazen bıçak yarası gibiydi, Söz ayakların altındaydı. Avuntu ve tükenişle yüzleşti, saflığın ve yitirişin dilini öğrendi burada…Korkuyordu;
bendeşleşmek içinden hiç bir şekilde ve hiç bir koşulda çıkması olanaksız acılar tortusu anlamında yöresel bir sözcüktür... uzun yolculuklardan usumda yer etmiş.
Acının diliyle konuşmak için henüz çok erkendi. Anlamaya, o yol kavşağında buluşup yeniden bir başka yöne gitmeye karar vermiştin. Geldiğiniz yer unutttuğunuzu sandığınızdı! Yani hiç kopmadığınız. Belleğin araladığı, getirip sunduğu her bir görüntüde, seste yeniden bağlandığınız… Üç ayrı düşün sırdaşıydınız. Aynıydı yara izleriniz,
Yaşadığı bu yer biraz da zatüreeydi ona, biraz kırmızı kırmızı, çocukluğunun kızamık şekerleri gibi. O kızıllığı unutamıyordu. Hem aynaya bakarken ki yüzünü, hem de ısırmak istediği şekerlerin rengini… Karın rengi bazen bile kızıllaşırdı kabuslarında.
O aklıkta kan lekeleri…
Sonsuzluğun ve acının dili vardı orada. Yeryüzünün bütün dilleriyle anlaşılabilecek olan bir hüznü, bir yalnızlığı Ve acıyı Anlatıyordu bu yer,
Durup düşündü. Düşündü de, uğunuşunu geçirenin ne olduğunu görüp anlamaya çalıştı. Dünyanın merkezinde olduğunu sandı birden! Şimdi bunları adlandırdığında, ona doğru gelen ile ondan gidenin ne olduğunu düşünmeye başlamıştı bile. Anımsanan zaman ile unutulan zamanın arasındaki düşsel yolculuğun imgesiydi o mekanın diliyle anlamaya çalıştığı. Evet evet oydu ardına düştüğü
Unut, Unut dedi artık olanlari Dili, dilmeci tutulmuştu. Öyle anımsamıştı adımladığı sokaklarda gezinirken. Issızlığa gömülmüşçesine yüzüne baktı… kulağındaki uğuldayışın bir ezgiyle uyandığını gördü. Evet evet gördü. Piyano üzerindeki parmaklarını gördü. Ve o büyülü sesin yayıldığı evreni dinledi… o sesin ardına düşmüştü aslında. Günlerdir onu alıp gezdiren, imgeler havuzunda yüzdüren de bu sesti… Gidip bir yerde bulacakmış, görüp elleriyle dokunacakmışçasına bir duygululuk halindeydi. İç gözünü açan, bakışını değiştiren ses… Yıllar yıllar geçtikçe bununla öylesine bendeşleşeceğini düşünememişti!. Piyanodaki ellerimi kaldırmadan, usumda peşine düştüklerimle, şimdi o sesin ucunu yakalamış, yüzümü ona dönmüş, zirveye hazırlanırcasına kendini o yolun, Yani; Yalnızlığın Yolcusu kılmıştı…
İlk aşkın çığlığını burada hissetmiş, burada yitirmiştim. Aşka, yalnızlığa, kedere, bağlılıklara, kavuşmalara, yitmelere, sevinçlere, dağılıp çözülmelere… Dokunmadan aşk, sevmeden bakışla yol almaya çalışmanın ömrü kısa. Şimdi, ondan bana kalan imgeye dönüyorum yüzümü; iki ceylan bakış, gamzeli gülüş, bir de uzayıp giden yollardaki iki titrek beden… Hangisi yalan, hangisi gerçek diye düşünmedim. İz bırakan yara da bırakır dedim ben de. Biri yaşayan diğeri ölendi. O benim bakışım, sürgünlüğüm, yalnızlığımdı. Acımın sağanağı, gelen günümün aydınlığıydı. Her an dokunduğum yol arkadaşı kıldığımdı…
