1976 yılında, Türk Musikisi'nin doğuşunu, gelişmesini, tedavi değerini, repertuar ve enstrüman zenginliğini araştırmak ve tanıtmak amacı ile Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç tarafından kurulmuştur. 1991-1995 tarihlerinde 'İstanbul Üniversitesi Etno müzkoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi'ne bağlı olarak faaliyet gösterdikten sonra, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Tanıtma Birimi olarak faaliyetine devam etmiştir.
En az 6.000 yıllık bir geçmişi olduğu ileri sürülen Türk Musikisi'nin günümüze ulaşabilmiş repertuar, icra şekilleri, dansları kıyafet ve dekorları, sosyo kültürel ve psikolojik kaynakları, moderm tıpta yeniden keşfedilen müzikterapinin uygulama malzemeleri TÜMATA'nın genel faaliyet konularıdır. Bu maksatla Almatı'dan Barcelona'ya sekiz tane merkez kurulmuş (Almatı, Rosenau, Mannheim, Münih, Berlin, Zürih, Madrit, Barselona) , ayrıca Avusturya Rosenau'da müzik terapist yetiştiren bir okul açılmış, bu okuldan mezun olan ilk öğrenciler 1995 yılı Ekim ayında Edime'deki Sultan 2. Bayezid Şifahânesi'nde verdikleri Türk musikisi konserinden sonra diplomalarını almışlardır. İkinci bir akademik müzik-terapi yüksek okulu 1997 yılında yine Avusturya'da eğitime başlamıştır.
Avrupa bağlantıları, Avrupa ülkelerindeki okul-kurs çalışmaları, konserler ve seminerlerin genel koordinatörlüğünü 1986 yılından beri magister ve doktor Gerhard Kadir Tuçek yürütmektedir. 1986 yılında, Viyana'da Etnomüzikoloji Vakfı kurulmuştur. 1989 yılında okul çalışmaları başlamıştır. 1999 yılında Etnomüzikterapi enstitüsü G. Kadir Tuçek tarafından kurulmuş olup bu enstitüye bağlı olarak Rosenau, Zurih, Madrit, Barselona, Berlin ve Mannheim'da müzikterapi eğitim çalışmaları devam etmektedir.
İlmi açıdan çalışmaların klinik bağlantıları ise 1993 yılına varan bir geçmişe dayanmaktadır. Viyana'da Meidling klinikte başlayan proje ve uygulama çalışmaları arasında en eskisi nöroloji dalındadır (1995 yılından beri sürmektedir) . Bunun dışında 2000 yılından beri kardiyoloji ve 2001'den beri de onkoloji çalışmaları da yapılmaktadır. Ayrıca engelliler konusundaki çalışmalar da 1993 yılından beri sürmektedir.
TÜMATA; Türk Musikisi'nin tarih ve coğrafya bakımından devamlılık ve bütünlük gösterdiği inancı ile, Türk'ün bulunduğu her yerin musikisini detayı ile incelemek ve yaşatmak çabasındadır. İkiyüzden fazla otantik Türk musikisi âleti bu gaye ile toplanmış ve bir müze oluşturulmuştur. Plâk, kaset, video, nota, arşiv çalışmaları ile musiki değerlerimiz toplanmakta ve sayıları otuzu bulan grup üyeleri tarafından etnomüzikoloji konserleri ile meraklılara ve ilim -sanat topluluklarına sunulmaktadır. Yurt İçinde ve dışında seminer, sempozyum ve festival faaliyetleri de TÜMATA'nın önemli çalışma alanıdır. Geçtiğimiz yıllarda Avusturya'daki okul ile birlikte, üç sempozyum, iki festival ve çeşitli ülkelerde pek çok seminer düzenlenmişdir. 1997 yılında Münih Müzik Üniversitesi ile Avusturya Rosenau Müzikterapi Okulu ve TÜMATA arasında bir eğitim protokolü oluşmuştur.
Adı geçen Sempozyum ve Festivallerde, Türk musikisine Etnomüzikoloji ve tıp açısından bakılmış ve EEG, EKG, Galvanometre gibi parametrelerle değerlendirilen laboratuvar bulguları gündeme getirilmiş, Türk musikisinin tedavi değeri psikiyatri, pedagoji, fizik tedavi ve rehabilitasyon konularında bu sempozyumlarda kabul görmüştür.
TÜMATA'nın idealleri ve çabaları yurt içinde ve dışında Radyo, TV programları, çeşitli basın organları tarafından kamuoyuna duyurulmaktadır. CAN AKIN
Hz. Mevlana
700 yıl kadar önce bugünkü Türkiye; o zamanki Anadolu´nun Konya kentinde ilahi ve dahi bir kişi, mistik ve filozof olan Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi yaşadı. Mevlana çocukken, Afganistan´daki bir Türkmen kenti olan Belh´den ailesi ile birlikte, Anadolu´ya, Konya´ya geldi. Mevlana şair, mistik, mürşit ve erdem sahibi bir insan idi. Kur´an konusunda bir otorite ve hayat sorunlarının üstesinden gelme konusunda usta bir kimse idi. Onun erdem zenginliği ve yaşam tarzı, kendisini Sema şeklinde ifade etmiştir.
İnsanlara şunları öğretti:İlahi aşk Hoşgörü Umut Eğitim Günümüze kadar onun öğretileri geçerliliklerini kaybetmediler... Özellikle gerçek değerlerin kaybolduğu düşünüldüğü zamanlarda. Mevlana´nın şiirleri ve edebi eserleri, dünyanın her tarafında iyi tanınmaktadır. Bu eserler insanların kalplerine ulaşmakta ve onları mutlu etmektedir. Hz. Mevlana´nın sözlerinde, düşüncelerimiz için tavsiyeler, davranışlarımız için öğütler ve hayatla ilgili doğru kararlar alabilmemiz için uyarılar ve yardımlar buluyoruz.
Rebab Mevlana´nın oğlu Sultan Veled aynı zamanda Rebab çalardı ve Rebabname adı altında bir eser telif etmişti. Günümüzde orijinal rebabı çalan çok az sayıda kişi kalmıştır. Eski çalgı iki madeni ve bir at kılı tele sahipti. At kılı telin akordunu korumak diğer iki madeni telden daha zordu. Bu yüzden orijinal at kılı tel, madeni tel ile değiştirilmiştir. Fakat bu, elde edilen sesi oldukça değiştirmiştir. Rebab, zaten çoğunlukla bu tek tel kullanılarak çalınır.
