sezen aksu müthiş bir performans sergilemiş bu şarkıda o böyle saatlerce çalsın arka fonda bıkmadan usanmadan daha da artan bir zevk ve hevesle dinlerim
zdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer Gam karar eyliyemez Hande-i Hurrem de geçer Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer Gece gündüz yok olur, An-ı dem Adem de geçer Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi? İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi? Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun fili mi Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne Girmemiştir bu avalim, bu bedayi gözüne Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne Pir olur sâki-i gülçehre, bakılmaz yüzüne Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer...
ne güzel şiirlerimiz var, ne güzel edebiyatımız, keşke daha çok insan şiir okusa, daha çok tanısak sahiplensek, mesela tüm herkes çanakkale şehitliğineyi, han duvarlarını, sessiz gemiyi ezbere okuyabilse
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına. Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince. Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi. Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi. Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine. Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine. Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan. Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan; Geçiyordu araba yola benzer bir sudan. Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu: Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin viran hanı. Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik .......... ..........
Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden dünyaya, hayret, hasret ve biraz da bayat bayram şekeri kederiyle bakan, aklı canbaz,yanağı al, sesi çilek aroması bir çocuk oturuyor gözlerinde...
bir fırtınanın kopmak üzere olduğunu hissettiler iki kardeş birbirlerinin yüzüne, gözlerine baktılar bir kaç saniye. Aralarında telepatik bir iletişim kurulmuştu son günlerde, birbirlerinin ne hissettiğini ne söyleyeceğini, nasıl tepki vereceğini bilir olmuşlardı. iyi ki de olmuşlardı. şu , özellikle son günlerde en üst seviyeyee çıkmış olan aile içi tartışmalar hatta kavgalarda ablasıyla derhal nisbeten korunaklı odalarına çekilmeyi ve o aşağılayıcı, kırıcı yok edici çatışmalardan korunmayı başarıyorlardı. bu olayların tek bir faydası sayılabilecek olsa o da ablasıyla çok fazla yakınlaşmış olmalarıydı. ablası evet bir ablaydı ama aslında o da kendisinden sadece üç yaş büyüktü. yine de bu az yaş farkına rağmen ablası onu kollanmaya korunmaya muhafaza edilmeye layık değerli bir varlık olarak görüp hep öyle davranmıştı. iyiki öyle görmüş iyi ki öyle davranmıştı, iyi ki ablası vardı.
ablası son günlerde hep yaptığı gibi yine elinden tutup hadi gel odama gidelim , sana göstermek istediğim bir şey var, ve adeta çekiştirerek onu odaya götürdü. babası bu arada yine bildiği küfürleri sıralama aşamasına çoktan geçmişti. bu sefer daha aceleciydi, aradaki aşamaları hızla atlayıp direk küfür aşamasına da çok hızlı varmıştı. annesi de belki haklı bile olsa susmuyor, altta kalırım korkusundanmıdır nedir o da hakaretamiz kelimeleri sıralıyordu. ikisinin de aklına o iki yavru gelmiyordu. ablası ne gösterirse göstersin izleyemiyor, ablasını takip etmekte çok zorlanıyordu. tüm duyuları anne babasındaydı. aslında ilgilenmiyormuş gibi yapsa da ablacığının minik kalp atışlarını , nasıl da göğüs kafesini kırarcasına güm güm ettiğini kendisi de duyuyordu. bu durum onu daha da korkutuyordu, bu sefer işlerin daha kötü olduğunu hissetmişlerdi, babaları yeter artık bıktım senden de çocuklarından da defolun bir rahat bırakın artık diye uluduğunu farkettiler. anneleri ne diyorsun sen ne dediğinin farkında mısın duyacaklar sus artık diye adeta yalvararak sızlandı. odaya girmiş olsalar annelerinin babalarının ayaklarının dibinde yerde olduğunu da görebileceklerdi. girmediler giremediler, annelerini daha fazla utandırmak istemiyorlardı. fakat babaları durmuyordu, kendini durduramıyordu belki, hani insanlar çok sininrlenince kendilerini dolduruşa getirirler ya o kabildendi belki, birazdan yatışıp pişman olacak, önce annelerini yerden kaldıracak, özür dileyecek sonra gelip odaya kendilerine sarılacak, ardından anneleri de gelmiş olacak o da sarılacak ve diğer kavgalarda olduğu gibi sevgi yumağı olmuş bir halde öylece dakikalarca kalacaklardı, o bir kaç dakikada kırılan onurlar tamir edilecek, azalan sevgilerin yeri dolacak, umutlar