Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Aşk Olsun
Aşk Olsun

. aşk bir alışveriş değildir

  • serbest kürsü10.05.2018 - 12:25

    kafka niçi tanpınar atay gibi yazarlar ve az biraz peyami safa hayata benzer bir yerden bakarlar. kötücül insan tutumlarına karşı iyicil olanı savunurlar.

  • serbest kürsü10.05.2018 - 12:23

    ya o peyami safanın matmazel noralyasının koltuğu hele o tanpınarın ne büsbütün içinde ne de büsbütün dışında olduğu zamana ne demeli.

  • serbest kürsü10.05.2018 - 11:30

    niçinin kafkanın yerli adıdır tanpınar oğuz atay. ve oğuz atayın en az tutunamayanları kadar önemli bir eseri daha vardır ki ihmal edilmiştir edebi ortamda. tehlikeli oyunlar.

  • serbest kürsü10.05.2018 - 11:28

    çok güzel bir şiir.

  • serbest kürsü09.05.2018 - 12:14

    her konuda muhammedi dinler miydin. yoksa tam da şimdi işine geldiği için mi bir sözünü aldın.

  • serbest kürsü09.05.2018 - 12:13

    manavdaki o vatandaşa sen ne yaptın pekii burda anlatıp kendini çok düşünceliymişsin biiz düşüncesizmişiz pozisyonuna sokmaktan başka.

  • serbest kürsü09.05.2018 - 12:06

    güzellik para güç bunlar hepsi bize verilmiş araçlardır. bunları amaç olarak görmen senin çıkmazın.ve yaradılışı var oluşu bu araçları amaç olarak görüp bilip öyle izah etmeye çalışman senin yani modernitenin en büyük sorunu.

  • serbest kürsü09.05.2018 - 09:04

    alev alatlı da bir insan ve kendi yorumlarına tanrının getirdiği açıklamalardan daha fazla güvenmesi normal. dolayısıyla onun yorumu da nihai değildir.

  • serbest kürsü09.05.2018 - 09:01

    hangimiz annemizden ödünç aldığımız bir eşyayı hırpalamadan çizmeden bozmadan kıyısından köşesinden tahrif etmeden geri verebildik. tanrı da böyle bir şeydir. her birimiz onu bir kıyısından köşesinden eğip büktük tahrif ettik beğenmediğimiz eksik bulduğumuz yerleri kendi yorumlarımızla tamamladık.

  • serbest kürsü08.05.2018 - 09:17

    Bütün işçiler dağıldığında ben gitmez kalırdım .kolonya çiçeğinin altındaki sehpanın etrafına yerleştirilmiş koltuklardan ikisine karşılıklı otururduk. Bol cafeinli, zengin aromalı neskafelerimizi yudumlardık içerken kupana bakardın. Ben hediye etmiştim. Pudra rengi porselen bir kupa. Aynısından ama farklı renklerde macit’e ve kendime de almıştım. Düşünüyorum da ne kadar enerjiktim. Dinamik cıvıl cıvıl. Ele avuca gelmez dizginlenemez.. benden oldukça büyük olmanıza rağmen macite de sana da gençlik bahşediyordum. Beraber vakit geçiriyorken ben senin yaşına erişmeye çalışırdım. Olgun bir kadın gibi davranmaya uğraşırdım. Oysa sen benim gençliğimi severdin farkındaydım. Senin beğendiğin etrafında gezen olgun yaştaki kadınları taklit ederdim. Onlar gibi giyinip ortamlarda onlar gibi ağırbaşlı olmaya gayret gösterirdim. Macit müziği açardı mustafa kaya fikrimin ince gülünü ne de güzel söylerdi incecik ve duygulu. Uzaklara dalardı Macit o dakika o saniyelerde. Bir vakit sonra istemediğini her halinden belli eden tavırlarla ayrılırdı yanımızdan . evliydi eşi kıskançtı ve onu aramıza sokamayacak kadar kültür farkı vardı aramızda. Bir gün yine macitin böyle istemeye istemeye ayrılmasının ardından sen sana aşık demiştin. İnanamamıştım. Sen o şarkıda Macit kendini buluyor defalarca dinlemesi yitip gitmesi ondandı diye üstelemiştin. Oysa ben her gün macitin gitmesini ve başbaşa kalmamızı nasıl da bencilce arzulardım.
    Gün batımı bu saatler yalı çapkınlarının kumruların sokak satıcılarının simitçilerin şen sesleri doldururdu zaman ve mekanı. Onların dehri başlardı. Yeni sulamış olduğumuz bitkilerin diplerindeki toprak nemli yapraklar su tanecikleri ile kaplı olurdu. Mis kokulu yasemenler ve benim yakıp sehpaya bıraktığım orman temalı tütsü insanı kendinden alıyor.
    Ve sen karşımdasın. Haz elle tutulur bir nesneye dönüşürdü hani. Varlığın sesin… bildiğim her şeyi unutmaya hazırdım.unutmuştum da. Sen yeniden öğret istiyordum. Sesimi çok beğenirdinsezen aksudan bir şeyler mırıldanır gülerdim. Sen de gülerdin. Ne konuşurduk. Ne anlatırdın ne anlatırdım. Her şey yitti. Ama duygularım kaldı geriye. Algımda ise orman temalı tütsü
    Necati cumalının bursasındaki gibi bir zamandı bizimkisi. Geçmişin ve geleceğin ortasında öncesiz ve sonrasız asılı kalmış, oraya öylesine yerleştirilivermiş te ne zamanı ne mekanı ne de bir hikayesi bulunan bir eski biblo gibi .
    Günün son ışıklarının yerini bin nazla akşamın alaca karanlığınıa bıraktığı bir evrede tütsümüz aromasını yitirmeye yüz tutmuşken fincanlar boşaldıkta senin yetmiş yıllık olmasıyla övündüğün volsvagenine benim tosbağaya benzettiğim arabana atlar göl kıyısında bir lokantaya giderdik. Uzaklardan karşı kıyılardan gelen kurbağa vıraklamaları gecenin sabaha yakın olan evrelerine kadar süren sohbetlerimizin yoldaşı olurdu. Ürperirdim. Ceketini verirdin. Bana hep sen çok kaliteli bir kadın olacaksın derdin. Keşke ben yanında olsam hep. Kızardım bu söze içerlerdim. Sen yanımda olmayacak mısın diye geçirirdim. Korkardım soramazdım. Seni sahiplenmemden hoşlanmazdın. Öyle algılamanı istemezdim. Bir de kaliteli ne demekti. Bilmiyordum. Bana ne oldu sonra sana olan neydi. Bize ne oldu. Neden biz farklı taraflara savrulduk. Biliyorum… biz belli konularda benzerlikleri olan çoğunluk farklı insanlardık. Benzerliklerimizi çoğaltıp bir arada mutlu olmayı başaran hayatı birbirine zehretmeden birbirine yaşadığı mutluluklardan sunan cömert lütufkar insanlardık. Evet farklı iki insandık ama bir aradayken bu farklılıklarını değil benzerliklerini konuşan iki insan.