ki devlet malı yetim malı hükmündeyken kadim hukukta, sen hekimim; irtifa kaybı mı yaşadık sanıyorsun, bu türbülansın içinde…, gelip geçici bir boşlukta bulanıklık hepsi, hepsi bu,
gergin alabildiğine kanatlarımız baksana ve nasılda süzülüyoruz asuman katlarında ayrılığın, dualarımızdalar önden gidenler ya hû nasılsa, yankı vermeseler de…, ki yâr postaları açılıp da cevapsız kalmış, bunun önemi yok ki, sükûtlarda ve bulutlarda; aşk…,
şu sahtekâr ve sefil dünyada, ne gönlümde gam ne de gözümde nem var, değil mi ki iç sesleri duyan bir yâr var, mavi bilyedeki tüm paralel ve meridyenlerin huzuru kesişiyor içimde, okyanuslar ve kıtalar aşıyorum, göz açıp kapayıncaya dek, fora yelkenlerim, kâşif; aşk…,
geçen kimi bir çift gün olur ki, kimse bilmez kaç seneye tekâ/bül eder derkene, heceyi –bul olacakken –bül yapmak, katil bir devriğin dil cinayetinin neticesidir, ve habil kardeşi değil maktulüdür kâbilin, ki celladına aşıklar okur yazar olabilseydi hakikatte, içinde tekâ/bul geçen cümleleri, komik bulur muydu hiç,
ve şimdi bu sorunun cevabını ise muhtemelen ikimizde biliyoruz aziz dostum, bir ömre, bir nesle bedel olur bazen; aşk…,
demiyorum ki bu aşkın vicdan muhasebesinin, hesap hareketlerini analiz etmek, harcınız değildir sizin, aşkın mevzuatını fasıl fasıl sizden biriktirdim, biraz şımartılmıştım yalnızca tarafınızdan hocam, o kadar, ve biliniz ki kabahatim, başımı taştan taşa vurdukça, kalp ağrımı ne yapsam ne yapsam, dindirememek oldu, muallim; aşk…,
böyle demli bir halin geçtiğini yeryüzünden, bilmeye hakları var mı acaba gelecek nesillerin bilmiyorum, bencillik mi acaba insanlarla paylaşmamak, bu senkronize dizeleri…, mahrem bırakılıp, mezara bir adım kala mı, gün yüzüne çıkmalılar, ya da; iki nüsha çoğaltılsalar ne olur mu, iki arada bir derede; aşk…,
serilip güne bırakılmış meyvelerin, kurumakta olan son dokularının şırası kadar mayhoş ve ballı bir yürekle yazılan bu mahrem dizeler, simmsiy/ah sayfalarda ve erguvan bir iklimin, harfleriyle okunacak ölüm günü; aşk…,
ölü serinliğinde geçerken zaman ve vakit dolsun için soluklanırken, ki beklenirken örtüsü gecenin, boşalmış bir kamu binasındaki, mesaisi bitememiş bir bürokratın, içinde bulunduğu sessizlik, teselli edilebilir mi ki, milletten ve memleketten bîhaber; aşk…,
ah paytak penguenim; bir igloda bekliyorum seni..., aklıma daha dahiyane bir fikir gelemediği için, üzgünüm, sevgili… istedim ki uzak olsun herkesten ve puslu, bizim gibi kurt huylu, ve yalnızca bize ait…,
ah aydınlıkta da karanlıkta da hayata dair birçok sır, lapa lapa yağıyorken üzerimize; kirpiklerimin buz saçakları çözülüyor ve saplanır mı dersin düşüp, böyle bir pazar gününde, alçakların, namertlerin, kahpelerin tam alnının çatına,
nasıl sevdiğimi bilirsin dünyanın, uzamış derviş beyazı sakallarının kaplamasını yeryüzünü…, ki esasen bunun izdüşümüdür nur yüzlü gök…,
bunca zaman sonra yüzleşmek, belki dedim; belki, ama hep nafile kancıklarla...,
saklanırız bizde beyazın ardına paytak paytak yürüyen penguenim, üşüyen kalbine sular serperek gel artık, kopuyor bir parçası buz dağının bak yine, ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
