yazılanlara bir iki cümle ile biz de cevap yazsak siyaset yapıyorsun denir cevap verilemeyecek noktaya gelindiğinde mevzuu bir şekilde tecavüz ve tacizlere getirilir ama tümüne değil sadece tarikat içerisinde yaşanılanlara sonra sen bir iki cümleyle cevap verince tecavüzcüleri tacizcileri savunur pozisyonuna itilirsin ardından tarikatleri savunan ve ardından da gerici İslamcı yobaz ilan edilirsin ve ardından tüm geri kalmışlıklar tüm kötülükler islama faturalandırılır sen demek istersin siz islamdan niye bu kadar nefret ediyorsun denir ki aaaaa sen islamın sahibi misin burda islam adına ahkam kesip bekçilik yapıyorsun sonra küfürler hakaretler sonra yeniden başa dönülür iyisi mi boş verip bunlara biz yine edebiyat konuşalım edebiyat felsefe her şeydir candır hayattır
orta çağın hastalığı veba, tifo en güzel romanlara konu oldular. acaba korona virüs denen illet hangi yazarın romanında yer bulacak çocuklarımız torunlarımız öyle bir romanı okuyabilecek mi mesela stefen zveig vebayı ne güzel anlatmış yine turgenyevin babalar ve oğullar romanındaki en değerli kahramanını bir tifo virüsü alt eder. ölümü bir babanın gözleri önünde kolları arasında oğulun can verişi nasıl sarsıcı bir şekilde anlatılır babalar ve oğullar'da
edebiyat namına bir şey yok ya sapına kadar aşka köklemeler ya da bir kelimecikten bir sözcük öbeğinden lafı alıp ya Atatürk e atatürksüzlüğe yada dine veya dinsizliğe mal etmeler. zaten skalada ya öylesindir ya böyle ya osundur ya bu orta bir yerde olamazsın ortada durup tarafsız kalıp bir eleştiride bulunamazsın hemen o şeyin fedaileri daileri derhal pençe diş saç baş yolmaya kalkarlar sonra gelsin en adi küfürler hakaretler buraya yakışmayan bir düzey sahi nihat bey nerelerdesiniz
herkes hoş geldin yeni yıl diyor yeni yıldan şunu şunu bunu bunu diliyor biri de demiyor ki bize hep yeni yıllar veren rabbimize şükürler olsun yeni yıllar mı yalnız o yıllarla birlikte milyonlarca nefes, nimet, hayat veriyor. sözler bazen masumca rabbe güç gidiyor sözler önemli
derin yalnızlık sıktığım portakal suyunu da masaya getirip zorlama bir coşkuyla hadi bakalım diyorum. kahvaltımızı yapalım acele et çıkmamız lazım. bu gün okulun ilk günü. oğlum bu gün okula başlayacak. yepyeni okul formasını giymiş, ne de yakışmış. bir kaç lokma yemeye zorluyor kendisini ona göstermemeye uğraştığım tedirginliğimi yoğun bir çabayla sesime yüklediğim coşkuyla kapamaya çalışıyorum. çok sessiz benim oğlum evde sessiz, sokakta sessiz, alış verişte sessiz bir iki çocuğun olduğu ortamlarda sessiz ilk adımı hep karşıdan bekliyor, tek arkadaşı benim benimleyken dünyalar onun oluyor, her şeyi sevgiyi mutluluğu, acıyı, nefreti,durgunluğu, coşkuyu yalnız benimle paylaşabiliyor. yalnızlığı beni hep tedirgin ediyor, içimde bir kıymık ve okıymığın verdiği ince bir sızı. babasının ölümünden sonra daha da arttı insanlarla iletişime geçememe hali bana daha da düşkünleşti. kreşe bile devam etmek istemedi, ilkokuldan önceki bir yıl günlerini evde benim işten dönmemi bekleyerek geçirdi. onu açılsın oynasın diye götürdüğüm parklarda tek başına bir kenarda oynuyor, kimseye karışmamayı tercih ediyordu, ömrünün en nadir bir iki çocukla oynadığı zamanlarını hatırlıyorum çok mutluydu, dünyalar onun olmuştu, hele adının söylenmesinin kızgınlıkla bile olsa onu çok mutlu ettiğini fark etmiştim. bu gün okula gidecek olan oğlum yaşamında çok önemli bir başlangıç yapıyordu, biliyordum bu onun üstesinden gelinmesi çok zor bir ödevdi son bir kaç hafta sürekli okulla ilgili sorular sordu ben onu bırakıp