filizlenecekti bir bir. beklediler öyle olmadı, babaları geri adım atmadı, bıktım git dedi, çocukları da al, kadın nereye diyordu, başını kaldırmıştı her halde sesi daha net daha gürdü şimdi, hem biri gidecekse o da sen olursun ancak dedi babalrı yok canım bu ev benim dedi, bu evden başka bir şey sahibi mi olabildim onu da sizden önce almıştım iyi ki de almışım senin ve çocuklarının yüzünden birikim mi yapabildim anca yersiniz bi gidin yeter dedi ağzından tükrükler salyalar da akıyordur kesin. bir süre sessizliğin ardından adam hışımla kadını yerden kaldırdı, durma hadi istemiyorum çık git dedi. kapının gümbürtüsüyle sarsıldılar. odalarının kapısı sonuna kadar açıldı, hadi bakalım dedi babaları siz de ne olduğunu anlamışlardı ama inanamıyorlardı, sadece bağırmak istiyorlardı, ama bağırmaya da korkuyorlardı, belki bir yumruk bile atabilirdi babaları, ablasına bakıyordu, o ne yapacağını bilirdi, o ne yaparsa onu yapacaktı, ablası korkmuştu, gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi, kendisine hiç bakmıyordu, daha sonra çok utandım senden kardeşim bakamadım yüzüne, seni koruyamadığım için beni suçladığını düşünüyordum diye anlatacaktı o dakikaları. kendilerini kapıda buldular. anneleri ağlıyordu, onları görünce sarıldı, kenetlenmişcesine sarılmışlardı birbirlerine, çözülemediler dakikalarca, anneleri hadi oyalanmayın inelim dedi, apartmanın yakınındaki çocuk parkında bir banka iliştiler, annesi ikisini de sarmıştı, çok üzgündü, ama hiç korkmuyordu, çünkü yanında ona şimdiye kadar ve şimdiden sonra hep yanında bulacağı iki güçlü kadın vardı. uyumak değilde gönül geçmesi gibi bir şeydi bir kaç saatlik geçen zaman, bank sallanıyordu, annesi ve ablası uyusun diye bacaklarıyla bankı sarsıyorlar diye düşünüyordu. hayır bu öyle değil, sarsıntı artıyor, sesler var duyuyor, korkunç, çığlıklar, yagmur başlamış, delice dövüyor suratını. ablası sarılıyor sırılsıklam gövdesiyle. korkma diyor, korkmamak mümkün mü, korku ne, biz nerdeyiz, ne oluyor. deprem oluyor diyor bir çok insan sesi, binalarının yerdeki hali, nasıl yıkıldı hatırlamıyor. babaları geliyor akıllarına ordaydı, çıkabilmiş miydi, bilmiyorlar, hiç bir şey bilmiyorlar.
sezen aksu müthiş bir performans sergilemiş bu şarkıda
o böyle saatlerce çalsın arka fonda bıkmadan usanmadan
daha da artan bir zevk ve hevesle dinlerim
zdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer
Gam karar eyliyemez Hande-i Hurrem de geçer
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer
Gece gündüz yok olur, An-ı dem Adem de geçer
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun fili mi
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer
Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne
Girmemiştir bu avalim, bu bedayi gözüne
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne
Pir olur sâki-i gülçehre, bakılmaz yüzüne
Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer...
neyzen tevfik
ne güzel şiirlerimiz var, ne güzel edebiyatımız, keşke daha çok insan şiir okusa, daha çok tanısak sahiplensek, mesela tüm herkes çanakkale şehitliğineyi, han duvarlarını, sessiz gemiyi ezbere okuyabilse
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik
..........
..........
Faruk Nafiz Çamlıbel
Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden
dünyaya,
hayret, hasret ve biraz da
bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
aklı canbaz,yanağı al,
sesi çilek aroması
bir çocuk oturuyor
gözlerinde...
Bu kadar yürekten çağırma beni!
Bir gece ansızın gelebilirim.
Beni bekliyorsan, uyumamışsan,
Sevinçten kapında ölebilirim.
Belki de hayata yeni başlarım,
İçimde küllenen kor alevlenir,
bir fırtınanın kopmak üzere olduğunu hissettiler iki kardeş birbirlerinin yüzüne, gözlerine baktılar bir kaç saniye.
Aralarında telepatik bir iletişim kurulmuştu son günlerde, birbirlerinin ne hissettiğini ne söyleyeceğini, nasıl tepki vereceğini bilir olmuşlardı.
iyi ki de olmuşlardı. şu , özellikle son günlerde en üst seviyeyee çıkmış olan aile içi tartışmalar hatta kavgalarda ablasıyla derhal nisbeten korunaklı odalarına çekilmeyi ve o aşağılayıcı, kırıcı yok edici çatışmalardan korunmayı başarıyorlardı.
bu olayların tek bir faydası sayılabilecek olsa o da ablasıyla çok fazla yakınlaşmış olmalarıydı.
ablası evet bir ablaydı ama aslında o da kendisinden sadece üç yaş büyüktü.
yine de bu az yaş farkına rağmen ablası onu kollanmaya korunmaya muhafaza edilmeye layık değerli bir varlık olarak görüp hep öyle davranmıştı. iyiki öyle görmüş iyi ki öyle davranmıştı, iyi ki ablası vardı.
