Kanunname-i al-i osman'a şu derkenarı da düşesiz: her kimesneye ki bundan böyle saltanat müyesser ola, nizamı alem için KARDEŞLERİNİ KATLEYLEMEK münasiptir. ekseri ulema dahi bunun böyle olmasına razı olup tasvip etmiştir.
36 padişahtan 13'ü tahttan zorla indirilmiş ve bunların çoğu da öldürülmüştür. Başkaldıran yakınlarını öldürme geleneği 1. Murat'la başlar. Oğlu Savcı Bey ayaklandığı için gözleri oyularak cezalandırılmıştır.
Oğlu 1. Bayezıt ise kardeşi Yakup Bey'i öldürterek Osmanlı tarihine 'saltanat için kardeşini Öldürten ilk padişah' olarak geçer. Tahta ortak olacakların öldürülmeleri sonraları da sürdürülür.
2. Mehmet padişah olduğunda henüz bebek olan kardeşi Ahmet'i öldürtür. Ve bu dönem yönetime gelen kişinin kardeşlerini öldürtmesi yasallaşır.
Yavuz bir taraftan babasıyla savaşırken, öte yandan kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yeğenlerini ortadan kaldırarak iktidar olur.
3. Mehmet ise 19 kardeşini birden öldürtür... Yani iktidar için her yol mubahtır.
En çılgın kıyamet komplo teorisine okuyucularım büyük ilgi gösterdi ve heyecanla ikinci yazımı beklediklerini bildirdiler. Bu arada bazı okuyucularda kendi kıyamet teorilerini gönderdiler. Kaldığım yerden devam ediyorum. Tekrar hatırlatayım, bu yazdıklarımın gerçek dünyada yaşanan ve yaşanacak olaylarla hiç bir ilgisi yoktur, tamamen bir hayal ürünüdür; adı üstünde komplo teorisi...
ABD Başkanı Arnold'a Şahinler daha doğrusu şeytanlar korosu olarak nitelenen Evangalist-Yahudi danışmanları 3. kanlı paketlerini kabul ettirirken, Amerikan kamuoyunda Antisemitik akımlar güçlenmiş ' Jewishs Go Home' slagonları Hitler'in 1932'de iktidara geldiği dönemi anımsatmaya başlamıştır. ABD'nin dünya petrolünün yüzde 80'ini kontrol eder hale gelmesi AB'ini çileden çıkartmaktadır. Venezuella'da darbe yapan CIA, bir Amerikan vatandaşını bu ülkenin başına oturtmuş, diğer petrol ülkesi Meksika ABD'den izinsiz petrol ihracatı yapmayacağını teyit etmiştir. Rusya'da dünyanın 4. büyük petrol şirketi Yukos-Sibneft'in yarı hissesini satın alan Exxon-Mobil ve Chevron ortaklığı, OPEC ülkelerinin petrol üretimini kontrol eden ABD ile birlikte petrol fiyatlarını 30 dolardan varilini 50 dolara çıkartmıştır. Bunun sonucu petrol ithal eden ülkeler iki kat fazla fatura ödemek zorunda kaldıkları için ekonomileri çökmüştür. AB, Locherbei eylemimde tazminat ödemeye ikna ettikleri Libya ve Norveç petrolü sayesinde ayakta durmaktadır. ABD'ye direnen tek ülke Çindir. Şahinler, Çinde sosyalizmin devrilerek yerine ABD güdümlü kapitalist bir yönetimin gelmesi konusunda ABD Başkanı Arnold'a Çin'in dört parçaya bölünmesi projesini sunarlar. Buna göre, Mandarince konuşan Şankay, 1997'de devredilen Hong Kong, Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan, Tibet ve Aşağı Moğolistan'ın Çinden kopartılması için muhaliflere destek verilecektir. Çin'in ucuz malları karşısında Yahudi sermayesi büyük zarar görmektedir. Ayrıca başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere Çin dünya pazarının yüzde 40'ını elinde tutmaktadır. ABD'nin Orta Asya, Afganistan ve Uzak Doğu üslerini tehdit eden Çin, bu bölgedeki ülkeleri işgale hazırlanmaktadır.
Şahinlerin diğer planı Türkiye üzerinedir. Artık büyük Kürdistan'in kurulması için zemin hazırdır. Kürtlerin yaşadığı ülkeler Türkiye dışında işgal altındadır. (Önceki tezkere geçseydi, 120 bin ABD askeri nanik diyecekti) ABD'nin Ortadoğu'da istediği gibi kullabileceği ve intihar saldırısı yapmayan tek güç Kürtlerdir; Türkler, Kabe'nin işgal altında olması nedeniyle gittikce Arap dünyası ile dahada yakınlaşmakta ve ABD'yi bölgede istememektedir. Bu plan aslında vaadedilmiş topraklarının peşinde olan Büyük İsrail delisi fanatik Yahudilerin, yani İsrail'in dileğidir. Türkiye'de Alevi-Sünni provakasyonu çıkartılacak, aynı anda Kürtler ayaklanacak, Yunanistan'a Kıbrıs'ı işgal izni verilerek TSK sıcak savaşa sokulacaktır. Bu sırada İran'daki 25 milyon Azeri Türküne Güney Azerbaycan devleti kurna izni verilecek, İran'daki 5 milyon Kürt ise Kürdistan ile birleşecektir.