gidecek miydim bir daha hiç gelmeyecek miydim insanlar ona nasıl davranacaktı. minik ellerini bıraktım haydi şu sıraya otur dedim, pırıl pırıl bakan onlarca çocuk vardı orada, onlardan biri de benim yavrumdu parmaklarımı sıkı sıkı sarmış haldeki minik eli çözüldü, duraksayarak gösterdiğim yere oturdu. arkama baktım el salladım göz yaşlarımı görmesin diye hızla uzaklaştım. aradan geçen bir kaç gün çok coşkuluydu bana arkadaşlarını öğretmenini anlatıyordu bol bol yaptığı bazı saçma şakalara arkadaşlarının kahkahalarla güldüklerini teneffüste kaçırdığı gol için nasıl tartıştıklarını falan filan öğretmeni o gün aferin ilk sen yaptın deyip başını okşamıştı, ertesi gün niye arkadaşına vurdun deyip azarlamıştı olay ne olursa olsun anlatırken çok mutluydu. bir gün işten izin alıp okula gittim sınıfından bir iki öğrenci gördüm oğlumu sordum tanımıyorlardı sınıfa çıktım oğlumu bahçede boşuna aramıştım sınıfta en arka sırada tek başına oturuyordu, sıralarında sohbet eden bir iki öğrenciyi imrenerek dinliyordu, o zaman anladım oğlum bana hikayeler uyduruyordu, iyi ama neden öğretmeni onun çok sessiz sakin bir çocuk olduğunu kendisine bir şey sorulmadıkça hiç ağzını açmadığını verdiği cevapların da bir iki kelimelik olduğunu anlattığında hiç şaşırmadım. evde bu konuyu sorduğumda bana cevap vermedi onun yerine kocaman göz bebeklerini gözlerime dikip yalan söylediği için çok özür dilermiş gibi baktı. takip eden günlerde artık oğlum hikayeler anlatmıyordu sessizce yemeğini yiyip, sessizce odasına geçip ödevlerini yapıyor, sessizce televizyon izliyor ve uykusu geldiğinde sessizce uyuyordu. bu hali içime işliyordu, bir gün oğlum bana anne arkadaşlarımı eve çağırabilir miyim dedi. çok şaşırdım çünkü oğlumun hiç arkadaşı olmadığını biliyordum tabiiii oğlum dedim oğlum çok mutluydu, yanağıma bir öpücük kondurdu. pasta da yapar mısın anne tabiii ki hem de senin istediğin gibi kakaolu dedim anneciğim çok mutluyum dedi. ertesi gün işten geldim. görünürde hiçbir tuhaflık yoktu. oğlum benden önce gelmişti. anne dedi içeride misafirlerimiz var gel seni onlarla tanıştırayım. hayret hiç ayakkabı yoktu kapıda. elimden tutup odaya beraber girmemizi sağladı. bu barış barış bu annem dedi ben sesim titreyerek memnun oldum barış dedim bu da Ahmet hoş geldin Ahmet dedim kalbim hızlanmıştı. oğlum dikkatle bana bakıyor bir saniye bile gözlerini benden ayırmıyordu. nasıl buldun anne arkadaşlarımı çok iyiler yavrum çok hoşlar diyebildim. benim annem çok harikadır dedi kendisi böbürlenerek. ben pastayı getireyim diyip hızla kendimi odadan dışarı attım. mutfakta hıçkırıklarımı içime atarak ağladım, oğlumun duymasını istemiyordum onu yıllardır ilk kez bu kadar coşkulu ve mutlu görüyordum uyandırmaya kıyamadım dokunduğumda kırılıverecek cam bir dünyaydı ev eşyalar ve oğlum dağılıp gidivermesine buna sebep olanın ben olmasına gönlüm razı gelmiyordu. oğlumun odadan kahkahaları duyuluyordu, gözlerimi kurulayıp kendimi teskin ettikten sonra pasta tabaklarıyla odaya girdim oğlum masaya tabakları yerleştiriyordu itinayla beni de oturttuktan sonra hep beraber sohbet ederek pastalarımızı yedik hayatımda yediğim en acı nimetti o pasta bizi bir gören kesinlikle deli olduğumuzu anlardı. oğlum arkadaşlarını yolcu etti bu olayı bir daha konuşmadık psikiyatrın söylediğine göre oğlumunki çok derin bir yalnızlıktı. çocuk zihni bu yalnızlığın ona yüklediği duygusal yükü taşıyamamıştı. oğlum benim güzel oğlum sen dünyanın en sevgi dolu en sevmeye sevilmeye muhtaç kalbindeki sevgiyle en kalabalık insanısın.