Neyse ki, bazı insanlar eski geleneklere sahip çıkıp, Dr. Rahmi Oruç Güvenç önderliğinde, Rebab´ı eski şekliyle çalmaya ve eskilerin öğretme sistemini uygulamaya başladılar. Hz. Mevlana neden bu çalgıyı seçmişti? Bu sorunun cevabını onun şiirlerinde buluyoruz. 'Diyorum ki, kalbim içimdeki bir çalgıdır. Ve o bana Rebab´ınki gibi bir sesle seslenir.' 'Sen! Ey Rebab namesi! Ben senden daha kederliyim. Ama kalbimde de bir Rebab yaşıyor. Gitme! Biraz daha kal! Ey ziyaretçi! Benim sadece basit ve mütevazi bir yerim var. Burada konakla! '
'Ateşin aşkını ve suyun aşkını tattık; kalbin ateşinde buharlaştık. Bir kurtuluş yolu bulduk ve ilahi bir haz ile aşk yaralarını sardık.'
'Sevgili aşk namesi ve kalbimdeki Rebab! Kalbimin inlemesinin bütün cevapları olan güzellik: Mükemmelliği bulabilirsin; aradığın da bu değil mi? Ve o ancak benim harabolmuş kalbimde bulunur.'
UNESCO 2007´yi Mevlana yılı ilan ederek, Mevlana´nın yadigarını koruma ve muhafaza etme görevini üstlendi. Bu karar nedeniyle, Mevlana´nın kendisinin de çaldığı Rebab çalgısı ayrıca bir öneme sahip oldu. 2002 Martında, farklı ülkelerden yirmidört öğrencinin katılımıyla, ilk kez bir konser turu düzenledik. Bu turun odak noktası Rebab idi. Tur önce Eskişehir´e, sonra Tavşanlı´ya uğradı.Turun iki ana konusu var: Rebab Sema Mevlana´nın kitaplarında, düşüncelerimiz için tavsiyeler, insan davranışları için öğütler ve doğru hayat kararları verebilmemiz için yardım ve hatırlatmalar vardır. Ve onun eserlerinde zikir ve sema hakkında bilgiler mevcuttur.
Bu turda, bu konuları deneyimlemek ve bu konular üstünde çalışmak istiyoruz. Bu Rebab turunda 700 yıl öncesinden, çeşitli müziklerin ve ruhani zenginliğin temelini inşa eden Türk kültürü ve mentalitesi ile tanışıyor ve onunla aşina oluyoruz.
FOTOĞRAFLAR VE VİDEO İÇİN TIKLAYINIZ YADA KOPYALAYINZ.. http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=6613&ItemIndex=9
BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
. Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum. Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu. Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu. Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
. Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum. Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu. Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu. Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
. Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum. Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu. Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu. Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
Bu gün 30 Ağustos Zafer bayramı. Mardin ili Derik ilçesindeki ilk resmi bayramıma katıldım.
Geceyi dağların en yüksek zirvesinde ki Baykur Boğazında bir kayanın üzerinde on jandarma komando askeri ve dört korucu ile nöbet bekleyerek geçirdik. Çok yorgunduk. Sabah Güneşinin ilk ışıkları, dağların arasından ovaya inmeye başlamıştı. Bende görev arkadaşlarımla beraber ilçeye törene katılmak için geldim. Kaymakamlığın önünde ki Atatürk büstünün bulunduğu alanda hep birlikte toplandık. Üstümüz başımız toz duman içindeydi. Ağır silahlarımızı otonun içine koyduk. Sıraya geçtik ve tören öncesi İstiklal Marşı söylemek için hazırlandık. İstiklal Marşını söylenmeye başlandığında, ortaya çıkan ses cılız ve sönüktü. Ama polis, jandarma ve on komando askerle ben, var gücümüzle Marşı söylemeye çalışıyorduk. Bir de ön taraftan bize eşlik eden orta boylu kravatlı bir beyefendi, görünüşünden beklenmeyen güçlü ve kendinden emin bir sesle, bağıra bağıra Marşı söylüyordu.
Kalabalığın söylemeye çalıştığı marşın sesleri, bir kilometre ötede kurulmuş olan dağ eteklerindeki Dağ Mahallesine çarparak, çok daha volümü yükselmiş bir şekilde geri dönüyor ve dağı taşı inletiyordu. Halk eko sesin her geri dönüşünde, marşın coşkusuna kendini kaptırarak, var gücüyle ve çıkartabildiği en yüksek sesle marşı söylemeye başladı.
Ancak bu gelgitler sırasında marş bitmişti. Halk ön taraftaki kravatlı bey efendinin, kendinden beklenmeyen güçlü bir sesle Marşı söylemesinden, söylerken yaşadığı ve çevresine de bulaştırdığı coşkudan çok etkilenmişti. 30 Ağustos Zafer Bayramı'na katılan herkesi etkisi altına bu coşku seli, İstiklal Marşı'nı büyük bir sevinç ve bayram havası içinde tekrar tekrar söylenmesine neden oldu.. Sesler dağa çarpıp geri geldikçe ve bizim seslerimize karıştıkça, bir bandonun eşlik ettiği ritimlerle ve seslerle dağ taş İstiklal Marşı ile inledi. Marşın bitiminde halk ve güvenlik güçleri birbirlerini tebrik edercesine alkışladılar.
Ve Mardin ili Derik ilçesindeki ilk katıldığım 30 Ağustos Zafer bayramı neşeli bir şekilde devam etti. Tören bitiminde herkesin kalbindeki bayram sevinicini, sesiyle ve kendi coşkusuyla ortaya çıkaran kişi 'kimdir? ' diye sorduğumda:
Hayatı dolu, dolu yaşadım... Her yolu baştan sona dolaştım Ve dahası, çok daha fazlası, Hepsini keyfimce yaşadım,
Pişmanlık mı? Var elbette biraz... Ama sözü edilmeyecek kadar az! Hep yapmam gerekeni yaptım... Ve hepsine istisna olarak baktım.
Evet, oldu bazı zamanlar... Eminim hatırlayacaksınız! Çiğneyebileceğimden fazlasını, umarsızca ısırmıştım!
Ama bütün bunları yaşarken Şüpheler beni sardığında Yuttum hemen o lokmayı, Ve tükürüverdim dışarı!
Yüzleştim yaşadığım her şeyle Ve ayaklarım hep yere bastı Keyfimce yaptım her şeyi Sevdim, güldüm, ağladım...
Kaybetmekten payımı fazlasıyla aldım! Ve şimdi... Gözümün yaşları dinerken Hepsini gülümseyerek hatırlıyorum, Şöyle bir düşündüm de geçmişi
Bütün bunlar. Utanç duymadan anlatılır mı? Utanç mı? Hayır, hayır, bu ben değilim!
Ben hayatı keyfimce yaşadım..
Çeviri CAN AKIN
'A MI MANERA'
El final ya está cerca Y enfrento el último telón Amigo, lo diré sin vueltas Hablaré de mi caso del cual sé mucho Tuve una vida satisfactoria Recorrí todos y cada uno de los caminos Y más, más aún, Lo hice todo a mi manera...
