Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • halkevleri15.07.2004 - 14:39

    Dil,
    Edebiyat,
    Tarih,
    Güzel Sanatlar,
    Temsil (Tiyatro) ,
    Spor,
    Sosyal Yardım,
    Halk Dershaneleri ve Kurslar,
    Kütüphanecilik ve Yayın,
    Köycülük,
    Müze ve Sergi kollarında eğitim veren kurumlardı.

  • millet15.07.2004 - 14:33

    Millet yerine Ulus kelimesini kullanmak Atatürkçülük değildir.

  • millet15.07.2004 - 14:32

    'Millet' ve 'Milli' kelimelerini kullanmak, malesef günümüzde sağcı kesime ait gibidir.Atatürkçüysen 'ulus' demen şarttır(!) Bu kelimeleri kullananlar bazı 'sözde' Kemalistler tarafından Atatürk düşmanı bile ilan eilebilirler.

    Ancak unutulmamalıdırki, Atatürk Büyük Nutuk isimli eserinde bir defa olsun (ulus) kelimesini kullanmamıştır ama, 277 defa 'millet' diye, 60 kere 'milli amaç' diye, 25 kere 'milli irade', 40 kere 'Milli Mücadele'... diye haykırmıştır.

  • terör15.07.2004 - 14:01

    Latincede ' korkutmak ' anlamına gelen kelime.

  • terör15.07.2004 - 14:00

    PKK nın katlettiği bebek-kadın-çocuk ve gençler....

    http://www.ataturk.com/pkk/pictures.shtml

  • turgut özal15.07.2004 - 12:25

    Rahmetli Özal’ edebiyatı
    Her telden ve meşrepten, Özal hayran ve takipçilerinin canlı tutturduğu bir ‘rahmetli Özal’ edebiyatı vardır, ‘rahmetli’ ile başlayan anılar, ‘bilge’ce sözleri ve hemen her konuda ‘vizyon’unun ne kadar geniş olduğu ile devam eder, sonunda hisseden kıssa çıkarılır. Özal efsanesine kendini kaptırmamış biri için bu edebiyat, bir tür mizah, sıklıklada kara mizah edebiyatı hükmündedir.

    Bu edebiyat mizahidir, çünkü genellikle saçma sapan anılarla başlar, ‘rahmetli bir randevu vermiştir ama pijaması ile kablolu, uydulu, vs. bir TV başındadır (hisseden kıssa; rahat bir kişiliği vardır, pijama veya eşofman bunu simgeler, protokole takılmaz, dünya onun için dümdüzdür, ama bu kadar değil, o bürokrasiye savaş açmış, ‘liberal’lerin beyaz pijamalı prensidir) . Muhatabına döner; ‘Bak, Ahmet, bak Mehmet, bak Ali, bak Veli, oturduğum yerden dünyayı izliyorum, dünya nereye gidiyor, biz hâlâ Anayasa tartışıyoruz’ türünden ‘özlü, bilgece’ bir söz söyler, muhatabı hayran olur, şaşırır, o kadar şaşırır ki, bu şaşkınlık yıllarca devam eder, yeri gelir bu bilgece öngörü muhataba ışık tutar, her olayla tekrar önem kazanır, o anıya gönderme yapma ihtiyacı doğar!

    Ne dediği, muhatabının bunu nasıl değerlendirdiğini ciddiye alır üzerinde düşünürseniz, bu edebiyat, gözünüzde kara mizah şekline bürünür. Bu edebiyatın, geçtiğimiz haftaki köşe yazılarında iki örneği daha gözüme çarptı.

    Taha Kıvanç imzası ile Yeni Şafak’ta çıkan Davos değerlendirmelerinden biri, ‘Turgut Özal’ın ruhu şadolsun. Beklediği, olacağını umduğu gerçekleşmiş gözüküyor…Amerika gezisi sayesinde öğrendiğim sevindirici gerçek şu; Türk gençleri artık dünya pazarındadır…”. (4 Şubat 2002) Davos’un Türkiye üzerine toplantılarında, ‘çok iyi eğitim almış, İngilizceye Amerikalılar kadar hakim gençler’ katılmış, bunlar iş dünyasında sivrilmiş gençlermiş, Tayyip Erdoğan’ı Amerikalılarla birlikte sorgulamışlar (hem de ‘İngilizceye Amerikalılar kadar hakim olarak!) . Bu sorgulama işi başka bir mesele, ama bakarmısınız Özal’ın ruhunu şad ettiren ‘millî vizyon’umuzun sınırlarına; Amerika’da iş yapan ve iyi dil bilen gençler yetiştirmek! Daha doğrusu; ‘gençleri dünya pazarına çıkarmak’!

