M.Çayan ve arkadaşı Hüseyin Cevahir, Maltepe Direnişi sırasında rehin aldıkları Sibel Erkan'ı bırakmayacaklarını, teslim de olmayacaklarını evi saran polise bildiriyorlardı.Ellerindeki rehineye son derece iyi davranıyorlardı.
Sibel Erkan daha sonra mahkemede verdiği ifadede de bunu teyit ederek 'Çayan ve Cevahir'in kendisine iyi davrandıklarını' söylüyor, mahkemede tanıklık yaparken onlardan 'Hüseyin ağabey, Mahir Ağabey' diye sözediyor, kendisine kurşunlardan uzak bir yer hazırladıklarını söylüyordu.
DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART 2004 günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? ! - Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? !
-
Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Emin Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
3 Milyon kişinin soruşturmadan geçirildiği, 650 bin kişinin gözaltına alındığı 12 Eylül terör döneminde bireylere yönelik şiddet ve baskı, toplumsal alanda sola ilişkin her türden düşünce, istem, özlem, davranış biçimi, değer yargısı vb.'nin yokedilmesine yönelik bir şiddet ve baskıya dönüştürülmüştür.
'Türk Mukavemet Teşkilatı', 27 Temmuz 1957'de Burhan Nalbantoğlu, Rauf DENKTAŞ ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'da kuruldu.
1 Nisan 1955'de faaliyete geçen ve Türklere saldırmaya başlayan, Türk köylerini yakıp yıkan, EOKA tedhiş örgütüne karşı Türk halkının savunmasını yapacak bir örgütlenme gereksinimini duyan Kıbrıs Türkleri, önceleri çeşitli mukavemet grupları oluşturmuştu. Bunlar arsında en etkili olanı VOLKAN'dı.
Ne var ki bu mukavemet grupları dağınık, küçük ve eğitimsiz oldukları için, askeri bir yapıya sahip EOKA karşısında, Türk Halkının savunmasını yapabilmeleri olası değildi...
TMT, işte bu gereksinimden doğmuş ve dağınık olarak faaliyet gösteren küçük mukavemet gruplarını birleştirerek, tüm adaya yaygın, her Türk köyünde varlık gösteren güçlü bir mukavemet örgütü olmuştu.
Ciddi bir sıkıntımız var... Üstelik bu sıkıntıyı dile getireceğimiz tarih, İstanbul gazetecilerinin Sultan Hamid sansürünü reddettikleri günün yıldönümüne denk düştü. Ama ne yapalım... İfade etmeye mecburuz: Sayın Başbakan basından rahatsız. Dün yayınladığı mesajdan da anlaşılıyor ki ona göre ‘Basın, kamuoyunu doğru ve tarafsız haberlerle’ aydınlatmıyor, ‘toplumsal değerlere, kişisel hak ve özgürlüklere saygılı, meslek ilke ve ahlakına uygun’ yayın yapmıyor.
‘Başbakan bu şikáyetlerinde çok haksız’ diyecek değiliz. Zaman oluyor, kendi meslektaşlarımızdan biz de şikáyet ediyoruz. Nitekim Basın Meslek İlkeleri’nde ‘Gazetecilikte temel işlevin, gerçekleri bulup bozmadan, abartmadan kamuoyuna yansıtmak’ olduğu o nedenle ifade ediliyor. Basın Konseyi de bunlara uymayanları o nedenle uyarıyor yahut kınıyor.
Keza Sayın Erdoğan, basından şikáyet eden ne ilk başbakandır, ne de sonuncusu olacaktır. Daha açık ifadeyle, dünyada basından şikáyet etmeyen politikacı bulmak nerdeyse imkánsızdır. Kaldı ki bizim tavsiyemiz, basından (medyadan) şikáyet etmeyen bir başbakan bulursanız, o ülkede bir saniye bile yaşamayınız. Çünkü orada demokrasi değil, dikta var demektir. Ne var ki basından şikáyetin de bir yolu, yordamı, özellikle bir Başbakan’ın konumuna, kimliğine yakışan bir üslubu olmak gerekir.
