Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Yusuf Altındağ
Yusuf Altındağ

GÖNLÜM UÇMAK İSTERKEN SEMAVİ ÜLKELERE,AYAĞIM TAKILIYOR YERDEKİ GÖLGELERE.

  • piedra ırmağının kıyısında oturdum, ağladım16.09.2004 - 21:50

    Tanrı,güneşi hergün yeniden doğdurarak,bizi mutsuz kılan herşeyi düzeltmemiz için şans veriyor bize.Ama biz,hergün bize böyle bir şansın verildiğini unutuyoruz.
    PİEDRA IRMAĞININ KIYISINDA OTURDUM, AĞLADIM

  • kandil gecesi11.09.2004 - 21:29

    kandil geceleri kandil oluruz
    kandilin içine fitil oluruz
    Hakkı göstermeye delil oluruz........

  • pan11.09.2004 - 17:35

    bizim yakup'un sülalesine verilen lakap :))

  • yahudilik08.09.2004 - 14:57

    dünyada iki tür canlı vardır:yahudiler ve hayvanlar...diyen bir zihniyet...

    ve tahrif edilmiş tevrattan bir ayet:

    allah sadece israildedir.başka yerde yoktur.(tekvin bölümü)

    yahudi zihniyetini anlatan başka bir örnek:

    yahudiler kendi ırklarından,dinlerinden olan bir kişiden faiz alamaz,dolandıramaz,öldüremez...

    ama başka bir millet ve dinden kişilerden hepsini yapabilir.işte çarpık anlayış.

    6 aylık bir bebeğe 38 kurşun sıkan zihniyettir yahudi zihniyeti.

    allah yahudilerin şerrinden bizleri korusun...

    üstad necip fazıl ın dediği gibi:

    dünyanın neresinde bir pislik,kargaşa varsa onun altında yahudi parmağı vardır.

  • ahmet hamdi tanpınar06.09.2004 - 20:17

    'Bir Necip Fazıl olabilmenin ahmakça saadetine ne kadar muhtacım..'
    A.Hamdi Tanpınar

  • allah (c.c)29.08.2004 - 21:58

    Seni aramam için beni uzağa attın!
    Alemi benim, beni kendin için yarattın!

  • hz.muhammed29.08.2004 - 21:56

    Gelseydin


    Sevgili!
    Ümmü Mektum gibi
    Seni görmeden sana sesleniyoruz
    Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
    Sanki açınca gözlerimizi
    Seni görecekmişiz gibi
    Sana sesleniyoruz.
    Senin huzurunda ses yükselmez.
    Edeple konuşulur; edeple susulur.
    Hele biz ki bu kapının dilencileri,
    El açıp beklemekten başka
    Bize bir şey düşmezdi ama
    Şu araya giren yıllar olmasa
    Medine’ne uzak yollar olmasa
    İsmin anılınca yürek yanmasa
    Kapında beklemekten başka
    Bize bir şey düşmezdi.
    Bekliyoruz Sultânım!
    Rüyada olsa bile
    Belki teşrif edersin diye
    Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
    Seni bekliyoruz.
    Gelseydin,
    Bizim için cennet olurdu gelişin.
    Gelseydin,
    Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
    'Kardeşlerim' deyişini
    Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
    Gelseydin,
    Dolaşsaydın sofralarımızı,
    Bir tabak fazla görecektin,
    Bir bardak, bir kaşık fazla...
    Ve sofrada bir yer boş,
    Baş köşe! ..
    Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
    Gelseydin,
    Dolaşsaydın gecelerimizi,
    O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
    Anneler görecektin.
    Yeni doğmuşsun gibi,
    Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
    Mışıl mışıl uyuyasın diye
    Seni sabahlara kadar
    Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
    Sevgili!
    Gelseydin,
    Medine-i Münevvere'den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
    Eyyüb Sultan gibi,
    Kab bin Malik gibi,
    Bir fecir vaktinde,
    Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
    Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
    Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
    Arkalarına bakmayı ar sayan,
    Yiğitler görecektin.
    Onlar senin yiğidin,
    Elleri, o öpülesi elleri,
    Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
    Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
    Gelseydin,
    Gecenin zifiri karanlığında,
    Uykunun en tatlı aralığında,
    Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
    Gençler görecektin.
    Gözyaşı dökerken günahlarına,
    Veysel Karani'den istediğin gibi,
    İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
    Gelseydin,
    Asr-ı saadet gibi olmasa da,
    Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
    Yine senin ikliminde yetişen.
    Ama sen gelseydin,
    Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
    Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
    Hz.Vahşi gibi...
    Hani sen Hane-i Saadet'ten Mescid-i Nebevi'ye giderken
    Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
    Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı'nınsa
    Bakışları yerdeydi.
    Edepten göz göze gelmezlerdi.
    Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
    Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
    Bir de Ömer(R.A.) ...
    Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
    Pencerelerde, kapı önlerinde,
    Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
    Gelseydin,
    Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
    Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
    Sevgili!
    Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
    Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
    Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
    Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
    Sevgili!
    Bekliyoruz! ...

