Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • şeyh bedrettin27.07.2004 - 16:34

    Şeyh Bedreddin düşüncesinden kesitler:

    * hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar bizi anlamazlar.
    * insanlar birbirlerine yahut haksız mala, meşru olmayan
    * paraya veya rütbe ve mevkilere yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da, allah’a ibadet ediyoruz sanında bulunuyorlar. bütün namazlar ve niyazlar ahlâkın düzeltilmesi için iç yüzün arınlanması için birer vasıtadan ibarettir. hakiki ibadetin hiç bir vakit kayıt ve şartı yoktur. hangi tarzda yapılırsa yapılsın, tanrının dileğine uygun olur. ibadetin temeli maksudun hak olmasıdır. bir cemaatte bu temel bulunmayınca yaptıkları ibadetler de kaybolur. yalnız kötü toplantılar kalır. fenalık üzerinde toplananlardan sen hemen uzaklaş.
    * çirkin işlerle uğraşan insanlar hak’tan uzaklaşmışlardır. cehennem işte budur. cennetle cehennemi başka yerde aramak saçmalıktır. insanlar eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda hak’la kavuşmuşlardır.
    * insanlar müslümanlıktan önce somut bir puta taparlardı, çağımızda ise hayali bir puta tapıyorlar. belki bir gün hak kendisini gösterirde hak olarak ona taparlar.
    * gerçek tasavvufçu, hiç bir insan gözünün görmediği, kulağının işitmediği, gönlünün sezmediği şeyhleri bilir. onları halka, kafalarının alabileceği şekilde anlatır. ama aslını içinde gizler. eğer halk bunu öğrenirse, kendisini öldürür.
    * tanrı dünyayı yarattı ve insanlara verdi. demek ki; dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır.
    * tarih, gelecek için kavga verip, yitmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.
    * ibadet etmekten amaç; ezeli ve büyük varlığa gönüllerin yönelmesi ve kapılmasıdır. yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene namaz kılmış, oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiç bir sevap ve mükâfat kazanamazsın.
    * ölmezden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve şehvetlerinden sakınmaktır. onu yapabilen insan, şüphesiz ki; hakiki varlık ile birleşir. ve sonsuz hayat ile diri olur. ancak insanlar dünyanın bin bir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılmadıkları için buna gönül vermezler...

  • 12 eylül27.07.2004 - 15:04

    Sadece Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı verilere bakacak olursak:
    650 bin kişiyi gözaltına aldılar, 650 bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar, 650 bin kişinin iradesini kırmaya, kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye dönük işkence, baskı ve yaptırım politikalarını Askeri cezaevlerinde on yıl ve daha fazla bir süre devam ettirdiler.

    Emir-komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar.
    İşkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764 kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.
    7000 kişi hakkında idam istediler. 517 kişiye idam cezası verdiler.
    124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı, 50 kişiyi astılar.
    29 bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar.
    14 bin kişiye yurda dön çağrısı yaptılar ve akabinde hemen hepsini vatandaşlıktan çıkardılar.
    388 bin kişiye pasaport vermediler.
    1 milyon 863 bin kişiyi fişlediler. Sadece fişlenenlerin değil, çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar.
    Bu süre zarfında 14 kişiyi cezaevlerindeki açlık grevlerinde, 16 kişiyi kaçarken, 17 kişiyi çatışmalarda öldürdüler.

    74-80 döneminde 5000 kişinin öldürüldüğünü, binlerce kişinin yaralandığını, yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlara katarsak, 78 kuşağının verdiği kaybın, ödediği bedelin, yaşadığı linçin boyutları hakkında herhalde kaba bir fikir edinmiş oluruz.(www.78liler.com)

  • deniz gezmiş27.07.2004 - 13:42

    Turhan Feyizoğlu'nun yazdığı 'Bir isyancının izleri, DENİZ' isimli kitabında yaşam öyküsü detaylarıyla aktarılmış.