evren manikleşiyor, hızla dönüyor; hızla hızla hızla hızla..., hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor mevsimler, zaman allak bullak, dönüyor başı; başı başı, ve sarhoş tik taklar, tik/tak/tak/tik/tik tak; beceremiyor bir türlü yürümeyi düz bir çizgide,
elimden tut paytağım; işte şimdi kandırdık yuvarlak topu, minicik bir elma şekeri ile, çift kutuplu bir gecede ve buz gibi bir igloda,
eksi seksensekiz derecede yanarken insanlık, matematiksel bir kavuşma olsun bizimkisi, ha evet haklısın; bırak artık o oblomovun miskinliğini anlatan romanı da okumayı…, tam seksensekizinci sayfada,
ve unutma, fay hatları an gelir bir gün, kutuplardan da geçer, ah;
ki devlet malı yetim malı hükmündeyken kadim hukukta, sen hekimim; irtifa kaybı mı yaşadık sanıyorsun, bu türbülansın içinde…, gelip geçici bir boşlukta bulanıklık hepsi, hepsi bu,
gergin alabildiğine kanatlarımız baksana ve nasılda süzülüyoruz asuman katlarında ayrılığın, dualarımızdalar önden gidenler ya hû nasılsa, yankı vermeseler de…, ki yâr postaları açılıp da cevapsız kalmış, bunun önemi yok ki, sükûtlarda ve bulutlarda; aşk…,
şu sahtekâr ve sefil dünyada, ne gönlümde gam ne de gözümde nem var, değil mi ki iç sesleri duyan bir yâr var, mavi bilyedeki tüm paralel ve meridyenlerin huzuru kesişiyor içimde, okyanuslar ve kıtalar aşıyorum, göz açıp kapayıncaya dek, fora yelkenlerim, kâşif; aşk…,
geçen kimi bir çift gün olur ki, kimse bilmez kaç seneye tekâ/bül eder derkene, heceyi –bul olacakken –bül yapmak, katil bir devriğin dil cinayetinin neticesidir, ve habil kardeşi değil maktulüdür kâbilin, ki celladına aşıklar okur yazar olabilseydi hakikatte, içinde tekâ/bul geçen cümleleri, komik bulur muydu hiç,
ve şimdi bu sorunun cevabını ise muhtemelen ikimizde biliyoruz aziz dostum, bir ömre, bir nesle bedel olur bazen; aşk…,
demiyorum ki bu aşkın vicdan muhasebesinin, hesap hareketlerini analiz etmek, harcınız değildir sizin, aşkın mevzuatını fasıl fasıl sizden biriktirdim, biraz şımartılmıştım yalnızca tarafınızdan hocam, o kadar, ve biliniz ki kabahatim, başımı taştan taşa vurdukça, kalp ağrımı ne yapsam ne yapsam, dindirememek oldu, muallim; aşk…,
böyle demli bir halin geçtiğini yeryüzünden, bilmeye hakları var mı acaba gelecek nesillerin bilmiyorum, bencillik mi acaba insanlarla paylaşmamak, bu senkronize dizeleri…, mahrem bırakılıp, mezara bir adım kala mı, gün yüzüne çıkmalılar, ya da; iki nüsha çoğaltılsalar ne olur mu, iki arada bir derede; aşk…,
serilip güne bırakılmış meyvelerin, kurumakta olan son dokularının şırası kadar mayhoş ve ballı bir yürekle yazılan bu mahrem dizeler, simmsiy/ah sayfalarda ve erguvan bir iklimin, harfleriyle okunacak ölüm günü; aşk…,
ölü serinliğinde geçerken zaman ve vakit dolsun için soluklanırken, ki beklenirken örtüsü gecenin, boşalmış bir kamu binasındaki, mesaisi bitememiş bir bürokratın, içinde bulunduğu sessizlik, teselli edilebilir mi ki, milletten ve memleketten bîhaber; aşk…,
ah paytak penguenim; bir igloda bekliyorum seni..., aklıma daha dahiyane bir fikir gelemediği için, üzgünüm, sevgili… istedim ki uzak olsun herkesten ve puslu, bizim gibi kurt huylu, ve yalnızca bize ait…,