derin yalnızlık sıktığım portakal suyunu da masaya getirip zorlama bir coşkuyla hadi bakalım diyorum. kahvaltımızı yapalım acele et çıkmamız lazım. bu gün okulun ilk günü. oğlum bu gün okula başlayacak. yepyeni okul formasını giymiş, ne de yakışmış. bir kaç lokma yemeye zorluyor kendisini ona göstermemeye uğraştığım tedirginliğimi yoğun bir çabayla sesime yüklediğim coşkuyla kapamaya çalışıyorum. çok sessiz benim oğlum evde sessiz, sokakta sessiz, alış verişte sessiz bir iki çocuğun olduğu ortamlarda sessiz ilk adımı hep karşıdan bekliyor, tek arkadaşı benim benimleyken dünyalar onun oluyor, her şeyi sevgiyi mutluluğu, acıyı, nefreti,durgunluğu, coşkuyu yalnız benimle paylaşabiliyor. yalnızlığı beni hep tedirgin ediyor, içimde bir kıymık ve okıymığın verdiği ince bir sızı. babasının ölümünden sonra daha da arttı insanlarla iletişime geçememe hali bana daha da düşkünleşti. kreşe bile devam etmek istemedi, ilkokuldan önceki bir yıl günlerini evde benim işten dönmemi bekleyerek geçirdi. onu açılsın oynasın diye götürdüğüm parklarda tek başına bir kenarda oynuyor, kimseye karışmamayı tercih ediyordu, ömrünün en nadir bir iki çocukla oynadığı zamanlarını hatırlıyorum çok mutluydu, dünyalar onun olmuştu, hele adının söylenmesinin kızgınlıkla bile olsa onu çok mutlu ettiğini fark etmiştim. bu gün okula gidecek olan oğlum yaşamında çok önemli bir başlangıç yapıyordu, biliyordum bu onun üstesinden gelinmesi çok zor bir ödevdi son bir kaç hafta sürekli okulla ilgili sorular sordu ben onu bırakıp gidecek miydim bir daha hiç gelmeyecek miydim insanlar ona nasıl davranacaktı. minik ellerini bıraktım haydi şu sıraya otur dedim, pırıl pırıl bakan onlarca çocuk vardı orada, onlardan biri de benim yavrumdu parmaklarımı sıkı sıkı sarmış haldeki minik eli çözüldü, duraksayarak gösterdiğim yere oturdu. arkama baktım el salladım göz yaşlarımı görmesin diye hızla uzaklaştım. aradan geçen bir kaç gün çok coşkuluydu bana arkadaşlarını öğretmenini anlatıyordu bol bol yaptığı bazı saçma şakalara arkadaşlarının kahkahalarla güldüklerini teneffüste kaçırdığı gol için nasıl tartıştıklarını falan filan öğretmeni o gün aferin ilk sen yaptın deyip başını okşamıştı, ertesi gün niye arkadaşına vurdun deyip azarlamıştı olay ne olursa olsun anlatırken çok mutluydu. bir gün işten izin alıp okula gittim sınıfından bir iki öğrenci gördüm oğlumu sordum tanımıyorlardı sınıfa çıktım oğlumu bahçede boşuna aramıştım sınıfta en arka sırada tek başına oturuyordu, sıralarında sohbet eden bir iki öğrenciyi imrenerek dinliyordu, o zaman anladım oğlum bana hikayeler uyduruyordu, iyi ama neden öğretmeni onun çok sessiz sakin bir çocuk olduğunu kendisine bir şey sorulmadıkça hiç ağzını açmadığını verdiği cevapların da bir iki kelimelik olduğunu anlattığında hiç şaşırmadım. evde bu konuyu sorduğumda bana cevap vermedi onun yerine kocaman göz bebeklerini gözlerime dikip yalan söylediği için çok özür dilermiş gibi baktı. takip eden günlerde artık oğlum hikayeler anlatmıyordu sessizce yemeğini yiyip, sessizce odasına geçip ödevlerini yapıyor, sessizce televizyon izliyor ve uykusu geldiğinde sessizce uyuyordu. bu hali içime işliyordu, bir gün oğlum bana anne arkadaşlarımı eve çağırabilir miyim dedi. çok şaşırdım çünkü oğlumun hiç arkadaşı olmadığını biliyordum tabiiii oğlum dedim oğlum çok mutluydu, yanağıma bir öpücük kondurdu. pasta da yapar mısın anne tabiii ki hem de senin istediğin gibi kakaolu dedim