Tayyip Erdoğan bu açıdan Türkiye için gerçek bir talihsizliktir.
Sayın Erdoğan sinirlerini kontrol edemediği zaman, basın mensuplarına hálá Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemin kabadayılık kokan üslubuyla hitap ediyor. Onları azarlıyor. Onlara ‘hadlerini’ öğretmeye kalkıyor. ‘Öyle soru sorulmaz’ diyor. ‘Onu soracağınıza önce (tren kazası nedeniyle) acıları paylaşın’ diyor. Sayın Başbakan, Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac’la yaptığı görüşmenin perde arkası hakkında bilgi verip veremeyeceğini soran gazeteci Mehmet Ali Birand’a ‘Siz hareminizde olanları anlatmaya başladığınız zaman, biz de bir şeyler anlatabiliriz, düşünürüz’ (23.7.2004 Milliyet) diyor.
Kızdığı bir başka meslektaşımızın yazısından söz ederken, ‘Bakın, bugün Yalçın (Doğan) Efendi yazmış’ diye söze başlayıp, ‘Bunlar nasıl gazeteci olmuş, nasıl köşe yazarı olmuş? ’ (23.7.2004 Milliyet) diye konuşuyor. Kızıyor ‘bir kısım medyanın siyasetçiye çamur atmak için maksatlı yayın yaptığını’ iddia ediyor (20.7.2004 Cumhuriyet) . Sorduğu soruyu beğenmediği gazeteciye, ‘Mensubu olduğunuz gazete (Milletvekilleri için TBMM kanalıyla ev yaptırılacağı konusunda) sürekli sürmanşet atıyor. Tutarsa diye... Ne kadar kötü bir şey. Dürüst olmaya mecbursunuz’ diyerek çıkışıyor. Bakın... Son yılbaşı akşamı Karabük’te yine beğenmediği bir soru yönelten meslektaşımıza alenen hakaret edişini ve ötekileri saymadık... Oysa demokrasilerde gazetecinin -saçmalasa bile- soruları sınırlandırılamaz. Onun sorma, ötekinin yanıt vermeme hakkı kutsaldır. Peki ama bunları Başbakan’a söylemek, bizim işimiz mi, maaş verdiği danışmanlarının işi mi? (Oktay Ekşi)
Başbakana soru soran yandı! Başbakan fevkalade sinirli. Gazeteciler işine gelmeyen sorular sorunca, ya da hoşuna gitmeyecek şeyler yazınca tepesi atıyor! İstiyor ki kendisine hep çanak sorular sorulsun, yağlansın ballansın, övgüler düzülsün... Buna alıştı, hem de fena alıştı.
İşine gelmeyen sorular sorulunca, soran gazetecinin nerede çalıştığını soruyor. Önce onu öğreniyor...
Sonra bazı medya kuruluşlarının yöneticilerine, hatta patronlarına doğrudan haber gönderiliyor.
Muhabir arkadaş şikáyet ediliyor.
Yazdıklarıma inanmayabilirsiniz. Tanıdığınız gazetecilere sorun. Muhabir arkadaşlarımız bu açıdan büyük baskı altında. Özgürce soru soramıyorlar. O kadar ki, yöneticilerine giden şikáyetler nedeniyle bazen kulaklarının çekildiği bile oluyor.
Bu ortamda, böylesine baskı altında siz özgürce soru sorabilir misiniz?
Beyefendi medyayı istediği biçimde kullanmaya alışmış, hoşlanmadığı soru gelince sinirleniyor, azarlıyor, ağzını bozuyor. *** Bizim Yalçın Doğan’a bir yazısı nedeniyle kızmış... ‘Yalçın Efendi’ diye söz ediyor. Oldu mu, yakıştı mı? Önceki gün tren kazası sonrasında bir gazeteci arkadaşımız kendisine ‘Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi’ diye sorduğunda ise ‘Bu soru sorulmaz... Haddinizi bilerek soru sorun’ diyebiliyor.