ablası son günlerde hep yaptığı gibi yine elinden tutup hadi gel odama gidelim , sana göstermek istediğim bir şey var,
ve adeta çekiştirerek onu odaya götürdü. babası bu arada yine bildiği küfürleri sıralama aşamasına çoktan geçmişti.
bu sefer daha aceleciydi, aradaki aşamaları hızla atlayıp direk küfür aşamasına da çok hızlı varmıştı. annesi de belki haklı bile olsa susmuyor, altta kalırım korkusundanmıdır nedir o da hakaretamiz kelimeleri sıralıyordu. ikisinin de aklına o iki yavru gelmiyordu.
ablası ne gösterirse göstersin izleyemiyor, ablasını takip etmekte çok zorlanıyordu. tüm duyuları anne babasındaydı.
aslında ilgilenmiyormuş gibi yapsa da ablacığının minik kalp atışlarını , nasıl da göğüs kafesini kırarcasına güm güm ettiğini kendisi de duyuyordu.
bu durum onu daha da korkutuyordu, bu sefer işlerin daha kötü olduğunu hissetmişlerdi,
babaları
yeter artık bıktım senden de çocuklarından da
defolun bir rahat bırakın artık diye uluduğunu farkettiler.
anneleri
ne diyorsun sen
ne dediğinin farkında mısın
duyacaklar sus artık diye adeta yalvararak sızlandı.
odaya girmiş olsalar annelerinin babalarının ayaklarının dibinde yerde olduğunu da görebileceklerdi. girmediler giremediler, annelerini daha fazla utandırmak istemiyorlardı.
fakat babaları durmuyordu, kendini durduramıyordu belki, hani insanlar çok sininrlenince kendilerini dolduruşa getirirler ya o kabildendi belki, birazdan yatışıp pişman olacak, önce annelerini yerden kaldıracak,
özür dileyecek sonra gelip odaya kendilerine sarılacak, ardından anneleri de gelmiş olacak o da sarılacak ve diğer kavgalarda olduğu gibi sevgi yumağı olmuş bir halde öylece dakikalarca kalacaklardı, o bir kaç dakikada kırılan onurlar tamir edilecek, azalan sevgilerin yeri dolacak, umutlar filizlenecekti bir bir.
beklediler
öyle olmadı, babaları geri adım atmadı,
bıktım git dedi, çocukları da al, kadın
nereye diyordu, başını kaldırmıştı her halde sesi daha net daha gürdü şimdi,
hem biri gidecekse o da sen olursun ancak dedi
babalrı
yok canım bu ev benim dedi,
bu evden başka bir şey sahibi mi olabildim onu da sizden önce almıştım iyi ki de almışım
senin ve çocuklarının yüzünden birikim mi yapabildim
anca yersiniz
bi gidin yeter dedi
ağzından tükrükler salyalar da akıyordur kesin.
bir süre sessizliğin ardından adam hışımla kadını yerden kaldırdı, durma hadi istemiyorum çık git dedi.
kapının gümbürtüsüyle sarsıldılar.
odalarının kapısı sonuna kadar açıldı, hadi bakalım dedi babaları
siz de
ne olduğunu anlamışlardı ama inanamıyorlardı, sadece bağırmak istiyorlardı, ama bağırmaya da korkuyorlardı, belki bir yumruk bile atabilirdi babaları, ablasına bakıyordu, o ne yapacağını bilirdi, o ne yaparsa onu yapacaktı, ablası korkmuştu, gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi, kendisine hiç bakmıyordu,
daha sonra
çok utandım senden kardeşim bakamadım yüzüne, seni koruyamadığım için beni suçladığını düşünüyordum diye anlatacaktı o dakikaları.
kendilerini kapıda buldular. anneleri ağlıyordu, onları görünce sarıldı, kenetlenmişcesine sarılmışlardı birbirlerine, çözülemediler dakikalarca, anneleri hadi oyalanmayın inelim dedi, apartmanın yakınındaki çocuk parkında bir banka iliştiler,
annesi ikisini de sarmıştı, çok üzgündü, ama hiç korkmuyordu, çünkü yanında ona şimdiye kadar ve şimdiden sonra hep yanında bulacağı iki güçlü kadın vardı.
uyumak değilde gönül geçmesi gibi bir şeydi bir kaç saatlik geçen zaman, bank sallanıyordu,
annesi ve ablası uyusun diye bacaklarıyla bankı sarsıyorlar diye düşünüyordu.
hayır bu öyle değil,
sarsıntı artıyor, sesler var duyuyor, korkunç, çığlıklar, yagmur başlamış, delice dövüyor suratını.
ablası sarılıyor sırılsıklam gövdesiyle.
korkma diyor, korkmamak mümkün mü, korku ne, biz nerdeyiz, ne oluyor. deprem oluyor diyor bir çok insan sesi, binalarının yerdeki hali, nasıl yıkıldı hatırlamıyor.
babaları geliyor akıllarına
ordaydı, çıkabilmiş miydi, bilmiyorlar, hiç bir şey bilmiyorlar.