anneciğim çok mutluyum dedi. ertesi gün işten geldim. görünürde hiçbir tuhaflık yoktu. oğlum benden önce gelmişti. anne dedi içeride misafirlerimiz var gel seni onlarla tanıştırayım. hayret hiç ayakkabı yoktu kapıda. elimden tutup odaya beraber girmemizi sağladı. bu barış barış bu annem dedi ben sesim titreyerek memnun oldum barış dedim bu da Ahmet hoş geldin Ahmet dedim kalbim hızlanmıştı. oğlum dikkatle bana bakıyor bir saniye bile gözlerini benden ayırmıyordu. nasıl buldun anne arkadaşlarımı çok iyiler yavrum çok hoşlar diyebildim. benim annem çok harikadır dedi kendisi böbürlenerek. ben pastayı getireyim diyip hızla kendimi odadan dışarı attım. mutfakta hıçkırıklarımı içime atarak ağladım, oğlumun duymasını istemiyordum onu yıllardır ilk kez bu kadar coşkulu ve mutlu görüyordum uyandırmaya kıyamadım dokunduğumda kırılıverecek cam bir dünyaydı ev eşyalar ve oğlum dağılıp gidivermesine buna sebep olanın ben olmasına gönlüm razı gelmiyordu. oğlumun odadan kahkahaları duyuluyordu, gözlerimi kurulayıp kendimi teskin ettikten sonra pasta tabaklarıyla odaya girdim oğlum masaya tabakları yerleştiriyordu itinayla beni de oturttuktan sonra hep beraber sohbet ederek pastalarımızı yedik hayatımda yediğim en acı nimetti o pasta bizi bir gören kesinlikle deli olduğumuzu anlardı. oğlum arkadaşlarını yolcu etti bu olayı bir daha konuşmadık psikiyatrın söylediğine göre oğlumunki çok derin bir yalnızlıktı. çocuk zihni bu yalnızlığın ona yüklediği duygusal yükü taşıyamamıştı. oğlum benim güzel oğlum sen dünyanın en sevgi dolu en sevmeye sevilmeye muhtaç kalbindeki sevgiyle en kalabalık insanısın.
eskiden filmler vardı sizi içine alan sahici acıları olan sevinçleri olan sahici kahramanları olan yanlışları sizin yanlışlarınız olan doğruları sizinkilere eş değer ızdıraplar vardı mutlulukları vardı yalnız evimizi değil gönlümüzü de şenlendiren dolduran ısıtan son yıllarda hiç böyle bir film izlediniz mi son yıllarda hiç film izlediniz mi gerçek bir hikayesi olan hikayesi sizin hikayenizle bir yerde çakışan hatta çakışmak ne iç içe geçen hikaye üretememe sorunu yaşıyor sinema tükenmişlik sendromu yaşıyor. her şeyi aşkı mutluluğu sevinci anlık hazlara dönüştürünce modern yaşam üzüntüler beğendiğn eşyaya mala mülke sahip olamamaktan öte gidemeyince hikayenin metni gitti geriye kraker tadında hazzı kaldı sadece diziler filmler erotik sahneler yer almadıkça sakız gibi sündürülmedikçe şehvet hayvani anlık heves gibi şeyler aşk ambalajıyla pazarlanınca izenmez oldu. film koptu sinema bitti
emine hanım
gerçekten güzel bir konu
burdan iyi bir roman çıkar
yazılanlara bir iki cümle ile biz de cevap yazsak siyaset yapıyorsun denir
cevap verilemeyecek noktaya gelindiğinde
mevzuu bir şekilde
tecavüz ve tacizlere getirilir
ama tümüne değil sadece tarikat içerisinde yaşanılanlara
sonra sen bir iki cümleyle cevap verince
tecavüzcüleri tacizcileri savunur pozisyonuna itilirsin
ardından tarikatleri savunan ve ardından da gerici İslamcı yobaz ilan edilirsin
ve ardından tüm geri kalmışlıklar tüm kötülükler islama faturalandırılır
sen demek istersin siz islamdan niye bu kadar nefret ediyorsun
denir ki aaaaa sen islamın sahibi misin
burda islam adına ahkam kesip bekçilik yapıyorsun
sonra küfürler hakaretler
sonra yeniden başa dönülür
iyisi mi boş verip bunlara
biz yine edebiyat konuşalım
edebiyat felsefe her şeydir
candır
hayattır
orta çağın hastalığı veba, tifo en güzel romanlara konu oldular.