Beyefendi’nin istediği soruları sorarsan iyi! Sormazsan haddini aşıyorsun! Vay vay vay! Beyefendi’nin sinir sistemi yıpranmış. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Çocuklarının, işadamı Remzi Gür’ün parasıyla ABD’de okutulmasını soran gazeteciye, patronunu kastederek ‘Siz önce ABD’deki işlerinizi halledin’ diyor. Bir başka soruya ‘Gidin nasibinizi başka yerde arayın’ diye yanıt veriyor. Safranbolu’da soru soran gazeteci arkadaşımızı ‘sarhoş’ olmakla suçluyor! .. ‘Ağzın leş gibi kokuyor. Edepsizce soru sorma’ diye azarlıyor.
Bu olayları saymakla bitmez. Ama kabahat onda değil. Kabahat, bugüne kadar kendisine boyun eğen, ağzından çıkanları emir kabul eden, gerektiğinde ‘Başbakan’a ters soru sormayın’ diye muhabirlerini azarlayıp onları korkutan, sindiren bazı medya yöneticilerinde. *** Sevgili okuyucularım, dediklerimiz tek tek çıkıyor. Tren cinayetinin suçlusu bulundu! Tren makinistleri! Tutuklandılar! Ortalıkta şov yapmak uğruna yetersiz altyapıda hızlı tren başlatanlar, bilim adamlarının medyada açık, net biçimde yer alan uyarılarını kulak arkası ederek bu cinayete neden olanlar suçsuz! Kazanın daha ilk saatinde ekranda yapılan açıklamalardan belli olmuştu. Kendileri sıyırtacak, suçu makinistlerin üzerine atacaklardı. Aynen öyle oluyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bir Ulaştırma Bakanı böyle bir rezalet sonrasında ‘Ben zoru bırakıp kaçmam’ diyemez. Ulaştırma Bakanı ve TCDD Genel Müdürü İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekibinden. Başbakan’ın adamları.
‘Allah’ın takdiri’ diyenler! Sorumluluğu Allah’a ve makinistlere fatura etmeye kalkışanlar... Afişlere ‘inekler hızlı trene karşı çıkıyor’ diye karikatür çizdirip istasyonlara astıranlar... Kafalarına trenci şapkası giyip kameraların önünde atraksiyon yapanlar... Onlar suçsuz! Bunca canın vebali omuzlarında değil! *** Türk milleti bu olayı unutmasın... Çünkü en geç iki gün sonra hadise gündemden düşecek ve işin gerçek sorumluları istifa etmediği gibi, hesap da vermeyecek.
CHP ve DYP şimdi ortaklaşa hareket edip TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmalı... Çünkü bu ‘normal’ bir tren kazası değil. Siyasi rant ve gösteri uğruna yaratılmış bir cinayet.
Bu hadise enine boyuna tartışılmalı, sorumlulardan hesap sorulmalı.
AKP bu çağrıları reddettiği, kaçtığı takdirde kendi düşünsün. Sonunu kendi hazırlamış olur. (Emin Çölaşan)
Bazı büyük kitapçılarda bulabileceğiniz bir sosyalist dergi.Tam adı 'Patronsuz, generalsiz, bürokratsız Sosyalizm' dir.(www.pgbsosyalizm.org)
Siyasi hükümlü Erdal Eren 17 yaşında idam edilmiştir.
M.Çayan ve arkadaşı Hüseyin Cevahir, Maltepe Direnişi sırasında rehin aldıkları Sibel Erkan'ı bırakmayacaklarını, teslim de olmayacaklarını evi saran polise bildiriyorlardı.Ellerindeki rehineye son derece iyi davranıyorlardı.
Sibel Erkan daha sonra mahkemede verdiği ifadede de bunu teyit ederek 'Çayan ve Cevahir'in kendisine iyi davrandıklarını' söylüyor, mahkemede tanıklık yaparken onlardan 'Hüseyin ağabey, Mahir Ağabey' diye sözediyor, kendisine kurşunlardan uzak bir yer hazırladıklarını söylüyordu.
DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART 2004 günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? !
-
Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
DOĞAN YAYIN HOLDİNG A.Ş in en önemli gazetesinin yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN'ın 10 MART günü Hürriyet gazetesinde TAYYİP hakkında yazdığı yazı:
Başbakan'ın şirketleri vergi affında!