Tristezas, algunas tuve Que no vale la pena comentar Hice lo que debía Me aseguré que fuera sin privilegios, Planeé cada etapa programada, Cada cuidadoso paso dado en mi camino Y más, mucho más aún, Lo hice todo a mi manera...
Así es, hubo momentos, Sé que lo sabes, En que di pasos Más largos que mis piernas Pero al final, Ante la duda Tragué mis palabras, también las dije Afronté los hechos y me mantuve intacto Y lo hice todo a mi manera...
Amé, reí y sufrí Me tocó ganar, también perder Pero ahora, cuando las lágrimas ceden, Me resulta tan entretenido Pensar que lo hice todo Déjenme decirlo, sin timidez, 'Lo hice todo a mi manera'.
Pues qué es un hombre, ¿qué ha logrado? Si no es fiel a sí mismo, no tiene nada. Decir las cosas que siente realmente Y no las palabras de quien se arrodilla Mi historia muestra que asumí los golpes Y lo hice todo a mi manera...
Sí... fue a mi manera...
'MY WAY'
Und jetzt, ist das Ende nahe; Und so stelle ich den abschließenden Vorhang gegenüber. Mein Freund, krankes Sagen es freier Raum, Kranker Zustand mein Fall, von dem Im sicher.
Ive lebte ein Leben thats voll. Ive reiste jedes und Evry Landstraße; Und mehr, viel mehr als dieses, Ich tat es meine Weise.
Reue, Ive hatte einige; Aber andererseits, zu erwähnen zu wenig. Ich tat, was ich tun mußte Und Säge es durch ohne Befreiung.
Ich plante jeden entworfenen Kurs; Jeder vorsichtige Schritt entlang dem Seitenweg, Aber mehr, viel mehr als dieses, Ich tat ihn meine Weise.
Ja gab es Zeiten, Im sicher du wußte Als ich weg von mehr als biß, könnte ich kauen. Aber durch ihn aller, als es Zweifel gab, Ich aß ihn oben und spucke ihn heraus. Ich stellte ihn allen gegenüber und ich stand hoch; Und tat ihn meine Weise.
Ive liebte, gelachtes Ive und schrie. Ive hatte meine Fülle; mein Anteil des Verlierens. Und jetzt, als Risse nachlassen, Ich finde ihn alles so unterhalten.
Um tat mich zu denken alles den; Und kann ich sage - nicht in einer schüchternen Weise, Nr., OH-, das nicht ich kein ist, Ich tat es meine Weise.
Für was hat ein Mann, was ihn erhalten? Wenn nicht selbst, dann er Naught hat. Die Sachen sagen, die er wirklich fühlt; Und nicht die Wörter von einem, wer knit. Die Rekorderscheinen nahm ich die Schläge -
Und tat es meine Weise!
'MY WAY'
And now, the end is near; And so I face the final curtain. My friend, Ill say it clear, Ill state my case, of which Im certain.
Ive lived a life thats full. Ive traveled each and evry highway; And more, much more than this, I did it my way.
Regrets, Ive had a few; But then again, too few to mention. I did what I had to do And saw it through without exemption.
I planned each charted course; Each careful step along the byway, But more, much more than this, I did it my way.
Yes, there were times, Im sure you knew When I bit off more than I could chew. But through it all, when there was doubt, I ate it up and spit it out. I faced it all and I stood tall; And did it my way.
Ive loved, Ive laughed and cried. Ive had my fill; my share of losing. And now, as tears subside, I find it all so amusing.
To think I did all that; And may I say - not in a shy way, No, oh no not me, I did it my way.
For what is a man, what has he got? If not himself, then he has naught. To say the things he truly feels; And not the words of one who kneels. The record shows I took the blows -
And did it my way!
MY WAY
Ed ora, l'estremità è vicino; E così affronto la tenda finale. Il mio amico, opinione malata esso radura, Il Ill dichiara il mio caso, di cui Im sicuro.
Ive ha vissuto thats di vita in pieno. Ive ha viaggiato ciascuno e strada principale de evry; E più, molto più di questo, Lo ho fatto il mio senso.
Il rammarico, Ive ha avuto alcuni; Ma allora ancora, troppo pochi da accennare. Ho fatto che cosa ho dovuto fare E sega esso attraverso senza esenzione. Ho progettato ogni corso progettato; Ogni punto attento lungo il byway, Ma più, molto più di questo, Lo ho fatto il mio senso.
Sì, ci erano periodi, Im sicuro voi hanno saputo Quando ho morso fuori di più di potrei masticare. Ma con esso tutto, quando ci era il dubbio, Lo ho mangiato in su e spit esso fuori. Lo ho affrontato tutto e mi sono levato in piedi alto; E lo ha fatto il mio senso.
Ive amava, Ive riso e gridato. Ive ha avuto mio materiale di riempimento; la mia parte di perdere. Ed ora, come rotture abbassar, La trovo tutto il così divertire.
Per pensare ho fatto tutto quello; E posso dico - non in un senso timido, No, OH nessun non me, Lo ho fatto il mio senso.
Per che cosa un uomo, che cosa lo ha è ottenuto? Se non egli stesso, allora ha naught. Per dire le cose che allineare ritiene; E non le parole di una chi si inginocchia. Le esposizioni record ho preso i colpi -
E lo ha fatto il mio senso!
Da Minha Maneira
MY WAY
E agora o fim está próximo, E então eu encaro a última cortina. Meu amigo, vou dizer claramente, Vou expôr minha situação, da qual tenho certeza...
Eu vivi uma vida que está completa, Eu viajei por cada uma e em todas as estradas. E mais, muito mais do que isso, Eu fiz da minha maneira...
Remorsos, tive uns poucos. Mas, por outro lado, poucos demais para mencionar. Eu fiz o que tinha de fazer E perseverei até o fim sem exceção. Eu planejei cada percurso delineado, Cada passo cuidadoso ao longo do caminho. E mais, muito mais do que isso, Eu fiz da minha maneira...
Sim, houve ocasiões, tenho certeza que você soube Quando mordi mais do que podia mastigar. Mas, em meio a tudo, quando havia incerteza, Eu devorava tudo e cuspia fora. Eu enfrentei tudo e me mantive em pé, E fiz da minha maneira...
Oh não, oh não, não eu, Eu fiz da minha maneira...