acaba korona virüs
denen illet hangi yazarın romanında yer bulacak
çocuklarımız torunlarımız öyle bir romanı okuyabilecek mi
mesela stefen zveig vebayı ne güzel anlatmış
yine turgenyevin babalar ve oğullar romanındaki en değerli kahramanını bir tifo virüsü alt eder.
ölümü
bir babanın gözleri önünde kolları arasında oğulun can verişi nasıl sarsıcı bir şekilde anlatılır babalar ve oğullar'da
edebiyat namına bir şey yok
ya sapına kadar aşka köklemeler
ya da bir kelimecikten bir sözcük öbeğinden lafı alıp ya Atatürk e atatürksüzlüğe yada dine veya dinsizliğe mal etmeler.
zaten skalada ya öylesindir ya böyle
ya osundur ya bu
orta bir yerde olamazsın
ortada durup tarafsız kalıp bir eleştiride bulunamazsın
hemen o şeyin fedaileri daileri derhal pençe diş saç baş yolmaya kalkarlar
sonra gelsin en adi küfürler
hakaretler
buraya yakışmayan bir düzey
sahi nihat bey nerelerdesiniz
herkes hoş geldin yeni yıl diyor
yeni yıldan şunu şunu bunu bunu diliyor
biri de demiyor ki
bize hep yeni yıllar veren rabbimize şükürler olsun
yeni yıllar mı yalnız
o yıllarla birlikte milyonlarca nefes, nimet, hayat veriyor.
sözler bazen masumca rabbe güç gidiyor
sözler önemli
derin yalnızlık
sıktığım portakal suyunu da masaya getirip zorlama bir coşkuyla hadi bakalım diyorum.
kahvaltımızı yapalım
acele et çıkmamız lazım.
bu gün okulun ilk günü.
oğlum bu gün okula başlayacak.
yepyeni okul formasını giymiş, ne de yakışmış.
bir kaç lokma yemeye zorluyor kendisini
ona göstermemeye uğraştığım tedirginliğimi yoğun bir çabayla sesime yüklediğim coşkuyla kapamaya çalışıyorum.
çok sessiz benim oğlum
evde sessiz, sokakta sessiz, alış verişte sessiz
bir iki çocuğun olduğu ortamlarda sessiz
ilk adımı hep karşıdan bekliyor, tek arkadaşı benim
benimleyken dünyalar onun oluyor,
her şeyi sevgiyi mutluluğu, acıyı, nefreti,durgunluğu, coşkuyu
yalnız benimle paylaşabiliyor. yalnızlığı beni hep tedirgin ediyor, içimde bir kıymık ve okıymığın verdiği ince bir sızı.
babasının ölümünden sonra daha da arttı insanlarla iletişime geçememe hali
bana daha da düşkünleşti.
kreşe bile devam etmek istemedi,
ilkokuldan önceki bir yıl günlerini evde benim işten dönmemi bekleyerek geçirdi.
onu açılsın oynasın diye götürdüğüm parklarda tek başına bir kenarda oynuyor, kimseye karışmamayı tercih ediyordu, ömrünün en nadir bir iki çocukla oynadığı zamanlarını hatırlıyorum
çok mutluydu, dünyalar onun olmuştu, hele adının söylenmesinin kızgınlıkla bile olsa onu çok mutlu ettiğini fark etmiştim.
bu gün okula gidecek olan oğlum yaşamında çok önemli bir başlangıç yapıyordu, biliyordum
bu onun üstesinden gelinmesi çok zor bir ödevdi
son bir kaç hafta
sürekli okulla ilgili sorular sordu
ben onu bırakıp gidecek miydim
bir daha hiç gelmeyecek miydim
insanlar ona nasıl davranacaktı.