Bu plan ABD için sonun başlangıcı olmuştur. 2008 ve 2009 yıllarında ince ince işlenen eylem planları ters tepmiş Çin, Türkiye ve İran'da milliyetçi akımlar güçlenerek ABD'yi esir alan Yahudileri teşhir etmeye başlamış, dünya kamuoyu ellerindeki medya gücünü kullanarak kendilerini yıllardır uyutan Yahudilere karşı tek yumruk olmaya karar vermiştir. 6 milyon Yahudinin yaşadığı ABD'de Amerikalılar, başlarına tüm felaketleri Yahudilerin açtığını savunarak Yahudileri ülkeyi terkedip İsrail'e gitmeye zorlamaktadır. Binlerce Yahudi, Filistinlilerin yıkılan evleri, toprakları üzerinde inşa edilen yerleşim yerlerine göç etmektedir. Bir kısmı ise 1964'de kovuldukları Irak, Suriye ve Kuzey Irak'ı mesken seçmiş, binlerce Yahudi Türkiye'nin GAP bölgesinde büyük topraklar satın alarak Kürtlere komşu olmuştur.
2011 yılında Çin, Afganistan üzerinden ABD'nin Uygurlara askeri yardım yaptıklarını iddia ederek Afganistan'ı işgal eder. Kabil dışında Afganistan'da hiç bir bölgeye yıllardır hakim olamamış ABD, bu beklenmeyen işgale nasıl cevap vereceğini bilemez. Dünya güvenlik sistemi ABD'nin 11 Eylül 2001 eyleminden sonra başlattığı haksız işgaller ve içibol olduğu anlaşılan BM'nin anlamsızlığı nedeniyle tamamen çökmüştür. Kim güçlü ise o haklıdır. ABD'nin tepkisizliğinden cesaret alan Çin, Kazakistan, Kırgızıstan, Özbekistan ve Türkmenistan'ı da işgal eder. Dananın kuyruğu şimdi kopmuştur.
ABD-Çin arasında 9 yıl sürecek kanlı bir savaş başlayacak, kazananın olmadığı bu savaşta binlerce kişi ölecektir. Savaş, Güney Kore, Vietnam'ı da içine alacaktır. Bu arada Hindistanla anlaşan Çin, Hindistan'ın Pakistan, Endenozya, Filipinler ve Bangladeş'i işgal etmesi için destek verecek ve ABD'nin Uzak Doğu karakolları yok edilecektir. ABD'ye İran işgaliyle yol açtığı petrol krizi nedeniyle kızgınlık duyan Japonya, perde arkasında Çin'in arkasında yer alacaktır. Rusya savaşa girmese bile Şankay anlaşması gereği Çin'e tam destek verecektir. ABD- Çin savaşı, Uzak Doğu'yu kana bulayacaktır.
Bu arada İran'da Turan-İran karışımı yeni bir devlet kurulacak ve ABD, bu topraklardan çekilecektir. Yeni hükümetle Türkiye ve Rusya arasında kurulan güvenlik paktı, Washington'u şok eder. Irak ve Suriye, 1960'larda temeli atılan Pan-Arap devletini kurarak birleşirler. ABD, Çin ile savaşı sırasında bölgedeki askerlerini çekmek zorunda kalmıştır. Pan-Arap devleti, içine Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suudi Arabistan'ı da alarak büyür. Sadece Mısır ABD'nin sadık müttefiki olarak bu oluşumun dışında kalır. Ancak 2020 yılında İhvani Müslim haraketi, Kahirer'de darbe yaparak birliğe katılır.
İsrail'in vaadedilmiş toprak hülyası gittikçe çökmektedir. Son 10 yılda Kürtler üzerinden Türkiye'de terör estiren İsrail, TSK'nin Irak, Suriye ve İranla olan iyi diyaloğu ve bölge halkı ile yapıcı yaklaşımları karşısında bocalamış ve bu arada Türkiye-İsrail stratejik ortaklığı Yahudilerin hain planlarının ortaya çıkması ile bitmiştir. İsrail ile Türkiye'nin uzaklaşması Arap Birliği'ni Türkiye'ye yakınlaştırmıştır. Son 15 yılda Türkiye'ye akan Arap milyar dolarları ve Arapların iş ve seyahat için Türkiye'yi tercih etmesi bunda önemli rol oynamıştır. Türk ordusunun Irak ve Suriye'de halkın gönlünü kazanmasının bunda payı büyüktür. ABD, Ortadoğu'dan çekilirken geçiş döneminde hep Türk askeri Suudi Arabidtan dahil işgal altındaki müslüman ülkelerde görev almış, yılların önyargıları parçalanmıştır. Araplar, nihayet Türkleri müslüman olarak görmeye başlamıştır.
2022 yılında AB, büyük bir ekonomik krize girer. Ayrıca Almanya'da hortlayan ırkçılık akımları, AB kimliği adı altında Almanların üstünlük kurma çabaları siyasi birliği parçalamıştır. ABD'nin Truva atı İngilizler, son 20 yılda hep ABD ile haraket ederek petrol krizleri sırasında birliğe yüzünü dönmüştür. 2005'de üye olan 13 yeni üye ülkeye akıtılan paralar halkın refah seviyesini düşürmüştür. Türkiye, tam üyelik müzakerelerine 2013 yılında başlamasına rağmen hala tamamlayamamıştır. Bunun nedeni AB'nin bölgesel güç haline gelmiş bir müslüman ülkeyi, dini ve kültürel farklılığı nedeniyle kabul etmemek istemesidir. Bu yılın sonlarında AB ülkeleri biraraya gelerek birliğin dağıldığını açıklayacak, Türkiye'nin üyeliği kıyamete kalacaktır!