Pois, o que é um homem, o que ele possui? Se não for a si mesmo, então ele não tem nada. Para dizer as coisas que ele sente sinceramente E não as palavras de alguém que se ajoelha. O registro mostra: Eu suportei os golpes,
Bu gün Dünya Kadınlar Günü. Dünya ve ülkemizdeki kadınların toplum içindeki konumlarını, sorunlarını ve nerden nereye geldiklerini konuşup, tartışıp ve istatiksel verileri de değerlendirdikten sonra kadınlarımız ile ilgili her şeyi bir yıl daha unutabiliriz.
Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların halen 21.yy da ayrımcılığa, şiddete, tacize, baskıya ve daha bilemediğimiz bir sürü acıya maruz kalması, insanlığın en büyük utancıdır.
8 Mart gibi bir güne; kadınları ve onların toplum içindeki yerini hatırlamak için gerek görülse de, aslında her gün kadınların toplum içindeki konumlarının, yaşam şartlarının, maddi ve manevi haklarının ve her şeyden önemlisi de Eğitim ve Öğrenim durumlarının iyileştirilmesi bu konularla ilgili başarılı çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Nasıl ki bir kuşun uçmak için iki kanadı var ise ve tek kanatlı olarak uçamıyorsa; insanlarda Yaşam Sahnesinde Erkek ve Kadın olarak, kuşun kanatları gibidir.
Erkek egemen dünya toplumu yüz yıllardır tek kanatla uçmaya çabalamaktadır. Bu kanat çok güçlenmiştir. Semirmiştir. Ve uçmayı istemektedir. Fakat diğer kanat yüzyıllardır yerlerde sürünmekte ve acı çekmektedir.
Güçsüzdür. Yaralıdır. Ve kırıktır.
Nasıl ki sizler burada bir kuşun, zayıf ve kırık bir kanatla uçamayacağını net bir şekilde gördüğünüz gibi, insanlık da kadınların yaşamdaki konumlarını iyileştirmedikçe, kadını eşit haklara ve değerliliğe sahip kılmadıkça uçmakta başarılı olamayacaktır. Uçmak medenileşmektir. Uygar bir dünya toplumu yaratmaktır.
Medeni ve uygar bir dünyayı oluşturmak, dünya toplumunun asil hedefi olmalıdır.
Medeniyet ve uygarlık; 'Toplumun zenginliği ve yüksek teknolojisi' demek değildir.
Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında; ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.
Dünya toplumu olarak teknolojik bir toplumuz, zenginiz, zekiyiz diyebiliriz. Fakat asla uygar ve medeni değiliz.
Ne zaman dünyada ara sıra hatırlanmak için hiçbir özel güne ihtiyaç duyulmaz ve kadın erkek insanların tek, tek hepsi değerli olur ve yaşamı sevinç-bolluk içinde yaşar ve topluma hizmet ederse, işte o zaman uygarlığı konuşabiliriz.
Dünya toplumlarının bir kısmının kendini uygar ve medeni olarak adlandırması da bir şeyi ifade etmez.
Ne zamanki; dünyada aç ve sefalet ve şiddet içinde bir insan kalmazsa, işte o zaman uygar olabilirler.
Hiçbir insan, diğer bir insanın sefalet, korku baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.
Bu nedenle Dünya Toplumlarında ve Ülkemizde kadınlarımızın eğitimlerine ve toplumun bilinçlendirilmesine özellikle özen gösterilmeli ve takipçisi olunmalıdır.
İnsanlığın tek düşmanı cahilliktir. 'Kadın veya erkek, insanlar eğitilmelidir.'
Özellikle kadınlarımızı bir sonraki neslin yaratıcısı olacağı için eğitmeliyiz. Ve yaşam şartlarını iyileştirmek için onları ekonomik bağımsızlıklarını kazanacak şekilde yetiştirmeliyiz. Kadınlarımızın özgür ve eğitimli olmalarından, işyerlerinde iyi yerlere gelmelerinden ve yönetimi temsil etmelerinden korkmamalı ve onları bastırmamalıyız.
Onlar hak ettikleri yere geldiklerinde toplumu ve diğerlerini kalkındırmak ve yüceltmek ve yükseltmek için mutlaka ellerini diğerlerine ve topluma uzatacaklardır.
Çünkü kadınlar sevgiyi temsil eder.
Ve Dünya toplumlarının her şeyden önce kadınları ile birlikte yürümeye, var olmaya ve uçmaya ihtiyaçları vardır.
Uçmak uygarlaşmak, medenileşmektir.
Medenileşmek, diğerleri ve yaşamla ilgili 'Sorumluluk almak' demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini de yükseltmek, yüceltmek ve paylaşmaktır.
Dünyada daha iyi ve daha erdemli insan gibi bir yaşam sürmemiz için her günün Kadınlar Günü bilincinde geçirilmesi dileğimle,
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden Bir hüzün var ardımda bıraktığım, Her ah çekişimde yaşatacağım, Her başımı çevirdiğimde hatırlayacağım.
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden Gökkuşağına benzetirdim hayatı, Her renkte ayrı bir mutluluk arardım.. Her gün batışında, tatlı rüyalara dalardım...
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden Meğer siyahmış benim gökkuşağım.. Mutluluk uzaklarda Hayaller, yalancıymış, Umut etmek, kabahatmiş meğer..
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden Arkada bıraktığım hüzün, Van'da seni mutlu edecektir.. Ama unutma.. Yarın sabah,
TÜMATA - CAN AKIN
1976 yılında, Türk Musikisi'nin doğuşunu, gelişmesini, tedavi değerini, repertuar ve enstrüman zenginliğini araştırmak ve tanıtmak amacı ile Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç tarafından kurulmuştur. 1991-1995 tarihlerinde 'İstanbul Üniversitesi Etno müzkoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi'ne bağlı olarak faaliyet gösterdikten sonra, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Tanıtma Birimi olarak faaliyetine devam etmiştir.
En az 6.000 yıllık bir geçmişi olduğu ileri sürülen Türk Musikisi'nin günümüze ulaşabilmiş repertuar, icra şekilleri, dansları kıyafet ve dekorları, sosyo kültürel ve psikolojik kaynakları, moderm tıpta yeniden keşfedilen müzikterapinin uygulama malzemeleri TÜMATA'nın genel faaliyet konularıdır. Bu maksatla Almatı'dan Barcelona'ya sekiz tane merkez kurulmuş (Almatı, Rosenau, Mannheim, Münih, Berlin, Zürih, Madrit, Barselona) , ayrıca Avusturya Rosenau'da müzik terapist yetiştiren bir okul açılmış, bu okuldan mezun olan ilk öğrenciler 1995 yılı Ekim ayında Edime'deki Sultan 2. Bayezid Şifahânesi'nde verdikleri Türk musikisi konserinden sonra diplomalarını almışlardır. İkinci bir akademik müzik-terapi yüksek okulu 1997 yılında yine Avusturya'da eğitime başlamıştır.