SEVGİLİ okuyucularım, bundan birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlunun şirketleri ve özellikle kendileri tarafından devlete ödenen vergi miktarını sormuştum.
Aradan günler geçti, ses yok! Demek ki vergilerini açıklamak istemiyorlar! CHP Diyarbakır milletvekili Mesut Değer bu konuyu Meclis gündemine taşıdı. Önerge verip bu soruların yanıtını istedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç önergeyi uygun bulup işleme koyduğu takdirde rakamları öğreniriz. (Çünkü bazı önergeleri geri çeviriyor.)
Ortada tuhaf bir durum var. Bir başbakan kendisinin, maliye bakanı oğlunun vergilerini gizleyince, akıllara başka sorular geliyor.
Şimdi konunun bir başka boyutuna bakalım, bazı rakamları gündeme getirip Recep Tayyip Erdoğan'a yeniden soralım. Soruların özü şu:
‘‘İktidarınız tarafından çıkarılan vergi affı yasasına sizin şirketleriniz de girdi mi? Girdiyse niçin? ’’
Bu aşamada elimdeki verileri sizlere aktarayım. Eğer bir yanlışım varsa, Başbakan veya ilgili kişiler açıklama gönderir ve size buradan iletirim.
Maaşıyla geçinemediğini, o nedenle ticaret yaptığını söyleyen Başbakan'ın ortak olduğu 4 şirket var. Bunlar Ülker bayiliği, gıda alım satım ve dağıtımı yapıyor. Son olarak Yenidoğan Pazarlama A.Ş. Aralık 2003'te kuruldu. Bu şirketin şu anda vergiyle ilişkisi yok. Öteki 3 şirketine bakalım. Rakamları yuvarlak veriyorum:
***
Emniyet Gıda San. ve Tic. A.Ş: 1999 için 74 milyar kazanç gösterip 19 milyar vergi ödemiş. 2000 yılı beyannamesinde vergiye tabi geliri yok. 2001'de 850 milyar, 2002'de 1 trilyon 127 milyar kazanç bildirmiş. AKP Şubat 2003'te vergi affı yasası çıkarınca başvuruda bulunup matrah arttırımı denilen inceleme affından yararlanmış. Bu ne demek? Bir şirket herhangi bir nedenle vergi incelemesinden kurtulmak istiyorsa, incelenmesinden korktuğu yıllar için yasada yazılı tarifeye göre ek bir vergi ödüyor ve o yıllar için vergi incelemesi yapılmıyor. Yani bu şirket trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa, incelemeden kurtulmuş oluyor! Hiçbir güç bir lira bile ceza kesemez.
İhsan Gıda Pazarlama Ltd. Şirketi: Başbakan'ın bu şirketi de AKP'nin vergi affından yararlanmış. ‘‘1998-2001 dönemini incelemeyin’’ diye ek para yatırmış ve af kapsamına girmiş. Aynı şirket 2000 ve 200l yıllarında ‘‘Vergiye tabi bir kuruş bile kazancım yok’’ diye beyanda bulunmuş! Gelir olmayınca vergi de ödememiş! Ancak yine de vergi incelemesinden kurtulmak istemiş ve af yasasındaki asgari tarifeye göre 2000 yılı için 8, 2001 yılı için 11 milyar lira gelir (matrah) beyan edip 1998 ve 1999 yıllarıyla birlikte af yasası vergisini ödemiş!
Böyle olunca da, Başbakan'ın ortak olduğu bu şirket de 1998-2001 dönemini kapsayan vergi incelemesinden otomatik olarak kurtulmuş. Bu şirketler trilyonlarca lira vergi kaçırmış bile olsa bunun hesabı artık sorulmayacak, bir liralık bile vergi ve ceza kesilmeyecek! .. Çünkü inceleme muafiyeti kazanmış oldu.