    Rahmetlinin ufkunun tümünü ‘pazar’ ve ‘pazarlama’nın doldurduğu malûm, acıklı olan takipçilerinin bunu bir ‘milli vizyon’ bir toplumsal ütopya diye, ısıtıp ısıtıp önümüze sunması. Nitekim, Ertuğrul Özkök de, rahmetliye rahmet okumak için bir vesile bulmuş; klasik olarak pijama-randevu-televizyon anısı ile başlayan hikmetli hikâye, daha alafranga bir başlık taşıyor; ‘İhtiraslı Liderin Post Mortem Zaferi’ (Hürriyet, 30 Ocak 2002) . Bu randevuda Özal, Amerikan futbolu liginin şampiyonluk maçı olan ‘Super Bowl’u seyrediyormuş (hisseden kıssa; işte global bir şahsiyet, hatta global bir lider; pijama burada ‘lokal’e gönderme yapıyor) , zira Amerika’dalarken Semra Hanım’la ‘Redskins’ taraftarıymış. Nasılsa söz sağlıktan açılmış ve Özal hemen oracıkta yine bir vizyon patlatmış; “Sağlık, gelecek yüzyılın en önemli ekonomik sektörlerinden biri olacak. Türkiye bu alanda öncü olmalı”. Konu, İngiliz sigorta şirketlerinin ucuz sağlık hizmeti için Türkiye’ye hasta göndermesi projesine bağlanıp, devam ediyor.

    Ne diyor bu adamlar? Daha ilköğretim sorununu çözememiş, insanlarını eğitemeyen, eğittiğine iş bulamayıp sokağa salan Türkiye’den iki üç genç Amerika’da okumuş, iş güç sahibi olmuş, en önemlisi bülbül gibi İngilizce konuşuyor diye sevineceğiz. Kendi hastasına bakamayan, hastane önlerinde günlerce kuyrukta beklenen, bir şekilde içeriye girenlerin parasızlıktan ölü veya diri olarak rehin kaldığı Türkiye, sağlıkta dünyaya öncü olacak diye hevesleneceğiz. Söyledikleri bu değil mi? Siz bu söylenenlerde son derece acıklı bir yan bulmuyor musunuz?

    Tabii, asıl acıklısı; Türkiye’nin gençlerini Amerika’ya, daha doğrusu ‘global pazar’a kapağı atmış bir kaç kişiden ibaret saymak, o değilse gençliğe hadef olarak bunu görmek. Ama en kötüsü, sağlığı ekonomik sektör olarak görmek. Küresel vahşi kapitalizmin Türkiye’deki muhafızları, gerçekten Özal’a çok şey borçlular, o bir dünya görüşünün en katıksız, en tavizsiz örneği, o dünya görüşünün defteri dürülmediği sürece, hayaleti hep aramızda olacak.

    Nuray MERT (5 Şubat 2002)

  • türban15.07.2004 - 12:12

    '...Birgün bu toprağın çocukları, asker çocukları, imam hatiplisi, hepsi bu tartışmları önlerine koyanların İSRAİL ve ABD olduğunu öğrenecek.Ve Kulelili'si, Harbiyeli'si, bir Cumhuriyet bayramında koşarak imam hatipli kardeşlerine sarılacak.Yüzyıllık Batının oyununu bir kucaklaşmayla sona erdirecek.Bayram o gündür...
    Bu saçma tartışmalar yüzünden 70 milyon halk henüz bu çocuklara, bu ülkenin en devasa sorununun işsizlik, eğitim, sağlık sigortaları olduğunu anlatacak fırsat bulamadı.Açlığına yoksulluğuna feryadına ortak olacak bir gençlik bulamadı...'.
    Nihat Genç (Leman dergisi-4 haziran 04)

  • derin devlet15.07.2004 - 11:39

    Seçmenin asıl hedefi derin devlettir

    DÜNYADAKİ her ülkede, bizdeki tanımlamayla ‘‘derin’’ olarak tanımlanan bir gizli devlet yapısı vardır.

    Siyasetin kısa vadeli iniş çıkışlarına karşı toplumu uzun dönemde belirli sınırlar içinde, istikrarda tutabilmek için kurulmuş bir gizli düzendir bu.