Avrupa bağlantıları, Avrupa ülkelerindeki okul-kurs çalışmaları, konserler ve seminerlerin genel koordinatörlüğünü 1986 yılından beri magister ve doktor Gerhard Kadir Tuçek yürütmektedir. 1986 yılında, Viyana'da Etnomüzikoloji Vakfı kurulmuştur. 1989 yılında okul çalışmaları başlamıştır. 1999 yılında Etnomüzikterapi enstitüsü G. Kadir Tuçek tarafından kurulmuş olup bu enstitüye bağlı olarak Rosenau, Zurih, Madrit, Barselona, Berlin ve Mannheim'da müzikterapi eğitim çalışmaları devam etmektedir.
İlmi açıdan çalışmaların klinik bağlantıları ise 1993 yılına varan bir geçmişe dayanmaktadır. Viyana'da Meidling klinikte başlayan proje ve uygulama çalışmaları arasında en eskisi nöroloji dalındadır (1995 yılından beri sürmektedir) . Bunun dışında 2000 yılından beri kardiyoloji ve 2001'den beri de onkoloji çalışmaları da yapılmaktadır. Ayrıca engelliler konusundaki çalışmalar da 1993 yılından beri sürmektedir.
TÜMATA; Türk Musikisi'nin tarih ve coğrafya bakımından devamlılık ve bütünlük gösterdiği inancı ile, Türk'ün bulunduğu her yerin musikisini detayı ile incelemek ve yaşatmak çabasındadır. İkiyüzden fazla otantik Türk musikisi âleti bu gaye ile toplanmış ve bir müze oluşturulmuştur. Plâk, kaset, video, nota, arşiv çalışmaları ile musiki değerlerimiz toplanmakta ve sayıları otuzu bulan grup üyeleri tarafından etnomüzikoloji konserleri ile meraklılara ve ilim -sanat topluluklarına sunulmaktadır. Yurt İçinde ve dışında seminer, sempozyum ve festival faaliyetleri de TÜMATA'nın önemli çalışma alanıdır. Geçtiğimiz yıllarda Avusturya'daki okul ile birlikte, üç sempozyum, iki festival ve çeşitli ülkelerde pek çok seminer düzenlenmişdir. 1997 yılında Münih Müzik Üniversitesi ile Avusturya Rosenau Müzikterapi Okulu ve TÜMATA arasında bir eğitim protokolü oluşmuştur.
Adı geçen Sempozyum ve Festivallerde, Türk musikisine Etnomüzikoloji ve tıp açısından bakılmış ve EEG, EKG, Galvanometre gibi parametrelerle değerlendirilen laboratuvar bulguları gündeme getirilmiş, Türk musikisinin tedavi değeri psikiyatri, pedagoji, fizik tedavi ve rehabilitasyon konularında bu sempozyumlarda kabul görmüştür.
TÜMATA'nın idealleri ve çabaları yurt içinde ve dışında Radyo, TV programları, çeşitli basın organları tarafından kamuoyuna duyurulmaktadır.
CAN AKIN
Hz. Mevlana
700 yıl kadar önce bugünkü Türkiye; o zamanki Anadolu´nun Konya kentinde ilahi ve dahi bir kişi, mistik ve filozof olan Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi yaşadı. Mevlana çocukken, Afganistan´daki bir Türkmen kenti olan Belh´den ailesi ile birlikte, Anadolu´ya, Konya´ya geldi. Mevlana şair, mistik, mürşit ve erdem sahibi bir insan idi. Kur´an konusunda bir otorite ve hayat sorunlarının üstesinden gelme konusunda usta bir kimse idi. Onun erdem zenginliği ve yaşam tarzı, kendisini Sema şeklinde ifade etmiştir.
İnsanlara şunları öğretti:İlahi aşk Hoşgörü Umut Eğitim Günümüze kadar onun öğretileri geçerliliklerini kaybetmediler... Özellikle gerçek değerlerin kaybolduğu düşünüldüğü zamanlarda. Mevlana´nın şiirleri ve edebi eserleri, dünyanın her tarafında iyi tanınmaktadır. Bu eserler insanların kalplerine ulaşmakta ve onları mutlu etmektedir. Hz. Mevlana´nın sözlerinde, düşüncelerimiz için tavsiyeler, davranışlarımız için öğütler ve hayatla ilgili doğru kararlar alabilmemiz için uyarılar ve yardımlar buluyoruz.
Rebab Mevlana´nın oğlu Sultan Veled aynı zamanda Rebab çalardı ve Rebabname adı altında bir eser telif etmişti. Günümüzde orijinal rebabı çalan çok az sayıda kişi kalmıştır. Eski çalgı iki madeni ve bir at kılı tele sahipti. At kılı telin akordunu korumak diğer iki madeni telden daha zordu. Bu yüzden orijinal at kılı tel, madeni tel ile değiştirilmiştir. Fakat bu, elde edilen sesi oldukça değiştirmiştir. Rebab, zaten çoğunlukla bu tek tel kullanılarak çalınır.
Neyse ki, bazı insanlar eski geleneklere sahip çıkıp, Dr. Rahmi Oruç Güvenç önderliğinde, Rebab´ı eski şekliyle çalmaya ve eskilerin öğretme sistemini uygulamaya başladılar.
Hz. Mevlana neden bu çalgıyı seçmişti? Bu sorunun cevabını onun şiirlerinde buluyoruz.
'Diyorum ki, kalbim içimdeki bir çalgıdır. Ve o bana Rebab´ınki gibi bir sesle seslenir.'
'Sen! Ey Rebab namesi! Ben senden daha kederliyim. Ama kalbimde de bir Rebab yaşıyor. Gitme! Biraz daha kal! Ey ziyaretçi! Benim sadece basit ve mütevazi bir yerim var. Burada konakla! '
'Ateşin aşkını ve suyun aşkını tattık; kalbin ateşinde buharlaştık. Bir kurtuluş yolu bulduk ve ilahi bir haz ile aşk yaralarını sardık.'
'Sevgili aşk namesi ve kalbimdeki Rebab! Kalbimin inlemesinin bütün cevapları olan güzellik: Mükemmelliği bulabilirsin; aradığın da bu değil mi? Ve o ancak benim harabolmuş kalbimde bulunur.'
UNESCO 2007´yi Mevlana yılı ilan ederek, Mevlana´nın yadigarını koruma ve muhafaza etme görevini üstlendi. Bu karar nedeniyle, Mevlana´nın kendisinin de çaldığı Rebab çalgısı ayrıca bir öneme sahip oldu. 2002 Martında, farklı ülkelerden yirmidört öğrencinin katılımıyla, ilk kez bir konser turu düzenledik. Bu turun odak noktası Rebab idi. Tur önce Eskişehir´e, sonra Tavşanlı´ya uğradı.Turun iki ana konusu var: Rebab Sema Mevlana´nın kitaplarında, düşüncelerimiz için tavsiyeler, insan davranışları için öğütler ve doğru hayat kararları verebilmemiz için yardım ve hatırlatmalar vardır. Ve onun eserlerinde zikir ve sema hakkında bilgiler mevcuttur.