İhsan Gıda Pazarlama A.Ş: Bundan öncekiyle ismi aynı. Ancak önceki limited, bu anonim şirket. Bu şirketin vergi affı açısından durumu da, öncekilerle aynı! 1997-2001 döneminde 20 ila 82 milyar lira kazanç gösteriyor. Kazancı 2002 yılında 204 milyar liraya fırlıyor. Şirket aynı yöntemle af yasasından yararlanma başvurusu yapıyor, istenen en düşük vergileri ödüyor ve bu yolla vergi incelemesinden kurtulmuş oluyor.
Şirketlerin tamamının vergi affından yararlanması acaba rastlantı mı!
***
Başbakan'ın şirketlerinden gelir elde edebilmesi, bu şirketlerin kár dağıtmasıyla mümkün oluyor. Alınan kár payının da Erdoğan tarafından vergi dairesine beyan edilip gelir vergisi ödenmesi gerekiyor. (Aynı durum Unakıtan'ın oğlu için de geçerli.) Bu anlamda bir gelir vergisi ödendiğine şu dakikaya kadar rastlanmadı. Kendileri de burada yaptığım çağrıya uyup ‘‘Şu yıllarda şu kadar kazandık (ya da zarar ettik) şu kadar gelirimiz oldu, şu kadar vergi ödedik’’ demediler!
Çağrımı burada yineliyorum. Lütfen bu sorulara kamuoyu önünde net ve somut yanıt versinler. Devleti yönetenlerin ödenen (veya ödenmeyen) vergilerini gizlemesi yakışık almıyor. Böyle bir konuda suskun kalma hakları yok.
Ve son soru: İktidar vergi affı yasasını hangi nedenle ve kimler için çıkarmış? !
-
Bu köşe yazısından sonra Aydın Doğan tarafından Emin Çölaşan'a izne çıkması tavsiye edilmiştir.Bundan yaklaşık 1 hafta sonra Çölaşan tekrar Hürriyette yazmaya başlamıştır.
3 Milyon kişinin soruşturmadan geçirildiği, 650 bin kişinin gözaltına alındığı 12 Eylül terör döneminde bireylere yönelik şiddet ve baskı, toplumsal alanda sola ilişkin her türden düşünce, istem, özlem, davranış biçimi, değer yargısı vb.'nin yokedilmesine yönelik bir şiddet ve baskıya dönüştürülmüştür.
'Türk Mukavemet Teşkilatı', 27 Temmuz 1957'de Burhan Nalbantoğlu, Rauf DENKTAŞ ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'da kuruldu.
1 Nisan 1955'de faaliyete geçen ve Türklere saldırmaya başlayan, Türk köylerini yakıp yıkan, EOKA tedhiş örgütüne karşı Türk halkının savunmasını yapacak bir örgütlenme gereksinimini duyan Kıbrıs Türkleri, önceleri çeşitli mukavemet grupları oluşturmuştu. Bunlar arsında en etkili olanı VOLKAN'dı.
Ne var ki bu mukavemet grupları dağınık, küçük ve eğitimsiz oldukları için, askeri bir yapıya sahip EOKA karşısında, Türk Halkının savunmasını yapabilmeleri olası değildi...
TMT, işte bu gereksinimden doğmuş ve dağınık olarak faaliyet gösteren küçük mukavemet gruplarını birleştirerek, tüm adaya yaygın, her Türk köyünde varlık gösteren güçlü bir mukavemet örgütü olmuştu.
Dün itibariyle DSP genel başkanlığını ve aktif siyaseti bırakan Karaoğlan!
Başbakan ve basın...
Ciddi bir sıkıntımız var... Üstelik bu sıkıntıyı dile getireceğimiz tarih, İstanbul gazetecilerinin Sultan Hamid sansürünü reddettikleri günün yıldönümüne denk düştü. Ama ne yapalım... İfade etmeye mecburuz:
Sayın Başbakan basından rahatsız.
Dün yayınladığı mesajdan da anlaşılıyor ki ona göre ‘Basın, kamuoyunu doğru ve tarafsız haberlerle’ aydınlatmıyor, ‘toplumsal değerlere, kişisel hak ve özgürlüklere saygılı, meslek ilke ve ahlakına uygun’ yayın yapmıyor.