  • hz.muhammed29.08.2004 - 21:54

    Sen yoktun...
    Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun
    İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
    “Rabbimiz” dedi,
    “Onlara kendi içlerinden
    Senin ayetlerini okuyacak
    Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
    Onları temizleyecek bir elçi gönder,
    Amin dedi on sekiz bin âlem
    Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak
    Amin dedi İsmail.
    Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
    Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında.

  • ölüm29.08.2004 - 21:34

    Ölüm ruhun bedeni terk etmesi değildir sadece Bazen benim bulunduğum şu durum bile ölüm olabiliyor.

    hoşçakalın

  • ölüm28.08.2004 - 21:52

    BİR 'DİRİ' NİN ARDINDAN

    Şimdiye kadar ölüm üzerine ne ağıtlar yükseldi yerden gök kubbeye. Ama ağıt yakanlar bir sonraki seferde kendileri ağıtlara konu olmaktan kurtulamadılar. Zaman değirmeni çarkına düşenleri öğütmeden bırakmıyor. İnsanoğlu hep başka semtlere kovuyor ölümü, hiç kendi hanesine yaklaştırmıyor. Ama ansızın karşısına çıkıverince belki şaşırmaya dahi fırsat bulamadan kucağına düşüveriyor ölümün. Tam konuşacakken, diller gerçeği haykıracakken, söylemez oluveriyor; başka bir aleme saklanıyor sırlar. Artık hâl konuşuyor dilin sustuğu yerde, hâlden anlayana. Bir ömür, can ipliğine ölüm üzerine mısralar dizen şaire son anda söz söyleme fırsatı verilmiş:'Sen ölümden çok söz ettin, haydi ölümü anlat bakalım yaşayanlara, dercesine...' ve son söz:

    'Demek böyle ölünürmüş.'

    Yok, hayır.

    İnsanın etrafında öyle bir koza var ki Azrail’in ayak seslerinden başka hiçbir şey onu delmeye muktedir değil. Günümüz insanı ölüm karşısında, belgesellerde seyrettiğim zebraları hatırlatır bana. Hani aslan tehdidini enselerinde hissedince korkudan tüyleri diken diken olup da aslan içlerinden birini avlayıp yemeye başlayınca rahatlayıp otlamaya başlayan zebraları. Kabristandan dönenler bir dosta karşı son görevlerini yapmış olmanın gönül huzuru içinde, ölenle ölünmez, deyip hayatlarına kaldıkları yerden devam etmiyorlar mı? Hz. Ömer kendisine her gün ölümü hatırlatsın diye birisini görevlendirmiş. Bir gün saçlarında bir ak görünce onu çağırmış. Hadi sen git, artık ölümü hatırlatmak için bu bana yeter, demiş. Hayatını, kılı kırk yararcasına hassas yaşayan bir insana, ağarmış bir saç teli ölümü hatırlatmak için yeterli oluyor. Hayat sermayesini hoyratça harcayan bizlere ne oluyor ki dostlarımızın bir bir etrafımızdan ayrılışı karşısında bile bu kadar duyarsızız. Ölüm, hayatın gerçeği, ölüm korkusuyla da yaşanmaz ki, diyebiliriz. Doğru, ölüm korkusuyla yaşanmaz ama ölüm bir ibret dersidir:
    'Sen ibret almaz mısın ölenlerden
    Onlar da sencileyin kul değil mi? '
    Hayatı verenin bir gün bizden hayatın hesabını mutlaka soracağı gerçeğinin dersidir, ölüm. Hayatın insana verilmiş kısacık bir fırsat olduğunun ifadesidir.