Bu turda, bu konuları deneyimlemek ve bu konular üstünde çalışmak istiyoruz. Bu Rebab turunda 700 yıl öncesinden, çeşitli müziklerin ve ruhani zenginliğin temelini inşa eden Türk kültürü ve mentalitesi ile tanışıyor ve onunla aşina oluyoruz.
FOTOĞRAFLAR VE VİDEO İÇİN TIKLAYINIZ YADA KOPYALAYINZ..
http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=6613&ItemIndex=9
Senden Öğrendim
Senden öğrendim,
Urla'da güneşi doğuşunu izlemeyi
Senden öğrendim,
Seninle doğan bir günü paylaşmanın heyecanını
Senden öğrendim,
Koşulsuz sevgiyi, aşkı, hatta ayrılığı da...
CAN AKIN
BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
.
Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum.
Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu.
Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu.
Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
Mr Can Akın
BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
.
Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum.
Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu.
Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu.
Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
Mr Can Akın
BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
.
Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum.
Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu.
Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu.
Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
Mr Can Akın
Derik Kaymakamı
Bu gün 30 Ağustos Zafer bayramı. Mardin ili Derik ilçesindeki ilk resmi bayramıma katıldım.
Geceyi dağların en yüksek zirvesinde ki Baykur Boğazında bir kayanın üzerinde on jandarma komando askeri ve dört korucu ile nöbet bekleyerek geçirdik. Çok yorgunduk. Sabah Güneşinin ilk ışıkları, dağların arasından ovaya inmeye başlamıştı. Bende görev arkadaşlarımla beraber ilçeye törene katılmak için geldim. Kaymakamlığın önünde ki Atatürk büstünün bulunduğu alanda hep birlikte toplandık. Üstümüz başımız toz duman içindeydi. Ağır silahlarımızı otonun içine koyduk. Sıraya geçtik ve tören öncesi İstiklal Marşı söylemek için hazırlandık. İstiklal Marşını söylenmeye başlandığında, ortaya çıkan ses cılız ve sönüktü. Ama polis, jandarma ve on komando askerle ben, var gücümüzle Marşı söylemeye çalışıyorduk. Bir de ön taraftan bize eşlik eden orta boylu kravatlı bir beyefendi, görünüşünden beklenmeyen güçlü ve kendinden emin bir sesle, bağıra bağıra Marşı söylüyordu.
Kalabalığın söylemeye çalıştığı marşın sesleri, bir kilometre ötede kurulmuş olan dağ eteklerindeki Dağ Mahallesine çarparak, çok daha volümü yükselmiş bir şekilde geri dönüyor ve dağı taşı inletiyordu. Halk eko sesin her geri dönüşünde, marşın coşkusuna kendini kaptırarak, var gücüyle ve çıkartabildiği en yüksek sesle marşı söylemeye başladı.
Ancak bu gelgitler sırasında marş bitmişti. Halk ön taraftaki kravatlı bey efendinin, kendinden beklenmeyen güçlü bir sesle Marşı söylemesinden, söylerken yaşadığı ve çevresine de bulaştırdığı coşkudan çok etkilenmişti. 30 Ağustos Zafer Bayramı'na katılan herkesi etkisi altına bu coşku seli, İstiklal Marşı'nı büyük bir sevinç ve bayram havası içinde tekrar tekrar söylenmesine neden oldu.. Sesler dağa çarpıp geri geldikçe ve bizim seslerimize karıştıkça, bir bandonun eşlik ettiği ritimlerle ve seslerle dağ taş İstiklal Marşı ile inledi. Marşın bitiminde halk ve güvenlik güçleri birbirlerini tebrik edercesine alkışladılar.
Ve Mardin ili Derik ilçesindeki ilk katıldığım 30 Ağustos Zafer bayramı neşeli bir şekilde devam etti. Tören bitiminde herkesin kalbindeki bayram sevinicini, sesiyle ve kendi coşkusuyla ortaya çıkaran kişi 'kimdir? ' diye sorduğumda:
'Derik Kaymakamı Mustafa Kemal KESKİN' Dediler.
Derik halkına tüm sevgilerimle..
CAN AKIN
BENİM YOLUM
Hayatı dolu, dolu yaşadım...
Her yolu baştan sona dolaştım
Ve dahası, çok daha fazlası,
Hepsini keyfimce yaşadım,
Pişmanlık mı? Var elbette biraz...
Ama sözü edilmeyecek kadar az!
Hep yapmam gerekeni yaptım...
Ve hepsine istisna olarak baktım.
Evet, oldu bazı zamanlar...
Eminim hatırlayacaksınız!
Çiğneyebileceğimden fazlasını,
umarsızca ısırmıştım!
Ama bütün bunları yaşarken
Şüpheler beni sardığında
Yuttum hemen o lokmayı,
Ve tükürüverdim dışarı!
Yüzleştim yaşadığım her şeyle
Ve ayaklarım hep yere bastı
Keyfimce yaptım her şeyi
Sevdim, güldüm, ağladım...
Kaybetmekten payımı fazlasıyla aldım!
Ve şimdi... Gözümün yaşları dinerken
Hepsini gülümseyerek hatırlıyorum,
Şöyle bir düşündüm de geçmişi
Bütün bunlar.
Utanç duymadan anlatılır mı?
Utanç mı?
Hayır, hayır, bu ben değilim!
Ben hayatı keyfimce yaşadım..
Çeviri CAN AKIN
'A MI MANERA'
El final ya está cerca
Y enfrento el último telón
Amigo, lo diré sin vueltas
Hablaré de mi caso del cual sé mucho
Tuve una vida satisfactoria
Recorrí todos y cada uno de los caminos
Y más, más aún,
Lo hice todo a mi manera...
Tristezas, algunas tuve
Que no vale la pena comentar
Hice lo que debía
Me aseguré que fuera sin privilegios,
Planeé cada etapa programada,
Cada cuidadoso paso dado en mi camino
Y más, mucho más aún,
Lo hice todo a mi manera...
Así es, hubo momentos,
Sé que lo sabes,
En que di pasos
Más largos que mis piernas
Pero al final,
Ante la duda
Tragué mis palabras, también las dije
Afronté los hechos y me mantuve intacto
Y lo hice todo a mi manera...
Amé, reí y sufrí
Me tocó ganar, también perder
Pero ahora, cuando las lágrimas ceden,
Me resulta tan entretenido
Pensar que lo hice todo
Déjenme decirlo, sin timidez,
'Lo hice todo a mi manera'.