ah aydınlıkta da karanlıkta da hayata dair birçok sır, lapa lapa yağıyorken üzerimize; kirpiklerimin buz saçakları çözülüyor ve saplanır mı dersin düşüp, böyle bir pazar gününde, alçakların, namertlerin, kahpelerin tam alnının çatına,
nasıl sevdiğimi bilirsin dünyanın, uzamış derviş beyazı sakallarının kaplamasını yeryüzünü…, ki esasen bunun izdüşümüdür nur yüzlü gök…,
bunca zaman sonra yüzleşmek, belki dedim; belki, ama hep nafile kancıklarla...,
saklanırız bizde beyazın ardına paytak paytak yürüyen penguenim, üşüyen kalbine sular serperek gel artık, kopuyor bir parçası buz dağının bak yine, ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
evren manikleşiyor, hızla dönüyor; hızla hızla hızla hızla..., hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor mevsimler, zaman allak bullak, dönüyor başı; başı başı, ve sarhoş tik taklar, tik/tak/tak/tik/tik tak; beceremiyor bir türlü yürümeyi düz bir çizgide,
elimden tut paytağım; işte şimdi kandırdık yuvarlak topu, minicik bir elma şekeri ile, çift kutuplu bir gecede ve buz gibi bir igloda,
eksi seksensekiz derecede yanarken insanlık, matematiksel bir kavuşma olsun bizimkisi, ha evet haklısın; bırak artık o oblomovun miskinliğini anlatan romanı da okumayı…, tam seksensekizinci sayfada,
ve unutma, fay hatları an gelir bir gün, kutuplardan da geçer, ah;
XXXV
babasız büyümek, babasız ölmeye benzemez…,
ki devlet malı yetim malı hükmündeyken
kadim hukukta,
sen hekimim;
irtifa kaybı mı yaşadık sanıyorsun,
bu türbülansın içinde…,
gelip geçici bir boşlukta bulanıklık hepsi,
hepsi bu,
gergin alabildiğine kanatlarımız baksana
ve nasılda süzülüyoruz asuman katlarında ayrılığın,
dualarımızdalar önden gidenler ya hû nasılsa,
yankı vermeseler de…,
ki yâr postaları açılıp da cevapsız kalmış,
bunun önemi yok ki,
sükûtlarda ve bulutlarda; aşk…,
şu sahtekâr ve sefil dünyada,
ne gönlümde gam ne de gözümde nem var,
değil mi ki iç sesleri duyan bir yâr var,
mavi bilyedeki tüm paralel ve meridyenlerin
huzuru kesişiyor içimde,
okyanuslar ve kıtalar aşıyorum,
göz açıp kapayıncaya dek,
fora yelkenlerim, kâşif; aşk…,
geçen kimi bir çift gün olur ki,
kimse bilmez kaç seneye tekâ/bül eder derkene,
heceyi –bul olacakken –bül yapmak,
katil bir devriğin dil cinayetinin neticesidir,
ve habil kardeşi değil maktulüdür kâbilin,
ki celladına aşıklar okur yazar olabilseydi hakikatte,
içinde tekâ/bul geçen cümleleri,
komik bulur muydu hiç,
ve şimdi bu sorunun cevabını ise
muhtemelen ikimizde biliyoruz aziz dostum,
bir ömre,
bir nesle bedel olur bazen; aşk…,
demiyorum ki bu aşkın vicdan muhasebesinin,
hesap hareketlerini analiz etmek,
harcınız değildir sizin,
aşkın mevzuatını fasıl fasıl sizden biriktirdim,
biraz şımartılmıştım yalnızca tarafınızdan hocam,
o kadar,
ve biliniz ki kabahatim,
başımı taştan taşa vurdukça,
kalp ağrımı ne yapsam ne yapsam,
dindirememek oldu,
muallim; aşk…,
böyle demli bir halin geçtiğini yeryüzünden,
bilmeye hakları var mı acaba gelecek nesillerin bilmiyorum,
bencillik mi acaba insanlarla paylaşmamak,
bu senkronize dizeleri…,