Öte yandan 2012 yılında ABD Başkanlığını Arnold, Çinle savaşın zaferle bitirilmesini isteyen Şahinler tarafından zorda olsa sahte bir seçimle yeniden elde etmiştir. 2016 yılında ise savaşın sona ermesini isteyen Demokrat aday başkan olsada savaşın sona ermesi 2020 yılını bulmuştur. Bu yıllarda ABD, yurtdışındaki tüm askerlerini geri çekerek büyük bir ricat yapmış, içeride ise ülkeyi terketmek zorunda kalan Yahudilerin yol açtığı ekonomik yangınları sarma ile meşgüldür. Yoksulluk seviyesinin çok altında yaşayan zenciler, heryeri talan etmekte, ülke içi terör nedeniyle hergün binlerce insan ölmektedir.
2020-2026 arasında Ortadoğu'da dayısız kalmış İsrail, son gücü ile dünyadaki tüm Yahudileri sermayeleri ile birlikte İsrail'e taşımış ve nüfusu 13 milyona çıkmıştır. İsrail'in başdüşmanı artık Amerikalılardır. Dünyanın süper gücünü 25 sene içinde haksız işgallerle savaştırmış, öldürtmüş, nihayet ekonımisini çökertmiş ve dünyada yapayalnız bırakmıştır. 2003'lerin gelişmiş ülkeleri yerlerine yeterli nüfus bulamamaları ve işci gücü kalmaması nedeniyle çökerken, son 20 yılda Batı medeniyetini her bakımdan yakalamış müslüman ülkelerin yüzünü dinamik nüfus yapıları ve aile kurumları güldürmüştür.
Ve 2027 yılında İsrailli intihar komandoları, yıkmak amacıyla Kabe'ye saldırır. İslam alemi, artık 2007'deki ABD Kabe baskınına boyun eğen müslümanlardan oluşmamaktadır. Üstelik İsrail'in dayısı ABD kendi iç meseleleri ile uğraşmaktadır, AB dağılmış, Çin ise dünyanın başına bela olmuş Yahudilere kin bilemektedir. Arap Birliği, 200 bin kişi ile dört bir koldan İsrail'e girer ve bir ay devam eden savaşta canlı kimse kalmaz. Bu tarihin bazı kutsal beyanlarda işaret edilen, Gargad ağacının arkamdaki Yahudiye öldür diye dile geleceği belirtilen hadisin Ebced hesabıyla hesaplandığı tarih olması, teorimin komplo olduğu gerçeğini değiştirmez!
Kıyamet senaryosu burada bitti. Eğer isterseniz ABD ile Çin, YECÜC ve MECÜC müydü? , Büyük Mehdi ve Hz. İsa(Mesih) bu dönemde mi gelecek? , Müslümanların 40 yıl sürecek dünya hakimiyeti ne zaman gerçekleşebilir? gibi sorularınıza yanıt olabilecek bir senaryo yazayım.
Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah bilir.... (sonsaniye.net)
Ye’cûc ve Me’cûc hakkında Kur’an-ı Kerim’de iki yerde bahis vardır.
Onlar: “Ya Zülkarneyn! Muhakkak Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünde fesad çıkarıyorlar. Bizimle onlar arasında sed yapman için sana ücret verelim mi? ” dediler. (Kehf Suresi-94)
“Tâ Ye’cûc ve Me’cûc’un seddi açıldığında onlar her tepeden iniyorlar”. (Enbiya Suresi 96)
Nasıl yani? Başörtüsü konusunda, geçen yazımda eleştiri konusu ettiğim ve örnek olarak verdiğim yazılardan birinin yazarı (Yüksel Işık) bu hafta sonu, yine Radikal İki'de, 'Cevapsız olur mu? ' başlığıyla bir yazı yazmış. Cevapsız olur mu olmaz mı bilemem, ama 'cevap' başlığı altında yazılan her şeyin, cevap olmadığı, olamadığı kesin. Konu, kısaca şu: AİHM, son olarak, Leyla Şahin'in başörtüsü ile üniversiteye devam edememesi üzerine yaptığı başvuruyu haksız bulmuştu. Gerekçelerden biri de, başörtüsünün, diğer insanlara dini baskı olarak algılanabileceği türünden bir saçmalıktı. Işık'da bu istikamette bir yazı yazmıştı. Ben de 'Nasıl yani? ' diye sormuştum. Çok mu garip bir soru? Yeniden soruyorum; nasıl yani? Daha doğrusu, 'Ne alakası var? ' Burası laik bir ülke, keza Avrupa ülkeleri de öyle, insanlar dindarlık konusunda amansız bir yarışa girmiş falan değiller ki, başörtülü olan, 'gerçek dindar' olduğu iması ile diğerlerine baskı yapabiliyor olsun. Ayrıca, ortada saptanabilir, ölçülebilir bir baskı veya dayatma yoksa, bir giyiniş veya davranış tarzının baskı olarak algılanabileceğine kim, nasıl karar verecek? Nitekim, yine bu haftaki Radikal İki'de yayımlanan, Murat Borovalı ve Ömer Turan imzalı yazıda bu husus gayet