Pues qué es un hombre, ¿qué ha logrado?
Si no es fiel a sí mismo, no tiene nada.
Decir las cosas que siente realmente
Y no las palabras de quien se arrodilla
Mi historia muestra que asumí los golpes
Y lo hice todo a mi manera...
Sí... fue a mi manera...
'MY WAY'
Und jetzt, ist das Ende nahe;
Und so stelle ich den abschließenden Vorhang gegenüber.
Mein Freund, krankes Sagen es freier Raum,
Kranker Zustand mein Fall, von dem Im sicher.
Ive lebte ein Leben thats voll.
Ive reiste jedes und Evry Landstraße;
Und mehr, viel mehr als dieses,
Ich tat es meine Weise.
Reue, Ive hatte einige;
Aber andererseits, zu erwähnen zu wenig.
Ich tat, was ich tun mußte
Und Säge es durch ohne Befreiung.
Ich plante jeden entworfenen Kurs;
Jeder vorsichtige Schritt entlang dem Seitenweg,
Aber mehr, viel mehr als dieses,
Ich tat ihn meine Weise.
Ja gab es Zeiten, Im sicher du wußte
Als ich weg von mehr als biß, könnte ich kauen.
Aber durch ihn aller, als es Zweifel gab,
Ich aß ihn oben und spucke ihn heraus.
Ich stellte ihn allen gegenüber und ich stand hoch;
Und tat ihn meine Weise.
Ive liebte, gelachtes Ive und schrie.
Ive hatte meine Fülle; mein Anteil des Verlierens.
Und jetzt, als Risse nachlassen,
Ich finde ihn alles so unterhalten.
Um tat mich zu denken alles den;
Und kann ich sage - nicht in einer schüchternen Weise,
Nr., OH-, das nicht ich kein ist,
Ich tat es meine Weise.
Für was hat ein Mann, was ihn erhalten?
Wenn nicht selbst, dann er Naught hat.
Die Sachen sagen, die er wirklich fühlt;
Und nicht die Wörter von einem, wer knit.
Die Rekorderscheinen nahm ich die Schläge -
Und tat es meine Weise!
'MY WAY'
And now, the end is near;
And so I face the final curtain.
My friend, Ill say it clear,
Ill state my case, of which Im certain.
Ive lived a life thats full.
Ive traveled each and evry highway;
And more, much more than this,
I did it my way.
Regrets, Ive had a few;
But then again, too few to mention.
I did what I had to do
And saw it through without exemption.
I planned each charted course;
Each careful step along the byway,
But more, much more than this,
I did it my way.
Yes, there were times, Im sure you knew
When I bit off more than I could chew.
But through it all, when there was doubt,
I ate it up and spit it out.
I faced it all and I stood tall;
And did it my way.
Ive loved, Ive laughed and cried.
Ive had my fill; my share of losing.
And now, as tears subside,
I find it all so amusing.
To think I did all that;
And may I say - not in a shy way,
No, oh no not me,
I did it my way.
For what is a man, what has he got?
If not himself, then he has naught.
To say the things he truly feels;
And not the words of one who kneels.
The record shows I took the blows -
And did it my way!
MY WAY
Ed ora, l'estremità è vicino;
E così affronto la tenda finale.
Il mio amico, opinione malata esso radura,
Il Ill dichiara il mio caso, di cui Im sicuro.
Ive ha vissuto thats di vita in pieno.
Ive ha viaggiato ciascuno e strada principale de evry;
E più, molto più di questo,
Lo ho fatto il mio senso.
Il rammarico, Ive ha avuto alcuni;
Ma allora ancora, troppo pochi da accennare.
Ho fatto che cosa ho dovuto fare
E sega esso attraverso senza esenzione.
Ho progettato ogni corso progettato;
Ogni punto attento lungo il byway,
Ma più, molto più di questo,
Lo ho fatto il mio senso.
Sì, ci erano periodi, Im sicuro voi hanno saputo
Quando ho morso fuori di più di potrei masticare.
Ma con esso tutto, quando ci era il dubbio,
Lo ho mangiato in su e spit esso fuori.
Lo ho affrontato tutto e mi sono levato in piedi alto;
E lo ha fatto il mio senso.
Ive amava, Ive riso e gridato.
Ive ha avuto mio materiale di riempimento; la mia parte di perdere.
Ed ora, come rotture abbassar,
La trovo tutto il così divertire.
Per pensare ho fatto tutto quello;
E posso dico - non in un senso timido,
No, OH nessun non me,
Lo ho fatto il mio senso.
Per che cosa un uomo, che cosa lo ha è ottenuto?
Se non egli stesso, allora ha naught.
Per dire le cose che allineare ritiene;
E non le parole di una chi si inginocchia.
Le esposizioni record ho preso i colpi -
E lo ha fatto il mio senso!
Da Minha Maneira
MY WAY
E agora o fim está próximo,
E então eu encaro a última cortina.
Meu amigo, vou dizer claramente,
Vou expôr minha situação, da qual tenho certeza...
Eu vivi uma vida que está completa,
Eu viajei por cada uma e em todas as estradas.
E mais, muito mais do que isso,
Eu fiz da minha maneira...
Remorsos, tive uns poucos.
Mas, por outro lado, poucos demais para mencionar.
Eu fiz o que tinha de fazer
E perseverei até o fim sem exceção.
Eu planejei cada percurso delineado,
Cada passo cuidadoso ao longo do caminho.
E mais, muito mais do que isso,
Eu fiz da minha maneira...
Sim, houve ocasiões, tenho certeza que você soube
Quando mordi mais do que podia mastigar.
Mas, em meio a tudo, quando havia incerteza,
Eu devorava tudo e cuspia fora.
Eu enfrentei tudo e me mantive em pé,
E fiz da minha maneira...
Oh não, oh não, não eu,
Eu fiz da minha maneira...
Pois, o que é um homem, o que ele possui?
Se não for a si mesmo, então ele não tem nada.
Para dizer as coisas que ele sente sinceramente
E não as palavras de alguém que se ajoelha.
O registro mostra:
Eu suportei os golpes,
E fiz da minha maneira...
KADININ ADI VAR KADININ ADI 'İNSAN'
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ 8 MART 2007 KONUŞMA METNİM
DEGERLİ ARKADAŞLARIM... MESLEKTAŞLARIM...
Bu gün Dünya Kadınlar Günü. Dünya ve ülkemizdeki kadınların toplum içindeki konumlarını, sorunlarını ve nerden nereye geldiklerini konuşup, tartışıp ve istatiksel verileri de değerlendirdikten sonra kadınlarımız ile ilgili her şeyi bir yıl daha unutabiliriz.
Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların halen 21.yy da ayrımcılığa, şiddete, tacize, baskıya ve daha bilemediğimiz bir sürü acıya maruz kalması, insanlığın en büyük utancıdır.
8 Mart gibi bir güne; kadınları ve onların toplum içindeki yerini hatırlamak için gerek görülse de, aslında her gün kadınların toplum içindeki konumlarının, yaşam şartlarının, maddi ve manevi haklarının ve her şeyden önemlisi de Eğitim ve Öğrenim durumlarının iyileştirilmesi bu konularla ilgili başarılı çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Nasıl ki bir kuşun uçmak için iki kanadı var ise ve tek kanatlı olarak uçamıyorsa; insanlarda Yaşam Sahnesinde Erkek ve Kadın olarak, kuşun kanatları gibidir.
Erkek egemen dünya toplumu yüz yıllardır tek kanatla uçmaya çabalamaktadır. Bu kanat çok güçlenmiştir. Semirmiştir. Ve uçmayı istemektedir. Fakat diğer kanat yüzyıllardır yerlerde sürünmekte ve acı çekmektedir.
Güçsüzdür. Yaralıdır. Ve kırıktır.
Nasıl ki sizler burada bir kuşun, zayıf ve kırık bir kanatla uçamayacağını net bir şekilde gördüğünüz gibi, insanlık da kadınların yaşamdaki konumlarını iyileştirmedikçe, kadını eşit haklara ve değerliliğe sahip kılmadıkça uçmakta başarılı olamayacaktır. Uçmak medenileşmektir. Uygar bir dünya toplumu yaratmaktır.
Medeni ve uygar bir dünyayı oluşturmak, dünya toplumunun asil hedefi olmalıdır.
Medeniyet ve uygarlık; 'Toplumun zenginliği ve yüksek teknolojisi' demek değildir.
Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında; ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.
Dünya toplumu olarak teknolojik bir toplumuz, zenginiz, zekiyiz diyebiliriz. Fakat asla uygar ve medeni değiliz.
Ne zaman dünyada ara sıra hatırlanmak için hiçbir özel güne ihtiyaç duyulmaz ve kadın erkek insanların tek, tek hepsi değerli olur ve yaşamı sevinç-bolluk içinde yaşar ve topluma hizmet ederse, işte o zaman uygarlığı konuşabiliriz.
Dünya toplumlarının bir kısmının kendini uygar ve medeni olarak adlandırması da bir şeyi ifade etmez.
Ne zamanki; dünyada aç ve sefalet ve şiddet içinde bir insan kalmazsa, işte o zaman uygar olabilirler.
Hiçbir insan, diğer bir insanın sefalet, korku baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.
Bu nedenle Dünya Toplumlarında ve Ülkemizde kadınlarımızın eğitimlerine ve toplumun bilinçlendirilmesine özellikle özen gösterilmeli ve takipçisi olunmalıdır.
İnsanlığın tek düşmanı cahilliktir. 'Kadın veya erkek, insanlar eğitilmelidir.'
Özellikle kadınlarımızı bir sonraki neslin yaratıcısı olacağı için eğitmeliyiz. Ve yaşam şartlarını iyileştirmek için onları ekonomik bağımsızlıklarını kazanacak şekilde yetiştirmeliyiz.
Kadınlarımızın özgür ve eğitimli olmalarından, işyerlerinde iyi yerlere gelmelerinden ve yönetimi temsil etmelerinden korkmamalı ve onları bastırmamalıyız.
Onlar hak ettikleri yere geldiklerinde toplumu ve diğerlerini kalkındırmak ve yüceltmek ve yükseltmek için mutlaka ellerini diğerlerine ve topluma uzatacaklardır.
Çünkü kadınlar sevgiyi temsil eder.
Ve Dünya toplumlarının her şeyden önce kadınları ile birlikte yürümeye, var olmaya ve uçmaya ihtiyaçları vardır.
Uçmak uygarlaşmak, medenileşmektir.
Medenileşmek, diğerleri ve yaşamla ilgili 'Sorumluluk almak' demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini de yükseltmek, yüceltmek ve paylaşmaktır.
Dünyada daha iyi ve daha erdemli insan gibi bir yaşam sürmemiz için her günün Kadınlar Günü bilincinde geçirilmesi dileğimle,
Tüm Dünya kadınlarının, Günü kutlu olsun.
SAYGILARIMLA....
CAN AKIN ANTWERPEN - BELÇİKA
http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=6158&ItemIndex=16
Güneş Doğudan Doğacak (Van)
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Bir hüzün var ardımda bıraktığım,
Her ah çekişimde yaşatacağım,
Her başımı çevirdiğimde hatırlayacağım.
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Gökkuşağına benzetirdim hayatı,
Her renkte ayrı bir mutluluk arardım..
Her gün batışında, tatlı rüyalara dalardım...
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Meğer siyahmış benim gökkuşağım..
Mutluluk uzaklarda Hayaller, yalancıymış,
Umut etmek, kabahatmiş meğer..
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Arkada bıraktığım hüzün,
Van'da seni mutlu edecektir..
Ama unutma.. Yarın sabah,
Güneş doğudan doğacak.
Mr Can Akın
http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=2955&ItemIndex=91
KELİMELERİN DİLİ
En bencil tek harfli bir kelime, BEN, ondan sakın
En iyi tatmin edici iki harfli kelime, BİZ, onu kullan
En zehirli üç harfli kelime, EGO, onu öldür
En çok kullanılan dört harfli kelime, AŞK, ona deger ver
En memnun eden 5 harfli kelime, TEBESSÜM, onu koru
En hızla yayılan 6 harfli kelime, DEDİKODU, aldırma
En çok çabayla elde edilen 7 harfli kelime, BAŞARı, onu elde et
En kıskanç sekiz harflik kelime, KISKANÇLIK-HASET, ondan uzak dur
En güçlü dokuz harfli kelime, BİLGİ, onu elde et
En temel 10 harfli kelime, GÜVENMEK, ona güven
THE MOST VALUABLE THİNGS FOR LİFE
The most selfish one letter word...........'I', Avoid it.
The most satisfying two-letter word.......'WE', Use it.
The most poisonous three-letter word.....'EGO', Kill it.
The most used four-letter word.....'LOVE', Value it.
The most pleasing five-letter word.......SMILE', Keep it.
The fastest spreading six-letter word...'RUMOUR', Ignore it.
The hardest working seven-letter word..'SUCCESS', Achieve it.
The most enviable eight-letter word....'JEALOUSY', Distance it.
The most powerful nine-letter word....'KNOWLEDGE', Acquire it.
The most essential ten-letter word....'CONFIDENCE', Trust it.
Mr Can Akın