minik ellerini bıraktım
haydi şu sıraya otur dedim,
pırıl pırıl bakan onlarca çocuk vardı orada,
onlardan biri de benim yavrumdu
parmaklarımı sıkı sıkı sarmış haldeki minik eli çözüldü, duraksayarak gösterdiğim yere oturdu.
arkama baktım el salladım
göz yaşlarımı görmesin diye hızla uzaklaştım.
aradan geçen bir kaç gün çok coşkuluydu
bana arkadaşlarını öğretmenini anlatıyordu bol bol
yaptığı bazı saçma şakalara arkadaşlarının kahkahalarla güldüklerini teneffüste kaçırdığı gol için nasıl tartıştıklarını falan filan
öğretmeni o gün aferin ilk sen yaptın deyip başını okşamıştı,
ertesi gün niye arkadaşına vurdun deyip azarlamıştı
olay ne olursa olsun anlatırken çok mutluydu.
bir gün işten izin alıp okula gittim
sınıfından bir iki öğrenci gördüm
oğlumu sordum
tanımıyorlardı
sınıfa çıktım
oğlumu bahçede boşuna aramıştım
sınıfta en arka sırada tek başına oturuyordu, sıralarında sohbet eden bir iki öğrenciyi imrenerek dinliyordu, o zaman anladım
oğlum bana hikayeler uyduruyordu, iyi ama neden
öğretmeni onun çok sessiz sakin bir çocuk olduğunu kendisine bir şey sorulmadıkça hiç ağzını açmadığını
verdiği cevapların da bir iki kelimelik olduğunu anlattığında hiç şaşırmadım.
evde bu konuyu sorduğumda bana cevap vermedi
onun yerine kocaman göz bebeklerini gözlerime dikip yalan söylediği için çok özür dilermiş gibi baktı.
takip eden günlerde artık oğlum hikayeler anlatmıyordu
sessizce yemeğini yiyip, sessizce odasına geçip ödevlerini yapıyor, sessizce televizyon izliyor ve uykusu geldiğinde sessizce uyuyordu.
bu hali içime işliyordu,
bir gün oğlum bana anne arkadaşlarımı eve çağırabilir miyim dedi.
çok şaşırdım
çünkü oğlumun hiç arkadaşı olmadığını biliyordum
tabiiii oğlum dedim
oğlum çok mutluydu, yanağıma bir öpücük kondurdu.
pasta da yapar mısın anne
tabiii ki hem de senin istediğin gibi kakaolu dedim
anneciğim çok mutluyum dedi.
ertesi gün işten geldim.
görünürde hiçbir tuhaflık yoktu.
oğlum benden önce gelmişti.
anne dedi içeride misafirlerimiz var
gel seni onlarla tanıştırayım.
hayret hiç ayakkabı yoktu kapıda.
elimden tutup odaya beraber girmemizi sağladı.
bu barış
barış bu annem dedi
ben sesim titreyerek
memnun oldum barış dedim
bu da Ahmet
hoş geldin Ahmet dedim kalbim hızlanmıştı.
oğlum dikkatle bana bakıyor bir saniye bile gözlerini benden ayırmıyordu.
nasıl buldun anne arkadaşlarımı
çok iyiler yavrum çok hoşlar diyebildim.
benim annem çok harikadır dedi kendisi böbürlenerek.
ben pastayı getireyim diyip hızla kendimi odadan dışarı attım.
mutfakta hıçkırıklarımı içime atarak ağladım, oğlumun duymasını istemiyordum
onu yıllardır ilk kez bu kadar coşkulu ve mutlu görüyordum
uyandırmaya kıyamadım
dokunduğumda kırılıverecek cam bir dünyaydı ev eşyalar ve oğlum
dağılıp gidivermesine buna sebep olanın ben olmasına gönlüm razı gelmiyordu.
oğlumun odadan kahkahaları duyuluyordu, gözlerimi kurulayıp kendimi teskin ettikten sonra pasta tabaklarıyla odaya girdim
oğlum masaya tabakları yerleştiriyordu
itinayla beni de oturttuktan sonra hep beraber sohbet ederek pastalarımızı yedik
hayatımda yediğim en acı nimetti o pasta
bizi bir gören kesinlikle deli olduğumuzu anlardı.
oğlum arkadaşlarını yolcu etti
bu olayı bir daha konuşmadık
psikiyatrın söylediğine göre oğlumunki çok derin bir yalnızlıktı.