  • deniz gezmiş27.07.2004 - 13:37

    Üyesi olduğu THKO'nun ilk bildirisi: İDEOLOJİSİ! :

    ' Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu halkımızın bağımsızlığının silahlı mücadele ile kazanılacağına ve bu yolun tek yol olduğuna inanır.
    Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu bütün yurtseverleri bu kutsal mücadele saflarına çağırır ve hainlere karşı giriştiği kavgada son savaşçısına kadar devam edeceğini bildirir.
    Amacımız Amerika'yı ve tüm yabancı düşmanları temizleyerek, hainleri yok etmek ve düşmandan temizlenmiş tam bağımsız Türkiye'yi kurmaktır.
    Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ezilen halkımızın öncü gücüdür, halkımızın kurtuluşu dışında hiçbir harekete girişmez.
    Halkımıza şunu duyuruyoruz. Düşmanın zenginliğine, sayısına, imkanlarına ve dehşetine aldanmayınız. Düşmana boyun eğmeyiniz, haklarımızı zorla alacağız, çünkü onlar her şeyi bizden zorla alıyorlar.

    Bütün Yurtseverler: Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmek, yalvarmak yerine zora başvurmak, başkasına değil kendine ve kendin gibi olanlara güvenmek, nerede ve nasıl olursa olsun hainlere boyun eğmemek parolamızdır.

    Devrimciler: Barışçıl şartlar içinde mücadele metodlarını bırakınız. Halk kitlelerini kurtuluşa götürecek olacak olan şiddet politikasını temel alan silahlı mücadeleye THK Ordusu'nun saflarında katılınız. Ulusal kurtuluş savaşının haklı bayrağını emperyalizmin saldırgan politikasına karşı hep beraber dalgalandıralım.... '

  • sosyalizm27.07.2004 - 11:23

    1970 li yılların Türkiye'sindeki sosyalizm adına yapılan mücadeleler, Kızıldere olayı, Ertuğrul Kürkçü, Mihri Belli, Yusuf Küpeli gibi dönemi devrimci liderleriyle yapılan söyleşiler, yapılan hatalar vs. Uğur Mumcu'nun 'ÇIKMAZ SOKAK' isimli kitabında yeralıyor.

  • Recep Tayyip Erdoğan27.07.2004 - 10:58

    Tren ve siyaset faciası:
    Hızlandırılmış tren kazası üzerine yazılması gereken hemen hemen her şey yazıldı. Umarım, yazılanlar çizilenler kısa sürede unutulmaz, AKP hükümetine muhalefet aracı sınırlarına çekilmez, tartışma devam eder. Neyin tartışması mı? İnsan canının değeri, 'hizmet' klişesi altında yürütülen, 'iş bitirici', şuursuz, siyasi şov anlayışı, kamu yararı, altyapı kavramı gibi konularda genişletilmesi ve derinleştirilmesi gereken tartışma.
    17 Ekim 2000'de İngiltere'de, Hatfield'de bir tren kazası oldu, dört kişi hayatını kaybetti ve İngiltere'de yer yerinden oynadı, iki yıl boyunca bu konu tekrar tekrar ve sıklıkla gündeme geldi, hâlâ o kazaya gönderme yapan tartışmalar oluyor. Söz konusu hatta, tren işletmesi, Railtrack adlı bir şirkete satılmıştı. Özelleştirmeyi yapan, bir önceki muhafazakâr hükümetti, buna rağmen neredeyse hükümet sarsıldı. Dahası, kazadan sonra, her şey yeni baştan tartışılmaya başlandı. Bırakın şirketin yüklenmesi gereken sorumluluğu, özelleştirme konusu topyekûn tartışılmaya, yeniden devletleştirme önerileri yapılmaya başlandı. Nitekim, şirket iflasa sürüklendi, bir nevi yeniden kamulaştırma uygulamasına maruz kaldı. Her olayda, 'muasır medeniyet' timsali Batı ülkelerinden örnek vermek
    hiç hoşuma gitmiyor, ama zaman zaman bu tür karşılaştırmalar, daha doğrusu hatırlatmalar yapmak şart. Hem, bu hükümetin en büyük ihtirası AB üyeliği ya, bu bakımdan da belki anlamlı olur. Hoş, hükümetin, bu kazaya ilişkin tutumundan rahatsız olunduğu haberine rağmen, ben, AB çevrelerinin, bu konuya, 'kültürel haklar' konusu kadar titizlenmeyeceklerini düşünüyorum, inşallah yanılırım, o da ayrı konu.
    'Demokratikleşme' kahramanı iktidarın zihniyet dünyası, Başbakan'ın ve ilgili bakanın, kaza ve medyaya yansıyışı konusunda verdiği tepki ile gözler önüne serildi. Bırakın, demokratik tahammülü, bu adamların, sıradan, nezaket dairesinin gerektirdiği, eleştiriye tahammül ve başarısızlık konusunda tevazudan ne kadar uzak oldukları ortada. Muhalefetin, bu kazayı muhalefet bayrağı yapmış olması ve bu konuda tutturduğu üslup sorunlu ama hiçbir şekilde bahane olamaz.
    Bu arada, hükümetin sergilediği genel anlayış ve üslup meselesine dalıp, olaya ilişkin somut sorun ve soruları unutmuş olmayalım. Bu konuda uyarıda bulunan bilim adamlarının görüşleri medyada yer aldı. Diğer taraftan, kaza gecesi, TRT 1'de, itirazları dolayısıyla emekliye ayrılmaya zorlandığını ima eden eski makinist Hüseyin Savak konuştu. Bu konuların da peşine düşsek diyorum. Bu olay etrafında susturulan, emekliye sevk edilenler var mı merak ediyorum.