    Yunus Emre’nin:

    'Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
    Çün okudun bilmezsen, ha bir kuru emektir'

    Şiirini,

    'Yaşamaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
    Çün (eğer) yaşadın bilmezsen, ha bir kuru emektir'

    şeklinde yorumlarsak, amaçsız yaşamanın kısır döngüsü içinde nasıl kıvranmakta olduğumuzu fark eder miyiz acaba? Bu âlem içinde anlamım nedir? Beni herkesten farklı yaratan, benimle ne murat ediyor? Benim yaratılış amacım nedir? Ben nereden geliyorum? Nereye sevk olunuyorum? ... Evet sorular uzar gider. Bir kere olsun kendisiyle yüz yüze gelememiş, hayatın anlamını düşünmemiş, kendi kendine soramamış, daha doğrusu işten güçten, meşguliyetten bunu aklını getirmemiş olan bizler, hayat karşısında – kendi konumumuz itibariyle –vazife ve yükümlülüklerimizi ne zaman hatırlarız? Azrail kapımızı çalınca mı?
    Bir gün birinin karşısına ansızın Azrail dikilivermiş, canını almaya geldim diye. Adam önce çok korkmuş, sonra aklı başına gelince yalvarmaya başlamış: Ne olur Azrail, canımı alma, hiç hazırlığım yok. Bu halimle Rabb’imin karşısına nasıl çıkarım? Gelmeden öne haber verseydin ben de ona göre hazırlığımı yapardım, demiş. Azrail, adamın haline acımış: Hadi git, şimdi senin canını almayacağım. Tekrar gelmeden önce de iki defa haber vereceğim, üçüncüsünde gelip canını alacağım, demiş. Adamcağız sevinerek gitmiş. Bir süre verdiği söze sadık yaşamış, sonra işi gevşetmiş, nasıl olsa Azrail gelmeden önce haber verecek. Geleceğini haber verdiği zaman hazırlanırım, deyip büsbütün olayı unutmuş. Aradan uzun zaman geçmiş. Azrail her halde gelmeyecek diye düşünmeye başladığı bir zamanda Azrail çıka gelmiş. Adam çok korkmuş ama bu arada da sormadan edememiş: Hani sen gelmeden önce haber verecektin? Azrail: Ben haber verdim, filan zamanda uzun süre burnun kanamıştı, hatırlamadın mı? Başka bir zamanda şöyle bir kaza geçirmiştin. Adam başını sallayarak tasdik etmiş. Sonra: Sen geleceğini böyle mi haber verirsin, diye sormuş. Azrail de, evet ben geleceğimi hadiselerin diliyle haber veririm, cevabını vermiş
    Avrupalı ölümü hatırlatan her sembolü gündelik hayatının dışına kovarken atalarımız mezarlıklarını şehrin ortasına yapmış, ölümü hatırdan çıkarmayalım daha doğrusu hayatın anlamını unutmayalım diye:

    'Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
    Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
    Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
    Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde? '

    Soralım, '...gidenlerden kalan şey neymiş elde? ' diye. Yüce Kitabımız kalanların, sadece 'sâlih ameller' yani sırf Allah rızası için yapılan güzel işler olduğunu haber veriyor bize. İşte ölüm, ölüm korkusuyla tir tir yaşayalım diye değil hayatın gerçeğini anlamak ve unutmamak için sık sık hatırlanması gereken bir olgu. Ölümü böyle anlamak ve idrak etmek herkese nasip olmuyor. Peşinciliği seven, peşin bir gram lezzeti gelecek bin gram lezzete tercihe meyilli nefsimize söz anlatmak zor. Hele kabrin öte tarafı onun için çok uzak bir ihtimal. Ey gönlüm:
    Nasihat istersen ölüm yeter

    (Şeref Tan)