çocuk zihni bu yalnızlığın ona yüklediği duygusal yükü taşıyamamıştı.
oğlum benim
güzel oğlum
sen dünyanın en sevgi dolu en sevmeye sevilmeye muhtaç kalbindeki sevgiyle en kalabalık insanısın.
derin yalnızlık
sıktığım portakal suyunu da masaya getirip zorlama bir coşkuyla hadi bakalım diyorum.
kahvaltımızı yapalım
acele et çıkmamız lazım.
bu gün okulun ilk günü.
oğlum bu gün okula başlayacak.
yepyeni okul formasını giymiş, ne de yakışmış.
bir kaç lokma yemeye zorluyor kendisini
ona göstermemeye uğraştığım tedirginliğimi yoğun bir çabayla sesime yüklediğim coşkuyla kapamaya çalışıyorum.
çok sessiz benim oğlum
evde sessiz, sokakta sessiz, alış verişte sessiz
bir iki çocuğun olduğu ortamlarda sessiz
ilk adımı hep karşıdan bekliyor, tek arkadaşı benim
benimleyken dünyalar onun oluyor,
her şeyi sevgiyi mutluluğu, acıyı, nefreti,durgunluğu, coşkuyu
yalnız benimle paylaşabiliyor. yalnızlığı beni hep tedirgin ediyor, içimde bir kıymık ve okıymığın verdiği ince bir sızı.
babasının ölümünden sonra daha da arttı insanlarla iletişime geçememe hali
bana daha da düşkünleşti.
kreşe bile devam etmek istemedi,
ilkokuldan önceki bir yıl günlerini evde benim işten dönmemi bekleyerek geçirdi.
onu açılsın oynasın diye götürdüğüm parklarda tek başına bir kenarda oynuyor, kimseye karışmamayı tercih ediyordu, ömrünün en nadir bir iki çocukla oynadığı zamanlarını hatırlıyorum
çok mutluydu, dünyalar onun olmuştu, hele adının söylenmesinin kızgınlıkla bile olsa onu çok mutlu ettiğini fark etmiştim.
bu gün okula gidecek olan oğlum yaşamında çok önemli bir başlangıç yapıyordu, biliyordum
bu onun üstesinden gelinmesi çok zor bir ödevdi
son bir kaç hafta
sürekli okulla ilgili sorular sordu
ben onu bırakıp gidecek miydim
bir daha hiç gelmeyecek miydim
insanlar ona nasıl davranacaktı.
minik ellerini bıraktım
haydi şu sıraya otur dedim,
pırıl pırıl bakan onlarca çocuk vardı orada,
onlardan biri de benim yavrumdu
parmaklarımı sıkı sıkı sarmış haldeki minik eli çözüldü, duraksayarak gösterdiğim yere oturdu.
arkama baktım el salladım
göz yaşlarımı görmesin diye hızla uzaklaştım.
aradan geçen bir kaç gün çok coşkuluydu
bana arkadaşlarını öğretmenini anlatıyordu bol bol
yaptığı bazı saçma şakalara arkadaşlarının kahkahalarla güldüklerini teneffüste kaçırdığı gol için nasıl tartıştıklarını falan filan
öğretmeni o gün aferin ilk sen yaptın deyip başını okşamıştı,
ertesi gün niye arkadaşına vurdun deyip azarlamıştı
olay ne olursa olsun anlatırken çok mutluydu.
bir gün işten izin alıp okula gittim
sınıfından bir iki öğrenci gördüm
oğlumu sordum
tanımıyorlardı
sınıfa çıktım
oğlumu bahçede boşuna aramıştım
sınıfta en arka sırada tek başına oturuyordu, sıralarında sohbet eden bir iki öğrenciyi imrenerek dinliyordu, o zaman anladım
oğlum bana hikayeler uyduruyordu, iyi ama neden
öğretmeni onun çok sessiz sakin bir çocuk olduğunu kendisine bir şey sorulmadıkça hiç ağzını açmadığını
verdiği cevapların da bir iki kelimelik olduğunu anlattığında hiç şaşırmadım.
evde bu konuyu sorduğumda bana cevap vermedi
onun yerine kocaman göz bebeklerini gözlerime dikip yalan söylediği için çok özür dilermiş gibi baktı.
takip eden günlerde artık oğlum hikayeler anlatmıyordu
sessizce yemeğini yiyip, sessizce odasına geçip ödevlerini yapıyor, sessizce televizyon izliyor ve uykusu geldiğinde sessizce uyuyordu.
bu hali içime işliyordu,
bir gün oğlum bana anne arkadaşlarımı eve çağırabilir miyim dedi.