    Diğer taraftan, 25 Temmuz tarihli Milliyet gazetesinde, 'TAYYİP Erdoğan'ın dünürü ORHAN UZUNER'in, ray bağlantısı ihalesini alan şirketin genel müdürü olduğu, daha doğrusu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ULAŞIM A.Ş.'de mühendis olarak çalışırken, DÜNÜR olduktan sonra, bu şirkete (Uzka) Genel müdür olarak geçtiği haberi yayımlandı. Ben araştırmacı gazeteci değilim, detayları bilemiyorum, ama gazeteden okuduğum kadarıyla olay çok sevimsiz. Aslı astarı nedir, merak ediyorum.
    Son olarak, beni her şeyden çok rahatsız eden, İslami-muhafazakâr medyanın gösterdiği tepki oldu. Her şeyden çok rahatsız eden diyorum, çünkü, ne yazık ki, diğer sorunlar, ne parti olarak AKP'ye ne onun iktidarına özgü sorunlar değil, tüm kitle partilerinin ve onların iktidarıyla yaşadığımız sorunlar. İşin kötü tarafı, tekrarlanıyor olmaları, o kadar. Diğer taraftan, İslami-muhafazakâr medya ve mensuplarının olaya ilişkin savunmacı tepkileri, Türkiye'de demokratikleşme açısından, hükümetin tavrından da önemli. Bu derin konuya, örneklerle, perşembe günü değinmeye çalışacağım.

    (Nuray MERT / Radikal-27 temmuz salı)

  • uğur mumcu27.07.2004 - 09:58

    Uğur Mumcu katledildikten sonra cinayet ertesi günkü gazetelerde hemen radikal dinci örgütlerin üstüne atılmıştır.Bu, o zamanlar(1993) Türkiyede siyasal islamcıların(RP) yükselişine darbe vurmak amacıyla yapılmış olabilir.
    Ve ne tuaftırki Uğur Mumcu Onu çok da iyi tanımayan, kitapları hakkında bilgisi olmayan büyük kitlelere sanki kitaplarının çoğunda LAİKLİK'ten bahsetmiş gibi, hayatı boyunca sadece LAİKLİK ile ilgili yazılar yazmış gibi gösterilmiştir.

    Oysa böyle değildir.Mumcu'nun 'sadece Laiklik' üzerine durduğu kitabı yoktur.O'nun mücadelesi daha çok EMPERYALİZME, KAPİTALİZME karşı BAĞIMSIZLIKÇI bir mücadeleydi.

    Ve Uğur Mumcu, Atatürk'e olduğu kadar özgürlükçü/güleryüzlü sosyalizm'e de gönülden bağlıdır.

  • fanatiklik27.07.2004 - 09:31

    Fanatikler genelde bağlı oldukları kişi-görüş, siyasi ideoloji vb.şeylerin ne kadar doğru ne kadar yanlış olup olmadığı konusunda yeterli araştırma yapmadan-bilgi sahibi olmadan, sağdan soldan duyduklarıyla bu fikirlere saplanırlar.

    Uzun, geniş, tarafsız bir araştırma-inceleme sonrasında bir fikir-düşünce edinenler çok fazla fanatik olmazlar.Çünkü karşıt görüşlü kişileri daha iyi anlarlar, saldırgan tavırlar göstermezler.

    Şu ayrımı iyi yapmak gerek; fanatizm, içinde 'saldırganlık/karşısındakini dinlememe' yi de barındırır.Demokrat değildir, dik kafalıdır.