‘Başbakan bu şikáyetlerinde çok haksız’ diyecek değiliz. Zaman oluyor, kendi meslektaşlarımızdan biz de şikáyet ediyoruz. Nitekim Basın Meslek İlkeleri’nde ‘Gazetecilikte temel işlevin, gerçekleri bulup bozmadan, abartmadan kamuoyuna yansıtmak’ olduğu o nedenle ifade ediliyor. Basın Konseyi de bunlara uymayanları o nedenle uyarıyor yahut kınıyor.
Keza Sayın Erdoğan, basından şikáyet eden ne ilk başbakandır, ne de sonuncusu olacaktır. Daha açık ifadeyle, dünyada basından şikáyet etmeyen politikacı bulmak nerdeyse imkánsızdır.
Kaldı ki bizim tavsiyemiz, basından (medyadan) şikáyet etmeyen bir başbakan bulursanız, o ülkede bir saniye bile yaşamayınız. Çünkü orada demokrasi değil, dikta var demektir.
Ne var ki basından şikáyetin de bir yolu, yordamı, özellikle bir Başbakan’ın konumuna, kimliğine yakışan bir üslubu olmak gerekir.
Tayyip Erdoğan bu açıdan Türkiye için gerçek bir talihsizliktir.
Sayın Erdoğan sinirlerini kontrol edemediği zaman, basın mensuplarına hálá Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemin kabadayılık kokan üslubuyla hitap ediyor. Onları azarlıyor. Onlara ‘hadlerini’ öğretmeye kalkıyor. ‘Öyle soru sorulmaz’ diyor. ‘Onu soracağınıza önce (tren kazası nedeniyle) acıları paylaşın’ diyor.
Sayın Başbakan, Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac’la yaptığı görüşmenin perde arkası hakkında bilgi verip veremeyeceğini soran gazeteci Mehmet Ali Birand’a ‘Siz hareminizde olanları anlatmaya başladığınız zaman, biz de bir şeyler anlatabiliriz, düşünürüz’ (23.7.2004 Milliyet) diyor.
Kızdığı bir başka meslektaşımızın yazısından söz ederken, ‘Bakın, bugün Yalçın (Doğan) Efendi yazmış’ diye söze başlayıp, ‘Bunlar nasıl gazeteci olmuş, nasıl köşe yazarı olmuş? ’ (23.7.2004 Milliyet) diye konuşuyor.
Kızıyor ‘bir kısım medyanın siyasetçiye çamur atmak için maksatlı yayın yaptığını’ iddia ediyor (20.7.2004 Cumhuriyet) . Sorduğu soruyu beğenmediği gazeteciye, ‘Mensubu olduğunuz gazete (Milletvekilleri için TBMM kanalıyla ev yaptırılacağı konusunda) sürekli sürmanşet atıyor. Tutarsa diye... Ne kadar kötü bir şey. Dürüst olmaya mecbursunuz’ diyerek çıkışıyor.
Bakın... Son yılbaşı akşamı Karabük’te yine beğenmediği bir soru yönelten meslektaşımıza alenen hakaret edişini ve ötekileri saymadık...
Oysa demokrasilerde gazetecinin -saçmalasa bile- soruları sınırlandırılamaz. Onun sorma, ötekinin yanıt vermeme hakkı kutsaldır.
Peki ama bunları Başbakan’a söylemek, bizim işimiz mi, maaş verdiği danışmanlarının işi mi?
(Oktay Ekşi)
Başbakana soru soran yandı!
Başbakan fevkalade sinirli. Gazeteciler işine gelmeyen sorular sorunca, ya da hoşuna gitmeyecek şeyler yazınca tepesi atıyor! İstiyor ki kendisine hep çanak sorular sorulsun, yağlansın ballansın, övgüler düzülsün... Buna alıştı, hem de fena alıştı.
İşine gelmeyen sorular sorulunca, soran gazetecinin nerede çalıştığını soruyor. Önce onu öğreniyor...
Sonra bazı medya kuruluşlarının yöneticilerine, hatta patronlarına doğrudan haber gönderiliyor.
Muhabir arkadaş şikáyet ediliyor.