iyi bir şekilde dile getirilmiş. Benim aynı şeyleri tekrarlamama gerek yok. Yine de, saçmalığın derecesinin altını çizmek için, tekrar sormak istiyorum, dinin baskı aracı olmasının resmen yasak olduğu laik bir ülkede, dine ilişkin bir baskıdan söz edilebilirse, bu sadece toplumsal, kültürel, psikolojik bir baskı olabilir. Ama o durumda da, bunu saptamak da ölçmek de mümkün değil. İş, spekülasyona, şahsi algıya, yani keyfi karara kalır. Bu durumda, herkes her şeyin baskı olarak algılandığından veya kullanıldığından şikâyetçi olabilir. Nitekim, oluyor da, mesela, zayıflığın, diyetin kutsandığı bir kültürel ortamın şişman insanları rencide ettiği, baskı oluşturduğundan şikâyet ediliyor, ama kimse, zayıf mankenleri veya diyet yayınlarını yasaklamayı öneremiyor. Yüksel Işık'ın bana bu konuda izahat borcu olduğu halde, konuyu dağıtıp, işi Sünni Müslümanlığın Türkiye'deki konumuna bağlaması anlaşılır gibi değil. Evet, Sünni Müslümanlık bu ülkede ayrıcalıklı bir konuma sahip, ama bunun başörtüsünün yasaklanması için bir gerekçe oluşturması mı gerekiyor? Ne alakası var? Ben Türkiye'de yaşayanlar çoğunlukla Sünni Müslüman diye başörtüsü yasaklanmamalı demiyorum ki! Ayrıca, Avrupa'da yaşayan ve yasaklarla karşılaşan Müslümanlar çoğunluk falan değil. Diğer taraftan, bu Sünni Müslümanlık konusu da ayrı ve derin bir tartışma konusu olabilir. Bu konunun başörtüsü yasağı tartışmasıyla, (Işık'ın yaptığı gibi) karıştırılmasından korktuğum için, o tartışmaya dalmak istemiyorum. Ama konu açılmışken, bir-iki şey söylemeden geçemeyeceğim. Birincisi, bizde, demokrasi dersi belli ki, yanlış bellenmiş, sadece azınlık haklarını savunmak demokratlık sayılıyor. Sünni/Türk olmak, çoğunluk mensubu ve resmi kimlik formatı olduğu için, tabii ki, belli bir baskı potansiyeli taşıyor olabilir ve tabii ki demokratlık adabı, buna karşı duyarlı olmayı gerektiriyor. Ama bu demek değil ki, Sünni ve Türk kimlikli insanların gık demeye hakkı olmamalı. İkinci olarak, son zamanlarda Sünni Müslümanlığın ayrıcalıklı konumu sorgulanırken, bir noktadan sonra ipler kopuyor, laik toplum, kültür ve tarihten fazlasıyla kopuk ve soyut bir kategori olarak algılanıyor. Mevcut durumu her şekilde sorgulayabiliriz, ancak, her toplumun kültürel tarihsel bir rengi, dokusu olduğu gerçeğini tamamen reddedemeyiz. Daha önce de yazdım; evet, laik devlet din karşısında tarafsızdır, ama unutmayalım bu tarafsızlığın dayandığı bir asgari sınır mutlaka vardır. Öyle olmasaydı, biz Ramazan ve Kurban bayramlarını resmi tatil olarak kabul ederken, Batılı ülkeler Noel ve Paskalya'yı resmi tatil yapmazlardı. Teoride onlar da laik, biz de laik ülkeyiz. Nasıl çıkacağız bu işin içinden? Tartışılmaya değer ve ilginç bir konu değil mi? Gelin laiklik ve demokrasi tartışmalarında sığınmaya çalıştığımız bir-iki klişeden kurtulup, işe yeniden başlayalım. Bunları tekrar, derinlemesine düşünüp tartışalım. (Nuray Mert-Radikal)
1 Mayıs 1977'de; Ahmet Gözükara, Aleksandros Konteas, Ali Sildal, Ali Yeşilgül, Bayram Çıtak, Bayram Eyi, Bayram Sürücü, Diran Nıgız, Ercüment Gürkut, Garabet Ayhan, Hacer İpek Saman, Hamdi Toka, Hasan Yıldırım, Hatice Altun, Hikmet Özkürkçü, Hüseyin Kırkın, Jale Yeşilnil, Kadir Balcı, Kadriye Duman, Kahraman Alsancak, Kenan Çatak, Leyla Altıparmak, Mahmut Özbelen, Mehmet Ali Genç, Meral Cebren, Mültezim Oltulu, Murat Elmas, Nazan Ünaldı, Nazmi Arı, Niyazi Darı, Ömer Narhan, Ramazan Sarı, Rasim Elmas, Sibel Açıkalın, Ziya Baki, katıldıkları 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları sırasında onbinlerce kişinin üzerine açılan ateş sonucunda katledildiler.
Kanunname-i al-i osman'a şu derkenarı da düşesiz: her kimesneye ki bundan böyle saltanat müyesser ola, nizamı alem için KARDEŞLERİNİ KATLEYLEMEK münasiptir. ekseri ulema dahi bunun böyle olmasına razı olup tasvip etmiştir.