mahrem bırakılıp, mezara bir adım kala mı,
gün yüzüne çıkmalılar, ya da;
iki nüsha çoğaltılsalar ne olur mu,
iki arada bir derede; aşk…,
serilip güne bırakılmış meyvelerin,
kurumakta olan son dokularının
şırası kadar mayhoş ve ballı bir
yürekle yazılan bu mahrem dizeler,
simmsiy/ah sayfalarda ve erguvan bir iklimin, harfleriyle okunacak ölüm günü; aşk…,
ölü serinliğinde geçerken zaman
ve vakit dolsun için soluklanırken,
ki beklenirken örtüsü gecenin,
boşalmış bir kamu binasındaki,
mesaisi bitememiş bir bürokratın,
içinde bulunduğu sessizlik,
teselli edilebilir mi ki,
milletten ve memleketten bîhaber; aşk…,
ah paytak penguenim;
bir igloda bekliyorum seni...,
aklıma daha dahiyane bir fikir
gelemediği için,
üzgünüm, sevgili…
istedim ki uzak olsun herkesten
ve puslu,
bizim gibi kurt huylu,
ve yalnızca bize ait…,
ah aydınlıkta da karanlıkta da
hayata dair birçok sır,
lapa lapa yağıyorken üzerimize;
kirpiklerimin buz saçakları çözülüyor ve
saplanır mı dersin düşüp,
böyle bir pazar gününde,
alçakların, namertlerin, kahpelerin
tam alnının çatına,
nasıl sevdiğimi bilirsin dünyanın,
uzamış derviş beyazı sakallarının
kaplamasını yeryüzünü…,
ki esasen bunun izdüşümüdür
nur yüzlü gök…,
bunca zaman sonra yüzleşmek,
belki dedim; belki,
ama hep nafile kancıklarla...,
saklanırız bizde beyazın ardına
paytak paytak yürüyen penguenim,
üşüyen kalbine sular serperek gel artık,
kopuyor bir parçası buz dağının bak yine,
ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
evren manikleşiyor,
hızla dönüyor; hızla hızla hızla hızla...,
hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor mevsimler,
zaman allak bullak,
dönüyor başı; başı başı,
ve sarhoş tik taklar,
tik/tak/tak/tik/tik tak;
beceremiyor bir türlü yürümeyi
düz bir çizgide,
elimden tut paytağım;
işte şimdi kandırdık yuvarlak topu,
minicik bir elma şekeri ile,
çift kutuplu bir gecede ve
buz gibi bir igloda,
eksi seksensekiz derecede yanarken insanlık,
matematiksel bir kavuşma olsun bizimkisi,
ha evet haklısın; bırak artık o
oblomovun miskinliğini anlatan
romanı da okumayı…,
tam seksensekizinci sayfada,
ve unutma,
fay hatları an gelir bir gün,
kutuplardan da geçer,
ah;
XXXV
babasız büyümek, babasız ölmeye benzemez…,
ki devlet malı yetim malı hükmündeyken
kadim hukukta,
sen hekimim;
irtifa kaybı mı yaşadık sanıyorsun,
bu türbülansın içinde…,
gelip geçici bir boşlukta bulanıklık hepsi,
hepsi bu,
gergin alabildiğine kanatlarımız baksana
ve nasılda süzülüyoruz asuman katlarında ayrılığın,
dualarımızdalar önden gidenler ya hû nasılsa,
yankı vermeseler de…,
ki yâr postaları açılıp da cevapsız kalmış,
bunun önemi yok ki,
sükûtlarda ve bulutlarda; aşk…,
şu sahtekâr ve sefil dünyada,
ne gönlümde gam ne de gözümde nem var,
değil mi ki iç sesleri duyan bir yâr var,
mavi bilyedeki tüm paralel ve meridyenlerin
huzuru kesişiyor içimde,
okyanuslar ve kıtalar aşıyorum,
göz açıp kapayıncaya dek,
fora yelkenlerim, kâşif; aşk…,
geçen kimi bir çift gün olur ki,
kimse bilmez kaç seneye tekâ/bül eder derkene,
heceyi –bul olacakken –bül yapmak,
katil bir devriğin dil cinayetinin neticesidir,
ve habil kardeşi değil maktulüdür kâbilin,