O benim ellerimdi, Gözlerimdi. Düşeyazmıştım ben onu, ufalmış, un ufak olmuş biri gibi baktıydım ben ona. Solgun bir pencere önünde kar yağışını izler gibiydim onu düşünürken. Sevdam dedim kan revan uykularda. Kim nasıl getirip sunmuştu bana, bize daha doğrusu, bilmiyorum! Aşkımdı. Tanımadığımdı. Dokunup sevdiğim, yol aldığım… Uzak duran, suretini esirgeyendi. Yaşadığımız ıssızlığın dili, sözcüklerin sesiydi. Sözcükler… Bir onlar tutsak değildi, ömrümün baharıydı. Şaşkındım, ağlamaklıydım. İçimde saklıydı bütün bunlar, beni ele veren düşlerimdi, ya da hiç bitmeyen kabuslarım. Tanımadığım sevdalar, öğrenmeye çalıştığım hayat… Politzer’in kitabı Kar suyundan demledikleri çayın tadını anımsamıştı birden… Günün tükenen saatleriydi, o kitap cebimdeydi. Neredeyse bir ömür taşımıştım onu oradan oraya. Onun izlerine doğru yeni bir yolculuğa çıkmadan önce; acının uğrağına giden yollarda; Savruldum, İçimin acısıyla bir de
Kalkıp gitmek istedi bir an. Yönsüzlüğün dili yoktu burada. Her bir im, ses, renk, koku bu yerin adı, yolun yönüydü.
Kimsesizdi,
Bir yere ait değildi,
Yalnızdı,
Yalnızlığı bazen bıçak yarası gibiydi,
Söz ayakların altındaydı. Avuntu ve tükenişle yüzleşti, saflığın ve yitirişin dilini öğrendi burada…Korkuyordu;
Adım adım yaklaştığı sessiz ölüm müydü?
bendeşleşmek içinden hiç bir şekilde ve hiç bir koşulda çıkması olanaksız acılar tortusu anlamında yöresel bir sözcüktür... uzun yolculuklardan usumda yer etmiş.
meraklı olmanız saygı uyandırdı...
Merhaba Tuğba Hanım, sayfanızı ziyaret edip zevkle paylaştım...
Acının diliyle konuşmak için henüz çok erkendi. Anlamaya, o yol kavşağında buluşup yeniden bir başka yöne gitmeye karar vermiştin.
Geldiğiniz yer unutttuğunuzu sandığınızdı! Yani hiç kopmadığınız. Belleğin araladığı, getirip sunduğu her bir görüntüde, seste yeniden bağlandığınız…
Üç ayrı düşün sırdaşıydınız.
Aynıydı yara izleriniz,
Ateşleriniz.
Yaşadığı bu yer biraz da zatüreeydi ona, biraz kırmızı kırmızı, çocukluğunun kızamık şekerleri gibi. O kızıllığı unutamıyordu. Hem aynaya bakarken ki yüzünü, hem de ısırmak istediği şekerlerin rengini…
Karın rengi bazen bile kızıllaşırdı kabuslarında.
O aklıkta kan lekeleri…
Sonsuzluğun ve acının dili vardı orada. Yeryüzünün bütün dilleriyle anlaşılabilecek olan bir hüznü, bir yalnızlığı
Ve acıyı
Anlatıyordu bu yer,
Sonsuza kadar…
Durup düşündü. Düşündü de, uğunuşunu geçirenin ne olduğunu görüp anlamaya çalıştı. Dünyanın merkezinde olduğunu sandı birden! Şimdi bunları adlandırdığında, ona doğru gelen ile ondan gidenin ne olduğunu düşünmeye başlamıştı bile. Anımsanan zaman ile unutulan zamanın arasındaki düşsel yolculuğun imgesiydi o mekanın diliyle anlamaya çalıştığı.