36 padişahtan 13'ü tahttan zorla indirilmiş ve bunların çoğu da öldürülmüştür.
Başkaldıran yakınlarını öldürme geleneği 1. Murat'la başlar.
Oğlu Savcı Bey ayaklandığı için gözleri oyularak cezalandırılmıştır.
Oğlu 1. Bayezıt ise kardeşi Yakup Bey'i öldürterek Osmanlı tarihine 'saltanat için kardeşini Öldürten ilk padişah' olarak geçer.
Tahta ortak olacakların öldürülmeleri sonraları da sürdürülür.
2. Mehmet padişah olduğunda henüz bebek olan kardeşi Ahmet'i öldürtür. Ve bu dönem yönetime gelen kişinin kardeşlerini öldürtmesi yasallaşır.
Yavuz bir taraftan babasıyla savaşırken, öte yandan kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yeğenlerini ortadan kaldırarak iktidar olur.
3. Mehmet ise 19 kardeşini birden öldürtür... Yani iktidar için her yol mubahtır.
En çılgın kıyamet komplo teorisi (2)
En çılgın kıyamet komplo teorisine okuyucularım büyük ilgi gösterdi ve heyecanla ikinci yazımı beklediklerini bildirdiler. Bu arada bazı okuyucularda kendi kıyamet teorilerini gönderdiler. Kaldığım yerden devam ediyorum. Tekrar hatırlatayım, bu yazdıklarımın gerçek dünyada yaşanan ve yaşanacak olaylarla hiç bir ilgisi yoktur, tamamen bir hayal ürünüdür; adı üstünde komplo teorisi...
ABD Başkanı Arnold'a Şahinler daha doğrusu şeytanlar korosu olarak nitelenen Evangalist-Yahudi danışmanları 3. kanlı paketlerini kabul ettirirken, Amerikan kamuoyunda Antisemitik akımlar güçlenmiş ' Jewishs Go Home' slagonları Hitler'in 1932'de iktidara geldiği dönemi anımsatmaya başlamıştır. ABD'nin dünya petrolünün yüzde 80'ini kontrol eder hale gelmesi AB'ini çileden çıkartmaktadır. Venezuella'da darbe yapan CIA, bir Amerikan vatandaşını bu ülkenin başına oturtmuş, diğer petrol ülkesi Meksika ABD'den izinsiz petrol ihracatı yapmayacağını teyit etmiştir. Rusya'da dünyanın 4. büyük petrol şirketi Yukos-Sibneft'in yarı hissesini satın alan Exxon-Mobil ve Chevron ortaklığı, OPEC ülkelerinin petrol üretimini kontrol eden ABD ile birlikte petrol fiyatlarını 30 dolardan varilini 50 dolara çıkartmıştır. Bunun sonucu petrol ithal eden ülkeler iki kat fazla fatura ödemek zorunda kaldıkları için ekonomileri çökmüştür. AB, Locherbei eylemimde tazminat ödemeye ikna ettikleri Libya ve Norveç petrolü sayesinde ayakta durmaktadır.
ABD'ye direnen tek ülke Çindir. Şahinler, Çinde sosyalizmin devrilerek yerine ABD güdümlü kapitalist bir yönetimin gelmesi konusunda ABD Başkanı Arnold'a Çin'in dört parçaya bölünmesi projesini sunarlar. Buna göre, Mandarince konuşan Şankay, 1997'de devredilen Hong Kong, Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan, Tibet ve Aşağı Moğolistan'ın Çinden kopartılması için muhaliflere destek verilecektir. Çin'in ucuz malları karşısında Yahudi sermayesi büyük zarar görmektedir. Ayrıca başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere Çin dünya pazarının yüzde 40'ını elinde tutmaktadır. ABD'nin Orta Asya, Afganistan ve Uzak Doğu üslerini tehdit eden Çin, bu bölgedeki ülkeleri işgale hazırlanmaktadır.
Şahinlerin diğer planı Türkiye üzerinedir. Artık büyük Kürdistan'in kurulması için zemin hazırdır. Kürtlerin yaşadığı ülkeler Türkiye dışında işgal altındadır. (Önceki tezkere geçseydi, 120 bin ABD askeri nanik diyecekti) ABD'nin Ortadoğu'da istediği gibi kullabileceği ve intihar saldırısı yapmayan tek güç Kürtlerdir; Türkler, Kabe'nin işgal altında olması nedeniyle gittikce Arap dünyası ile dahada yakınlaşmakta ve ABD'yi bölgede istememektedir. Bu plan aslında vaadedilmiş topraklarının peşinde olan Büyük İsrail delisi fanatik Yahudilerin, yani İsrail'in dileğidir. Türkiye'de Alevi-Sünni provakasyonu çıkartılacak, aynı anda Kürtler ayaklanacak, Yunanistan'a Kıbrıs'ı işgal izni verilerek TSK sıcak savaşa sokulacaktır. Bu sırada İran'daki 25 milyon Azeri Türküne Güney Azerbaycan devleti kurna izni verilecek, İran'daki 5 milyon Kürt ise Kürdistan ile birleşecektir.