    Kitaplarda yazıldığı şekliyle ‘‘demokrasi’’ tanımına aykırıdır bu durum belki ama sonuçta uzun dönemli istikrarın demokrasinin ön şartı olduğu gibi bir argüman ileri sürülerek ‘‘derinliği’’ savunanların da haklı olduğu yanlar vardır şüphesiz.

    İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tüm dünyada dengeler yeniden kurulurken, her ülkede ‘‘derin devletin’’ sorumluluğunu almış olan insanların birbirleriyle konuşmasını, koordineli hareket etmesini sağlayacak, tanım gereği şeffaf olmaması gereken mekanizmalar da kuruldu.

    Bir tür ‘‘gizli Birleşmiş Milletler’’ teşkilatıydı bu ve eğer meseleye gerçekçi bakarsanız belki de dünya ölçeğinde istikrarın belirli sınırlar içinde korunabilmesinin de teminatıydı bu gizli düzenin varlığı.

    Bu düzen nedeniyledir ki her ülkede belirli isimler hiç durmadan gündeme gelir, onlar toplumların hayatında hep bir şekilde vardırlar.

    ***

    20'nci yüzyılın ikinci yarısında başarıyla sürdürülen bu düzeni 21'inci yüzyılın başında iki ülkenin tehlikeye attığını görüyoruz.

    Bunlardan ilki Amerika Birleşik Devletleri.

    Amerika, yeni yönetimiyle dünya düzenini yeniden kurmaya giriştiğinden, eski düzende kurulmuş olan gizli bağlantılar, gizli süreçler de bir anda çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

    Bugün Amerika'da başta eski düzenin baş teorisyeni Henry Kissinger olmak üzere belli başlı isimlerin Amerikan yönetimine karşı tavır almak zorunda kalmalarının temelinde yaşanmakta olan bu gizli mücadele yatmaktadır.

    Uluslararası düzene aykırı davranan ikinci ülke ise Türkiye'dir.

    ***

    Bu tuhaf duruma nasıl ulaşıldı anlatmaya çalışayım.

    Türkiye'de derin devlet Cumhuriyet tarihinin her döneminde son derece aktif olmuştur.

    Türkiye'nin koşulları, coğrafi konumu, etnik yapısı ve radikal İslam'a karşı tavır alma zorunluluğu nedeniyle derin devletin bu ülkede diğer ülkelerden çok daha aktif olması teorik düzeyde normal karşılanmalıdır.

    Ancak 1990'lı yıllarda ‘‘derin devleti’’ yürüten insanlar kendi korumaları altında olması gereken sisteme olabilecek en büyük darbeyi vuran bir dizi yanlışı üst üste yaptılar.

    28 Şubat süreci, haklı endişelere dayanmakla birlikte büyük bir hataydı, çünkü tehlikeler abartılarak tepki verildi.

    Süreci, onu uygulayanlar açısından çok daha yıpratıcı yapan bir başka neden ise ‘‘derin devletin’’ amaçlarına yardım ediyorum diye ortaya çıkan insanların bir süre sonra kişisel çıkar, soygun ve ilkesizlik üzerine kurulu bir mekanizmayı oluşturmalarıdır.

    Ve sonuçta bu insanların davranışları nedeniyle adı üstünde derin yani gizli olması gereken bazı mekanizmalar Türkiye'de bir anda şeffaflaştı.

    Yine tanım gereği bu tür işleyişlerden habersiz kılınması gereken halk, bir anda adına derin devlet denilen veya onun adına hareket ettiği iddiasında olan insanların nasıl da çürümeye başladığını yaşamın her alanında görmeye, izlemeye başladı.

    Eğer bugün gelinen noktada bazı insanlar seçimden korkuyorsa, oylar bazı partilere önlenemeyen bir şekilde akıyorsa, bu sadece insanların kendi gözleri önünde, gayet şeffaf bir şekilde çürüyen mekanizmadan artık kurtulmak istemelerinin bir sonucudur.

    ***

    Sistemi daha fazla zarar almadan koruyacaksak, tepkilerin ortaya çıkmasını, normal kanallar içinde kalmasını, birikmiş tepkilerin, kinin gazının alınarak toplumun sakinleşmesini sağlayacak adımları atmak gerekiyor.

    Ancak gördüğüm kadarıyla bizim ‘‘derin devletçiler’’ panik içindeler, makul laf dinleyecek halleri yok.