ki celladına aşıklar okur yazar olabilseydi hakikatte,
içinde tekâ/bul geçen cümleleri,
komik bulur muydu hiç,
ve şimdi bu sorunun cevabını ise
muhtemelen ikimizde biliyoruz aziz dostum,
bir ömre,
bir nesle bedel olur bazen; aşk…,
demiyorum ki bu aşkın vicdan muhasebesinin,
hesap hareketlerini analiz etmek,
harcınız değildir sizin,
aşkın mevzuatını fasıl fasıl sizden biriktirdim,
biraz şımartılmıştım yalnızca tarafınızdan hocam,
o kadar,
ve biliniz ki kabahatim,
başımı taştan taşa vurdukça,
kalp ağrımı ne yapsam ne yapsam,
dindirememek oldu,
muallim; aşk…,
böyle demli bir halin geçtiğini yeryüzünden,
bilmeye hakları var mı acaba gelecek nesillerin bilmiyorum,
bencillik mi acaba insanlarla paylaşmamak,
bu senkronize dizeleri…,
mahrem bırakılıp, mezara bir adım kala mı,
gün yüzüne çıkmalılar, ya da;
iki nüsha çoğaltılsalar ne olur mu,
iki arada bir derede; aşk…,
serilip güne bırakılmış meyvelerin,
kurumakta olan son dokularının
şırası kadar mayhoş ve ballı bir
yürekle yazılan bu mahrem dizeler,
simmsiy/ah sayfalarda ve erguvan bir iklimin, harfleriyle okunacak ölüm günü; aşk…,
ölü serinliğinde geçerken zaman
ve vakit dolsun için soluklanırken,
ki beklenirken örtüsü gecenin,
boşalmış bir kamu binasındaki,
mesaisi bitememiş bir bürokratın,
içinde bulunduğu sessizlik,
teselli edilebilir mi ki,
milletten ve memleketten bîhaber; aşk…,
ah paytak penguenim;
bir igloda bekliyorum seni...,
aklıma daha dahiyane bir fikir
gelemediği için,
üzgünüm, sevgili…
istedim ki uzak olsun herkesten
ve puslu,
bizim gibi kurt huylu,
ve yalnızca bize ait…,
ah aydınlıkta da karanlıkta da
hayata dair birçok sır,
lapa lapa yağıyorken üzerimize;
kirpiklerimin buz saçakları çözülüyor ve
saplanır mı dersin düşüp,
böyle bir pazar gününde,
alçakların, namertlerin, kahpelerin
tam alnının çatına,
nasıl sevdiğimi bilirsin dünyanın,
uzamış derviş beyazı sakallarının
kaplamasını yeryüzünü…,
ki esasen bunun izdüşümüdür
nur yüzlü gök…,
bunca zaman sonra yüzleşmek,
belki dedim; belki,
ama hep nafile kancıklarla...,
saklanırız bizde beyazın ardına
paytak paytak yürüyen penguenim,
üşüyen kalbine sular serperek gel artık,
kopuyor bir parçası buz dağının bak yine,
ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
evren manikleşiyor,
hızla dönüyor; hızla hızla hızla hızla...,
hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor mevsimler,
zaman allak bullak,
dönüyor başı; başı başı,
ve sarhoş tik taklar,
tik/tak/tak/tik/tik tak;
beceremiyor bir türlü yürümeyi
düz bir çizgide,
elimden tut paytağım;
işte şimdi kandırdık yuvarlak topu,
minicik bir elma şekeri ile,
çift kutuplu bir gecede ve
buz gibi bir igloda,
eksi seksensekiz derecede yanarken insanlık,
matematiksel bir kavuşma olsun bizimkisi,
ha evet haklısın; bırak artık o
oblomovun miskinliğini anlatan
romanı da okumayı…,
tam seksensekizinci sayfada,
ve unutma,
fay hatları an gelir bir gün,
kutuplardan da geçer,
ah;
https://www.linkedin.com/posts/tubitak_t%C3%BCbi%CC%87tak-b%C3%BClten-yayinda-haftan%C4%B1n-bilim-activity-7061309556563279872-lUB8?utm_source=share&utm_medium=member_desktop
https://pin.it/2zSZlDm
https://pin.it/68KsgBW