Bu plan ABD için sonun başlangıcı olmuştur. 2008 ve 2009 yıllarında ince ince işlenen eylem planları ters tepmiş Çin, Türkiye ve İran'da milliyetçi akımlar güçlenerek ABD'yi esir alan Yahudileri teşhir etmeye başlamış, dünya kamuoyu ellerindeki medya gücünü kullanarak kendilerini yıllardır uyutan Yahudilere karşı tek yumruk olmaya karar vermiştir. 6 milyon Yahudinin yaşadığı ABD'de Amerikalılar, başlarına tüm felaketleri Yahudilerin açtığını savunarak Yahudileri ülkeyi terkedip İsrail'e gitmeye zorlamaktadır. Binlerce Yahudi, Filistinlilerin yıkılan evleri, toprakları üzerinde inşa edilen yerleşim yerlerine göç etmektedir. Bir kısmı ise 1964'de kovuldukları Irak, Suriye ve Kuzey Irak'ı mesken seçmiş, binlerce Yahudi Türkiye'nin GAP bölgesinde büyük topraklar satın alarak Kürtlere komşu olmuştur.
2011 yılında Çin, Afganistan üzerinden ABD'nin Uygurlara askeri yardım yaptıklarını iddia ederek Afganistan'ı işgal eder. Kabil dışında Afganistan'da hiç bir bölgeye yıllardır hakim olamamış ABD, bu beklenmeyen işgale nasıl cevap vereceğini bilemez. Dünya güvenlik sistemi ABD'nin 11 Eylül 2001 eyleminden sonra başlattığı haksız işgaller ve içibol olduğu anlaşılan BM'nin anlamsızlığı nedeniyle tamamen çökmüştür. Kim güçlü ise o haklıdır. ABD'nin tepkisizliğinden cesaret alan Çin, Kazakistan, Kırgızıstan, Özbekistan ve Türkmenistan'ı da işgal eder. Dananın kuyruğu şimdi kopmuştur.
ABD-Çin arasında 9 yıl sürecek kanlı bir savaş başlayacak, kazananın olmadığı bu savaşta binlerce kişi ölecektir. Savaş, Güney Kore, Vietnam'ı da içine alacaktır. Bu arada Hindistanla anlaşan Çin, Hindistan'ın Pakistan, Endenozya, Filipinler ve Bangladeş'i işgal etmesi için destek verecek ve ABD'nin Uzak Doğu karakolları yok edilecektir. ABD'ye İran işgaliyle yol açtığı petrol krizi nedeniyle kızgınlık duyan Japonya, perde arkasında Çin'in arkasında yer alacaktır. Rusya savaşa girmese bile Şankay anlaşması gereği Çin'e tam destek verecektir. ABD- Çin savaşı, Uzak Doğu'yu kana bulayacaktır.
Bu arada İran'da Turan-İran karışımı yeni bir devlet kurulacak ve ABD, bu topraklardan çekilecektir. Yeni hükümetle Türkiye ve Rusya arasında kurulan güvenlik paktı, Washington'u şok eder. Irak ve Suriye, 1960'larda temeli atılan Pan-Arap devletini kurarak birleşirler. ABD, Çin ile savaşı sırasında bölgedeki askerlerini çekmek zorunda kalmıştır. Pan-Arap devleti, içine Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suudi Arabistan'ı da alarak büyür. Sadece Mısır ABD'nin sadık müttefiki olarak bu oluşumun dışında kalır. Ancak 2020 yılında İhvani Müslim haraketi, Kahirer'de darbe yaparak birliğe katılır.
İsrail'in vaadedilmiş toprak hülyası gittikçe çökmektedir. Son 10 yılda Kürtler üzerinden Türkiye'de terör estiren İsrail, TSK'nin Irak, Suriye ve İranla olan iyi diyaloğu ve bölge halkı ile yapıcı yaklaşımları karşısında bocalamış ve bu arada Türkiye-İsrail stratejik ortaklığı Yahudilerin hain planlarının ortaya çıkması ile bitmiştir. İsrail ile Türkiye'nin uzaklaşması Arap Birliği'ni Türkiye'ye yakınlaştırmıştır. Son 15 yılda Türkiye'ye akan Arap milyar dolarları ve Arapların iş ve seyahat için Türkiye'yi tercih etmesi bunda önemli rol oynamıştır. Türk ordusunun Irak ve Suriye'de halkın gönlünü kazanmasının bunda payı büyüktür. ABD, Ortadoğu'dan çekilirken geçiş döneminde hep Türk askeri Suudi Arabidtan dahil işgal altındaki müslüman ülkelerde görev almış, yılların önyargıları parçalanmıştır. Araplar, nihayet Türkleri müslüman olarak görmeye başlamıştır.
2022 yılında AB, büyük bir ekonomik krize girer. Ayrıca Almanya'da hortlayan ırkçılık akımları, AB kimliği adı altında Almanların üstünlük kurma çabaları siyasi birliği parçalamıştır. ABD'nin Truva atı İngilizler, son 20 yılda hep ABD ile haraket ederek petrol krizleri sırasında birliğe yüzünü dönmüştür. 2005'de üye olan 13 yeni üye ülkeye akıtılan paralar halkın refah seviyesini düşürmüştür. Türkiye, tam üyelik müzakerelerine 2013 yılında başlamasına rağmen hala tamamlayamamıştır. Bunun nedeni AB'nin bölgesel güç haline gelmiş bir müslüman ülkeyi, dini ve kültürel farklılığı nedeniyle kabul etmemek istemesidir. Bu yılın sonlarında AB ülkeleri biraraya gelerek birliğin dağıldığını açıklayacak, Türkiye'nin üyeliği kıyamete kalacaktır!