Evet evet oydu ardına düştüğü
Kederli yalnızlığı ile…
Bir Gece Vakti
Unut,
Unut dedi artık olanlari
Dili, dilmeci tutulmuştu.
Öyle anımsamıştı adımladığı sokaklarda gezinirken.
Issızlığa gömülmüşçesine yüzüne baktı… kulağındaki uğuldayışın bir ezgiyle uyandığını gördü.
Evet evet gördü. Piyano üzerindeki parmaklarını gördü. Ve o büyülü sesin yayıldığı evreni dinledi… o sesin ardına düşmüştü aslında. Günlerdir onu alıp gezdiren, imgeler havuzunda yüzdüren de bu sesti…
Gidip bir yerde bulacakmış, görüp elleriyle dokunacakmışçasına bir duygululuk halindeydi.
İç gözünü açan, bakışını değiştiren ses…
Yıllar yıllar geçtikçe bununla öylesine bendeşleşeceğini düşünememişti!.
Piyanodaki ellerimi kaldırmadan, usumda peşine düştüklerimle, şimdi o sesin ucunu yakalamış, yüzümü ona dönmüş, zirveye hazırlanırcasına kendini o yolun,
Yani;
Yalnızlığın
Yolcusu kılmıştı…
Bir Gece Vakti
Geçtin bütün acılardan.
Buluşma,
Sevinç çağları geride kaldı. Yollar anlatıyor yüzündeki hüznün, ellerindeki sevincin dilsizliğini.
Suskundunuz.
Suskundu dil, suskundu kent, suskundu gökyüzü.
Kar engah engah yağıyordu düşlerine,
Karabasanlarına,
Ve
Yalnızlığına…
Bir Gece Vakti…
İlk aşkın çığlığını burada hissetmiş, burada yitirmiştim.
Aşka, yalnızlığa, kedere, bağlılıklara, kavuşmalara, yitmelere, sevinçlere, dağılıp çözülmelere…
Dokunmadan aşk, sevmeden bakışla yol almaya çalışmanın ömrü kısa.
Şimdi, ondan bana kalan imgeye dönüyorum yüzümü; iki ceylan bakış, gamzeli gülüş, bir de uzayıp giden yollardaki iki titrek beden…
Hangisi yalan, hangisi gerçek diye düşünmedim. İz bırakan yara da bırakır dedim ben de. Biri yaşayan diğeri ölendi.
O benim bakışım, sürgünlüğüm, yalnızlığımdı.
Acımın sağanağı, gelen günümün aydınlığıydı.
Her an dokunduğum yol arkadaşı kıldığımdı…
O benim ellerimdi,
Gözlerimdi.
Düşeyazmıştım ben onu, ufalmış, un ufak olmuş biri gibi baktıydım ben ona. Solgun bir pencere önünde kar yağışını izler gibiydim onu düşünürken.
Sevdam dedim kan revan uykularda. Kim nasıl getirip sunmuştu bana, bize daha doğrusu, bilmiyorum!
Aşkımdı.
Tanımadığımdı.
Dokunup sevdiğim, yol aldığım…
Uzak duran, suretini esirgeyendi.
Yaşadığımız ıssızlığın dili, sözcüklerin sesiydi.
Sözcükler…
Bir onlar tutsak değildi, ömrümün baharıydı.
Şaşkındım, ağlamaklıydım. İçimde saklıydı bütün bunlar, beni ele veren düşlerimdi, ya da hiç bitmeyen kabuslarım. Tanımadığım sevdalar, öğrenmeye çalıştığım hayat… Politzer’in kitabı
Kar suyundan demledikleri çayın tadını anımsamıştı birden…
Günün tükenen saatleriydi, o kitap cebimdeydi. Neredeyse bir ömür taşımıştım onu oradan oraya. Onun izlerine doğru yeni bir yolculuğa çıkmadan önce; acının uğrağına giden yollarda;
Savruldum,
İçimin acısıyla bir de
Yapayalnızlığımla…