çok şaşırdım
çünkü oğlumun hiç arkadaşı olmadığını biliyordum
tabiiii oğlum dedim
oğlum çok mutluydu, yanağıma bir öpücük kondurdu.
pasta da yapar mısın anne
tabiii ki hem de senin istediğin gibi kakaolu dedim
anneciğim çok mutluyum dedi.
ertesi gün işten geldim.
görünürde hiçbir tuhaflık yoktu.
oğlum benden önce gelmişti.
anne dedi içeride misafirlerimiz var
gel seni onlarla tanıştırayım.
hayret hiç ayakkabı yoktu kapıda.
elimden tutup odaya beraber girmemizi sağladı.
bu barış
barış bu annem dedi
ben sesim titreyerek
memnun oldum barış dedim
bu da Ahmet
hoş geldin Ahmet dedim kalbim hızlanmıştı.
oğlum dikkatle bana bakıyor bir saniye bile gözlerini benden ayırmıyordu.
nasıl buldun anne arkadaşlarımı
çok iyiler yavrum çok hoşlar diyebildim.
benim annem çok harikadır dedi kendisi böbürlenerek.
ben pastayı getireyim diyip hızla kendimi odadan dışarı attım.
mutfakta hıçkırıklarımı içime atarak ağladım, oğlumun duymasını istemiyordum
onu yıllardır ilk kez bu kadar coşkulu ve mutlu görüyordum
uyandırmaya kıyamadım
dokunduğumda kırılıverecek cam bir dünyaydı ev eşyalar ve oğlum
dağılıp gidivermesine buna sebep olanın ben olmasına gönlüm razı gelmiyordu.
oğlumun odadan kahkahaları duyuluyordu, gözlerimi kurulayıp kendimi teskin ettikten sonra pasta tabaklarıyla odaya girdim
oğlum masaya tabakları yerleştiriyordu
itinayla beni de oturttuktan sonra hep beraber sohbet ederek pastalarımızı yedik
hayatımda yediğim en acı nimetti o pasta
bizi bir gören kesinlikle deli olduğumuzu anlardı.
oğlum arkadaşlarını yolcu etti
bu olayı bir daha konuşmadık
psikiyatrın söylediğine göre oğlumunki çok derin bir yalnızlıktı.
çocuk zihni bu yalnızlığın ona yüklediği duygusal yükü taşıyamamıştı.
oğlum benim
güzel oğlum
sen dünyanın en sevgi dolu en sevmeye sevilmeye muhtaç kalbindeki sevgiyle en kalabalık insanısın.
eskiden filmler vardı
sizi içine alan
sahici acıları olan
sevinçleri olan
sahici kahramanları olan
yanlışları sizin yanlışlarınız olan
doğruları sizinkilere eş değer
ızdıraplar vardı
mutlulukları vardı yalnız evimizi değil gönlümüzü de şenlendiren dolduran ısıtan
son yıllarda hiç böyle bir film izlediniz mi
son yıllarda hiç film izlediniz mi
gerçek bir hikayesi olan
hikayesi sizin hikayenizle bir yerde çakışan hatta çakışmak ne
iç içe geçen
hikaye üretememe sorunu yaşıyor sinema
tükenmişlik sendromu yaşıyor.
her şeyi aşkı mutluluğu sevinci anlık hazlara dönüştürünce modern yaşam
üzüntüler beğendiğn eşyaya mala mülke sahip olamamaktan öte gidemeyince
hikayenin metni gitti
geriye kraker tadında hazzı kaldı sadece
diziler filmler
erotik sahneler yer almadıkça
sakız gibi sündürülmedikçe
şehvet
hayvani anlık heves gibi şeyler aşk ambalajıyla pazarlanınca
izenmez oldu.
film koptu
sinema bitti
alev alatlı
tüm zamanlara düşülmüş şerh gibi.
şerhliğini severim ben senin.
şu aziz ikindi saati bela okuyan emmi
sen de o bayat çayından iç bi fondüp bakiim havan yerine gelsin
bela anıp durma burda o bela seni bulur yoksam