Öte yandan 2012 yılında ABD Başkanlığını Arnold, Çinle savaşın zaferle bitirilmesini isteyen Şahinler tarafından zorda olsa sahte bir seçimle yeniden elde etmiştir. 2016 yılında ise savaşın sona ermesini isteyen Demokrat aday başkan olsada savaşın sona ermesi 2020 yılını bulmuştur. Bu yıllarda ABD, yurtdışındaki tüm askerlerini geri çekerek büyük bir ricat yapmış, içeride ise ülkeyi terketmek zorunda kalan Yahudilerin yol açtığı ekonomik yangınları sarma ile meşgüldür. Yoksulluk seviyesinin çok altında yaşayan zenciler, heryeri talan etmekte, ülke içi terör nedeniyle hergün binlerce insan ölmektedir.
2020-2026 arasında Ortadoğu'da dayısız kalmış İsrail, son gücü ile dünyadaki tüm Yahudileri sermayeleri ile birlikte İsrail'e taşımış ve nüfusu 13 milyona çıkmıştır. İsrail'in başdüşmanı artık Amerikalılardır. Dünyanın süper gücünü 25 sene içinde haksız işgallerle savaştırmış, öldürtmüş, nihayet ekonımisini çökertmiş ve dünyada yapayalnız bırakmıştır. 2003'lerin gelişmiş ülkeleri yerlerine yeterli nüfus bulamamaları ve işci gücü kalmaması nedeniyle çökerken, son 20 yılda Batı medeniyetini her bakımdan yakalamış müslüman ülkelerin yüzünü dinamik nüfus yapıları ve aile kurumları güldürmüştür.
Ve 2027 yılında İsrailli intihar komandoları, yıkmak amacıyla Kabe'ye saldırır. İslam alemi, artık 2007'deki ABD Kabe baskınına boyun eğen müslümanlardan oluşmamaktadır. Üstelik İsrail'in dayısı ABD kendi iç meseleleri ile uğraşmaktadır, AB dağılmış, Çin ise dünyanın başına bela olmuş Yahudilere kin bilemektedir. Arap Birliği, 200 bin kişi ile dört bir koldan İsrail'e girer ve bir ay devam eden savaşta canlı kimse kalmaz. Bu tarihin bazı kutsal beyanlarda işaret edilen, Gargad ağacının arkamdaki Yahudiye öldür diye dile geleceği belirtilen hadisin Ebced hesabıyla hesaplandığı tarih olması, teorimin komplo olduğu gerçeğini değiştirmez!
Kıyamet senaryosu burada bitti. Eğer isterseniz ABD ile Çin, YECÜC ve MECÜC müydü? , Büyük Mehdi ve Hz. İsa(Mesih) bu dönemde mi gelecek? , Müslümanların 40 yıl sürecek dünya hakimiyeti ne zaman gerçekleşebilir? gibi sorularınıza yanıt olabilecek bir senaryo yazayım.
Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah bilir....
(sonsaniye.net)
İslamcıların (zaman ve vakit yazarları...) Çinliler olarak gördüğü kavim.
Ye’cûc ve Me’cûc hakkında Kur’an-ı Kerim’de iki yerde bahis vardır.
Onlar: “Ya Zülkarneyn! Muhakkak Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünde fesad çıkarıyorlar. Bizimle onlar arasında sed yapman için sana ücret verelim mi? ” dediler.
(Kehf Suresi-94)
“Tâ Ye’cûc ve Me’cûc’un seddi açıldığında onlar her tepeden iniyorlar”.
(Enbiya Suresi 96)
Bush & Şaron
Nasıl yani?
Başörtüsü konusunda, geçen yazımda eleştiri konusu ettiğim ve örnek olarak verdiğim yazılardan birinin yazarı (Yüksel Işık) bu hafta sonu, yine Radikal İki'de, 'Cevapsız olur mu? ' başlığıyla bir yazı yazmış. Cevapsız olur mu olmaz mı bilemem, ama 'cevap' başlığı altında yazılan her şeyin, cevap olmadığı, olamadığı kesin.
Konu, kısaca şu: AİHM, son olarak, Leyla Şahin'in başörtüsü ile üniversiteye devam edememesi üzerine yaptığı başvuruyu haksız bulmuştu. Gerekçelerden biri de, başörtüsünün, diğer insanlara dini baskı olarak algılanabileceği türünden bir saçmalıktı. Işık'da bu istikamette bir yazı yazmıştı. Ben de 'Nasıl yani? ' diye sormuştum.
Çok mu garip bir soru? Yeniden soruyorum; nasıl yani? Daha doğrusu, 'Ne alakası var? ' Burası laik bir ülke, keza Avrupa ülkeleri de öyle, insanlar dindarlık konusunda amansız bir yarışa girmiş falan değiller ki, başörtülü olan, 'gerçek dindar' olduğu iması ile diğerlerine baskı yapabiliyor olsun.