Yazdıklarıma inanmayabilirsiniz. Tanıdığınız gazetecilere sorun. Muhabir arkadaşlarımız bu açıdan büyük baskı altında. Özgürce soru soramıyorlar. O kadar ki, yöneticilerine giden şikáyetler nedeniyle bazen kulaklarının çekildiği bile oluyor.
Bu ortamda, böylesine baskı altında siz özgürce soru sorabilir misiniz?
Beyefendi medyayı istediği biçimde kullanmaya alışmış, hoşlanmadığı soru gelince sinirleniyor, azarlıyor, ağzını bozuyor.
***
Bizim Yalçın Doğan’a bir yazısı nedeniyle kızmış... ‘Yalçın Efendi’ diye söz ediyor. Oldu mu, yakıştı mı?
Önceki gün tren kazası sonrasında bir gazeteci arkadaşımız kendisine ‘Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi’ diye sorduğunda ise ‘Bu soru sorulmaz... Haddinizi bilerek soru sorun’ diyebiliyor.
Beyefendi’nin istediği soruları sorarsan iyi! Sormazsan haddini aşıyorsun! Vay vay vay!
Beyefendi’nin sinir sistemi yıpranmış. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Çocuklarının, işadamı Remzi Gür’ün parasıyla ABD’de okutulmasını soran gazeteciye, patronunu kastederek ‘Siz önce ABD’deki işlerinizi halledin’ diyor.
Bir başka soruya ‘Gidin nasibinizi başka yerde arayın’ diye yanıt veriyor.
Safranbolu’da soru soran gazeteci arkadaşımızı ‘sarhoş’ olmakla suçluyor! .. ‘Ağzın leş gibi kokuyor. Edepsizce soru sorma’ diye azarlıyor.
Bu olayları saymakla bitmez. Ama kabahat onda değil. Kabahat, bugüne kadar kendisine boyun eğen, ağzından çıkanları emir kabul eden, gerektiğinde ‘Başbakan’a ters soru sormayın’ diye muhabirlerini azarlayıp onları korkutan, sindiren bazı medya yöneticilerinde.
***
Sevgili okuyucularım, dediklerimiz tek tek çıkıyor. Tren cinayetinin suçlusu bulundu!
Tren makinistleri! Tutuklandılar!
Ortalıkta şov yapmak uğruna yetersiz altyapıda hızlı tren başlatanlar, bilim adamlarının medyada açık, net biçimde yer alan uyarılarını kulak arkası ederek bu cinayete neden olanlar suçsuz!
Kazanın daha ilk saatinde ekranda yapılan açıklamalardan belli olmuştu. Kendileri sıyırtacak, suçu makinistlerin üzerine atacaklardı. Aynen öyle oluyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bir Ulaştırma Bakanı böyle bir rezalet sonrasında ‘Ben zoru bırakıp kaçmam’ diyemez.
Ulaştırma Bakanı ve TCDD Genel Müdürü İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekibinden. Başbakan’ın adamları.
‘Allah’ın takdiri’ diyenler! Sorumluluğu Allah’a ve makinistlere fatura etmeye kalkışanlar...
Afişlere ‘inekler hızlı trene karşı çıkıyor’ diye karikatür çizdirip istasyonlara astıranlar...
Kafalarına trenci şapkası giyip kameraların önünde atraksiyon yapanlar...
Onlar suçsuz! Bunca canın vebali omuzlarında değil!
***
Türk milleti bu olayı unutmasın... Çünkü en geç iki gün sonra hadise gündemden düşecek ve işin gerçek sorumluları istifa etmediği gibi, hesap da vermeyecek.
CHP ve DYP şimdi ortaklaşa hareket edip TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmalı... Çünkü bu ‘normal’ bir tren kazası değil. Siyasi rant ve gösteri uğruna yaratılmış bir cinayet.
Bu hadise enine boyuna tartışılmalı, sorumlulardan hesap sorulmalı.
AKP bu çağrıları reddettiği, kaçtığı takdirde kendi düşünsün. Sonunu kendi hazırlamış olur.
(Emin Çölaşan)