    Oysa dik kafalı olmadan da, saldırgan olmadan da görüşlerinizi karşıt görüşlü kişilere anlatabilirsiniz.Bunun adı fanatizm değildir.'İdealistlik ve demokratlık' olabilir belki..

  • nükleer reaktör26.07.2004 - 17:56

    Nükleer sıkışma

    'Hızlı tren, seferini başarıyla tamamladı', sıra nükleer santrallara geldi!
    Başbakan'ın bugün için 'dünyanın nükleer santral cenneti' (cehennem ise şimdilik senaryo!) Fransa'ya göz kırparken masaya koydukları.
    Hükümet, hükümet olmadan önce nükleer santral hevesini açıkça ifade etmiyordu; şimdi 'kararlı.'
    Kararlı iseniz, gerekçe bulmak zor değil. Enerji açığı, daha da büyüyecek olması, dışa bağımlılık, hidrolikte sınıra dayanmak, dünyada fosil yakıt rezervlerinin sınırı, termik enerjinin çevreye etkisi, doğalgaz fiyatı, nükleer teknoloji umudu, 'Çernobil'in kaza olduğu' (hatta 'takdir-i ilahi' denebilir) , nükleerin küresel ısınmanın tehlikelerine karşı tek çare sayılması vesaire.
    Karşı iseniz de yeterince gerekçe, korku, endişe var.
    Çernobil'i insan işi ve hatası, nükleer tuzak kabul etmek, radyoaktif atıkların insan hatası kollayan, çevreyi sızım sızım tüketen canavarlar olduğunu düşünmek, bir santralın kapatılmasının neredeyse yapılması kadar masraflı olduğunu bilmek, dünya uranyum rezervlerinin de sonsuz olmadığını, bu hızla yüzyılın sonunu, daha fazla hızla 'sondan bir önce'yi ancak görebileceğini tahmin etmek. Ve alternatif, yenilenebilir enerji istemek.
    ***
    En iyisi size şu andaki dünya nükleer santral piyasasının durumunu aktarayım.
    Kim kararlı, kim kararsız, kim hevesli, kim caymış siz görün.
    Hükümet ve bürokrasi de, bundan bin sonuç çıkarsın.
    Vereceğim sayılar, nükleer enerji lobisinin, yani şirketlerin öncü birliği 'Dünya Nükleer Enerji Birliği'nin dökümlerinden.
    Sayılar, santraldan ziyade reaktör. İşleyenler, durdurulanlar ile kapatılanlar daha çok reaktör sayısını gösterirken, planlananlar yahut vazgeçilenler ise santrala ilişkin.
    Her reaktöre ilişkin ayrıntı bulmak da mümkün. Şu anda dünyada işleyen nükleer reaktörlerin sayısı şöyle:
    ABD 98, Fransa 59, Japonya 53, Rusya 30, İngiltere 24, Güney Kore 18, Almanya 17, Hollanda 16, Çin 15, Hindistan 14, Ukrayna 13, İsveç 11, İspanya 9, Belçika 7, Çek Cumhuriyeti 6, Slovakya 6, İsviçre 5, Finlandiya 4, Macaristan 4, Bulgaristan 4, Brezilya 3, Arjantin 2, Pakistan 2, Litvanya 2, G. Afrika 2, Meksika 2, Ermenistan 1, Hollanda 1, Romanya 1, Slovenya 1.
    Tekrar hatırlatayım: Bazı santrallar 2, 3, 4, 5 hatta 6 reaktörlü.
    ***
    Kapatılan, durdurulan yahut projesi iptal edilenlerin sayısı ise şöyle:
    ABD 101, Almanya 30, İngiltere 21, Rusya 18, Ukrayna 14, İtalya 14, İspanya 12, Fransa 11, Japonya 11, Kanada 8, Bulgaristan 5, Romanya 4, Polonya 4, İsveç 3, Küba 2, Filipinler 2, Arjantin 1, Litvanya 1, Libya 1, Belarus 1, Lüksemburg 1, Çek Cumhuriyeti 1, Avusturya 1, Ermenistan 1, Kazakistan 1, Slovakya 1, Belçika 1, Hollanda 1, İsviçre 1.
    Bunların kimi reaktör, kimisi bütünüyle santral.
    ***
    Peki, kimler yeni santral planlama aşamasında? Japonya 12, Güney Kore 6, İran 5, Hindistan 4, Rusya 2, Çin 2, Brezilya 1, Bulgaristan 1, Pakistan 1, Mısır 1, Endonezya 1, Kuzey Kore 1, Finlandiya 1... ve Akkuyu ile Türkiye.
    Plan tamam da, fiilen inşa edilmekte olanlar nerede?
    Hindistan 9, Çin 4, Rusya 3, Ukrayna 2, Güney Kore 2, Japonya 2, Slovakya 2, Romanya 1, İran 1, Kuzey Kore 1.
    Sayılar nasıl küçülüverdi, Japonya ve biraz Rusya dışında coğrafya nasıl değişiverdi, değil mi?
    ABD neden onca reaktörü kapattı, fiilen 'nükleer santral moratoryumu' ilan etti; Almanya neden sıvışıyor, Avusturya neden vazgeçti, İspanya neden kaçmaya çalışıyor, Norveç niçin hiç bulaşmadı, İngiltere niye hafifliyor?
    Piyasa neden bu denli daraldı? Kala kala kimlerde heves kaldı? NEDEN!