Ayrıca, ortada saptanabilir, ölçülebilir bir baskı veya dayatma yoksa, bir giyiniş veya davranış tarzının baskı olarak algılanabileceğine kim, nasıl karar verecek? Nitekim, yine bu haftaki Radikal İki'de yayımlanan, Murat Borovalı ve Ömer Turan imzalı yazıda bu husus gayet iyi bir şekilde dile getirilmiş. Benim aynı şeyleri tekrarlamama gerek yok. Yine de, saçmalığın derecesinin altını çizmek için, tekrar sormak istiyorum, dinin baskı aracı olmasının resmen yasak olduğu laik bir ülkede, dine ilişkin bir baskıdan söz edilebilirse, bu sadece toplumsal, kültürel, psikolojik bir baskı olabilir. Ama o durumda da, bunu saptamak da ölçmek de mümkün değil. İş, spekülasyona, şahsi algıya, yani keyfi karara kalır. Bu durumda, herkes her şeyin baskı olarak algılandığından veya kullanıldığından şikâyetçi olabilir. Nitekim, oluyor da, mesela, zayıflığın, diyetin kutsandığı bir kültürel ortamın şişman insanları rencide ettiği, baskı oluşturduğundan şikâyet ediliyor, ama kimse, zayıf mankenleri veya diyet yayınlarını yasaklamayı öneremiyor.
Yüksel Işık'ın bana bu konuda izahat borcu olduğu halde, konuyu dağıtıp, işi Sünni Müslümanlığın Türkiye'deki konumuna bağlaması anlaşılır gibi değil. Evet, Sünni Müslümanlık bu ülkede ayrıcalıklı bir konuma sahip, ama bunun başörtüsünün yasaklanması için bir gerekçe oluşturması mı gerekiyor? Ne alakası var? Ben Türkiye'de yaşayanlar çoğunlukla Sünni Müslüman diye başörtüsü yasaklanmamalı demiyorum ki! Ayrıca, Avrupa'da yaşayan ve yasaklarla karşılaşan Müslümanlar çoğunluk falan değil.
Diğer taraftan, bu Sünni Müslümanlık konusu da ayrı ve derin bir tartışma konusu olabilir. Bu konunun başörtüsü yasağı tartışmasıyla, (Işık'ın yaptığı gibi) karıştırılmasından korktuğum için, o tartışmaya dalmak istemiyorum. Ama konu açılmışken, bir-iki şey söylemeden geçemeyeceğim. Birincisi, bizde, demokrasi dersi belli ki, yanlış bellenmiş, sadece azınlık haklarını savunmak demokratlık sayılıyor. Sünni/Türk olmak, çoğunluk mensubu ve resmi kimlik formatı olduğu için, tabii ki, belli bir baskı potansiyeli taşıyor olabilir ve tabii ki demokratlık adabı, buna karşı duyarlı olmayı gerektiriyor. Ama bu demek değil ki, Sünni ve Türk kimlikli insanların gık demeye hakkı olmamalı.
İkinci olarak, son zamanlarda Sünni Müslümanlığın ayrıcalıklı konumu sorgulanırken, bir noktadan sonra ipler kopuyor, laik toplum, kültür ve tarihten fazlasıyla kopuk ve soyut bir kategori olarak algılanıyor. Mevcut durumu her şekilde sorgulayabiliriz, ancak, her toplumun kültürel tarihsel bir rengi, dokusu olduğu gerçeğini tamamen reddedemeyiz. Daha önce de yazdım; evet, laik devlet din karşısında tarafsızdır, ama unutmayalım bu tarafsızlığın dayandığı bir asgari sınır mutlaka vardır. Öyle olmasaydı, biz Ramazan ve Kurban bayramlarını resmi tatil olarak kabul ederken, Batılı ülkeler Noel ve Paskalya'yı resmi tatil yapmazlardı. Teoride onlar da laik, biz de laik ülkeyiz. Nasıl çıkacağız bu işin içinden? Tartışılmaya değer ve ilginç bir konu değil mi? Gelin laiklik ve demokrasi tartışmalarında sığınmaya çalıştığımız bir-iki klişeden kurtulup, işe yeniden başlayalım. Bunları tekrar, derinlemesine düşünüp tartışalım.
(Nuray Mert-Radikal)
20 Aralık 1978'de Kahramanmaraş olayları ve Temmuz 1980'de Çorum olayları 12 Eylül 1980 müdahalesini hazırlayan etkenlerdir.
genel başkanı Mehmet Ağar, Haluk Kırcı'nın nikah şahididir.
1 Mayıs 1977'de;
Ahmet Gözükara,
Aleksandros Konteas,
Ali Sildal, Ali Yeşilgül,
Bayram Çıtak,
Bayram Eyi,
Bayram Sürücü,
Diran Nıgız,
Ercüment Gürkut,
Garabet Ayhan,
Hacer İpek Saman,
Hamdi Toka,
Hasan Yıldırım,
Hatice Altun,
Hikmet Özkürkçü,
Hüseyin Kırkın,
Jale Yeşilnil,
Kadir Balcı,
Kadriye Duman,
Kahraman Alsancak,
Kenan Çatak,
Leyla Altıparmak,
Mahmut Özbelen,
Mehmet Ali Genç,
Meral Cebren,
Mültezim Oltulu,
Murat Elmas,
Nazan Ünaldı,
Nazmi Arı,
Niyazi Darı,
Ömer Narhan,
Ramazan Sarı,
Rasim Elmas,
Sibel Açıkalın,
Ziya Baki,
katıldıkları 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları sırasında onbinlerce kişinin üzerine açılan ateş sonucunda katledildiler.