    Hálá daha belki bir dönem başarılı olmuş ayak oyunlarını yine denemeye çalışarak ayakta kalmaya ve sistemi sürdürmeye çalışıyorlar.

    Devlet adamlığı belirli dönemlerde geri adım atmayı, alışıldık tavırlardan kurtulmayı ve o alışıldık tavırların aslında uzun dönemde toplum düzenini olumsuz etkilediğini kavrayarak yeni döneme özgü yeni tavırlar alma basiretini gösterebilmeyi gerektirir.

    Öyle görülüyor ki Türkiye'de ‘‘devlet adamı’’ sayısı gerçekten azalmış durumda, çünkü sayı azalmasaydı bugünkü acıklı görüntülerin ortaya çıkması mümkün değildi.

    Eğer seçim ertelenirse bu Türkiye Cumhuriyet tarihinde yapılmış olan en büyük hatalardan bir tanesi olacaktır.

    Seçim ertelemek için manevra yapanlar, ittifaklar kuranlar artık bitmiş, tükenmiş, meşruiyeti kalmamış bir ‘‘toplum düzenini korumacı’’ anlayışın temsilcileridir.

    Üstelik tükenmeyi, çürümeyi, bitişi yaratanlar da kendileridir.

    Bu seçim ne zaman yapılırsa yapılsın olacaklar bellidir, bir döneme ait çürümüşlükler tasfiye olacaktır, seçmen sabırla o anı beklemektedir.

    Ve unutmayın ki Türkiye'nin ana hedeflerine doğru yürüyüşünü hangi parti iktidara gelirse gelsin tersine döndüremeyecektir.

    Çünkü yeni dönem kendisine özgü yeni devlet adamlarını da ortaya mutlaka çıkaracak ve onlar ülkenin uzun dönemli çıkarlarını kollama görevini mutlaka üstleneceklerdir, bundan kimse endişe etmesin.

    Dolayısıyla bir anlamda diyebiliriz ki olacak ilk seçim Türkiye'de derin devletin tarihinde de önemli bir dönüm noktasını oluşturacaktır.
    Serdar Turgut(ekim-2002)

  • deniz baykal15.07.2004 - 09:57

    CHP lideri Deniz Baykal, muhalif vekiller hakkındaki iddialarına bir yenisini daha ekledi. Partisi ve şahsı adına sistematik komplolar düzenlendiğini savunan Baykal, 4 muhalif milletvekilinin kendisini karalamak amacıyla İsviçre'de düzmece bir hesap açmaya çalıştığını ileri sürdü.

    Baykal, 3 Temmuz'daki olağanüstü kurultayda, bir milletvekilinin CIA'yı kullanarak aleyhinde delil topladığını, daha önce de Amerikan Savunma Bakanlığı kaynaklı olduğu söylenen aleyhte bir rapor hazırlandığını iddia etmişti.

    CHP Merkez Yönetim Kurulu dün Deniz Baykal başkanlığında toplandı. Parti içindeki tartışmaların görüşüldüğü toplantıda Deniz Baykal, 4 milletvekilinin bir otelde yaptığı toplantıyı gündeme getirdi. Baykal, bu vekillerin kendisi adına bir İsviçre bankasına 1 milyon dolar yatırarak hesap açılmasını konuştuklarını öne sürdü. Böyle bir hesabın varlığının duyulmasıyla istifaya zorlanmak istendiğini kaydeden Baykal, muhaliflerin kendisine yönelik bazı iddiaların yer aldığı düzmece bir belgeyi de satın almak istediklerini; ancak vazgeçtiklerini savundu.

    ABD'de faaliyet gösterdiği öne sürülen Özel Planlar Dairesi'nin hazırladığı savunulan yazının önceki gün kendisine ulaştığını kaydeden Baykal, notun içeriğiyle ilgili bilgi verdi. Buna göre, yazıda, partisinin ABD'nin istekleri doğrultusunda hareket etmesi şartıyla CHP lideri ile anlaşmaya varıldığı belirtiliyor. Anlaşmada belirtilen 40 milyon doların 3 Kasım seçimlerinin ardından iki aşamalı olarak Dubai ve Zürih'te bulunan hesaplara aktarıldığı öne sürülüyor.

  • fethullah gülen15.07.2004 - 09:56

    dün akşam STV haber'de: 'Türkiye’nin 70 yerinden toprak var, onları gül gibi kokluyorum. Onları camekana koydum. O toprak parçalarında Türkiye’yi seyrediyorum.' diyen kişi. Vay bee..!