    Umur TALU - SABAH / 26.7.2004

  • rosa luxemburg26.07.2004 - 17:29

    Rosa Luxemburg 5 Mart 1871’de Polonya’da doğdu. O sıralarda Polonya çarlık Rusya’sının işgali altındaydı. Yahudi bir ailenin çocuğu olan Rosa ailenin beş çocuğundan biriydi. Bir dönem sonra ailesi geçim sıkıntısına düşünce Varşova’ya taşınan Rosa, lise öğrenimini burada bitirir. Mücadeleyle de lise yıllarında tanışır. Buradaki faaliyetlerinden dolayı çarlık polisinin hedefi haline gelir. Bunun üzerine İsviçre’ye geçen Rosa üniversite eğitimine başlar. Daha sonra ise işçi hareketinin güçlü olduğu Almanya’ya geçer ve Alman Sosyal Demokrat Parti içerisinde mücadele eder. Partiye büyük katkıları olan Rosa, aynı zamanda teorik çalışmalarıyla da dikkat çeker.
    ASDP içerisindeki sağ oportünist yaklaşımlarla mücadele eder ve marksist bir çizgiyi savunur. Bu fikirleriyle sağ kanadın tepkisini çeker.
    1906’da Rusya’ya geçer. Rus devriminde aktif rol oynar ve bir süre tutuklu kalır. Daha sonra Almanya’ya döner ve burada öğrendiklerini parti içinde tartışmaya başlar.
    1907’de RSDP’in yaptığı ve Bolşevik-Menşevik ayrışmasının yaşandığı kongreye Polonya delegesi olarak katılır ve Bolşevikleri destekler. ASDP’nin oluşturduğu parti okulunda yüzlerce öğrenciyi marksist parti saflarına katar.
    1914’de Almanya emperyalist savaşa katılır ve Alman devleti savaş bütçesini parlamentodan onaylamaya ihtiyaç duyunca ASDP buna onay verir. Rosa, Karl Liebknecht ile birlikte buna karşı çıkar ve bunun teşhirini yapar. Bunun üzerine Rosa Alman devleti tarafından tutuklanır ve 1918’e kadar cezaevinde kalır.
    Almanya 1. Emperyalist paylaşım savaşında yenilince ülkede kitle hareketi de yükselmeye başlar, bir çok yerde işçi ve asker Sovyetleri kurulur. İktidara sağcı Sosyal Demokratlar gelir. Rosa ve Karl ise Spartakist grubu olarak aktif mücadeleye geçer, kurulan cumhuriyete karşı “Sovyet Cumhuriyetini” savunur ve Aralık 1918’de Rosa önderliğinde Alman Komünist Parti kurulur.
    1918’de Berlin’de gelişen Spartakist ayaklanmasına AKP önderlik eder. Ancak AKP’nin zayıf olması ve ayaklanmanın diğer yerlere taşınamaması nedeniyle yenilir. Bir çok komünist öldürülür. Rosa ise Karl Liebnecht’le birlikte hareketi yeniden toparlamaya çalışır. Bunun üzerine çareyi hareketin önderlerini yok etmekte gören devlet, Rosa ve Karl’ı kafasını dipçikle ezerek katlederler. Rosa sadece Alman Komünist hareketine değil, dünya devrimine katkılar sunan büyük bir devrimci kadın önderdir.